Çok Güzel Bir Sohbet Oldu

2

Zor günler yaşıyoruz. İnsanlığımız büyük bir imtihandan geçiyor. Caddelerde arabalar, sokaklarda insanlar azalıyor. Sessizlik çevreyi sarmış. Okullar tatil; ama çocuk sesleri pek yok. Sanki her şey kendi kabuğuna çekilmiş gibi. Kendi içimize dönüp kendimizle konuşacağımız; hatta sorgulayacağımız günler mi başladı?

Kendi köşeme çekilmeyi, okumayı, yazmayı, kendimle konuşmayı seven bir yapım var. Ama çoğu insan böyle değil. Hızlı yaşama, koşuşturmaya kurulmuş toplum, hızı yavaşlayan bu atmosferde ne yapacak?

.Bol bol okuyacak, düşünecek ve konuşacak. 

.Okumak ve düşünmek tek başına yapılan bir fiil de peki bu şartlarda nasıl konuşacağız?

.Konuşacaksın; çünkü konuşmak fıtrî ihtiyacın. Yaratılıştan verilen bir özellik. Yaradan’ın her şeyde olduğu gibi bunda da bir muradı var. Her muradı bizim için bir hayır. Bu hayrı da sen düşün, çıkar.

.İhtiyaç; gereksinme ve muhtaç olma. Neye gereksinmem var? 

.Bir başkasıyla iletişim kurmaya. Onu tanımaya, sevmeye ve onun da seni sevdiğini bilmene ihtiyacın var. Başkasının gözlerinde kendini görmeye, korkuların varsa kendini onun yanında emniyette hissetmeye. Ailenle sıcak ilişkiler kurmaya ve huzur duymaya ihtiyacın var.

.Daha başka? Verilen her nimet bir sorumluluk getiriyorsa ve konuşmak da bir nimetse biz onu nerelerde kullanabiliriz? 

.Yakınlarımızla konuşuruz. Hayvanlarla, bitkilerle, ay ışığınla, rüzgârla konuşuruz. Konuşmanın çeşitlerini öğreniriz. Çünkü her ihtiyaç onun dilini de öğretiyor insana. Gözlerle konuşmak, mimiklerle, tebessümle konuşmak. Her gün ekmek kırıntılarıyla beslediğim kumrum var. Sabahları camın önündeki konuşmamızın tadını bir o, bir de ben bilirim. 

Ayrıca kendimizle konuşuruz. Kendimizi dinleriz. İhmal ettiğimiz yerlerimizi sarar, sarmalarız. Hatalarımızın kulağını çekeriz. Kendimize baktıkça kalabalıkta kaybettiğimiz yüzümüzü ruh aynamızda bulmaya çalışır; egomuzu değil, insanlığımızı severiz. 

En önemlisi Rabbimizle konuşuruz. Bu konuşmanın lezzeti öylesine güzeldir ki damla damla süzülür yanaktan; dudakta şerbetlenir. Kanat kanat açılır sinemiz; uçacak gibi oluruz. Öyle bir güven gelir ki yüreğimize, zorluklardan korkmayız. Bunun adı duadır. Rabbin davetine kulunun geliyorum demesidir. Sessiz kelimelerin hafifliği tüy gibi uçurur yücelere bizi. Hele ufuklara daldığımızda gözlerin ötelerle konuşması çok başkadır. Ufkun ardını merak eder, kendimizi ötelere hazırlarız.

Ateş yakıldı ufuklarda
Su yandı, hava yandı, ben yandım.
Dumanı tüten bakışlardan öte
Zerrelerce adım.

Doru taylar, küheylanlar bilinmezliğe doğru,
Sessiz, suları tarıyor kanatlarıyla
Bir kuğu…
Her şey merak içinde
Hayreti zevk edinmiş.
Ondan mıdır?
Çay sevdasından tam tadında
Demlenmiş.

Zamanı üfledi tepeler;
Dalga üşüdü, dal üşüdü, ben üşüdüm.
Mor tüylerinden akşamın, gölgeleniyor
Ömrüm.

.O zaman verilen ömür de Allah’ın bize emanet ettiği zamanla bir konuşmadır desem ne dersin? 

.Doğrudur derim. Verilen nimeti görmek, almak, öpmek ve baş üstüne koymak verilenin kadrini, kıymetini bilmektir, yani verene teşekkür etmek. Takdir etme, sevginin kapısını açar. Teşekkür, kıymet bilirliğin göklere en güzel yankısıdır. Sedası ne kadar yankılanırsa, o kadar bereket getirir. 

.Yani nimete dost olan, Gerçek Dost’un rahmetine kavuşur. O zaman dostlukla geçirilen zaman huzurumuz; kıymet bilmeyen, nankör davranışlar da azabımız mı olur?

.Evet. Gökten yağan yağmurun yankısı buhar, rahmetin yankısı şükür, kudretin yankısı duadır… Hepsi, yaradılışın ahengine uygun, sükûnetle gerçekleşir. Fıtrat asla fazlalığı kaldırmaz; hakikat, boşluğa yer vermez. Onun için tabiattan gelen hiçbir şey bunaltmaz insanı ve yormaz. Bilakis ruhu ferahlatır, cana şevk verir. Çünkü kâinat kendi fıtrî kelimeleriyle konuşur. 

Varlıktaki sohbet her yana güzellik, dirilik, sükûnet olarak yansır. Yaradılışını konuşturan dil, sessizdir. Gürültü, şamata bilmez. Su akarken Sahibi’ni anlatır. Toprak kokarken, dal yeşerirken hep Yaratan’dan söz eder. Bu anlatıma yakışan hal, edeptir. Dil nerden beslenirse bütün uzuvlar onun haline bürünür. Dil gönülden beslenirse göz, kulak, el, ayak edep kesilir. 

Çünkü konuşan kendinden değil Yaradan’dan konuşur. Su kendini anlatsa, bir buharla kelimeleri uçup gidecektir. Tohumun, filizin, dalın, yaprağın kelimeleri bir kasırgayla, kuraklıkla, çürümeyle tükenecektir. Ama Yaradan isterse, halden hale geçirir onları; tükenmezler. Kâinatta her şey enerjisini Yaradan’dan alır. Mumun ışığı bir mum, elektriğin ışığı bir santral gücündedir. Ya güneşinki? Dil de gücünü bitmeyen kaynağa bağladığında, sözlerdeki anlam dinleyene sonsuzluk tadı verir.

Can niye ulaşır ise, akıl da ona harc olur,
Gönül neyi sever ise, dil onu şerh etse gerek.

Yunus Emre / Bu Dünyaya Gelen Kişi

.Harf, ses ve söz… Konuşmalarımızın olmazsa olmazı. Onlarsız anlaşamıyoruz. Peki her konuşmada karşımızdakini anladığımızı veya onun tarafından anlaşıldığımızı var sayabilir miyiz?

.Sözlerde içtenlik, mana varsa evet. Yoksa hayır. Anlamı olmayan kelimeler, anlam kaygısı taşımayan ağızlardan çok gürültülü çıkıyor. Az kelimeyle nasıl da çok uzun konuşabiliyoruz; şaşıyorum.

.Şimdi şöyle düşün: En çok kiminle konuştuğunda rahatlarsın? 

.Beni yürekten dinleyenle; yani dinlediğinden emin olduğum biriyle. Şefkatiyle teskin eden, hikmetiyle yol gösteren, kuvvetiyle sarıp sarmalayanla rahatlarım. Hele bana küllî bir nazar sunarak gerçeği tek noktadan gösterenle konuşmanın güzelliğini düşünemiyorum… İçimdeki boşluğu varlığıyla doldurandan, sözlerin bittiği yerde sükûnetin diliyle konuşandan, bende olanı benimle paylaşandan daha ileri dost, kim olabilir?

.Peki, her konuşmayı sohbet sayabilir miyiz?

.Hayır. Ses, yüz yüze gelmek, dille ifade ve kelimeler… Görünüşte malzeme aynı. Ama sohbeti konuşmadan ayıran ince çizgi, dille değil kalple çizilir. Sohbetin mutfağı gönüldür. Düşünceler, duygular orada yıkanır, temizlenir. Kelimeler ayıklanır, hikmete bulanır. İnsanın yapısı, ahlakı ne ise kelimeler onun rengini, kokusunu alır. Bu nedenle nefisten konuşanın sohbet ettiği, nefisle dinleyenin de sohbetten anladığı söylenemez.

Her iki türlü arı (yani bal arısı ve sarıca arı) aynı yerden yediler, lakin (yedikleri şey) birinde bal oldu, ötekinde zehir… İki ahu ot yedi ve su içtiler; birinden necaset hasıl oldu öbüründen hâlis misk! İki tür kamış da bir dereden su içtikleri halde, birinin içi bomboştur, diğeri şekerle doludur. Böylece yüz binlerce birbirine benzer şeyler bulunur ki, aralarında yetmiş yıllık fark vardır. Bu, yer, yediği posa olarak kendinden ayrılır. Öbürü yer, yedikleri bütün ilâhî nur olur. Başka birisi yer, yediği şeyler, cimrilik, çekememezlik huylarını meydana getirir. Başka birisi yer, yediklerinden Hakk’ın, hakikatin nuru husûle gelir. İmanlı kişi feyizli, ekime müsait, tertemiz bir tarlaya benzer. İmansız kişi ise çorak, hiçbir şey bitirmeyen kötü bir arazidir. İmanlı, melek gibi masumdur. İmansız ise şeytan ve canavar misalidir.

Mevlâna / Mesnevi-i Manevî / c.1 / b. 268-274

Gönlün mutfağında sözler yavaş yavaş pişer. Sohbetin demini alması maharet ister. Pilavın demini alması gibi kolay değildir. 

Herkesle konuşulur; ama herkesle sohbet edilemez. Sohbette riya olmaz, yalan olmaz, laubalilik olmaz. Olursa o sohbet değildir. Ruhu olan, gerçeği gösteren her söz, anlamını da içinde taşır. Yeter ki konuşanlar kendilerini öne çıkarmasın. O zaman atmosferdeki doğallık ve içtenlik dinleyenleri sarar.  

Sözü dost olanla et; nadanla değil.
Ateşi sevdana kat; figana değil.

Doğruyu vicdana sat; talana değil.
Bülbülü reyhanla tut; sapanla değil.

Dide-i Sultan’da yit; yalanda değil.
Gönülle ‘Canan’a git; cihana değil.

.Mesela ortak dertleri olan insanların, aynı amaca yürüyenlerin konuşmalarını dinleyin. Seslerindeki heyecan, bakışlarındaki ışıltı, nasıl geçtiğini anlayamadıkları zaman ve duruşlarındaki hal sizi de etkileyecektir. Çünkü paylaştıkları ortamda bir sır dolaşır, herkesi sarar. Gönlün sırrıdır bu. Yalansız, dolansız kendini vermişliğin sırrıdır. Nerede olduğun değil, kimlerle olduğun, neyi paylaştığın önemlidir. Anlam taşıyan, anlam yükler karşısındakine. Anlamlar çoğalır. Dil de kulak da akıl ve kalp de nasiplerini alırlar.

Sevgimin sessizliğinde insanların konuşmalarını dinledim. Heyecanlandıklarını anladım. Kavgalarında bıçaklarının çeliğinin parladığını gördüm. Kendileri ve kulübeleri ne kadar iğrenç ve sefil olursa olsun yemek iştahı dışında, konuştukları dilin dışında anlam taşıyan şeyler için hiç heyecanlandıklarını görmedim. Gerçekten de kendisi için cinayet işlemeyi istediğin kadın alelade bir bedenden ibaretse de özel bir vatandır… Bu vatanın dışında kaldığında kendini sürgünde ve anlamsız bulursun. Çünkü akşam çayının piştiği demliği birdenbire göremezsin ve bu demlik aracılığıyla çay anlamını yitirir.

Ama sen aptallığın içinde yanılırsan ve insanların akşam çayının hazırlandığı demliği önemsediklerini görürsen ve bu demliği sadece demlik olduğu için önemsersen ve insanı bu demliği yaratmaları için köleleştirirsen o zaman bu demliği sevecek insan kalmaz ve sen hem demliği hem insanı yok etmiş olursun.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.239

Sohbet sadece kelimelere mal edilen bir konuşma değildir. Sohbet bazen kelimeler olmadan da yankılanan rüzgâr gibidir. O rüzgârla tozlaşan iç âlemde nice bitkiler çiçeklenir. Bazı konuşmalar için ruh kulağı lazımdır. Çünkü saf ruhun dile geldiği sözler için kirle tıkanmamış ruh kulağı gerekir. Konuşan dil ve dinleyen kulak, gönülden beslenmeli. O zaman sohbet ortamında her şey nurlanır. Bazen gönüller öylesine saydamlaşır, kelimeler öyle gönüllerden gelir ki sese ve kelimelere ihtiyaç duymayan anlamlar yeter sohbet etmeye.     

İki derviş uzun bir hasretten sonra bir araya gelmiş, karşılıklı oturup uzun bir süre susmuşlar. O uzun susuşun ardından birbirlerine sarılıp vedalaşırken birisi diğerine: ‘Çok güzel bir sohbet oldu.’ demiş.

‘Şark oturup beklemenin yeridir’ der Tanpınar ve susmanın. Sükût ve sükûnetin. Teenni1 ve sabrın. Sessizlik değer görür, birbirine yakın oturan insanlar birbirlerinin sessizliğine de tahammül eder. Her boşluk bir eylemle, bir sözle dolmasa da olur.

Fazladan edilmiş her kelime, durmak bilmeyen ağızlardan dökülen lüzumsuz lakırdı, aslında konuşmayı bedenden koparır ve bedenin dışında bir yerde konumlandırır.

Prof. Dr. Kemal Sayar / Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez / s.231-232-233

.Kısaca ruhu olan her şey, güzeldir. Öyle değil mi? Nasıl endamlı vücutta en basit elbise güzel görünürse, manası olan en sade söz de kulağa hoş gelecektir. İçinde tertemiz bir yüreğin attığı en sıradan davranışın insanı nasıl tesiri altına aldığına şahit oldum. Yazarlar da yazdıklarıyla konuşmuyorlar mı? Onun için ne kadar içtenseler okuyucuyu o kadar etkiliyorlar.

Konuşmacının ara sıra tanık olduğumuz hitabet patlamalarına ne kadar hayran olursak olalım, yazılmış soylu sözcükler genelde, nasıl ki yıldızlarla dolu gök kubbe nasıl bulutların arkasındaysa, uçup giden konuşma dilinin çok çok arkasında ya da yukarısındadır. Bir yıldızlar vardır, bir de onları okuyabilenler. Astronomlar durmaksızın yıldızlar üzerine yorum yapar ve onları gözlemlerler. Bu sözcükler günlük konuşmalarımız ve buğulu nefesimiz gibi birer soluktan ibaret değildir. 

Genelde konuşma sırasında hitabet gücü olarak adlandırmanın çalışma sırasında yalnızca retorik2 olduğu ortaya çıkar. Konuşmacı geçici bir anın ilhamına yenik düşer ve önündeki kitleye, onu duyabilenlere konuşur; fakat daha sakin bir hayat yaşayan ve konuşmacıya ilham veren olayla ve kalabalıkla dikkati dağılacak olan yazar, insanlığın aklına ve kalbine, onu anlayabilecek her çağdan her insana konuşur.

Henry David Thoreau / Walden – Ormanda Yaşam / Okumak / s.120

Konuşma ortamının bir özelliği, dinleyenin konuşanın rengini yavaş yavaş almaya başlamasıdır. Sesin titreşimi kalbin tellerini titretir. Olumsuz bir tavır, sihri bozan gürültü, içtenliği bulandıracak riyakarlık olmadığı sürece herkes kendi fıtrî kapasitesine göre nemalanır. Misk satan bir dükkândan misk kokusuna bulanarak nasıl çıkılırsa, böyle bir ortamdan da huzur kokusuna bulanarak çıkılır. 

Sohbet, sahip-yoldaş, arkadaş anlamlarına gelen kardeş kelimeler. Aynı rahimde beslenmişler. Sohbet eden, dostluk ediyor demektir. Biriyle sohbet ediyorsanız, onu sahipleniyor, o da sizi sahipleniyor demektir. Bu ancak samimi ilişkilerin, gerçek sevgilerin harcıdır. Onun için Peygamberimizin (sav) sohbetine katılanlara, dostlarına “sahabe” adı verilir. Çünkü onların paylaştıkları çok başkadır. Gönülden çıkan her harf, her hece, her kelime sadece Mevlâ’yadır.

.Neden çay denilince sohbet; sohbet denince hep çay akla geliyor?

.Çünkü ocakta demlenen çay, sohbetin olmazsa olmazı. Bir tarafta çay demini alırken gönüllerde de söz demlenir. Odaya yayılan mis gibi çay kokusu, kalplerde oluşan mis gibi irfan kokusu… Bu kokunun sindiği yerde riyaya yer verilmez. Laubaliliğe izin yoktur. Tek konuşan dil, sadece samimiyet, ihlas ve hakikattir. Sohbette hem zaman hem insan hem muhabbet hem çay demlenir. Bu yüzden bardakta çay biter; ama yapılan sohbetin, içilen çayın kalpteki lezzeti asla bitmez. Yaşanılanların tadı ruhun damağında kalır.

Dostum tek gerçek geometriciyi ziyaretim. 

Gerçekten de onun çay, kor ateşe, çaydanlığa ve suyun şarkısına, sonra ilk denemenin tadına, sonra beklemeye…

Bu kadar dikkatli olması beni heyecanlandırıyor; çünkü çay güzel kokusunu yavaş yavaş verir. Ve kısa süren bu derin düşünceler içinde onu çayın bir geometri probleminden daha fazla ilgilendirmesi hoşuma gitti. 

‘Sen bilgili biri olarak mütevazi çalışmayı kesinlikle küçümsemiyorsun…’

Bana cevap vermedi; ama çok mutlu bir halde bardaklarımı doldurduğunda şöyle dedi:

‘Ben bilgili biriyim… Senin bundan anladığın nedir? Bir gitarcı sırf notalar arasındaki bazı ilişkileri bildiği için çay törenini niçin küçümsesin? Ben bir üçgenin çizgileri arasındaki ilişkiler konusunda bir şeyler biliyorum. Ama ben suyun şarkısından ve kralı onurlandıracak törenden hoşlanıyorum, dostum…’

Düşündü ve sonra konuştu:

‘Ne biliyorum? Üçgenlerimin çayın zevki konusunda beni çok fazla aydınlattıklarına inanmıyorum. Ama çay zevki beni üçgenler konusunda biraz bilgilendirebilir…’

‘Sen ne diyorsun bu konuda, geometrici!’

‘Denersem eğer, anlatma ihtiyacı duyarım. Sevdiğim insanla ilgili olarak saçlarından, kirpiklerinden ve dudaklarından ve koro için müzik olan hareketlerinden sana söz edeceğim.’

Derin düşüncelerin gizemini bulmak amacıyla bir taş yığınını bozmaya gitmeyeceğim kesinlikle. Çünkü derin düşünce taşlar düzeyinde hiçbir şey ifade etmez. Bir tapınak olması gerekir. 

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.529

Üçgenlerimin çayın zevki konusunda beni çok fazla aydınlattıklarına inanmıyorum. Ama çay zevki beni üçgenler konusunda biraz bilgilendirebilir…

Bazen mekân insana anlam verir bazen insan mekâna. Çayın sihri ise hem mekânı hem insanı etkiler.

Uyuyan hayaller canlanır, boynu bükük ümitler başlarını göklere çevirir, ruhun sığmadığı bedenler, ruhlarınca genişlerler.

.Bunların hepsi bir tutam çayla, biraz suyla mı gerçekleşiyor?

.Tabii ki hayır. Hem çayın hazırlanışındaki sabır hem sunuluşundaki zarafet hem içilişindeki sıcaklık hem beraberinde getirdiği paylaşım ve sohbet insanın ve mekânın havasını değiştirmekte en büyük etkenler.  

Rengini ve kokusunu vermesi için çay nasıl kaynar, suyun içine konulup bir müddet bekletilirse, kelimeler, sözler de anlamını vermesi için sıcak, ihlaslı kalplerin içinde öyle sessizce bekletilir. Maharet, dem alıp kıvamı bulmaktır. Ve böylelikle kıvamını bulan çay ve su, beden ve ruh, söz ve anlam sohbetin irfana dönüşmesini sağlar. Demini alan çay her gönülde öylesine kıvamını alır ki, “Leyla”dan öte her şey unutulur.

Seni dinlemek isteyene
Onun diliyle konuşman gerekir.
Zira Mecnun’la görüşen,
Leyla’dan başkasını konuşmaz.

Şeyh Sadî / Bostan ve Gülistan

1. Teenni: Akıllı ve ağır başlı hareket etme
2. Retorik: Söz söyleme sanatı
Paylaşın.

Yazar Hakkında

2 yorum

  1. Çok kıymetli Elif Hanım ve Tarık Bey,
    Suto Boğda sitesinin değerli yazarları,
    emek verenleri,
    okuyucuları
    Ramazan Bayramınızı en içten dileklerimle tebrik ederim.
    Tefekküre davet eden ilmi çalışmalarınızı ve akla nur gönle ziya satırlarınızı cömertçe paylaştığınız için çok teşekkür ederim.
    İyi ki sizler varsınız. Allah ilminizi, gayretinizi, ihlasınızı ziyadeleştirerek daim kılsın.
    Allah razı olsun.
    Muhabbet ve hürmetlerimle.

Reply To Happy_Sun Cancel Reply