Ezan ve Slogan

7

…Kendi ahmakça mazeretini ileri sürerken, bunu öyle kibirli bir ton ile dile getirmiştir ki, -Âdem Efendi’den duyduğum şekliyle- oradaki tüm melekler (belki ruhanîler de), muazzam bir haşmetle, bizim ezan olarak bildiğimiz mukaddes çağrıyı, Arapça’nın ötesindeki hakikati ile gürül gürül ifade etmiş; İblis’in ‘büyüklenmesi’ne karşılık;

‘Büyük Allah’tır! Büyük Allah’tır!’ diye Yaradanlarına sadakat ve vefalarını haykırmışlardır.

O mana/hatıra bizim ezanımız içinde -tabiri caizse- mayalıdır.

Rahmete Susamak ve Susmak

Evet, bir önceki makalemizde ifade etmeye çalıştığımız gibi, bu kadim hatıra bir öz halinde bizim ezan diye bildiğimiz mukaddes çağrının içinde mayalıdır. Bu açıdan baktığımızda, ezanın sadece namaza bir davet vasıtası olmadığını; bununla birlikte kendi olarak da (ses ve içeriğiyle bir bütün halinde) bir misyon ve bir değer taşıdığını görmüş oluyoruz.

En başta, Yaratıcının büyüklüğünü ilan…

Ve bir hatırlatma…

Hem nefislerimize hem de devamlı onu ayartmaya ve şükür kapısından uzak tutmaya çalışan İblis ve belki Melkor gibi (ve daha bilinmedik niceleri) şeytanlara bir hatırlatma…

Mayamızda Unutma Var

Daha önce birçok yazıda değinildiği gibi mayamızda unutma var… “Lethe Nehri”nden içmişiz gibi, ruhlar âlemindeki maceraları unutarak bu dünyaya merhaba diyoruz. Herbirimizin ruhunda donmuş bir halde çözülmeyi bekleyen “Elest bezmi hatırası” bu maceralardan sadece birinin kodlanmış halidir.

Lethe Nehri

Lethe Nehri

Dünya suretlerden meydana gelmiştir ve bu suretler donan bir kutsal musiki kalıntılarıymış gibidirler; gerçek bilgi ya da kutsiyet, bu donmuş halimizi çözer ve içteki melodiyi azad eder.

Fritjhof Schuon / Yansımalar / s.92 / Hece Yayınları /
Nurullah Koltaş çevirisi

Tasavvuf ehlinin müziğe bakışı ile ilgili bazı teoriler vardır. Bunların detaylarını ileride bahsedebiliriz. Merak edenler Süleyman Uludağ’ın Müzik ve Sema ile ilgili kitabının ilgili kısımlarını inceleyebilirler. Ama özellikle Hz. Mevlâna aşıklarının daha çok üzerinde durdukları ‘Bezm-i Elest’ ve ‘Müziğin Hakikati’ irtibatı daha çok bilinir. Yani alem-i ervahta (ruhlar alemi) ruhlara ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ suali tevcih edilmiş ve ruhlar da hep beraber ‘Elbette!’ diye cevap vermesi meselesi… Ve Hz. Allah’ın bu hitabındaki ahengin güzelliğinin iz düşümünün hakiki müzik olması… Yani insanların rasyonel olmayan müzik denilen bu bilgi türünde aradığı şey, kendi ruhlarının hafızalarında kodlu bulunan o ilahi hitabın güzelliğine olan tutkudur. Yani müzik çölde görülen bir seraptır. Ama ne güzel bir seraptır. İnsan kendi hakikatine varıp, zaman üzeri o ilahî konuşmayı hatırlayacağı âna kadar susuzluğu dinmeyecektir.

Ainur’un Müziği’ni Kim İcra Etti? – Bölüm 1

Sağ Kulağa Ezan Okunması

İşte bu unutuş ile dünya hayatı durağına varırız. Burada bize, onunla diğerlerinden ayrılacağımız, onun ile çağrılacağımız/seslenileceğimiz bir başka kod verilir. “İsim” veya “Ad” olarak bildiğimiz bu kodun bize verilişi, derin bir manayı kendisinde barındıran bir ritüelle gerçekleşir. İsmimiz/adımız, aslî varlığımızı ve gerçek kimliğimizi ifade eden “vav” harfinin bedenimizdeki hatırlatıcı sembolü olan kulağımıza, “ezan” okunarak duyurulur. (Sağ kulağa ezan, sol kulağa ise kamet okunur. Bu uygulama bir sünnettir.)

Bu ritüelle sanki şöyle denmektedir:

Ey İnsan! Sen aslını, özünü, mayanı, sahibini, sevgilini unutmamalısın. Henüz ulaştığın, dünya isimli bu yeni durakta, her şeyin; sevgilinin, sahibinin, rahmaniyetin, rahîmiyetin ve daha nicelerinin, simülasyonunu, gölgelerini bulacak, onlarla karşılaşacaksın.

Onlar, zaten unutmuş olarak geldiğin bu yeni planda, unutkanlık perdelerini kat kat arttıracak. İblis; yani senin apaçık düşmanın ve onun avanesi, dört bir yandan sana saldıracaklar.

Şükür kapısına varmana engel olmaya çalışacaklar. Ama sen asla, kendi aslının kodlarının saklı olduğu kalbindeki hazineni onlara kaptırma. Hatırladıkça onu bizzat sen açacaksın Rahman ve Rahim olan Allah’ın İsmi ile… ‘Kutsal Kaf Harfi Taşıyıcısı’nın yardımıyla… O âna kadar bil ki, her şey aslına göre gölge ve iğretidir. Sana verilen ismin dahi… Hep o isim ile çağrılacaksın.

Şimdi bu yüzden, hem senin özünün sembolü ve hem de kalbine/hazinene giden bir yol olan kulağına, kimin hakiki büyük olduğunu

ve kimin kurtuluşa giden yolda sana rehber ışık olacağını bildiriyoruz;

‘Gizli Ateş’ ve ‘Söndürülemeyen Alev’ (The Secret Fire / Flame Impersihable) olan Nur’un en kâmil aynası Hz. Muhammed’i (sav)…

Dört Yönden Gelen Apaçık Bir Düşman

Kur’ân’da, birden çok ayette, Şeytan için “aduvvun mubîn” tabiri kullanılır: “İnsan için apaçık bir düşman.”

Bu apaçık düşman, talep ettiği mühleti aldıktan sonra, insanları doğru yoldan saptırma adına yapacaklarını söyler Hz. Allah’a:

‘Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!’

A’râf / 17

Bu bana Frodo ile Finrod Hanedanı’ndan bir elf olan Gildor İnglorion arasındaki konuşmayı hatırlattı:

‘Sırrınız bizden Düşman’a ulaşmaz,’ dedi Gildor.

‘Düşman mı?’ dedi Frodo. ‘O halde Shire’dan neden ayrıldığımı biliyorsun.’

‘Düşman’ın neden senin ardında olduğunu bilmiyorum,’ diye cevap verdi Gildor; ‘fakat peşine düşmüş olduğunu sezmekteyim – gerçi bu bana tuhaf gelmiyor da değil. Ve seni uyarırım, tehlike şimdi hem önünde, hem arkanda, hem de her iki tarafında.

J.R.R. Tolkien / Yüzüklerin Efendisi / Yüzük Kardeşliği / s.111

Evet, burada hem büyük harfle “Düşman”dan, hem de onun -ayette geçtiğine benzer bir şekilde- dört yönden yaklaşmasından bahsedilmekte:

…tehlike şimdi hem önünde,

hem arkanda,

hem de her iki tarafında.

Stadyumda Yutulan Zokalar

Unutulmaması gerekeni akılda tutma adına bir ikazcı… Bu hakikatleri unuttuğumuz anda, başka ve sanal büyükler bulabiliyoruz kendimize. Bu sanal büyük bazen kendimiz, bazen çok sevdiğimiz bir insan, bir sevgili, bir lider olabiliyor. Bazen de taraftarı olduğumuz bir futbol takımı… Bu takıma kalbimizden öyle büyük payeler veriyoruz ki, sanki bir uyarı sinyali almışçasına bize daha önce kodlanan, telkin edilen bazı manalar iç derinliklerimizden dilimize dökülmeye başlıyor. Yanıltıcı bir kış güneşi ile çiçek açıp sonra donun vurduğu bir meyve ağacı gibi, bizler de açması gereken hamd ve şükür çiçeklerini bu sahte büyüklere ve onun renkli ve ışıltılı dünyasına kırdırıyoruz. Sanal bir büyük için çakma bir ezan taşıveriyor içimizden… 

 En büyük… (bir takımın ismi); başka büyük yok!
.

O kadar sinsince geliyor ki bana bu sözler. Sinsilik insanlara ait değil. Bağıran her bir taraftara bu düşüncelerimizi aktarsak, niyetlerinin hiç de öyle mukaddes değerlere bir alternatif öne sürmek olmadığını söyleyeceklerdir. Kendimden biliyorum; kendi gençliğimden… Babamdan… Doğruyu söylüyorlar/söylüyordum elbet. Ben buradaki sinsiliği onlara yakıştırmıyorum zaten… Yukarıda isimleri geçen şeytanî varlıkları kastediyorum.

İlk önce dilimize yerleşiyor masumca bu tip sloganlar. Daha sonra nesilden nesile aktarılarak bir gelenek haline geliyor. Ama şu en bilinen sloganın içinde, bir değil iki tane mukaddes sözün antitezini bulabildiğimi söylememe de müsaade edin:

1) “En büyük” derken “Allah büyüktür!” (Allahu ekber)

2) “Başka büyük yok” ile, kelime-i tevhid olan “La İlahe illallah”taki (Allah’tan başka ilah yoktur) “hasr” ifade eden; yani belirtilen özelliği bahsedilene has kılıp, diğer alternatifleri reddeden anlayışın benzerliği…

Tekrar ediyorum; bunlarda bir art niyet olmadığını bilyorum. Ama üzerinde bir yapısöküm yapma edasıyla düşünülmesi gerekiyor.

Kelimelerini Nereden Alıyorsun?

İnsanı inşa eden düşünceleridir ve düşüncelerin de yapı taşları kelimelerdir. Bu taşların meşru dağıtım yeri ise lügatlerdir. Bir milletin lügatine giren bir kelime, o milletin nesillerinin zihnine atılmış bir tohum gibidir. O tohumun içinde nasıl bir programı içerdiği ise sadece programlayıcıları (ve az sayıda bulunan şuur sahipleri) tarafından bilinir. Geniş kitlelerin öğrenmesi ise o tohumun meyve vermesine vabestedir. Güzel bir tohum ise ne mutlu o milletin gelecek nesillerine…

‘Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı: Güzel söz/kelime (kelimeten), kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe doğru yükselmiş bir ağaç gibidir.’

İbrahim / 24

Ama ya öyle değilse…

‘Kötü söz/kelime (kelimeten) ise gövdesi toprağın üstünden kolayca çıkarılabilen, kökleşip yerleşmeyen kötü/habis (habisetin) bir ağaca benzer.’

İbrahim / 26

Meyvesi bile olmayan kötü bir ağaç ve devamlı güzel meyveler veren güzel bir ağaç…

‘(O ağaç) Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir…’

İbrahim / 25

Kendimizin ve gelecek nesillerimizin zihin ve kalplerine hangi ağacı dikmeyi düşünürdünüz acaba? Yeni meyveler ile beslendiğinden dolayı devamlı üretim yapabilen doğurgan bir zihin ya da 3 adım önünü göremeyen ve çoraklaşmış bencil bir kafa…

Mahatma Gandhi’nin enfes tespitini bir hatırlayalım:

Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür…

Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür…

Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür…

Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür…

Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür…

Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür…

Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür…

İşte dedelerimin dönemine kadar uzanan basit bir slogan, artık futbol maçlarının oynandığı stadyumları “Futbolun Mabedi” (Mabed; yani tapınak) ve oyun içerisindeki bazı istenmeyen durumları ise “Futbolun ilahları”na isnad eden ifadeleri kullanır hale getirmiştir insanların bir kısmını…

“Ama kastım o değil ki…”

Ben de soruyorum:

“Peki kastın ne?”

“Sana bu zokayı yutturan kim? Bu GDO’lu kötü tohumları kalbine ektiren kim ki, dilinden, kalbinin kastetmediği kelimeler, meyveler çıkıyor?”

Modern Futbol Büyüsünden Birkaç Örnek

Bir alıntı ile bu faslı sona erdirelim:

* Futbol Statlarını mabed olarak tanımlama:

Spiker şöyle bağırıyordu:

‘Falan takımı, Wembley’den ilahlar kurtardı!’

Spikeri burada bir mabed içerisinde toplanmış binlerce insana vaaz veren birine benzetmek mümkün.

* ‘Futbol kitlelerin afyonudur.’ sözü meşhurdur. Konu ile alakalı bir başka söz de İspanyol diktatör Franco’ya ait. Kendisine halkı bunca yıl nasıl idare ettiği sorulduğundan onlara şu meşhur cevabını verir:

.Onları yüz binlik beşiklerde uyuttum.

Benzer bir soruya, yine bir diktatör olan Salazar’ın verdiği cevap:

.Onları 3F ile yönettim: Futbol, fiesta (eğlence), fado (bir çeşit Portekiz arabeski).

* Kulüp yöneticileri elit, taraftarlar ise avamdır. Tezahürat eden, bağıran binlerce insan, sadece bir kişinin; yani kulüp başkanının ‘susun!’ emrine itaat eder. Yani stadyum imamlarına…

(Cenk’in yorumu: ‘Amigolar da kulüp müezzinleridir.’)

…Ya amigoların gelen kitleye tezahürat adı altında dağıttığı ve onlara söylettiği kağıtlarda neler var, neler? Avazı çıktığı kadar bağırılır. Birkaç örnek: ‘Ölmeye, ölmeye, ölmeye geldik. Biz, falan takıma ve size gömmeye (koymaya, takmaya vs…) geldik.’

Ne için ölünecek?

Gayrı ahlakî konular neden tahrik edilir?

Amigonun görevi kimi andırır?

Spor gazetelerinin manşetleri hangi duyguları yansıtır? ‘Falan takım cehenneme geldi’, ‘İmha, yok etme planı hazır.’, ‘Karşı takımı bombaladı.’, ‘Bombalayacak.’…’

…Bir futboldan kötü sözlere bak, bir de 650 yıldır yapılan ata sporu Kırkpınar güreşinin sözlerine:

‘İki yiğit çıktı meydâne… İkisi de birbirinden merdâne…’ diyerek taraflar onore edilir ve arkasından dua edilir.

Futbolda ise:

‘Öldür!’, ‘oy!’, ‘yok et!’

Ve diğer takım ve taraftarlarına küfür ve hakaret…

‘Ve de ki: Rabbim, Şeytan’ın kışkırtmalarından sana sığınırım ve karşıma çıkmalarından sana sığınırım.’ Müminun / 97,98

Asâ / s.552-553-554

(Devam edecek)


Okuduğunuz makale, “İki Ağaç” yazı dizisinin 4. bölümü olarak okuyucularımızın beğenisine sunulmuştur.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

7 yorum

  1. Ömer Faruk on

    Tarık bey;
    Özlemle beklediğiniz yazılarınızı okumaktan memnuniyet duyuyoruz. Allah site yazarlarının ilmini tefekkurlerini artırsın inşallah. Stadyumda yutulan zokaların bir benzeri şarkılarda da yutuluyor. Hatta bir dönem ülke gündemine de taşınmıştı bu konu. Şarkılarda şirk dolu sözler diye. “Sen gördüğüm en son ilahsın”, “Seni sevmek ibadetim” vs gibi örnekler bunlardan sadece bir kaçı. Sanırım bu sözleri söyletebilmenin oyun kuramı ile bir ilgisi olabilir. Önce bir çember çizilir ve bu çemberin içinde kurallar farklı denir. Burada(çemberin içerisinde) biri bağırır diğerleri onu tekrar eder ve bu “eğlence” adı altında sunulduğunda çok da sorgulanmadan tekrarlanır. Stadlardaki ve şarkılarda insanı bu tür bir çembere alma var gibi geliyor.
    Yine izlediğim bir programda deneklere 3 soru soruluyordu en sevdiği renk kırmızı ise başka bir rengi söylemesi halinde denklere para veriliyordu. Bunu bütün denekler kabul ederek sevmedikleri bir rengi çok sevdiklerini soyleyerek parayi aldı. İkinci soru benzeri bir soruydu ve üçüncü tuzak soru ise Tanrıya inaniyorlarsa inanmadiklarini söylemeleri durumunda yine para teklif ediliyordu ve deneklerin hepsi ilk iki sorunun aksine parayı reddedip bu soruya asıl inandıklarını söyleyerek parayı reddettiler. Sanırım etkili olan burada insanı labirente/çembere hissettirmeden sokabilirseniz oyun adı altında bir şekilde istenileni söyleyebiliyor. Deyim yerindeyse insan “oyuna geliyor”.

  2. Son yıllarda kullanımının oldukça yaygınlaştığı “totem yapma” meselesi de bu perspektifle incelenebilir. Tespitler için teşekkürler. Muhabbetle..

  3. Yıllar önce bende maça gittiğimde beni şaşırtan 30 bin kişinin aynı anda tüm şevkleri ve heyecanları ile hepsinin ezberinde olan şarkıları birlikte söylemesiydi. Hepsinin, tüm melekler belki ruhanilerin yaptığı gibi bir arada Allaha müzik söylenmesi/sunulmasının çok etkileyici olabileceğini hayal etmiştim. Sadece o ortama girenler anlar bu duyguyu.Zaten oranın büyüsüdür bu sanırım..Sonrasında devamlı gitmeye başlıyorlar bu hissiyat için.Takım çok kötü bir gidişat sergilerse taraftarlar taraftara sahip çıkıyor.Takım kötü gitsede (takım EN KÜÇÜK takım durumuna düşsede ) taraftarlar yinede dolduruyorlar. Kendim gözlemlemiştim bu durumu, yakınlarımda olduğu için. Çünkü takım bırakmakta haram bu sevdada 🙂 Mecbur seveceksin. “Yensende yenilsende taraftar seninle” Sürekli yenilebilecek birşeye bu kadar gönül kaptırmak çok kalp kırıcı olsa gerek.

  4. Aidiyet hissini körükleyip bir yere monte etmek ve olmak. Teşekkürler çok güzel bir makale. Çok faydalı.

  5. Slogan savaş narası demekmiş çok ilginç.Büyük bir insan topluluğu öfke ve hırs icinde savaş naraları esliginde birbiriyle savasiyor gibi bir görüntü oluşuyor gerçekten ve bundan mutlu olunuyor,dostluk kazanıyor.Yığın psikolojisiyle de sakince stadta oturan bir insan görmek pek mümkün degildir sanırım.Dört bir yandan saran bir oyalamaca,tutsaklık. Değerli yazilarinizla duymanın önemini çok düşünür oldum ve anlamayı cok istiyorum. Insallah nasip olur. Emeklerinize sağlık çok tesekkurler.

  6. Tarık Bey Merhabalar;

    Üslübunuz gerçekten ufuk açıcı. her-an.org sitesinde Feridun Kaya’nın üslubuna benzettim. Bir tanışıklığınız var mıdır acaba .

Leave A Reply