Bir Tutam Shire

0

Melek Celâl, Celal Sofu ile yeni evli oldukları sırada, İstanbul’un o acılı işgal günlerinden birinde, Moda burnundaki ağacın altında, hüzünle karşı kıyılara bakarlarken yanlarına Yahya Kemal gelir… Yahya Kemal de bütün haşmetiyle karşılarında uzanan İstanbul’a uzun uzun derin bir üzüntüyle baktıktan sonra, ‘Ah canım İstanbul,’ der, ‘Seni her vakit müstesna bir şahıs kurtarır; yine O kurtaracaktır!’

Sermet Sami Uysal / Her Yönüyle Yahya Kemal / s.139

Evet Minas Tirith işgal altında… Yahya Kemal’in bu sözünün beni en çok umutlandıran kısmı “her vakit” denilerek belirtilen ve süreklilik arz eden bir zaman tanımlaması olmasıdır. Sanki tarihin her safhasında O müstesna şahıs, kanaatimce Hz. Hızır, kimi zaman Gandalf kimi zaman farklı isimlerle bu kutsal şehri muhafaza ediyor. Bu konunun detayına sahip olduğuna inandığım yazar Tarık Kaya’nın “Minas Tirith ve İstanbul” yazısı bende bu hisleri uyandırıyor

Peki bu bitmek bilmeyen zaman diliminde ne hisseder duyarlı insan; hangi kelimeler ile iç dünyasına bir ayna tutabilir, diye düşününce… Yine söz ve şiir üstadı merhum Yahya Kemal’in şu sözleri âdeta insanın gönül diline tercüman oluyor.

Belki de gurbetin en elemlisi önceden kendisine ait olduğu halde sonradan yabancılaşan bir çevrede yaşamaya mahkûm olan insanın hissettiği gurbettir. 

Yahya Kemal Beyatlı

Böyle bir çevre ve duygular içinde yaşarken, insan ister istemez Frodo’nun söylediği gibi bir cümle kurma gereksinimini hissediyor.

‘Benim zamanımda olmamış olmasını dilerdim,’ dedi Frodo.

‘Ben de,’ dedi Gandalf, ‘Ayrıca böyle zamanlarda yaşaması nasip olan herkes de aynı şeyi dilerdi. Ama bu onların belirleyebileceği bir şey değil. Bizim belirleyebileceğimiz tek şey, bize verilen bu zamanda ne yapacağımız.’

J.R.R. Tolkien / Yüzüklerin Efendisi / Yüzük Kardeşliği / s.64-65 

Evet, ne yapacağız? Nasıl yapacağız? Bu sorular zihnimi yorarken, yine şu dizeler derinden gelen huzur verici bir müzik ile dilimden dökülüveriyor. 

Yol hiç bitmez, uzar gider
Başladığı kapıdan
Az gittik uz gittik ama
Gücüm yettikçe yola devam
Bacaklarım yorulsa da
Yürürüm varana dek anayola
Yollarla işler birleşir orada
Bilmem yolculuk sonra ne yana

‘…Bilboyu hatırlatıyor bana. Sadece tek bir Yol olduğunu söylerdi sık sık; büyük bir nehir gibiydi bu Yol: Her kapı eşiği onun kaynakları, her patika da kollarıydı. ‘Kapıdan çıkmak tehlikeli iştir Frodo,’ derdi. ‘Yola adımını atarsın ve eğer ayağını sağlam tutmazsan nereye sürükleneceğin belli olmaz.’

J.R.R. Tolkien / Yüzüklerin Efendisi / Yüzük Kardeşliği / s.85-86

 

Frodo Baggins ve Samwise Gamgee

Frodo Baggins ve Samwise Gamgee

Yahya Kemal’in gurbet tanımlaması sanki bir yol/yolculuk halini barındırmaktadır. Duyarlı bir insana aynen Bilbo Baggins’in tekrar dağlara çıkma arzusunu hatırlatır. Zira Bilbo’da geçmişte Gandalf ile böyle bir yolculuğa çıkmıştır ve tekrar böyle bir yolculuk duygularıyla bu sefer yüzüğü bırakıp geri dönmemek üzere yolculuğa çıktığında, o eski yaşamına ait bir çok şeyi Ayrıkvadi’de böyle harika ama bir o kadar da hüzünlü şiirinin satırlarına dökmüştür.

Şiirin Aslı

I sit beside the fire and think
of all that I have seen
of meadow-flowers and butterflies
in summers that have been;

Of yellow leaves and gossamer
in autumns that there were,
with morning mist and silver sun
and wind upon my hair.

I sit beside the fire and think
of how the world will be
when winter comes without a spring
that I shall ever see.

For still there are so many things
that I have never seen:
in every wood in every spring
there is a different green.

I sit beside the fire and think
of people long ago
and people who will see a world
that I shall never know.

But all the while I sit and think
of times there were before,
I listen for returning feet
and voices at the door.

Çevirisi

Ocak başında oturmuş
düşünüyorum gördüklerimi,
çayır çiçekleri ve kelebekler
geçmiş yaz aylarındaki;

Sarı yapraklar, örümcek ağları
geçmiş sonbaharlar,
sabah pusları ve gümüş bir güneş
ve saçlarımın arasında rüzgar.

Ocak başında oturmuş
düşünüyorum, nasıl olacak dünya,
sonsuz bir kış gelecek
göremeyeceğim baharı bir daha.

Çünkü hiç görmediğim
daha çok şey var
yeşiller başka başkadır
her ormanda her bahar.

Ocak başında oturmuş
düşünüyorum eski insanları
ve hiç göremeyeceğim bir dünyayı
görecek olanları.

Fakat her oturup düşündüğümde
o eski zamanları
geri dönen ayak seslerini bekliyorum
ve kapı önündeki konuşmaları.

Bir yolculuk düşünün ve Âli Yüzüğün yok edilmesi gereken kutsal bir görev barındırıyor. Ya bu yolculuğa çıkarsınız, meşakkatler, türlü türlü sıkıntılar, ayrılıklar ve tabii ki başka hiçbir koşulda gelmesi ihtimali olmayan, ancak bu yolun yolcularının tadabileceği küçük lütufları yaşarsınız ya da Shire’da oturmuş, sırtınızı karanlığın o korkunç yüzüne dönmüş ve hiçbir şey olmamış gibi bahçenize ekinlerinizi eker, çiçeklerinizi budar, akşama ne yesem yahut hangi eğlencenin eksikliğini kendime dert edinip düşünsem diye keyifle kahvaltınızı yapıp neşeli ve zevkli günleri hayal edersiniz. Oysa yüzük yolculuğu öyle midir? Acı ve hüzün âdeta hep ensende soğuk bir rüzgar gibidir. Acını dindirecek morfin bulamazsın bu yolda ama acını katlanabilir kılan eşi benzeri olmayan dostluklar, fedakarlıklar, uzatılan ve sadece bu yolun yolcusunun tutabileceği çok değerli sevgi elleri vardır. Bu yolculuğun dışında kalan dünyada tüm bunlar yok mudur? Dostluk, sevgi vs. elbette vardır ama acını/hüznünü katlanabilir kılmasının çok ötesinde sana unutturan -tabii ki geçici-, âdeta seni bağımlı kılan şeyler, yani hep mutlu olacağım arzusunu yaşatacak morfinler (uğraşlar, meşgaleler) çoktur. Böyle bir yolcu ile zaten ne yola çıkılır ne de özel bir dostluk kurup yaşanabilir. Frodo Baggins ve Samwise Gamgee’nin imrenilen dostluklarını eşsiz ve özel kılan, her türlü koşulda kendisi için istediğinin daha fazlasını diğeri için oldurabilme çabasıdır. Böyle bir dostluğu sadece ve sadece Muhammedi (Sallallahu aleyhi ve sellem) bir ruh ile hayatı yaşayan insanlarda görebiliyorsunuz. Çünkü kaynağı sevginin eşsiz timsali bir hayat.

Yani kitabın henüz solmamış, sana ayrılan sayfalarını yazıp senden sonraki emanetçiye teslim etmektir gerçek olan. Çünkü böyle bir şeye talipsen seni bekleyen bir gemi vardır bu limanda. 

Yazar J.R.R. Tolkien, Yüzüklerin Efendisi eserinde öyle bir dostluk hikayesi işlemiştir ki, dostluğu gerçekten tatmış birçok duyarlı insan, bu yüzük kardeşliğindeki o bir avuç yolcu içerisinde olmayı gönülden arzu eder. Çünkü o yolculukta oyalanma yoktur.

Yol… Yoldaş… Hani derler ya eskiler; dostunu, arkadaşını en iyi tanıyacağın sayılı anlardan birisi de yolculuk zamanlarıdır. Zira yolculuğun keyifli güzel yanları olmasının yanı sıra, zor, meşakkatli ve bitse de dönsek/gitsek dediğiniz, kimi zaman sadece hedefe ulaşmayı kıstas edindiğiniz zaman dilimleri de çoktur. Esasında şöyle bir baktığınızda yolculuğun keyifli olan anları, ister güzel olsun ister zorlu olsun değer verdiğiniz yoldaşınız ile o eşsiz anı paylaşmanızın hazzıdır. 

Frodo Baggins ile Samwise Gamgee arasındaki dostluğa bu pencereden baktığımızda, birbirlerini tanımış oldukları hayatları boyunca beraber yaptıkları bu ilk ve son yolculuk olan Kıyamet Çatlağı’na Âli Yüzüğü atma görevinde yaşadıkları tüm serüvenler, zaman dilimi olarak yolculuk harici hayatlarının çok küçük bir yerini kaplasa da dostluklarının nişanesi adına bir özet teşkil etmektedir. Bu yol arkadaşlığı duygu yüklü anlar ve her iki dostun yaşamlarına dair bir çok ilk ile doludur. Frodo ile Samwise yolculukları esnasında fedakarlığı, vefayı, hüznü, hayal kırıklıklarını, ayrılığı, kaybetmeyi, kahramanlığı, heyecanı, açlığı, ümitsizliği, yanlış anlamaları, yani esasında kim bilir belki de bir ömre sığması mümkün olmayacak birçok maddi/manevi kesişim anlarını yaşama ayrıcalığına erişmektedirler.

Peki insan döneceğini bildiği/düşündüğü bir yolculuğa çıkarken veda eder mi? Bilbo veda etmişti çünkü geri dönmeyeceği/dönemeyeceği bir yolculuğa çıkıyordu. Veda sonrası geri dönüşlerde insan geçmişe ait, yaşanmışlığa ait pek bir şey bulamaz; bulduğunu zannetse de anlamlandıramadığı bir huzursuzluk halidir bu. Renkleri soluk bir kıpırdanma hisseder yüreğinde; her şey esasen yabancılaşmıştır gözünde. Bir nevi doğum günü pastasının mumları yanarken heyecanlanmak ve üfleyip söndürdükten sonra çocukça tekrar yakıp, yakıp söndürmeyi istemek gibidir. Tekrarı olan şeyler vedayı bir türlü yaşayamaz özünde. Oysa bir Veda’dır yolculuğun ilk adımı.

Shire

Shire

Gurbette hisseden insan esasen kendisini bir yolcu olarak görmesinden sebep olsa gerektir bu hali. Peki Samwise Gamgee bu yolculuk anını nasıl bastırmaktadır? Bir tutam Shire! O bir kokudur, tattır. Gözlerini kapar ve onu kodlamış “an”a götürür. O bir kavuşma, buluşma halidir. Çünkü o “an”da özgürsündür ve hızına kimse yetişemez. Geçen bir ömrü ve anıları/hatıraları, Bilbo’nun şiirindeki “kapı önündeki konuşmaları” bir tat, bir kokuda görüp gelirsin o “an”dan. Bitmesini istemediğin ve bu sebeple göz kapaklarını sımsıkı kapattığın öyle bir yolculuktur ki o, her şeyi eşsiz kılar gönlünde; ruhunda “Evet, bir tutam Shire! Sen ne güzel bir tatsın, kokusun. Geçmişe ve geleceğe ümit oluyorsun çünkü her şey senin o bir tutam tadında, kokunda gizli.” dersin. O koku ve tat seni alıyor ve zaman ötesi yolculuklar yaptırıyor ve süzüle süzüle serin çimenlerin üzerinde ılık bir rüzgâr esintisi ile toprakla bütünleşiyorsun, âdeta özüne dönüyorsun, ne olduğunu anlıyor ve sakinleşiyorsun.

Sahiplenmeden, duraksamadan, adeta bir suyun akışı gibi her şeyi o akıntıya bırakma. Çok sevdiğim ve tebessümüne hasret kaldığım bir dostum hep derdi: “Tarkan kendini serbest bırak suyun üzerindeki akışa. Çırpınma; çırpındıkça batacaksın!”

Evet, her ne olursa olsun bir vedadır bu dünya adına. Zira her şeyin, her anın üstünde bir fena damgası var. Onun içerisindeki bekaya götürecek, bir manada komik ve basit bir teşbih ile… lezzetli pirinç tanelerinin içerisindeki sevilmeyen, istenmeyen, ayıklanan ve değersiz olarak düşünülen ama aslında çok da değerli olan o taşı bularak güzel bir yere koymak; çünkü pirincin lezzetini atılmak istenen o taş veriyor esasında. Senin acı, tatlı tüm yaşanmışlıkların yüklüdür o taşta; her şeye, her olaya nasıl baktığın ile ilgilidir. Yani defterin sana ayrılmış son sayfalarına bir şeyler yazıp Gri Limanlar’dan bir gemi ile ayrılmaktır.

Ahh!.. O bitmek bilmeyen vedalar!..

  • Shire’a veda!
  • Tom Bombadil’e veda!
  • Ayrıkvadi’ye veda!
  • Gandalf’a veda!
  • Lórien’e veda!
  • Kardeşliğe veda!
  • Nice  ayrılıklarda mutlu, büyük ama kısa bir buluşma ve sonrasında geri dönmeyecek gemilerle Gri Limanlar’dan veda!…

Ama öyle bir veda serüveni ki bu; insana dostluğun, sevginin, başkalarının mutluluğu için yaşamanın eşsiz bir hikayesini yaşatır.

Şu vedaları düşündüğünde insan ne Gondor’un ihtişamını ne Cücelerin madenlerindeki zenginliklerini ne Minas Tirith’i ne de diğer nice zenginliklerini arzuluyor. Sadece Yüzük Kardeşliği’nin birlik ve beraberlik içerisindeki o muhteşem gönül ve ruh zenginliğini arzuluyor.

Sonra anlıyor insan Yahya Kemal’in “bu gurbet” sözünü, daha bir başka içselleştiriyor. Bütün ihtişamına ve güzelliklerine karşın diğer zenginlikleri arzulamıyor/arzulamak istemiyor çünkü üzerinde fena damgası var. Zorlu ve çetin bir yolculuk olan ama âdeta sevginin paha biçilmez mührüne sahip Yüzük Kardeşliği serüvenini tercih ediyor duyarlı insan. Çünkü orası Gurbet’e veda…

Bu hedefte oyalanma yoktur. Yolculuklar zordur. Sözle kabul edersin yola çıkmayı ama bazen bir Uruk-hai’nin oku seni kendine getirir, ama yolda kalmış olursun. Oysa sıradan olmayı şeref bilip en iyi kılınca, sahip olmayı arzulamayıp, en iyi oku atamayıp sıradan bir ip ve yorgunluk nedir bilmeyen ayaklar, yerine göre aç susuz, yerine göre soğuk ve merdivenlerin basamaklarına oturarak Lembas kırıntılarının dibinde yalnız başına gözyaşları içinde dostundan vazgeçmemektir. Gandalf’a verilmiş bir sözün vardır. Ama öyle zamanlar vardır ki böyle anlarda herkesin aklına gelen soruyu soran Pippin’e bir tek Gandalf o sorunun cevabını verebilir. Dev trol ve orkların gümbür gümbür, kapıları koç başı ile kırmaya çalıştıklarında, Nazgûller’in çığlıkları arasında bu sorunun cevabını bilen dost/yoldaş olmalıdır yüzük kardeşine ve yalnız olmadığını hatırlatmalıdır. En başından beri yalnız değildir aslında!… Eğer görebiliyor ve inanıyorsa!…

Eğer benim seçim yapmama izin verirseniz ben yol arkadaşı olarak üç kişi önerirdim; Onsuz kalmaya asla katlanamayacak olan Sam, bir de Gimli’yle ben.

J.R.R. Tolkien / Yüzüklerin Efendisi / Yüzük Kardeşliği / s.388-389

Bir iki kürek darbesiyle Frodo kayığı tekrar kıyıya getirdi. Sam sıçan gibi ıslanmış bir biçimde sudan çıkabildi. Frodo Yüzük’ü çıkartarak tekrar karaya ayak bastı.

‘Bütün bu karışık belalar içinde sen en beterisin Sam!’ dedi

J.R.R. Tolkien / Yüzüklerin Efendisi / Yüzük Kardeşliği / s.390-391

Devam edecek…


‘Shire’ İllüstrasyonu © Kimberly

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply