Farklı İnsanlara Farklı Zamanlar

5

10 sene kadar önceydi… Âdem Efendi, İbrahim suresinin 33. ayetinden bahsediyordu:

O, âdetleri üzere hareket eden güneşi ve ayı sizin hizmetinize sunan, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verendir.

Burada geçen “sizin” kelimesine dikkat çekmiş ve -mealen- şunları söylemişti:

Gecenin sahipleri var. Gündüzlerin sahipleri var. Bunlar ilim erbabları… Geceyi emrimiz altına almak istiyorsak, nefsimizi emir altına alacağız. Yoksa gece bizi emrine alır. ‘Gel.. gece fuhşa gidelim’ gibi…

Önce Gece;

sonra geceler;

daha sonra gündüzler;

haftalar;

aylar;

yıllar;

ve derken ZAMAN…

İşte “Sahibbüzzaman”; yani “Zamanın Sahibi” olmanın yolu… Her şey, insanın bir gecesine sahip olmasından başlıyor.

Önemli Bir Kavram: Külliyet Kesbetmek

Genişleye genişleye bir külliyet kesbediliyor (elde ediliyor) ve zamana (Allah’ın izni ile/izin verdiği kadar) sahip olunuyor. Ruha ait bir kabiliyetten kaynaklanıyor bu. Zira ruh, külliyet kesbetmeye istidatlı (yetenekli), emir âlemine ait bir kanundur. Bundan dolayı, bir tohumda bir ormanın saklı olması gibi, bir insanda da bütün bir insanlık (insaniyet) mündemiçtir:

‘İnne ibrahime kane ummeten kaniten…’

Nahl / 120

‘Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti…’

Nahl / 120

Bedenen belki bizim gibi. Ama özü/ruhu itibariyle bütün insanlıkla bütünleşmiş; insan fertleri sayısınca bedenlere sahip, tek bir ruh haline gelmiş.

Külliyete Çıktıkça Değişen Zamanlar ve Müşahedeler

Nasıl ki bir insan ferdinden milyonları içine alan kollektif bir varlık haline dönüşülüyor; aynı şekilde -yine ruh vasıtasıyla- zamanın deneyimlenmesi de o şekilde bir genleşmeye, evrenselleşmeye uğruyor. Yukarıda bahsettiğimiz, zamanın -nisbeten- kısa birimlerine sahip olmaktan zamanın kendisine sahip olma yolculuğunun en önemli vesilesi, müminin miracı ve gök yolculuğu olan namazdır. Böyle bir gök; yani külliyete çıkma yolculuğunda “hareketin bir rengi” olan zamanın deneyimlenmesinde nasıl farklı hallere, tecrübelere, vizyonlara mazhar olunduğuna güzel bir misal ile bakmaya çalışalım:

Şu manaya bir temsil ile bak ki: İnsanın hareketinden, güllenin hareketinden, savttan (sesten), ziyadan (ışıktan), elektrikten, ruhtan, hayalden tezahür eden sürat-i harekâtta bir mikyas (ölçü) olmak için şöyle bir saat farz ediyoruz ki o saatte on iğne var. Birisi, saatleri gösterir.

Biri de ondan altmış defa daha geniş bir dairede dakikayı sayar.

Birisi, altmış defa daha geniş bir daire içinde saniyeleri;

diğeri, yine altmış defa daha geniş bir dairede sâliseleri ve hâkeza râbiaları, hâmiseleri, sâdise, sâbia, sâmine, tâsia, tâ âşireleri sayacak gayet muntazam azîm bir dairede birer ibre farz ediyoruz. Faraza saati sayan ibrenin dairesi, küçük saatimiz kadar olsa herhalde âşireleri sayan ibrenin dairesi, arzın medar-ı senevîsi (Dünyanın güneş etrafında dönerken bir sene içinde çizdiği yörünge), belki daha fazla olmak lâzım gelir.

Şimdi iki şahıs farz ediyoruz:

Biri, saati sayan ibreye binmiş gibi o ibrenin harekâtına göre temaşa ediyor.

Diğeri, âşireleri sayan ibreye binmiş.

Bu iki şahsın bir zaman-ı vâhidde (tek bir zaman içinde) müşahede ettikleri eşya (gördükleri şeyler/tanıklıklar), saatimizle arzın medar-ı senevîsi nisbeti gibi meşhudatça (görmek/tanık olmak) pek çok farkları vardır. İşte zaman, çünkü harekâtın bir rengi, bir levni yahut bir şeridi hükmünde olduğundan, harekâtta cari olan bir hüküm, zamanda dahi caridir.

İşte bir saatte meşhudatımız, bir saatin saati sayan ibresine binen zîşuur (bilinçli) şahsın meşhudatı kadar olduğu ve hakikat-i ömrü de o kadar olduğu halde; âşire ibresine binen şahıs gibi aynı zamanda, o muayyen saatte Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, burak-ı tevfik-i İlahîye (Allah’ın burak gibi hızlı olan başarı ihsanı) biner;

berk (şimşek) gibi bütün daire-i mümkinatı (varlığı ile yokluğu eşit olan şeyler dairesi, yaratılanlar âlemi) katedip,

acayib-i mülk ve melekûtu görüp,

daire-i vücub (varlığı vacib/zorunlu olan Allah’ın esma ve sıfat dairesi) noktasına çıkıp,

sohbete müşerref olup,

rü’yet-i cemal-i İlahîye (Allah’ın cemalini/güzelliğini görmek) mazhar olarak,

fermanı alıp vazifesine dönebilir ve dönmüş ve öyledir.

31. Söz

Her Bir Gün İçinde Bütün Kozmosun Özeti/Özü Saklı

Müminin miracı; yani göğe; yani külliyete çıkmasının vasıtası olan namazın, günün belli zaman birimlerine dağıtılmasında bir çok hikmetler vardır. Yanyana, aynı safta omuz omuza namaz kılan iki insanın zamanı tecrübe etmeleri ve o esnada yaşadıkları, bir saniye ile bir yıl arasındaki oran kadar farklı olabilir. Ruhlarının genleşme ve terakki derecesine göre değişir. Alıntılarla biraz daha açalım:

(Risale-i Nur’dan alıntıladığım birçok yeri orijinal ifadeleri ile bıraktım. Sadece birkaç kelimenin günümüz Türkçesi ile ifadesini parantezle yazabildim. Okuyucularımız için zahmetli olabilir. Ama bu haliyle bile, bu makaledeki genel maksadımı yansıtma adına yeterli olduğunu düşünüyorum.)

Evet, herbir namazın vakti, mühim bir inkılâb (dönüşüm) başı olduğu gibi, azîm bir tasarruf-u İlâhînin aynası ve o tasarruf içinde ihsanât-ı külliye-i İlâhiyenin birer ma’kesi (aynası) olduğundan, Kadîr-i Zülcelâle o vakitlerde daha ziyâde tesbih ve tâzim ve hadsiz ni’metlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekûnuna karşı şükür ve hamd demek olan namaza emredilmiştir.

Dördüncü Nükte: Nasıl ki, haftalık bir saatin sâniye ve dakika ve saat ve günlerini sayan milleri birbirine bakarlar, birbirinin misâlidirler ve birbirinin hükmünü alırlar. Öyle de, Cenâb-ı Hakkın bir saat-ı kübrâsı (Büyük Saat) olan şu âlem-i dünyanın,

sâniyesi hükmünde olan gece ve gündüz deverânı

ve dakikaları sayan seneler ve saatleri sayan tabakàt-ı ömr-ü insan (insanın ömür tabakaları)

ve günleri sayan edvâr-ı ömr-ü âlem (kainatın ömrünün devirleri) birbirine bakarlar, birbirinin misâlidirler ve birbirinin hükmündedirler ve birbirini hatırlatırlar.

Meselâ fecir (sabah) zamanı-tulûa (güneşin doğuşu) kadar-evvel-i bahar (ilkbaharın başlangıç günleri) zamanına, hem insanın rahm-ı mâdere düştüğü âvânına, hem semâvât ve arzın altı gün hilkatinden birinci gününe benzer ve hatırlatır ve onlardaki şuûnât-ı İlâhiyeyi (İlahî işler, haller, tarzlar) ihtar eder…

İşâ (yatsı) vakti ise, âlem-i zulümât (karanlıklar âlemi), nehar âleminin (gündüz âlemi) bütün âsârını siyah kefeni ile setretmesini (örtmesi), hem kışın beyaz kefeni ile ölmüş yerin yüzünü örtmesini, hem vefât etmiş insanın bakıye-i âsârı dahi vefât edip nisyan (unutma) perdesi altına girmesini, hem bu dâr-ı imtihan olan dünyanın bütün bütün kapanmasını ihtar ile, Kahhâr-ı Zülcelâlin celâlli tasarrufâtını ilân eder.

Gece vakti ise hem kışı, hem kabri, hem âlem-i berzahı ifham (anlatma, bildirme) ile, ruh-u beşer rahmet-i Rahmâna ne derece muhtaç olduğunu insana hatırlatır…

…Ve bütün bu inkılâbât (dönüşümler, devrimler) içinde, Cenâb-ı Mün’im-i Hakikinin nihayetsiz ni’metlerini ihtar (hatırlatma) ile, ne derece hamd ve senâya (övgüye) müstehak olduğunu ilân eder.

İkinci sabah ise, sabah-ı haşri ihtar eder. Evet, şu gecenin sabahı ve şu kışın baharı ne kadar mâkul ve lâzım ve kat’î ise, haşrin sabahı da, berzahın baharı da o kat’iyettedir. Demek bu beş vaktin herbiri, bir mühim inkılâb başında olduğu ve büyük inkılâbları ihtar ettiği gibi, kudret-i Samedâniyenin tasarrufât-ı azîme-i yevmiyesinin işaretiyle

hem senevî,

hem asrî, (asırlık, yüzyıllık)

hem dehrî (çağları içine alan)

Kudretin mu’cizâtını ve Rahmetin hedâyâsını hatırlatır…

İşâ vaktinde ki, o vakit gündüzün ufukta kalan bakıye-i âsârı dahi kaybolup, gece âlemi kâinatı kaplar. ‘Mukallibü’l-leyli ve’n-nehâr’ (Gece ve gündüzü birbiri ardına çeviren) olan Kadîr-i Zülcelâlin, o beyaz sayfayı bu siyah sayfaya çevirmesindeki tasarrufât-ı Rabbâniyesiyle, yazın müzeyyen (süslü) yeşil sayfasını kışın bârid (soğuk) beyaz sayfasına çevirmesindeki ‘Musahhiru’ş-şemsi ve’l-kamer’ (Güneşe ve aya boyun eğdiren) olan Hakîm-i Zülkemâlin icraat-ı İlâhiyesini hatırlatır.

(Tarık Kaya’nın notu: “Mukallibü’l-leyli ve’n-nehâr” ve “Musahhirü’l-şemsi vel kamer” Allah’a ait iki isimdir ve bir ayetten alınmadır. Enteresandır ki, bu ayet, yazımızın başında geçen, Âdem Efendi’nin 10 sene kadar önce manasını açmaya çalıştığı İbrahim Suresi’nin 33. ayetidir. Bir başka enteresan nükte de Hz. İbrahim’in (as) bu makalede bir kere de küllileşerek, tek başına bir millet haline gelmesinden bahsedilmesi:

‘İnne ibrahime kane ummeten kaniten…’ (Nahl / 120)
‘Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti…’ (Nahl / 120))

Hem, mürûr-u zamanla (zamanın geçmesi) ehl-i kuburun (kabir ehli) bakıye-i âsârı dahi şu dünyadan kesilmesiyle bütün bütün başka âleme geçmesindeki Hàlık-ı Mevt ve Hayatın şuûnât-ı İlâhiyesini andırır.

Hem, dar ve fânî ve hakîr dünyanın tamamen harab olup, azîm sekerâtıyla (ölüm sarhoşluğu) vefât edip, geniş ve bâkî ve azametli âlem-i âhiretin inkişafında, Hàlık-ı Arz ve Semâvâtın tasarrufât-ı Celâliyesini ve tecelliyât-ı Cemâliyesini andırır, hatırlattırır bir zamandır.

Hem, şu kâinatın Mâlik ve Mutasarrıf-ı Hakikisi, Ma’bud ve Mahbub-u Hakikisi o zât olabilir ki; gece gündüzü, kış ve yazı, dünya ve âhireti bir kitâbın sayfaları gibi sühûletle (kolaylıkla) çevirir, yazar, bozar, değiştirir; bütün bunlara hükmeder bir Kadîr-i Mutlak olduğunu ispat eden bir vaziyettir.

9. Söz

(Devam edecek)


Okuduğunuz makale, “İki Ağaç” yazı dizisinin 6. bölümü olarak okuyucularımızın beğenisine sunulmuştur.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

5 yorum

  1. Ömer Faruk on

    Tarık bey;
    Yazılarınızı ilgiyle ve beğenerek takip ediyoruz. Allah ilminizi, zamanınızı artırsın inşallah. Konuyla ilgili olarak iki ayet de dikkatimizi çekti.
    “Ramazan ayı… İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir….” Bakara Suresi 185. Ayet
    “Şüphesiz biz O Kur’ân’ı Kadir gecesinde indirdik” Kadir Suresi 1. Ayet
    iki ayette de farklı lakin birbiri içersinde olan bir zamandan bahsediliyor(Kadir gecesinin Ramazan ayı içerisinde olması). Bu birbiri içerisindeki zamana bağlı olarak 23 yılda ise tamamı bizlere nazil olmuştur yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in. Yazının insicamini bozmama adına cevabını merak ettiğimiz bir soru. Yazılarınızı görmek bizler adına sevindirici.

    • Tarık Kaya on

      Teşekkür ederim Ömer bey.
      Birkaç done vererek sizin araştırma ve tefekkür gayretinize havale etsem olur mu?
      1) Ramazan-ı şerif ve Kadir gecesinden de farklı olarak bir de Berat gecesi indirilme meselesi var. Asıl bu soru sorulur genelde.
      Duhan suresinde, “O apaçık kitaba and olsun ki, biz onu gerçekten mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız. Bütün hikmetli işler o gecede tefrik olunur.”
      “Mübarek bir gecede” kastedilen gecenin genelde Berat gecesi olduğu söylenmiş. Dolayısı ile iki gece ortaya çıkıyor: Berat gecesi ve Kadir gecesi…
      İbni Arabi hazretlerinin, bu iki gecede indirelen kitapların farklı olduğunu belirten ifadeleri var. Elbette bildiğimiz aynı mushaf-ı şerif içerisindeki ayetler, misyonları farklı iki vasıf diyebiliriz. Kadir gecesi indirilen kitaba “Kuran”, Berat gecesi indirilen kitaba ise “Furkan” diyor hazret. Fakat bunlar bizim için aynı kitaplar elbet. Ama vasıfları ve ehli için derinlikleri farklı. Bizim için bile güneş ışığı altında görülen şey ile ay ışığı altında görülen şey aynı değildir. Bir fenomen olarak. Birinin kaynağı ziya diğerinin kaynağı nur. Elbette hakikaten tam muvafık olmadı bu misalim ama yine de bir mirsad-ı tefekkür olabilir.

      2) Furkan ve Kuran arasındaki nüans için, şu ufak yere de bakabilirsiniz. http://sutubogda.com/savasci-bolum-6/
      Tabii konu ile alakalı olarak bir çok kaynak var literatürde. Onlara araştırarak ulaşabilirsiniz.

      3) “Berat Gecesi, Kur’an-ı Kerim’in levh-i mahfuzdan dünya semasına toptan indirildiği gecedir. Buna inzal denir. Kadir Gecesi’nde ise Peygamberimiz (asm)’e ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da tenzil denir.” Bu da bir başka açıklama…
      Yani eskiden benim çocukluğumda gazeteler ansiklopedi verirlerdi. Ama ilk önce onların fasiküllerini verirlerdi. Sonra siz onları iade eder ve tam bir cilt alırdınız. Aslında ciltler, gazetelerin depolarında hazırlardı. Ama siz fasikülleri getirince hazır ciltlenmiş halini verirlerdi. Yanlış hatırlamıyorsam böyle idi. Aynı şekide, Kuran, levh-i mahfuzdan tam bir kitap halinde Berat gecesi indiriliyor. Ama bize, rububiyetin gereği, esbab-ı nüzul vesilesi ile, fasiküller halinde indiriliyor.

      4) Bu fasiküller halinde indirilemeye biz kendi hayatımızda da mazhar olabilir miyiz acaba?
      Yani Kuran-ı Kerim, Mushaf-ı şerif halinde evimizde mevcut. Hazır duruyor. Ama acaba bizim kalbimize indi mi? Ne demek istiyorum?:
      Hala Muhammedi gönüllere (sav) vahiy nazil oluyor Hazret-i Cebrail’le. Yanlış anlaşılmasın, Kur’an’ın dünyaya nüzûlundan bahsetmiyorum. O tamamlanmıştır. Ama manalarının bir jeton gibi kalbinize düştüğünü ve “Aha! Şimdi anladım. Bu ne güzel bir ayetmiş.” dediniz anda Hazret-i Cebrail ile bir münasebet içinde olduğunuzu, bir ruh olarak ayetin manasının kalbinize indiğini ve “kadr”ini anladığınız bu ayet ile dünya gecenizin Kuran’ın fecrine, sabahına döndüğünü bilin. (“Kur’an’el fecr” İsra / 78) (Buradaki Kuran’el Fecr asıl manası ile elbette Kuran-ı Kerim’e işaret etmiyor. Şaz bir yaklaşım.) O vakte kadar her bir ayetin “kadr”ini bilmeye çalışarak onu (Cebrail’i) ve diğer melekleri kalbimize misafir etmeye çalışacağız. İdrak ettiğimiz her bir ayet, bizim 1000 aylık okumalarımıza bedel olacak.
      (Kadir suresine ve özellikle “Leyletul kadri hayrun min elfi şehr(şehrin). Tenezzelul melâiketu ver rûhu fîhâ bi izni rabbihim min kulli emrin.” ayetlerine işaret)
      Hakikaten, 1000 ayda ne kadar bilgiye sahip olunabilir ki? Malumat değil iz’an sahibi olmak bu…

      5) Kadir gecesi ve Ramazan-ı şerif ile alakalı diğer bir nüansı İmam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubât isimli eserinin 162. Mektubundan bir alıntı ile belirtmek istiyorum. Ramazan ayı ile ilgili benim enfes bulduğum derinlikli manaları bu mektubun tamamında ve ayrıca 4. mektubunda bulup incelemenizi de tavsiye ederim.

      “…Bu ayın bütün hayırları ve bereketleri; sözün başında anlatılan zati kemalâtın bir neticesidir..
      Kur’an-ı Mecid ise., bu her şeyi cami olan hakikatin bir mahsulüdür.
      Üstte anlatılan mana icabı olarak, bu mübarek ayın, Kur’an-ı Mecid ile tam bir münasebeti vardır. Şu cihetten ki: Kur’an, bütün kemalâtı cami olup bu ay ise., o kemalâtın neticesi ve semereleri olan bütün hayırları camidir.
      Anlatılan münasebettir ki: Kur’an-ı Kerim’in bu ayda nazil olmasına sebeb olmuştur.
      Allah-ü Taâlâ şöyle buyurdu:
      — «Ramazan ayı öyle bir aydır ki, onda Kur’an nazil olmuştur.» (2/185)
      ***
      Kadir gecesi dahi bu ayda olup bu ayın hulâsası ve zübdesidir. O öz menzilesinde olup bu ay dahi kabuk..
      Bir kimsenin üzerinden bu ramazan ayı geçer de, kendisi dahi bir gönül birliği bulursa; o kimse hayırlarından ve bereketlerinden haz almış olur. Bütün sene de, gönül birliği içinde kalmaya muvaffak olur. Ondaki hayırlara ve bereketlere dahi nail olur.
      Allah-ü Taâlâ, bizleri, bu mübarek ayda hayırlara ve bereketlere muvaffak eylesin.. Bizlere en büyük nasibi versin.”

  2. Ömer Faruk on

    Tarık bey;
    Dualariniza amin diyorum. Balık vermekten ziyade balık avlamaya tesvikiniz için ayrica teşekkür ederim. Allah bu Ramazan ayından faydalanmayi cumlemize ve de Sutu Bogda ailesine nasip eylesin.

  3. Allah razı olsun Tarık bey, Yazılarınızla heyecan getirdiniz. O günü yakalamak için çok güzel uyarılarda bulundunuz. Allah dualarınızı ve dualarımızı kabul buyurur inşAllah.

Reply To berk Cancel Reply