Sokak – Bölüm 15

5

Üç Çiçek

Nereye dokunsam sıcak bir buhar yükseliyor. Her ayın kendine has cazibesinden farklı etkileniyor, alacaklarımız neyse hazinesinden onu alıyoruz. Ağustos, bizi bir aydır kollayan gözlerini üzerimizden çekmek üzere. “Emaneti Eylül’e teslim ediyorum.” dediğini ruhumla duyar gibiyim. Evin en serin yeri olan köşeme çekiliyorum. Kitaplar, not defterleri, kalemim ve yazı yazdığım bilgisayar. Onun yollarına yine besmeleyle açılıyorum. “Ve mâ tevfîkî illâ billâh”1 

Hayır ve şerrin bu kadar iç içe yaşadığı başka bir dünya var mıdır acaba? Şu incecik kutuyla kimileri batağa saplanırken bazıları ruhlarını, düşüncelerini tuşlara dökerek onunla ufukların ardına yol alabiliyor. Şerri, çirkini de yaratan Allah’tır; hayrı, güzeli de. Bize düşen her şeyde olduğu gibi bu imtihan kapısında doğru olanı irademizle seçmek. Gözlerimi de açıyorum her sabah; ama onları hayırda kullanacağıma söz veriyorum. Ağzım, kulaklarım, ayaklarım da uyandığımda güne benimle adım atıyorlar. Onları şerre veya hayra götürecek olan yine benim. Mesele işin hakikatini bilip, ruhu her an diri tutmaya gayret etmede. Çünkü dirilen ruh, gözden perdeyi kaldırır. Ümitle renklenen kalp yaşama farklı yaklaşır. 

“Ruhu her an diri tutma.” deyince Nur Hanım aklıma geliyor. Sık sık halimi hatırımı soruyor. Bahçede yine tadilat işleri varmış. Melek ehliyet almak için çok sıkı bir çalışma temposuna girmiş. Arif Bey iki gün önce uğramış. İşleri yakında rayına girecekmiş. Âyende İtalya’dan dönmüş. Ama en önemli haber Salih Bey’le ilgili. Mümtaz Bey yine babalığını, beyliğini göstermiş. Onu işe almışlar. Bundan böyle hem şoförlük yapacak hem getir-götür işlerini o idare edecekmiş. Bunları anlatırken Nur Hanım’ın sesi çocuk gibi heyecanlı. Sadece işe alınmaya bu kadar sevinilemez. Arkasında başka bir şey var.

– Ah hocam… Geçen gün karısını, iki kızını getirip tanıştırdı bizlerle. Onları görünce insandan ümidin kesilmemesi gerektiğini bir kere daha anladım. Anne çok genç. Adı Menekşe. Hele ikizler… Biri Kardelen, diğeri Gelincik. Bir şeyleri bildiğimi asla iddia edemem. Ama insanı iyi tanırım hocam. Salih Bey onları koruyamama endişesinde çok haklı. Bu üç çiçek artık bizimle yaşayacak. Meğerse Mümtaz babamın birileriyle acil konuşmasının, planlar yapmasının,Bahçenin buradan sonrasında çalışmalar biraz daha devam edeceğe benzer.” demesinin sebepleri varmış. Bahçenin sonunda çalılardan, otlardan görünmeyen bir müştemilat vardı. Bahçeyle birlikte o da elden geçmişti. Şimdi ise yaşanılacak hale getiriliyor. Meğerse Mümtaz babam Salih Bey’i tanımadan önce de böyle bir şey düşünüyormuş. 

İnsanoğlu kendi yaşam mücadelesini verirken yaşam dilini nasıl öğrendiğini ve bu dile ne kadar vakıf olduğunu çok sonradan anlıyor. Ve öğrendiği bu dille her coğrafyanın, her iklimin insanıyla konuşabiliyor. Çünkü dilin kaynağı insanın yüreği; iç âlemi. Yürek adamının ne kelimeleri bitiyor ne mürekkebi. Ne sözü tükeniyor ne soluğu. Çünkü soluğu da kelimeleri de mürekkebi de Yaradan’dan alıyor. 

Nur Hanım böyle biri. Bazen onda iç okuma gibi bir sırrın olabileceğini düşünüyorum. Çünkü kimse bir şey sormadan Yunus’tan bir şeyler okuyor ve içinden geldiği gibi yorumluyor. Nasıl oluyorsa o anda içimizden geçenlere de bir manada cevap vermiş oluyor.

.Yeni ailenle tanıştım biraz evvel. Merak ettiğim; hatta söylemek gerekirse biraz da kıskandığım ailenle.

.Nasıl? Mümtaz Beylerle mi tanıştın? Nerede? O zaman sen sokağa gittin. Yoksa evin önünde görmesen nasıl o aileden biri olduğunu anlayacaksın?

.Dur Validanım. Heyecanlanma! Anlatacağım.

Öncelikle şunu söyleyeyim ki Mümtaz Bey tam anlattığın gibi biri. Tanışmamız gerekiyormuş ki, tuhaf bir tevafukla buldum sokağı. Sıcak bunaltınca sözünü ettiğin bol ağaçlı sokaklarda, gölgeler altında bir güzergâh çizdim kendime. Hayli yürüdüm. Baktım sokağın köşesinde iki küçük kız bir kedinin arkasından koşuyor. Neyse arkalarından genç bir hanım onlara yetişti:

.Ya bir araba çıksaydı aniden. Hem böyle koşarsanız kedi de sizden korkar, kaçar. O zaman Âyende ablanıza, Arif abinize ne diyeceğiz?

Âyende ve Arif. İşte adres. Yanlarına gidip konuşmak istemedim. Ama kediyi yakalamalarına yardımcı olabilirdim. Neyse biraz etrafı kolaçan edince hayvancağızı bir yere sinmiş buldum. Cimcime’nin üzerime sinen kokusu hayvanı rahatlattı. Kucağıma alıp onların yanına gittim. Hayvan titriyordu. Ben de bu halde bırakmak istemedim. Onlarla yürüyerek nihayet Elif Hanım’ın sokağını buldum. 

Kapıda genç bir delikanlı yaşlı bir beyle konuşuyordu. Sokak, bahçe kapısı, Mümtaz Bey ve Arif tam anlattığın gibi. Mümtaz Bey tebessümle karşıladı, teşekkür etti. Arif Bey kediyi kucağımdan alırken çok sıcak davrandı.

.Bu benim için hoş bir tevafuk. Bir kedinin vesilesiyle sizleri görmem. Ne zamandır merak ediyordum. Annemin gözdesi ikinci ailesini ne zamandır tanımak istiyordum.

.A… Siz Elif kardeşimin oğlusunuz. Ne müthiş bir sürpriz. Anneniz bizim kıymetlimiz. 

Hay Allah… İçeri buyurmaz mısınız? Maide Hanım bu işe çok sevinecek.

İşim olduğunu, başka zaman ziyaret edebileceğimi söyledim. Arif Bey bu tevafuka hayli şaşırmıştı. Memnuniyetini birkaç kez tekrarladı. Küçük kızlar genç hanımla içeri girdiler. Ben de oradan tekrar görüşebilme temennisiyle ayrıldım. 

Tarık bunları anlatırken tam o sırada telefon çalıyor. Nur Hanım.

.Elif Hocam. Biraz önce ne olmuş biliyor musunuz? Oğlunuz buradaymış.

.Biliyorum kardeşim. Şimdi yanımda; olayı anlatıyordu. 

.Maide annem bu işe çok sevindi. “Mevlâ’mın sürprizleri ne güzeldir.” deyip duruyor. İkindi çayına bekliyor sizi. Söyle kardeşime; itiraz kabul etmiyorum, diye de tembihledi. 

.Evde kimse yok. Oğlum da yeni geldi. İşi var mı, bilmiyorum. Ben gelirim. Hem sizleri özledim hem yeni aileyi merak ediyorum.

Oğlum “Başka bir gün gideriz; bugün olmaz. Ama sen git.” diyor. Giderken küçük kızlara ne götürebilirim? Hediye sandığıma bakıyorum. Küçük renkli tokalar, boya kalemleri ve resimli boyama kitapları seçiyorum. Bu benim yıllardır uyguladığım bir şey. Çocukları sevindirmek için küçük çerçeveler, boya kalemleri, süslü defterler, orijinal oyuncaklar bulduğumda alır, bu sandıkta tutarım. 

Kapıyı çok hoş bir hanım açıyor. Arkasından koşturan iki küçük kızdan Menekşe Hanım olduğunu anlıyorum. İkizler; ama birbirinden çok farklılar. Biri beyaz tenli; anneye benziyor. Süt beyazı ten. Boynunu bükmüş, çekingen. Diğeri kendine benzer kor kırmızı çiçeğin tam ortasındaki simsiyah nokta. Merakla bakan bir çift gözbebeği.

.Sen Gelinciksin. Sen de Kardelen olmalısın. 

.Doğru tahmin ettiniz. Esmer olanı Gelincik, beyaz tenli olanı Kardelen. Nasıl bildiniz? Şaşırdım. 

.Üç çiçek isminin olduğu bir yuvada duygular yoğun olmalı. Ve orada her şey bir anlam üzere gerçekleşebilir. Nur Hanım da sizin hakkınızda güzel şeyler söyleyince böyle düşündüm. 

Verandaya geçiyoruz. Ortadaki sehpada bu sefer kırmızı sarı glayöller var. Hava sıcak. Verandanın iki yanına vantilatör konularak adeta doğal esintili bir ortam oluşmuş.

.Yeni dostlarımızla tanıştınız mı Elif’cim?

Maide Hanım’ı gören iki minik, hemen koşarak bacaklarına sarılıyor. Görmeyeli çok şeyler değişmiş burada. Maide Hanım sanki onların büyükanneleri. Çok dinç, çok mutlu görüyorum kendisini. Adeta torunlarına kavuşmuş gibi davranıyor. 

.Çocuk sesini özlemişiz. Bahçemize iki minik kuş kondu kardeşim. Biri Kardelen, biri Gelincik. 

Kuş denince kıkırdamaya başlıyorlar. Hiç şımarık değiller. Sevildiğinin farkında olan, çocuk gibi iki çocuk. Onları yanıma çağırıp hediyelerini veriyorum. İç geçirecek kadar seviniyorlar; minik sineleri kalkıp iniyor. Ama izin verilmeden açmıyorlar hediyelerini. Ve annelerinin izniyle ve tarifiyle paketler açılıyor. 

Mümtaz Bey, Nur Hanım ve Salih Bey’le yanımıza geliyor. Belli ki bahçedeki faaliyet bitmemiş. Salih Bey bana karşı mesafeli. Hoca dediklerinden ötürü olabilir mi?

.Elif kardeşim. Oğlunuzla karşılaşmak hoş bir sürprizdi. Ne kadar çok size benziyor. 

.Huyu da benzer. İlk sözü “Yeni ailenle tanıştım biraz evvel.” oldu. Çünkü evde adınız çok geçiyor. Hatta benim sizlere bu kadar düşkün olduğuma bir anlam veremiyorlar. Çünkü yapıma ters. Ailece mesafeliyizdir. İlişkilerde saygı önde gelir bizim için. İç içe olmak genelde dengeyi korumada insanı zorlar. Ama iki taraf da aynı çizgiyi korumaya önem veriyorsa o zaman oluşan beraberliğin tadına doyulmaz. Ben de doymuyorum. 

Sesimin titrediğini fark ediyorum. Boğazıma bir şeyler takılıyor. O anda Gelincik o masum antenleriyle ne hissediyorsa yanıma sokuluyor. Beni üzen şeyi kapkara gözbebekleriyle çekip alacakmış gibi bakıyor. Kucağıma alıyorum. Kardelen’i de çağırıp ikisini nasıl bağrıma basmış olmalıyım ki…

.Bizim orda “Her insan Ağrı’da doğar; ama Ağrı’nın şerefini yaşayamaz.” denir Elif Hocam. Bu sözün ne anlama geldiğini ben burada yaşadım ve yaşıyorum. “Her insan İstanbul’da da doğar; ama İstanbul’un şerefini yaşayamaz.” Sizler bu şerefin yaşanabileceğini gösterdiniz.” 

.Bizim oralarda da Yunus dilinde şöyle denir Salih Bey:

Bugün sohbet bizim oldu, bize bizim diyen gelsin.
Bu aşk zehrin seve seve içübeni kanan gelsin.

Bugün aynı dilden, aynı gönülden konuşmak bize düştü diyor Yunus. Bizi biz olarak kardeş kabul eden kim varsa aramıza katılsın. Sevgi olmadan ne yürekler ne diller ne eller birleşir. Sevgi, ilahî aşka çıkan merdivenin basamağı. Varlık sevilmeden, çiçek, böcek sevilmeden, insan sevilmeden o aşka varılamaz. Sevgiyle Mevlâ için bir araya gelenlerin düşmanı çok olur. Hasetçisi, çekemeyeni bol olur. Onlara karşı birliği korumak; ancak sevgi basamaklarının hakkını vererek olur. Bu yolda ne yaşarsan yaşa; sevgiyi can hücrelerine sindirebilirsen hem yüceye uzanan yolculuğun hem varlıkla olan yolculuğun kahramanı olursun.

.Kahraman olmak kim? Ben kim? Eşimi, yavrularımı namusumla yaşatayım, kapılarını açan Hak bilir sizlere mahcup olmayayım da yeter bana. 

.Hak, kendini bilene bir başka bilenin eliyle neler neler açar. Yeter ki bizler bu şuurdan uzaklaşmayalım. Salih oğlum. Nur kızım, bir bakın bakalım Gevher Hanım’a. Durum nedir? 

Maide Hanım’ın bu sözü üzerine Menekşe hemen Nur Hanımla kalkıyor. Arkasından Maide Hanım müsaade istiyor. Mümtaz Bey’le Salih Bey bahçenin sebze bölümünü, müştemilattaki tamamlanması gereken yerleri konuşuyorlar. İkizler henüz ana kuzuları… Anaları nerede; onlar orada. Ben de etrafa bakınıyorum. Köşedeki sehpada bir kitap gözüme ilişiyor.

“Bilgelik Şiirleri”, Frithjof Schuon’un. Bizim evde çok muteber bir kitap. Ve içindeki bir şiirde “Güzellik Allah’tan Allah’adır.” sözü. Ama hangisi? Aklıma gelmiyor. Sonlarda olmadığını biliyorum; o kadar. Sayfaları gözden geçirmeye başlıyorum. Tamam, buldum: “Yıldızlara Doğru”.

İyiyle ve kötüyle kozmik derya
Sahte tamlığıyla dünyevî boşluk
Ve gürültüsüyle; bu muammayı kim çözebilir?
Huzurlu ol kalbim, Allah’ın Sükûtunda dur

Güzellik bütünüyle bu dünyadan değil
Güzellik Allah’tan Allah’adır – tıpkı senin ruhun gibi

Frithjof Schuon / Bilgelik Şiirleri / Yıldızlara Doğru / s.40

.Tanır mısınız Schuon’u?

.Ben yeni tanımaya başladım; ama oğlum iyi tanır. Zaten kitaplarını tavsiye edip alan da o. 

.O zaman delikanlıyla karşılıklı konuşmayı çok arzu ederim. Müsait olduğunda siz haber verin; ama daveti biz yapalım.

.Mümtaz babam! Sizi bekliyorlar.

Galiba kameriyeye gidiyoruz. Mümtaz Bey’in sözlerini hatırlıyorum “Bir başka sefer kameriyede içeriz çayımızı.” 

Her gelişte yeni bir açılış, yeni tanıtım. Sadece mekân değil, yeni yüzler de tanımak. Bazı şeyler anlatılamayacak kadar güzeldir. Karşımızdaki kameriye de bu tarife uygun. Havada hoş bir koku. Manolya ağaçları limonata kokarmış. Eylül’e girmek üzereyiz. Beyaz çiçekler henüz dökülmemiş. Yaşı hayli geçkin mor salkımın iyice kalınlaşmış dalları kameriyenin doğal çatısını oluşturmuş. İri iri salkımlar aynı bağ kütüklerinden sarkan üzümler gibi. Kokuları enfes. 

Salkımların tam altında bir masa. Üzerinde açık yeşil bir örtü. Kenarlarında menekşeler işlenmiş. El emeği, göz nuru olduğu belli. Sanki buraya göre özel yapılmış. Tepemizden sarkan mor salkımlar ve menekşeler. Kameriyenin kar beyazı rengi ve manolyalar. Ve Gevher Hanım en önde, arkasında Nur Hanım ve Salih Bey -ellerinde öteberi- geliyorlar.  

Elif diyorum, bunlar senin hayalinin ürünleri mi? Ziyafet, maharet, zarafet, nezaket, saadet hep burada. İçimden bir ses: Bu da bir inayet diyor.

Tabii burada en bahtiyar kişi Mümtaz Bey. O en çok eşinin dileğini yerine getirebilmekten mutlu.

.İşte benim çocukluğumda sığındığım en güzel köşem. Amcam gözümün önünde. Kameriyedeki şu köşede saatlerce otururdu. Yorgunluğunu mu atardı yoksa hep bir şeyler mi düşünürdü? Çocuktum; nerden bileceğim? Her insanın kendisini saklayacağı bir köşesi var. Kimisi maddî; aynı bu kameriye gibi. Kimi iç dünyamız gibi manevî. Amcam belki de burada ikisini de barındırıyordu? Çünkü kahvesini getiren yengemin dışında o saatlerde kimseyi istemezdi. Yengem de fazla oturmazdı. Velhasıl başımızdan aşağı mor hatıralar yağarken belki de hepimiz farklı yerlere sığınmak istiyoruz. Neyse…

Evet… Salih Oğlum. Evin durumu ne haldedir? Ondan konuşalım. Kuyunun üzeri kapandı mı, iyice kontrol ettiniz mi? Kapının iki tarafına ışıklar konuldu mu? Sonra da kamera işini halletmeliyiz. Benim çocukluğumdaki yer değil burası. Emanetleri korumak lazım. Bak oğlum! Sakın çekinip de eksikleri söylememezlik etme. Çünkü bu iki meleğin sağlığına halel gelirse o zaman benim başka yüzümü görürsün.

.Estağfurullah Beyim. Ne haddime, yalnız şunu demek isterim: Ağrı’da “Hem dilencilik hem de utanma bir arada olmaz.” sözü vardır. Ben size sığındım. Elimi açtım, siz fazlasını verdiniz. Artık yüzüm yok. Ne olur, bizi düşünmeyin artık. Çok güzel bir yuva, iş verdiniz. Yavrularıma, bize baba oldunuz. Bundan sonrasını da biz düşünelim. Yavaş yavaş her şey halledilir. 

.Sakın bir daha duymamayayım bu dilenci, el açma gibi saçma sözleri. Alnının teriyle kazanan mert bir adamsın. Hem de çok iyi bir aile babasısın. Bundan böyle onların yanında bizi de kollayacaksın. 

Nur Hanım her zamanki gibi içinden geldiği gibi davranarak Salih Bey’e dönüyor:

.Ağrı’nın toprağı başka ilin toprağına benzemez. Hele İstanbul’unki hiçbirine benzemez. Benzemediğini de anladın. Benim demem odur ki; başka bir şehirden gelen birinin gözüyle İstanbul’u gördün. Bir de başka bir âlemden gelen biri gibi baksan bu dünyaya, ne görürdün Salih kardeşim?

Habersiz gelen bu soru karşısında şaşırıyor, sağına soluna bakıyor. Bir anda göz göze geliyoruz. Herhalde cesaret almış olmalı ki, bir anda çözülüveriyor:

.Karşınızda konuşmak ne haddime. Ama soruyu soran Nur ablamsa vardır bir hikmeti derim. “Acemilerin değirmenini Allah çevirirmiş.” Öyle duydum büyüklerden. Bizim değirmen de O’na teslimdir. Memlekette âlim bir zat vardı. Çocukluğumda yanında oturup onu dinlemeyi çok severdim. Bildiğim çoğu şeyi ondan öğrendim. “Salih oğlum derdi: Âlemler üstünde âlem vardır. Canlar içinde canlar yaşar. Bunların çoğunu bilemeyiz. Sırdır. Ama şunu bilsek yeter: Ne olursa, nerede olursa olsun kaynağı Allah’tan ise hepsi haktır, emindir. Sen nasibin kadar görür, nasibin kadar düşünür ve rızıklanırsın.” 

Sonra bir abi vardı. İzmir’de büyümüş. Çok yüksek okullarda okumuş. Sonra -ne olmuşsa olmuş- kendini gurbete atmış. Sık sık bize gelirdi. Rahmetli anamın onun için yaptığı “hengel”den2 yer, sonra küçük odun semaverin karşısında çay içerdik. Dünya görüşünden, bilgilerinden; bilhassa kelime hazinesinden, konuşma şeklinden çok nasiplendim. O bizde yuva özleminin tadını aldı; ben onda bambaşka dünyaların, yabancı ülkelerin tadını. Şimdi ben de nasibim olanı söylemeye çalışacağım: 

Başka bir âlemden gelen biri gibi baksam dünyaya ilk önce Allah’ın rahmetinden çıkan bir pınarın büyüyerek nehir olduğunu görürüm. Coştukça kollara ayrıldığını ve sonra ırmakların, derelerin, akarsuların, çağlayanların sardığı bir dünya görürüm. İster nehir ister dere, şelale -ne olursa olsun- hepsi aynı kaynaktan gelir. Eğer kaynaktan sevgi akıyorsa, o yeşermelidir topraktan. Eğer çekirdekten insanlık filizleniyorsa, meyveleri de insanca olmalıdır. İnsanca düşünmeli, insanca yaşanmalıdır. Burada karşılaştığım manzara bu. Sizlerin hali, kalbi, hayat şekli de böyle. 

Büyüğüm Ağrı’nın şu hikmetli sözünü çok tekrarlardı: “Köylerin güzelliği yollarının genişliğinden anlaşılır.” Allah razı olsun hepinizden. İlk gördüğüm İstanbul’un yolları çok dardı. Ama buradaki İstanbul güzelliğe, fazilete, insanlığa hasret olanları alacak kadar geniş. İnşallah bu köyden bizim gibi nasiplenenler çok olur.

Hepimiz aynı yürekten “Amin…” diyoruz. İnsan olduğumu, insanlığın değerini hatırlatan bir gün daha atıyorum içime. Güzel duygular biriktiriyorum. Bütün olumsuz olaylara rağmen insandan asla ümit kesilmemeli. Bu topraklara nice yürek neler neler ekti? Kimi dünyanın Sultanı olarak kimi gönüller Sultanı. Toprak bereketliyse bir gün filizleri çıkacak. Ama yağmurun yağması için çok dua etmeliyiz.                                     

Olmuyor gönle derman; bağların susmuş dili.
‘Gül’üm ol ki her zaman, şakısın bülbül gibi.

Olmuyor gönle derman; dağların susmuş dili.
‘Gün’üm ol ki her zaman, ışısın billur gibi.

Yeşerir düşünceler verimliyse toprağın.
Her kelimen bir seher; yüzü gülsün şafağın.

Işık ışık ol da gel! Bahçelere dal da gel!
Can olmaya canıma, tomur tomur gülle gel!

Açılır sine sine uzanırsa ellerin.
Göğerir gözlerimde ektiğin sevgilerin.

Sen doğdur sabahımı; yüreğin ufkum olsun.
Öyle serp yıldızları; her gecem nurla dolsun.

Ufuk ufuk ağ da gel! Yağmur yağmur yağ da gel!
Aşk sütünü her ruha yücelerden sağ da gel!

***


1. “Benim başarım ancak Allah iledir.” Hud /88
2. Ağrı’nın çok sevilen hamur işi yemeklerinden biri. Bir çeşit kıymasız mantı.
Paylaşın.

Yazar Hakkında

5 yorum

  1. Bu yazının başlığı Sokak serisinin içinde yer almıyor olsa da o serinin genelinde karakteriyle, mekanlarıyla zihnimde Yeşilçam filmleri imgeleniyor. Mümtaz Bey’i babacanlığıyla Hulusi Kentmen, yumuşak huylu Maide Hanım’ı Leman Akçatepe, Nur Hanım’ı ise derinliğiyle Aliye Rona olarak kafamda canlandırıyorum. Benim için biraz hayret verici taraf da burası aslında çünkü gerçek hayatta, hele ki bu zamanda olamayacak kadar naif insanlar. Bu açıdan ne iyi yapıyorsunuz bu kişileri okuyucularınıza anlatarak. Elinize sağlık.

    • Sutu Boğda on

      Mehmet Bey gözümüzden kaçan bir meseleye dikkatimizi çekmiş oldunuz. Bu yazı da Elif Hanım’ın “Sokak” serisinin bir bölümü ve yanlışlıkla ana başlık yerine alt başlık atılmış olarak yayınlanmış. Yazının başlığı “Sokak – Bölüm 15” olarak düzeltildi ve “Üç Çiçek” alt başlığa çekildi. Yorumunuz için teşekkür ederiz.

    • Elif Kaya on

      Sayın Mehmet Bey,
      Yıl 1960’lı yıllar. Yer Beyoğlu. Sinemalar henüz dağılmış. Eski Melek’te kovboy filmine gitmişiz babamla. Annemle babam ayrı. Bana babaannem bakıyor. Babam çocuksu, komik bir adam. Neşemiz yerinde. Muzipliği tutuyor; kalabalık kaldırımda benimle körebe oynamaya başlıyor. Vakit neredeyse gece yarısı. Ama hiç endişe yok. Etrafımızda aheste yürüyen şık hanımlar, kibar beyler ve ışık ışık vitrinleriyle İstiklâl Caddesi.
      Yıl 1960’lı yıllar. Kabataş-Fındıklı’daki cadde üzerindeki evler istimlâk ediliyor ve Ortaköy’de bir yer buluyoruz. Ama muhitte henüz su yok. Sucular su taşıyor. Her meslekte efendilik, insaniyet hakim. Hele Leyla teyze… Efendimsiz hiç konuşmaz. Ortaköy’ün tam ortasından bir dere akıyor. Şimdi geniş bir cadde var. Kış oldu mu, derenin iki tarafı çamur. Okula giderken hayli zorlanırım. Ama insanlar beni zorlamaz. Sabah-ı şerifleriniz, akşam-ı şerifleriniz hayırlı olsun sözleri içimi rahatlatır.
      Aynı yıllarda Kadıköy-Bostancı. Babam başka bir evliliğe adım atmış. Annem gibi sevdiğim bir hanımefendi. Ailesi de öyle. Çamlar altında kocaman eski bir köşk. Bahçede üstü kapatılmış, sardunyalarla donanmış tulumbalı kuyu. Bahçede müştemilat. Her yer yeşillik ve ebegümecileri. Yaz tatilinde davet ederler. Babaannem izin verir; onlarda kalırım.
      Ailede büyükanne tasavvuf ehli bir hanım. Sohbetler olur. Gelen misafirlerin konuşmalarını, birbirlerine hitabın inceliğini hayranlıkla dinlerim. Hele hanımların zarafeti… Sesim ilahi söylemeye yatkın. İlahi söyletirler bana. Anlamları kavrayamam; ama ruhumu öyle hoş eder ki. İç dünyama Hak sevgisinin tohumları belki de o günlerde atıldı.
      Kısaca Mehmet Bey, ben bunların hepsini yaşadım. Benim yaşadıklarım, ilerde sizlerin de yaşayabilme ümidinin bir delili olamaz mı? Evet, bir alaboranın içindeyiz. Ama böyle devam edecek değil. Çünkü İlahî nizam buna izin vermez.
      Sevgilerimle.
      Elif Kaya

      • Elif Hanım ümit aşılayan cevabınız için teşekkür ederim.Kafama takılan bir konu hakkında da ilham vermiş oldunuz. Birkaç hafta önce eşimle konuşurken benzer bir konuda takılıp kalmıştık. “İnsanlıkta her şeyin giderek daha kötüye gideceği duygusu (ahirzaman, kıyamet alametleri, manevi düşüş, entropi gibi dini/felsefi temelli yorumlar veyahut hastalıklar, savaşlar, iklim değişiklikleri
        ekonomik krizler gibi dünyevi karamsarlık) hakimken daha olumlu bir gelecek nasıl beklenebilir” gibi bir çıkmazdı. Yani Kötü bir beklentiyle yaşarken her şeyin bir anda doğa olayı kendi kendine iyi olmasını beklemek rasyonel değildi .

        Ancak sizin cevabınızı okurken ilham dediğim bir şey fark ettim. Çok güzel rüya gibi bir dönemden bahsediyorsunuz. Peki o dönem bile aslında bir önceki dönemden daha mı kötüydü diye düşündüm. Mesela bir-iki jenerasyon geriye gitsek, 1958’den 10-20 sene geriye. Kendimizi bir anda II. Dünya Savaşı atmosferinde bulacağız. Derler ki gece yarısı uykusundan uyandırılıp Almanların Rusya’ya saldırdığını öğrenen İnönü kalkıp göbek atmış çünkü işgal edilmeyi beklerken tehlike yön değiştirmiş. Havayı anlamak için yeterli bir örnek. Demek ki o korkulu dolu yıllar yerini bahsettiğiniz iklime bırakmış.

        Uzattım affedin. Bu iyi-kötü dengesi sinüs dalgası şeklinde cereyan ediyor veya daha güzel ifadesi insanlığın da tekrar eden 4 mevsimi var sanırım. Doğrusunu Allah bilir.

        • Elif Kaya on

          Sayın Mehmet Bey,
          Haklısınız. İyi-kötü dengesi sinüs dalgası şeklinde cereyan ediyor. Ayın çekim gücüyle denizde meydana gelen dalgalanmaların yükselişi ve düşüşü -sinüs dalgası- gibi ‘İlahî irade’den gelen kanunlarla da bizler bu gelgitleri yaşıyoruz. Toplumsal yaşam içinde Allah’ın koyduğu kanunlar, nizamlar; yani sünnetullah çerçevesinde hayatımızı sürdürüyoruz.

          Zafer ve yenilgi günlerinin yer değiştirmesi, sıkıntı ve rahatlığın art arda gelişi bu kanun ve yasalar doğrultusunda gerçekleşiyor. O sünnetlerden biri, hakkın batıla galip gelmesi ve batılın yok olup ortadan kaybolmasını Allah’ın irade etmesi.

          “İşte biz, o günleri (bazen galibiyet ve bazen mağlubiyet şeklinde) insanlar arasında döndürür dururuz.” Al-i İmran / 140

          Ayrıca dediğiniz gibi insanlığın da tekrar eden 4 mevsimi var. Ve Yaradan daima nihaî zaferi; “baharı” hak olana nasip ediyor. Tam umutların kesildiği bir sırada aniden hakkı muzaffer kılar ve batılı yok ediyor. Bizlere düşen inanmak, ümit etmek ve beklemek.

          Bazı kıssalar, anekdotlar benim rehberim olmuştur. Bir tanesi de şu:
          “Ömer B. Abdülaziz’e yönetiminde bulunduğu devletteki önemli problemlere iki yıl gibi kısa bir süre içerisinde nasıl bir çözüm bulduğu sorulduğunda, ‘Allah ile aramı düzelttim, her şey düzeldi.’ cevabını vermiştir.”
          Elif Kaya

Reply To Elif Kaya Cancel Reply