Yeryüzünün Gerçek Sakinleri

2

Doğanın tek bir dokunuşu tüm dünyayı aile yapar.

William Shakespeare

Bugünün dünyasında yaşayan hemen herkes, hayatlarında bir şeylerin eksik olduğunu içten içe sezinlemektedir. Hiç kimse, dünyada bulunuş biçimlerimizde bir şeylerin temelden yanlış olduğunu inkar edecek kadar safdil değildir. Bu, doğrudan doğruya, tabiatı mümkün olduğu kadar safdışı bırakan yapay bir çevre oluşturulmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Eğer modern bir şehir, sakinlerinin gerçek ihtiyaçları ve kaderiyle uyum içinde olsaydı, bu kimseler her fırsatta bütün zorluklara katlanarak kıra veya deniz kenarına kaçmaktansa o şehri sever ve ararlardı. Bu kaçış nostaljik bir egzersiz ya da geçmişe geri çekilme arzusu değildir. Elbette ideal yer insanın yeryüzü macerasının vazgeçilmezidir. Küçük Prens’in düşüş <varış> ve ayrılış <kayboluş> noktası Sahra Çölü’dür. Hayat sanatı taklit eder: Exupéry kendi yalnızlığında huzur bulduğunda o da ortadan kaybolur. Bu şartlar altında yaşayan dindar insanlar bile, tabiatın manevi anlamını kavrama yeteneklerini yitirmektedirler. Her yerde, tabiatı ele geçirme tutkusunu gördüğümüz gibi, insanın da değerini yitirdiğini, varoluşunun da tehlikeye girdiğini müşahede etmekteyiz. Kendi ontolojik kaygısıyla yüzleşen Pisagor, neden yaşadığını sorguladığında şu cevabı bulmuştu: “Göğe ve tabiata bakmak için.” Göğün güzel yüzü Immanuel Kant’ı öylesine derinden etkilemişti ki büyük filozof mezar taşına şöyle yazılmasını vasiyet etmişti: “İki şey var ki, ruhumu hep yeni, hep artan bir hayranlık ve müthiş bir saygıyla dolduruyor. Üzerimde yıldızlı bir gök, içerimde ahlak yasası.” Goethe ise tabiatın “görmek üzere doğan” ve “temaşa etmeğe memur edilen” insandan bir şey saklamadığına inanır. Bir defasında Jakobi kendisine, “Tabiat Yaratıcı’yı gizler” diye yazdığında, “fakat herkesten değil!” diye cevap verir.

Uçuyorum, çünkü  aklımı küçük şeylerin zulmünden kurtarıyor.

Antoine de Saint-Exupéry

Exupéry’nin en büyük sancılarından birisi insanlıkta algıladığı manevi çürüme ve en trajik bulduğu şey ise insanlar arasındaki ruhsal birliğin kopuşu idi. Haziran 1943’te, Tunus, Ouija’daki müttefik bir hava keşif bölümü ile konuşlandırılırken, Exupéry, asla göndermediği bir mektupta şunları yazdı: “Yüzyıllar boyunca insanlık, tepeleri bulutlarda gizlenen ve en düşük basamakları karanlık bir uçurumda kaybolan muazzam bir merdivene iniyor. Merdiveni yükseltebilirdik; onun yerine onu alçaltmayı seçtik. Manevi çürüme korkunçtur. Dünyada tek bir sorun var: İnsanlarda manevi duyguları canlandırmak.” Gökyüzü denen “mavi umut ülkesinin” en yükseklerinde dolaşan ve asağıda insanlık denen uçurumu gözlemleyen Exupéry, savaş zamanında yaşamasına ve şavaşın korkunç yüzünü görmesine rağmen, bulutların üstünden gördüğü güzelliğe inanmış ve onu yerdeki insanlara göstermek istemişti. Ardından da Küçük Prens ile hepimize bir mesaj bırakmıştı: “Bir meslek ve sanat ile ilgili en iyi şey belki de insanları bir araya getirme yeteneğidir: Sadece tek bir gerçek lüks vardır – insan ilişkileri. Ve ekler “insan ilişkileri dışında hiçbir şeyde sevinç umudu yoktur.” Evrensel kardeşliğin gerçeğine dair inancını hiçbir zaman kaybetmeyen ve her fırsatta daima bu duygunun tabii ve doğuştan geldiğini insanlığın vicdanına duyurmaya çalışan Exupéry, “aç olanlardan uzak olmaya dayanamıyorum. Acı çekmek ve böylece benim için değerli olanlarla birleşmek için ayrılıyorum” diyerek savaşa yeniden katılır ve  31 Temmuz 1944’te çocukluk şatosunun yakınında Güney Fransa’nın kıyılarında uçan bir keşif görevinde kaybolur.

Her ağacın bir düşmanı vardır, bazılarını savunanlar çıkar.

J.R.R Tolkien

İnsanla tabiat arasındaki dengenin bozulduğunu pek çok kimse kabul etmektedir. Bu dengesizliğin insanla Yaratıcı arasındaki uyumun bozulmasından kaynaklandığını ise herkes fark etmiş değildir. İnsanoğlu, Yaratıcı’nın mülkünde emanete ihanet etmiştir. Sahip olduğu kudreti ve bilgiyi Rabb’in rızasına uygun olarak kullanacağı yerde, tabiatı istismar etmede kullanmıştır. İnsanlık tarihi tecrübeyle öğretmiştir ki “güçle beraber şefkat çok nadir bulunur.”

Dindar insan için tabiat hiçbir zaman “tabii” değildir; her zaman dini bir değere sahiptir. Bunu anlamak kolaydır, çünkü kozmos, kutsal “yaratılmıştır”; Yaratıcı’nın kudret elinden çıktığı için kutsallıkla ve Yaratıcı’dan gönderilen mesajlar ve işaretler ile yüklüdür. Gökte parlayan güneş bir haber olduğu gibi Kur’ân’da, sure-i Şems’de bir mesajdır. Sürekli açan bir çiçek, Ebedî Nizam’dan bir mesaj olurken, onun solması da ölen ve biten bir dünyanın ötesinde bir kader için doğduğumuzu hatırlatır. Kendi tabiatını ve tabiatı koruyan bir insan için her ağaç cennetteki bir ağacın yansıması ve her çiçek, insanın varlığının derinliğindeki hâlâ taşıyıp iştiyak duyduğu cennet saflığının bir aynasıdır. Bu nedenden ötürü, tabiatın sadece dünyevî amaçlara bağlanmış tamahkâr ve hırslı insanların saldırısından korunması gerçekten manevî bir vazifedir. 

“Güzel bir söz güzel bir ağaca benzer.” (İbrahim Sûresi / 14)

Hz. Muhammed (a.s.m) sahabelerinin biatlerini Rıdvan ağacının altında alır.

Hristiyanlıkta, ağaç iki farklı şeyi sembolize eder: Yaratılış’ta yazılmış olan Hayat Ağacı veya İyilik ve Kötülük Bilgi Ağacı.

İslâmî kozmolojide, mukaddes Tuba ağacı, Kevser havuzunun etrafında betimlenir.

Budhaa bir ağacın altında tefekkür eder ve aydınlanma ağaçla gerçekleşir.1

Veli türbelerinin yanında genellikle ağaç bulunur.

Fatih, “bir ağaç kesenin kellesi alınır” der.

Exupéry insan ile ağacı karşılaştırmayı çok sever: “Kökleriyle toprağa, dallarıyla göğe dayanan ağaç, yıldızlar ile bizim karşılıklı yolumuzdur.” (Kale2)

Bir ağaç doğa ile en yakın temasımızdır.

George Nakashima

Antoine de Saint-Exupéry'in fırçasından Baobap Ağaçları

Antoine de Saint-Exupéry’in fırçasından Baobap Ağaçları

Exupéry Küçük Prens’de en görkemli ve en iyi çizimlerin baobablar olduğunu iddia eder ve herkesi baobablara dikkat etmesi için uyarır. Bu sebebten ötürü gelenekden farklı olarak Küçük Prens gezegeninde Baobab büyük bir sorundur ve Exupéry, baobabların ortaya çıkardığı bu soruna bir çözüm olarak kişisel sorumluluğu vurgular. Küçük Prens’in gezegeninde disiplinli olarak sürekli budanıp kontrol edilmesi ve gezegenin tamamına hakim olmasının engellenmesi gerekir. Eğer tohumları topraktan temizlenmezse gezegeni yok edebilirler. En dehşetlisi ise, bunca yıldan sonra bile bir sorunun hala bizleri rahatsız ediyor oluşudur: Koyunlar değerli çiçeği yediler mi?3

Bütün bunlara rağmen maalesef, bugünün dünyasında, tabiatın ve ağacın kutsal olduğu duygusu, yalnızca küçük bir zümre arasında sürmekte ve dillendirilmektedir. Onların tabiata olan sevgi ve hürmetleri çok değerli olmakla birlikte, tam anlamıyla duyulmuş değildir. Söyledikleri şeyler zihni olmaktan çok hissi şeyler olarak değerlendirilmektedir. Pragmatizmin altın çağında aşkın boyutu olmayan bir insan telakkisi yayılmış ve “tabiatın ve ağacın kutsallığı”, “fayda”ya indirgenmiştir. Şimdi önemli olan kutsal olup olmaması değil, faydalı olup olmamasıdır. 

Dünya, Yaratıcı ile ahengini kaybetmiş ve dolayısıyla da yeryüzündeki çevresiyle mütemadiyen sürtüşme içerisinde olan bir insanlığın açtığı yaralar yüzünden kanamaktadir. Bu bağlamda Emerson’un iddiasına da değinmek gerekir: “Halkların tabiat hakkındaki görüşleri onların bütün müesseselerini belirler.” Bugünkü durum insanların gemileri battığı esnada müzik çaldıkları Titanik’in son saatlerini çağrıştırıyor. Tabiatla insan arasındaki barış ve uyum gerçekleşmedikçe insanlar arasında barışın sağlanması neredeyse imkânsızdır. Tabiatla barış ve uyum içinde olmak da Gökler’le ve nihayetsiz her şeyin kaynağıyla uyum içinde olmaya bağlıdır. Dünyayla mahlûkatın dengesi, insanla Yaratıcı arasındaki dengeye göredir. 

Aşk bir ağaçtır ve sakinleri gölgesidir.

Mevlana

Yunanca’da “kozmoz”, kadim zamanlarda “dünya” anlamına geldigi gibi Ulu Însan da demektir. Yunan ve Hint kozmogonilerinin ışığında bu bilgi önem taşır. Vedalar’da kainatın kozmik bir insan, İlk İnsan ve İlahi Arketipsel bir figür olan Purusha’dan yaratılmış olarak tarif edildiğini defalarca görürüz. Kainatın altında yatan uyum telakkisine dair en güzel ifadelerden birisi Taocu gelenekte ve ying yang güçlerinin iç içe geçtigi Tao sembolünün kendisinde bulunmaktadır. Bu hakikati Lao Tzu ne güzel ifade eder: “Bilge kişinin amacı tabiatla uyum halinde olmaktır; çünkü insanlarla uyum içinde olmak bu uyuma bağlıdır.” Gerçek insan ya bu uyum ile birlikte varlığa kardeşlik beşiği nazarıyla bakacak, her şeyle ve herkesle hüsn-ü muaşeret bulunacaktır; ya da insanla Rabb arasında kopukluğun bir yansıması olan –insanla tabiat arasındaki– bu kopukluk acı sonuçlar doğuracaktır. Kurtuluşumuz Yaratıcı’ya yönelik bu bilgi ve sevgide saklıdır.

BERÂ İLHAN


1..Bo veya Bodhi ağacı: Siddharta’nın altında aydınlanmaya ulaştığı ve Buddha olduğu kutsal ağaç. Hermann Hesse, Buddha’nın hayatı hakkındaki muhteşem romanında Siddharta’nın 49 gün boyunca meditasyon yaptığı ve nihayetinde aydınlanmaya başladığı temel sahneye geri döner. “Kıyıda ırmağın üzerine sarkmış bir ağaç duruyordu. Ağacın gövdesine yasladı omzunu Siddharta, köklerinin üzerine başını koyup derin bir uykuya daldı.”
2..Exupéry, erkek kardeşi Francois öldüğünde “hiç ağlamadı, genç bir ağaç gibi zarifçe düştü” teşbihinde de bulunmaktadır.
3..Küçük Prens’deki baobab ağacı antagonisttir. Bu yüzden baobablar Küçük Prens’in değer verdiği güller için sürekli bir tehdit oluşturur. İlk başta gül kuşlarına benzedikleri için dikkatle izlenmelidirler, aksi takdirde kökleri Küçük Prens’in gezegenini yok edebilirler. Bazı edebiyat eleştirmenlerince Baobab ağaçlarının tehdidi, anti-Semitizm veya Hitler gibi bir sorunu temsil eden -tehlikesi çok geç olana kadar belirginleşmeyen, Almanlar’ın Fransa’yı işgaline neden olan tarihsel bir önemi olduğu şeklinde yorumlanmaktadır. Enteresandır Bediüzzaman 24. Mektub’ta “O müthiş Deccal dahi çıktığı zaman, çokları, hatta kendisi de bidâyeten Deccal olduğunu bilmez.” Demek ki nihâyetinde Deccal kendisinin Deccal olduğunu bilir. Bu konuyu ilerleyen zamanlardaki “Baobablar (Deccaller) ve Güller (Mehdi ve Şakirdleri)” yazımıza havale ediyorum.
Paylaşın.

Yazar Hakkında

2 yorum

  1. Kaleminize sağlık. Farklı düşünürlerden aynı mesajlar çıkması şahsım adıma heycanlandırıcı oluyor. Yani ömrünü düşünmeye tefekküre kitaplara gözlemlere veren insanlar bazı cümlelere sıkıştırıyorlar ömürlerini. Bunlar çok değerli cümleler. Allah razı olsun çok güzel yazıydı.

  2. Şu dizeler yakışır o halde bu yazının altına:

    Ainesi ağyar olana alem olur kitab
    Çevir sahifelerini, sanadır bu hitab
    Vazgeçme okumaktan, düşsende bitab
    Yaradan Rabbinin adıyla oku…

Leave A Reply