Baobaplar Çok Sayıdaysa Ufalanıverirmiş Gezegenin

0

Pilotun, yeniden bulduğu çocukluğu sayesinde kendi öz benliğinin, başkaları ile ilişkilerindeki başarısızlığının nedenlerinin, bunlar arasında hangilerinin kendisini yalnızlığa ittiğinin farkına varmasını sağlayacak düşünceleri, bu bölümde (7. Bölüm) başlar, 15. Bölüm’e kadar devam eder.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.52

Her geçen gün, konuşmalarımız arasında küçük prensin gezegeni ve oradan ayrılışı ile ilgili bir şeyler öğreniyordum. Bu bilgileri çok yavaş ve onun düşünce sürecine bağlı olarak söyledikleriyle elde ediyordum. O baobap ağaçlarıyla ilgili felaketi de böyle rastlantıyla öğrendim. Bunun için de bir kez daha o koyuna teşekkür borçluyum. Çünkü küçük prens çok ciddi bir endişeye kapılmış gibi birden, ‘Koyunların küçük çalıları yediği doğru mu?’ diye sormuştu.
‘Evet, yerler.’
‘Hah, neyse!’

Koyunların küçük çalıları yemesinin neden bu kadar önemli olduğunu anlamamıştım. Ama küçük prens,

‘Baobap ağacını da yerler öyleyse,’ dedi.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.26

Yazara göre her birimiz apayrı birer gezegeniz. Ve çoğumuz kendi gezegenimize başımızı gömüp diğerlerinden habersiz bir adam sendeliğe, bir yalnızlığa bürünüyoruz. Zaman geçtikçe bu bürünme, bizi “bu âlemin merkezi benim” benliğine götürüyor. Ne yazık ki diğer gezegenleri görmek; onları tanımak arzusunu taşıyan ve bunun için yollara düşen çok az. Başkalarını anlayabilmek ise ilk önce kendini anlayabilmekten, tanımaktan geçiyor.

Topluluğa alışmak gerekir. Bu da pilotun yaptığı gibi, çocuğun gezegeni, oradan ayrılışı ve serüveni hakkında anlattıklarını anlamak için söylediklerini dikkatle dinlemeyi gerektirir. Topluluğa alışmayı bilmek için, olayların gerçekleşebileceği süreyi sabırla beklemeyi ve düşünmeyi öğrenmemiz gerekir.

Özellikle de küçük baobapları yiyecek bir koyuna ihtiyaç olması gibi, bize zaten çok açık gibi görünen bir şeyi anlamak için uzun süre düşünmek gerekir.

Pilotun insanların içinde var olan çelişkiyi anlamak için çok çaba sarf etmesi gerekti:

Aslında insan gibi olmak için diğer insanlara ihtiyaç duyarken kendisini insanlardan ayıran, körleştiren ve sağır eden bencilliğe kapılmıştır. Yani zararlı bitkiler bütün gezegeni sarmıştır.  

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.52

Küçük Prens, gezegeninden çıkmaya ve başka gezegenleri tanımaya kararlıdır. Onun gezegenlere yaptığı yolculuk, iç âlemimize çevrilen bakışımız; yani kendimizi tanımaya atılan ilk hamledir. İçimize baktığımızda davranışlarımız, karakterimiz; kısaca ne olduğumuz gözlerimize, idrakimize yansımaya başlar. Bu âlemi ne kadar iyi tanır, eğrisini, doğrusunu ne kadar görüp kendimizi yenilemeye başlarsak daha kolay ve çok daha güzel olacaktır yolculuğumuz. Ve böylece başkalarını tanımaktan, onlarla konuşmak, vermek ve almaktan zevk duyacağız. Kainattaki paylaşım sırrından nasiplenmeye başlayacağız. Varlığın kardeşliği de diyebileceğimiz bu mükemmel dairede yer alabilmenin insanlığa neler katabileceğini yaşadıkça göreceğiz. Ancak, bu hale ulaşabilmek için karşımıza çıkacak engelleri kaldırmak, bunun için de kuvvet ve sabır gerekiyor. Yoksa “kâmil insan mührü”nü taşıyacak kalbimiz ve ruhumuz her zaman nefsin tutkularının tehlikesi altında.

Görünen ve görünmeyen, iki paralel gibi sonsuz zaman içinde birlikte akar gider; biz ise sonuçları görür, meyvelere tanık oluruz hep.

Zaman denen cevherin görünmez tezgahında, her şey meçhul bir biçimde oluşur. Bu oluşumda küçük görünen şeylerin rolü halıda gizlenen küçük ilmikler gibi, bir sır olarak kalır. Bütün bu olup biten, bir gülün açılışı gibi o kadar yavaştır ki, dikkat kesilse de insan, evreleri göremez.

Ne kadar küçük olursa olsun, mevcut olan her şeyin, ileride oluşacak her şeyle ilgisi vardır… Farkına varılsın ya da varılmasın yarın karşılaşılacak olan şeylerin tohumları, o küçük şeylerle bugünden atılır.

Gözü kapamak değiştirmez gerçeği.

Olumsuz tohumların ekilişine seyirci kalanlar ya da farkına varmayanlar, dikenleri gördükleri zaman dehşete kapılırlar.

Kemal Ural / Küçük Şey Yoktur / s.15

Antoine de Saint-Exupéry'nin fırçasından 'Baobapların Sardığı Küçük Prens'in Gezegeni'

Antoine de Saint-Exupéry’nin fırçasından ‘Baobapların Sardığı Küçük Prens’in Gezegeni’

Küçük Prens hassas ve sevgi doludur. Elbette bu iki özellik yoğun komplikasyonlara1 sahiptir ve sadece çocukluğun pembe dünyasından söz ederek, tehlikelerini bir sır gibi saklayan her türlü yalanı cezalandırır. Çünkü çocukluğun tertemiz ve kusursuz bir biçimde yuvarlaklaştırılmış dünyasının orta yerinde tehlikeler ve yanlış anlamalar pusuya yatar.

Bu tehlikeler baobap ağaçlarıdır; bu ağaçlar kökleri tam zamanında sökülmezse gezegeni yerle bir ederler. Bu yüzden Küçük Prens her zaman tetikte olmak zorundadır.

…kendi kendine şunu sorabilirsin; acaba senin çocukluk gezegenini tehlikeli bir biçimde delik deşik eden baobap ağaçları nelerdi? Ebeveynlerinin buhranlı evlilikleri mi? Aile içinde bir alkol problemi mi? Kardeşler arasında yıkıcı bir rekabet mi? Yoksa gizli korkular mı? Büyükanne ve büyükbabanın yanına ya da yatılı okula gönderilme mi? Şefkatsiz anne mi? Terk etmiş baba mı? Dayak mı? Yoksa boyun eğmek mi? Çocukken omuzlarına taşıyabileceğinden fazla sorumluluk mu yüklendi?

Zor bir çocukluğun bu “baobap ağaçlarını” bilmeyen var mıdır? Bizler de tıpkı Küçük Prens gibi pek çok kez kendimizi onlara karşı müdafaa etmeye çalıştık.

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.33-34

Evlilikte problem, zararlı şeylere bağımlılık, hırs, yıkıcı rekabet, gizli korkular, aileden uzaklaşma, sevgisizlik, terk edilme, zorbalık, boyun eğmek, omuzlarına taşıyabileceğinden fazla sorumluluğun yüklendiği çocukluk… Ve hepsini içinde barındıran felaket: Savaş.

Exupéry bunların bazılarını yaşayacak, bazılarını da çevresinde şahit olacaktır. Savaşın içinde olmasına rağmen yurdunun nasıl bu kadar çabuk çöküntüye uğradığını bir türlü anlayamayacaktır.

Bu dönemde Léon Werth’e yazdığı bir mektuba çizdiği desen, nahif ruhundaki yırtılmanın betimi gibidir. Bir uçurumun kıyısına çok yaklaşmış olan dünya yüzeyinde baobapları örten küçük yapraklı ağaçlar görünür. Ön tarafta bir koyun, diğer çiçeklerin arasında iyice belirginleşen güle bakmaktadır. Dünyanın bittiği yerin hemen yanında küçük bir yıldız vardır. Gökyüzünde ise iki figür belirgindir: 

Büyük bir bulutun içinde Fransız Hava kuvvetlerinin en güçlü savaş uçağı Bloch 174 yazılıdır ve bulutun üstünde öfkeli bir Küçük Prens durmaktadır. Yakıcı ışıklarını onların üzerlerine yollayan güneşin hemen yanı başında göreceli olarak daha küçük bir figürün Küçük Prens’e doğru hamle yaptığını görürüz. Bu figür şeytan biçiminde resmedilmiştir ve kucağında taşıdığı küçük bir bulutun üzerinde Nazi ağır bombardıman uçağı Messerschmitt’in ismi belli belirsiz okunmaktadır. Saint-Exupéry vatanıyla birlikte dünyanın tüm hür iradeli demokratik sistemlerinin de bir felaketin kıyısına çok yaklaştıklarını anlatmak istiyordur dostuna.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.215

Vatanını seven insan, aynı zamanda şuurlu ve de keskin bir gözleme sahipse topraklarına gelebilecek her türlü tehlikeyi aklı, kalbi ve ruhuyla hissedecektir. Çoğu insanın uyanamadığı puslu bir sabahın ne türlü karanlıklara gebe olabileceğini anlayacak ve bütün benliği yaralanmaya başlayacaktır. Çünkü gelen tehlike, insan ruhunun özgürlüğünü elinden alacak bir bela; masumiyetin, sevginin, insan olabilmenin tüm renklerini solduracak bir karabasandır.

‘Taşların altında gizlenen akrep ve yılanlar değil; insan kalbinin sakladığı kötülüklerdedir asıl tehlikeli olanlar.’İnsanın bozuluşu da ilk yara izleriyle başlar… Küçük şeyler insanı çürümeye hazırlar.

‘İşlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalp ve ruhumuzda yaralar açar.’3

Şöhret duygusu, ya da bir çıkar hırsı, hasta ya da kibir, insanda açılan ilk yara hisleridir.

Bundan sonra bütün evreler artık hep birbirini izler; insanın yaratılışındaki amaca ters düşen her şey, her defasında onu bir daha böler. İnsan parçalanınca insanı insan yapan değerler, birer birer silinir. Sürülmeyen ve ekilmeyen tarlayı basan ayrık otları gibi, insan binbir kötülüğün istilasına uğrar. Sonunda kalbin bütün çiçekleri solar.

Kemal Ural / Küçük Şey Yoktur / s.324

İnsanın iç dünyası bir bahçe gibi. Toprağı her türlü tohumu yetiştirmeye müsait. Yeşilliklerin üzerinde kuşlar, kelebekler uçarken taşların altında saklı nice tehlike barınır. Onun için bahçede dolaşırken, meyve toplarken duyduğumuz rahatlığı, aldığımız zevki ondaki bir taşı kaldırırken duyamayız; tedirginlikle bakarız taşın altına.

Savaşın da sakladığı her şey korkunçtur. Onu hazırlayan her sebebin altında nice kirli düşünceler nice bozuk duygular vardır; bilemeyiz. İlk önce hırsın, kinin, saldırganlığın gölgesi sarar her yeri. Sonra yakıp yok etmenin alevleri. Dünyayı saran bu tehlikeler tıpkı baobap ağaçları gibidir.

Hele insanın iç âlemini bekleyen tehlikeler… daha da önemli. Çünkü vatanı, dünyanın rengini, her şeyin desenini oluşturan insanın rengi ve desenidir. İnsan beyazsa dünya beyaz; insan siyahsa dünya siyahtır. İnsanın karanlık yüzünün sebebi onun karanlık tutkularıdır. Aynı baobap ağaçları gibi sardığında içini, aydınlığa yer bırakmaz. Küçük Prens de bunun farkındadır ve baobap ağaçlarının yenilmesini ister.

Ona baobap ağacının küçük çalı olmadığını, tam tersine kale gibi büyük olduğunu, bir fil sürüsünün bile tek bir baobap ağacını yiyip bitiremeyeceğini anlattım.

Fil sürüsü fikri onu çok güldürdü.

‘Onları üst üste koymak zorunda kalırdık,’ dedi. Ama sonra da çok akıllıca bir söz etti:
‘O kadar büyümeden önce baobaplar da küçük oluyorlar.’
‘Çok doğru, ama koyununun küçük baobap ağaçlarını yemesini neden istiyorsun ki?’
‘Bunda anlamayacak ne var?’ diye yanıtladı beni. Çok açık bir şeyden söz ediyordu sanki. Kafamı zorlayıp anlamalıydım bunu, hem de yardımsız.

Sonunda küçük prensin gezegeninde, öteki gezegenlerde olduğu gibi, iyi ve kötü bitkilerin var olduğunu öğrendim.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.24-25

Baobab Ağaçları ve Küçük Prens

Tohumlar içlerinden biri uyanma hevesine kapılıncaya kadar toprağın derinliklerinde uyurlar. Filizlenmeye başladıklarında zararlı bitkiler diğerlerinden ayırmak zordur. Gereksiz tutkular ve istekler bize diğerleriyle aynı amaca doğru yol alıyormuşuz duygusu verdikleri için önce hayranlık uyandırıcı ve savunmasız görünebilirler. Ama eğer zihnimizi bulandırır, aşırıya kaçar ve bizi yabancılaştırırlarsa, zararlı bitkileri temizlemek gerekir. Aynı şekilde her gezegende zararlı bitkiler vardır ve eğer çok geç kalırsak onlardan kurtulamayız; bütün gezegeni sarar ve bizi yok ederler. Bu yüzden de filizlenmeye başladıklarında birbirlerine çok benzeyen baobaplarla gülleri; aşırı tutkularla akla yatkın tutkuları ayırt etmeyi bilmeliyiz.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.52-53

Bir sayfa açıldı mı zamanın tohumları hemen işe koyulur. İyi yönde değilse, yosunları sarmaya, kurtları kemirmeye, ağır ağır sokulur.

İnsan ne yaptığını bilse de kimin ve neyin etkisinde kaldığının bilincinden yoksundur.

Böylece harekete iten etkenlerden habersiz, sonuçların ürküten uyarısından uzak yarınlara koşulur. Bu nedenle bir fikri, duyguyu korumak, yaşatmak istiyorsa o noktada üstünde sürekli derinleşmeli insan.

Kemal Ural / Küçük Şey Yoktur / s.310

– Hayatı korumak için onun değerini bilmek gerekiyor, bilmek için de duygu ve düşüncelerde derinleşmek.
– Evet. Bu şuura kavuşabilmen için başına gelen her olayla ilmek ilmek dokunuyorsun ve onun için imtihan ediliyoruz. Bu dünya hayatı da bizim için bir imtihan mekânı.

– İmtihan neden yapılır?
– Bir sonuca varabilmek için.

– Nedir bu sonuç?
– Arzulanılan bir hale bu dünyada ulaşmak ve arzulanan bir hayata başka bir âlemde kavuşmak.

– Kim istiyor bunu bizden?
– Bizi yaratan, bizim için her türlü güzelliği düşünen, bunun için her türlü imkânı bizlere sunan “bütün âlemlerin Sahibi” … Sahibimiz.

İç âlemimizde; yaradılış özümüzde iki çekirdek veya iki tohum var. Hangisini toprağımıza eker onu sular, bakımını yaparsak o gelişecek içimizde ve zamanla da meyvelerini verecek. Davranışlarımızda, ahlakımızda görülecek bu meyveler. Kimi sevilecek, tat verecek, şifa olacak; kiminden yüz çevrilecek, ağzı buracak, mideye zarar verecek. İlk önce tutkular, kötü duygular, sonra varlığımızı korucuyu iyi duygular ekilmiş toprağımıza.

– Bu iki tohumu nasıl ayırt edecek, nasıl doğrusunu seçeceğiz?
– Varlığında doğuştan verilen “iyiliğe meyil” denilen bir rahmet ışığın var; yani bahçende güzele, berekete meyilli bir kanalın. Sen sadece kötülüğe yönüne iradeni kullanma; yeter. Çünkü ne varsa yerli yerinde; gerekene, gerektiği kadar yetecek her şey var. Varlığındaki bu oluşum; bahçendeki bu düzen ancak kötü niyetinle yön değiştirecek; bunu iyi bil, kendini her zaman kontrol et.

Kökünün nerede olduğunu bilemediğimiz ve bu yüzden de çözümsüz görünen sorunlarla karşı karşıya kaldığımızda, acele etmemiz; ama aynı zamanda çözüm bulabilmek adına fazla acele edersek, karşı karşıya olduğumuz tehlikenin de farkına varmamız gerekir.

Bu yüzdendir ki arkadaşını uzun zamandır karşı karşıya olduğu tehlikeye karşı uyarma ihtiyacı duyan pilot, onu tanımadığı halde kökleriyle bir gezegeni tamamen kaplayan ve onu yok eden üç baobabı tasvir eden “görkemli bir resim” çizmek ister. Bu resim, söylenmek istenen şeyleri sözcüklere gerek duymadan anlatabilen muhteşem bir benzetmedir.

Sonraları küçük prens bu konuyu, ‘Bu bir çeşit disiplin,’ diye açıklamıştı. ‘Sabah uyandığınızda nasıl yüzünüzü yıkayıp temizliğinizi yapıyorsanız, gezegene de aynı şeyleri yapmalısınız; hem de daha büyük bir özenle. Bütün baobapları hemen sökmelisiniz. Yoksa bir süre sonra iyice gül fidelerine benzerler. İşte o zaman hangisinin gül hangisinin baobap olduğunu anlamak da güçleşir. Sıkıcı bir iş bu; ama çok kolay.’

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.27

Antoine de Saint-Exupéry'nin fırçasından 'Baobapları Büyümeden Söküp Atan Küçük Prens'

Antoine de Saint-Exupéry’nin fırçasından ‘Baobapları Büyümeden Söküp Atan Küçük Prens’

Bu sebeple çocukluk döneminde her türlü olumsuz davranışlara itebilecek çevrelerden uzak durmak gerekiyor. Yanlış örnekler, onun benliğine; fıtratına yerleştirilmiş bu muazzam orijinal düzeni bozuyor. Büyüdükçe yavaş yavaş yaptığı her olumsuzluk, çocuğu iyilikten bir adım uzaklaştırıyor ve onu koruyacak olan vicdana; iç kontrole fırsat tanıtmıyor. Ve baobap ağaçları sardıkça sarıyor her yanını…

Küçük Prens bu sebeple her sabah elini yüzünü yıkadıktan sonra dev baobap ağaçları istila etmesin diye gezegenini temizliyor. Sıkıcı bir iş olsa da günlük bu çalışmadan vazgeçmiyor. Vicdan muhasebesi; temkinli oluş diyebileceğimiz bu disiplinle gezegenini koruyor.

İyi bitkilerin tohumları daha iyi, kötü bitkilerin tohumlan daha kötü oluyormuş. Ama bu tohumlar göze görünmüyormuş. Toprağın kuytularında gizlenmiş dururlarken arada bir birkaçının uyanacağı tutarmış.

Bu tohum başlangıçta biraz çekingenlik gösterse de kendi halinde güneşe doğru uzamaya başlarmış. Eğer bu bitki yalnızca bir turp ya da bir gül goncası olsa büyümesinde hiçbir sakınca yokmuş. Ama öyle kötü bitkilerdense hemen ortadan kaldırılmalıymış.

Şu sıralarda küçük prensin gezegeninde çok korkunç bir bitkinin tohumları sarmış ortalığı. Baobap tohumlarıymış bunlar. Toprağın içi bunlarla doluymuş. Fark etmekte biraz geciktiniz mi, iş işten geçer, bir daha onlardan kurtuluş olmazmış. Bütün gezegeni sararlar, kökleriyle de içerden sıkıca kavrarlarmış. Eğer bir de gezegen küçücük, baobaplar da çok sayıdaysa işte o zaman ufalanıverirmiş gezegencik…

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.26

Mevlâna der ki:

İnsanın vücudu, içinde yırtıcı hayvanların dolaştığı bir ormana benzer. Parçalanmamak, yok olmamak için çok uyanık bulunmamız lazım. Bizim vücudumuzda binlerce kurt, binlerce domuz, temiz, pis, güzel, çirkin binlerce sıfatlar vardır. Herhangi sıfat galip gelirse biz onun hükmü altına gireriz. Zaman olur, insanın içinde bulunan kurt harekete geçer ve insandan kurtluk zuhur eder. Zaman olur, insan, ay gibi Yusuf yüzlü bir güzel haline gelir. İyiliklerle, kinler, kötülükler gizli bir yoldan gönüllerden gönüllere akıp durmaktadır. Kalpte her an bir çeşit şey baş gösterir. İnsan bazen şeytanlaşır, bazen melekleşir.

Mesnevi / 2. Cilt / 1416

Ahmet Haşim “Başım” adlı şiirinde içimizdeki ormanın yüzümüze nasıl yansıdığını şu dizelerle dile getirir:

Ürkerim kendi hayâlâtımdan,
Sanki kandır şakağımdan akıyor;
Bir kızıl çehrede ateş gözler
Bana güya ki içimden bakıyor.

Bu cehennemde yetişmiş kafaya
Kanlı bir lokmadır ancak mihenim4,
Ah ya Rabbi, nasıl birleşti
Bu çetin başla bu suçsuz bedenim?

Şaire göre hayallerimizde ne var ki bizi böylesine ürkütür? Kafamızda dolanan ne korkunç bir buhrandır ki, yaraladığı düşünceler şakaklarımızdan akarak yüzümüzü kana boyar? Tutkular, arzular, hırs nasıl kavurur ki beynimizi, ateşi gözlerimizden çıkar? Hissedilen nasıl bir cehennemdir; iç âlemde nasıl bir savaş vardır ki sıkıntısı bedeni adeta lokmalara böler. Nasıl gelinir bu duruma?

Oysa bir “nur”dan başladı yolculuğu Âdemoğlunun. Her şey yerinde, ortam sakin, yol düzgün; hep ilerliyordu. Zaman geçtikçe zorlaştı yolculuk; inişli çıkışlı olmaya başladı alışılan düzlükler. Nereye gittiği bilinemeyen sayısız çizgiler çizildi etrafına ve o şaşkın; ortasında kalakaldı. Ufuk çok uzaklardaydı. Bu çizgilerden hangisiyle geçecekti ötelere?

Onu sen seçeceksin, denildi insana. Aklı karıştı bir an, bakışları bulandı. Sebeplere takılmazsan, aklınla çözemediğin bu zorlukları gönlünle çözmeye başlayacaksın, diye devam edildi. Daha da şaşırdı. Aklın çözemediğini gönül nasıl çözebilirdi ki? Gönül denilen yer, “Sahib”inin otağı. Tek yapacağın burayı her türlü tehlikeden korumak ve o gönlü sana “Veren”e teslim olmak, sözüyle nokta konuldu.

Yaradan yarattığı varlığa şekil verdiği ve balçığı düzgün kıvama koyup içine ruhundan üflediği zaman insanın iç âlemine de İlahi isimlerinin manalarını yerleştirmiş. Bu âlemde manevi goncalara benzeyen İlahi isimlerin açılması için tertemiz, bereketli bir ortama ihtiyaç var. Temiz, niyeti samimi bir kalbe.

Bu sebeple insanın kalbi taze filizlerin, rengarenk tomurcukların, yemyeşil gülücüklerin rüzgarla oynadığı bir bahar bahçesi gibi olmalı. O bahçede İlahî isimler en güzel manalarına bürünmeli. Nefsin kavurucu sıcakları bastırmadan, toprak susuzluktan çatlamadan, ısırganlar, çalılar sarmadan bu güzellikleri, hayat suyunun kaynağını bulmaya koyulmalı. Canın verimli toprağında güzel niyetler filiz vermeli. Gül kokusu duyulmalı derinlerden gelen. İşte o zaman duayla, teslimiyet ve tövbeyle gelişen irade, bu yolcuyu hak olan çizgide her zaman “Hakikat Olan”a, “Yâr Yolu”na götürecek.

Ömürler birer bahçe;
Ne dikersen onu verir.
Güneşi al bir eline,
Yağmursa dökülsün kelimelerinden;
Baharı yaşasın derinliklerin.

Her gün ayrı bir emekle varılır
Cennet yamaçlarına
Sen toprağını belledikçe
Daha gür fışkıracak düşüncelerin.

Hayal değil bu topraklar;
Sadece görmen gerek.
Gül kokusu baş döndürür;
Yâr yoluna girmen gerek.


1. Komplikasyon: Bir ilacın ya da bir hastalığın doğuracağı yan etki
2. V. Hugo
3. Bediüzzaman
4. Mihen: Eziyetler, sıkıntılar

‘Küçük Prens ve Baobap Ağaçları’ İllüstrasyonu © Ann Baratashvili
Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply