“Yaşamımızdaki En Güzel Şey” / Saint-Exupéry’nin Annesine Yazdığı Mektuplar

0

Ne olursa olsun, yeter ki bizi yaşatmış olan varlıklar bir yerde saklı kalsın. Gelenekler, aile ocağı ve anılarımızın saklı olduğu ev.

Saint-Exupéry

Saint-Exupéry, babası öldüğünde üç yaşındadır. Hayata üç yaşında hüzünle başlar. Babasız kalması onu annesine biraz daha fazla yakınlaştırır. Annesine olan sevgisini mektuplarında her zaman dile getirir. Onun için mektuplaşmak kavuşmanın yarısıdır. Mektuplar tatlı bir saflık içinde yazılmıştır. Tam bir açık kalplilik ve çocuksu içtenlik; hasret ve iştiyakla…

Saint-Exupéry annesine ilk mektubunu 10 yaşında son mektubunu ise 44 yaşında yazar. Yazdığı son mektubu ise kayboluşundan bir sene sonra yani 1945 Temmuz’unda geçer annesinin eline. Çölün yağmuru özlediği gibi annesini özler. 34 yıl süren bir mektuplaşma. 10 yaşından 44 yaşına kadar ses ötesi bir duyarlılık, dokunaklı ve yanık duygular. Dünyanın bütün güzel kokularına bedel bir anne kokusu damlar mektuplardan.

Bu güzelim mektuplar, yaşamın eşiğinde, düşmemek için bizi tutup kucaklayacak şefkatli sığınağın anne kucağı olduğunu; gerçek mutluluğumuzu annelerimizin ikliminde tattığımızı da hatırlatır.

Le Mans, 11 Haziran 1910 (10 yaşında)

Sevgili anneciğim,

Kendime bir dolmakalem yaptım. Onunla yazıyorum size. Çok iyiyim. Yarın doğum günüm. Emaunel dayım doğum günüm için bana bir kol saati vereceğini söylemişti. Acaba bir mektup yazıp doğumgünümün yarın olduğunu bildirebilir misiniz kendisine. Perşembe günü Notre-Dame du Chêne’e bir gezi var. Ben de okul ile birlikte gidiyorum. Hava çok kötü, hep yağıyor. Verilen armağanlar ile güzel bir sunak yaptım kendime. Allah’a ısmarladık. Anneciğim sizi öyle göresim geldi ki…

Antonie

Avord Ordugâhı, 1922 (22 yaşında)

Sevgili anneciğim,

Baştan aşağı sevgi dolu mektubunuzu az önce bir daha okudum. Ah canım anneciğim, nasıl isterdim yanınızda olmayı! Her geçen gün sizi biraz daha sevdiğimi öğrendiğimi bir bilseniz…

Yaşamımdaki en güzel şeysiniz siz. Bu akşam çocuklar gibi yurt özlemi çekiyorum!

Sizin orada yürüyüp konuştuğunuzu, birlikte olabileceğimizi, sevginizden yararlanamadığımı, size destek olamadığımı düşünüyorum da…

Gerçekten ağlayacak kadar hüzünlüyüm bu akşam. Hüzünlü anlarımdaki tek avuntum olduğunuz da doğru. Küçükken anımsar mısınız? Mans’ta, sırtımda okul çantam, cezalandırıldığım için hüngür hüngür ağlayarak okuldan dönerdim- ve siz yalnız öperek her şeyi unuttururdunuz bana…

Şimdi de durum aynı. Sizsiniz sığınak. Sizsiniz her şeyi bilen ve her acıyı unutturan ve insan, sizin karşınızda istese de istemese de çocuk gibi hissediyor kendini. Olanca sevgimle kucaklarım sizi. Yarın oraya gidiyormuşum gibi şöyle bir elli kilometre uçacağım sizin eve doğru.

Kocaman oğlunuz Antoine.

Orconte, 1940 (40 yaşında)

Tek bir mektup alamıyorum. Nereye gidiyorlar acaba? Ve biraz üzülüyorum buna. Tepemizde dolaşan şu İtalyan gözdağı, sizleri tehlikeye düşürdüğü için, canımı sıkıyor. Müthiş üzgünüm. Sevgili, canım anneciğim, korkunç gereksinmem var sevginize. Yeryüzünde en çok sevdiğim şeyler neden tehlikede olsun? Beni savaştan çok ürküten, yarının dünyası. Bütün şu yıkılan köyler, sağa sola savrulan aileler. Ölüm umurumda bile değil, ama insanlar arasındaki ruhsal birliğe dokunulmasına dayanamıyorum. Öyle çok isterdim ki, hepimizi kar beyaz bir masa başında toplanmış görmeyi.

Yaşamım konusunda pek bir şey demiyorum, söylenecek bir şey yok çünkü: Tehlikeli görevler, yemek, uyku. Alabildiğine az “hoşnutum” yaşamımdan. İnsan yüreği çok daha başka şeyler bekliyor. Çağımın uğraştığı şeylerden de hiç hoşnut değilim. Bile bile göğüslenen tehlike, bilincimin üstüne çöken ağırlığı kaldırmaya yetmiyor. İçime serinlik veren biricik kaynağı, bazı çocukluk anılarımda buluyorum. Noel geceleri yanan mumların kokusunda. Bugün dünyanın en ıssız köşesi, ruh. Susuzluktan ölüyor insan.

Yazabilirdim, zamanım da var, ama yazmayı bilmiyorum, kitabım içimde olgunlaşmadı daha. “İnsanların susuzluğunu giderecek” kitabım.

Hoşça kal, canım anneciğim, kollarımın bütün gücüyle sarılırım size.

Antoine’ınız.

Annesine yazdığı mektuplardan birinde çocukluğunun en tatlı anısını ve annesine olan derin övgüsünü şöyle dile getirir:

Bana enginliği öğreten ne Samanyolu ne uçuş ne de deniz oldu, odanızdaki ikinci yatakta öğrendim ben bunu. Bulunmaz bir talihti hasta olmak. Hepimiz sırayla hasta olmak isterdik. Soğuk algınlığının tanıma hakkı kazandırdığı uçsuz bucaksız bir okyanustu o yatak…

Anneciğim, üstümüze doğru eğiliyor, meleklerin yola çıkışını izliyor, yolculuğun gürültüsüz patırtısız geçmesi, hiçbir şeyin düşlerimizi bozmaması için, yatak çarşafındaki katı gölgeyi, denizdeki çalkantıyı elciğinizle silip yok ediyordunuz.

Çünkü analar yatağı, bir dokunuşta denizi çarşafa döndüren tanrı parmağı gibi düzeltirler.

Antoine.

BERÂ İLHAN

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply