Ya Süperman Ya Huzur – Bölüm 3

0

“Ya Süperman Ya Huzur” serisinin ilk makalesinde,

Bir insan niye mutlak bir güce sahip olmak ister? Niye bir başkasına ihtiyaç duymak, sanki utanılacak bir duygudur? Yani, bir insan niye Tanrı olmak ister? Yani Homo Deus… Eğer böyle bir şey mümkün olsaydı, kazandığından çok daha fazlasını kaybedeceğini biliyor mu insanoğlu?

Peki bunun ve Yuval Noah Harari’nin, benim arabanın arka koltuğunda şekerleme yapmam ile ne alakası var?

demiş ve takip eden ikinci makalede Michael Jackson ve “Neverland” üzerinden, şöhretin insana huzur vermek için yeterli bir sebep olmadığı ve aranılan huzur/mutluluk/tatmin duygusunun sırrının çocukluk ile alakalı bir yanı olduğundan bahsetmiştim.

Şirin Bir Tevafuk

Makale şu sözlerle bitiyordu:

Uygun bir ortamı bulamadı Michael. Hayırlı bir babaya sahip değildi. Benim gibi arabanın arkasında mışıl mışıl uyurken, önde onun için canını verecek kadar onu seven, esirgeyen, emniyet kaynağı bir ebeveynden mahrumdu (Bu serinin ilk yazısı). Benim milyarlarım yok. O kadar sevenim ve tanıyanım da yok. Ama kendime şu soruyu sorduğumda, ‘Michael mı bu hayatta olmaktan lezzet aldı yoksa sen mi?’, cevabım, birçoğunuz gibi, ‘ben’ oluyor.

Yazının yayınlanmasının sonrasında tatlı bir tevafukun farkına vardım:

  • ‘Ama kendime şu soruyu sorduğumda, ‘Michael mı bu hayatta olmaktan lezzet aldı yoksa sen mi?’ sorusunun hemen ardından, ‘cevabım, birçoğunuz gibi, ‘ben’ oluyor.’ denmiş. Bu makaleyi yayına hazırlayan sevgili arkadaşım da Michael Jackson’ın eski bir klibini yayınlamış. Michael, ‘çocuk’ haliyle ‘Ben’ şarkısını söylüyor. Tam yazımızın işlediği konu ile uygun bir şekilde…
  • Peki klipte Michael’ı sahneye takdim eden kim? 1959 yılında çevirdiği Ben-Hur filmiyle Oskar ödülü alan ve en çok da bu rolüyle meşhur olan Charlton Heston… “Ben”-Hur…

Tatlı bir tevafuk!

Neyse biz konumuza geri dönelim:

Şöhret Düşkünü Sanatçının Gezegeni

Şöhret Düşkünü Sanatçının Gezegeni

Küçük Prens’te Şöhret

Çocukluk ile ilgili bu yanın, Exupéry’nin Küçük Prens’i ile sembolize edilen “çocukluk hakikati” olduğunu düşünüyorum. Necdet Neydim‘in (Yrd. Doç. Dr.) ifadeleri ile belirtecek olursak:

Kralın gezegeni otorite tutkusunu,

sanatçının gezegeni, kendini beğenmişliği ve sanatçının toplumla yitirmiş olduğu iletişimsizliği,

sarhoşun gezegeni, umutsuzluk ve buna dayanan unutma isteğini,

işadamının yaşadığı gezegen, amaçsız sahip olma tutkusunu,

fenercinin gezegeni anlamsız ve sorgulamaksızın yerine getirilen görev duygusunu,

coğrafyacının yaşadığı gezegen ise bilimi kimin için yaptığını unutan bilim adamını ve bilim anlayışını sembolize eder. (Kaynak)

Küçük Prens, “çocukluk hakikati”ni sembolize eder. Önceki makalede de geçtiği üzere, bu hakikat “insanlık özü” olan “Muhammedî nur”un (sav) koruyucu kabuğudur. Bu özün üzerinde gelişeceği verimli toprak; o nur’un içinde yanacağı parlak avize gönüldür/kalptir.

Göz görme, kulak ise işitme reseptörüdür/organıdır. Nefs ise hazların… Peki huzur ve mutluluğun da bir reseptörü/almacı; tabiri caizse ait olduğu bir organ var mıdır? Elbette…  O herkesin aradığı hedef ve idealin; yani huzur ve mutluluğun ülkesi “Kalp”tir. Küçük Prens’inizi keşfetmeden oraya ulaşamazsınız. Kral, şöhret düşkünü sanatçı, sarhoş, işadamı, fenerci ve coğrafyacı… Bakın bunların hepsine, sizde var mı? Bilin ki bunlardan kurtulamadan size -kalıcı- mutluluk haram.

Gezegen çapında tanınan ve bazılarının tapacak kadar hayranı olduğu Michael Jackson’dan bahsettik. Şöhret ona mutluluk vermedi ki, ona öykünen insanlar ne elde edecek…

Küçük Prens ve Şöhret Düşkünü Sanatçı

Küçük Prens ve Şöhret Düşkünü Sanatçı

İkinci Gezegendeki Alkışın Kulu

Küçük Prens, otorite düşkünü kraldan sonra kendini beğenmiş, şöhret budalası bir adamın olduğu bir gezegene uğrar. Alkışın kulu olan bu adam, esasında oldukça yalnızdır:

…Ama kendini beğenmiş adam onu duymamıştı. Kendini beğenmiş adamlar övgü sözleri dışında bir şey duymazlar çünkü.

‘Bana gerçekten hayranlık duyuyor musun?’ diye adam Küçük Prens’e sordu.

‘Hayranlık nedir?’

‘Hayranlık demek, beni bu gezegendeki en yakışıklı, en iyi giyinen, en zengin ve en akıllı kişi olarak görmek demektir.’

‘Ama bu gezegende sizden başka kimse yok ki!’

‘Hiç fark etmez. Sen yine de hatırım için bana aynı şekilde hayranlık duyabilirsin.’

‘Size hayranlık duyuyorum,’ dedi Küçük Prens omuzlarını silkerek, ‘Fakat bu sizin için niye bu kadar önemli?’

Küçük Prens bunları söyleyip uzaklaştı. “Büyükler gerçekten çok tuhaf,” diyerek yolculuğunu sürdürdü.

Küçük Prens / s.43-44 / Mavi Bulut Yayıncılık / Yaşar Avunç Tercümesi

Huzurun reseptörü ve mutluluğun yaşandığı yer olan kalbimizi şöhrete kaptırmamalıyız. Zira o, kalbi öldüren zehirli bir baldır:

Şöhret ayn-ı riyâdır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. Ve insanı insanlara abd ve köle yapar. O belâ ve musibete düşersen, İnna Lillah ve İnna İleyhi Raciun de, o belâdan kurtul.

Mesnevî-i Nuriye

Şöhret Tepesi

“Şöhret basamaklarını tırmandı…”, “Şöhretinin zirvesinde iken…” gibi tabirler duymuşsunuzdur. Evet, tırmanılacak böyle bir zirve, böyle bir tepe var. A’mâk-ı Hayâl’de Aynalı Baba ile Râcî’nin muhavereleri vardır. Şimdi de Melekler Ağlarken’de, Latif Baba ile Âdem’i dinleyelim:

…Dev tepenin önündeki tepelerden en başta olanda bir hareketlilik vardı. Dikkatli baktığımda oraya birilerinin tırmandığını farkettim. Ancak bu tırmanış çok enteresandı. Sırayla tırmanıyorlardı. Kimisi çok hızlı hareket ediyordu, kimi ise çok yavaş. Enteresan olan, tırmananların zirvede bulunan kişiyi uçurumdan atmasıydı. İtilen kişi uçurumdan aşağı düşerek paramparça oluyordu.

Allah’ım! Ne korkunç bir manzaraydı bu… Latif Baba’ya bunu sormalıydım:

– O görmüş olduğun tepe “Şöhret tepesi”dir Âdem, dedi. İnsanın enesinin zirvesidir. Zirveye ulaşan, şöhret tepesine sözde kendi bayrağını diker. Ama bu hâl uzun sürmez; çünkü arkadan gelenler ve o tepeye şöhret basamaklarını tırmanarak ulaşmaya çalışanlar kendi bayraklarını dikmek için zirvede bulunan; yani şöhretin zirvesinde olan kişiyi itmeye ve yerini almaya hazırlanır. Zirvedeki adam tektir. Yani şöhret için kendi adına “Enelik bayrağı”nı (benlik bayrağı) o tepeye diken kişi zirvede tektir ve arkasından gelerek zirveyi ele geçirmek için uğraşan, kendi ene bayrağını dikmek isteyen şöhret adayı tarafından itilmeye mahkumdur.

Aynı dünya hayatındaki gibiydi. Şöhretlerin fındık kabuğunu bile doldurmayan dev mücadelelerindeki durumunu görüyordum sanki. Ne garip, ne komik ve ne acıydı…

Sorularım devam ediyordu:

– Peki bu tepeden düşmemek, tuzağa itilmemek için insan ne yapmalıdır?

Dünyada çetin bir imtihandı bu. Latif Baba şöyle cevap verdi:

– Zirvedeki insan orada tektir, yalnızdır, enesiyle başbaşadır ve bencildir (İkinci gezegendeki şöhret budalası tarif ediliyor sanki. – Feridun B. Kaya) Oysa ovadaki insanlar paylaşımcıdır. Ovadaki durum zirvedeki gibi değildir. İnsan yanlış tepeye yanlış bayrak dikmeyecek. Eğer bir tepeye bayrak dikilecekse o bayrak insanlık adına dikilecek. Allah rızası adına dikilecek. Bunun da yolu alçakgönüllülük ve mütevazilikten geçer. Böyle dikilen bayrak zirvede kalır ve o insanın adıyla dalgalanır. Kıyamete kadar o bayrak o insanın hayırlarıyla, onun adı anılarak dalgalanır.

Çünkü böyle anılan insan, bayrağını zirvelerin en üstüne dikmiş ve bayrağı orada bırakarak tepeden kendi adımlarıyla isteyerek inmiş ve ovadaki diğer insanların arasına karışmıştır. O kendini halkla; yani oradaki insanlarla eşit görür. İşte bu hâle alçakgönülüllük denir.

Unutma Âdem! Alçakgönülüllük kendini alçak görmek değildir. Kendini diğerleriyle, karşısındakilerle eşit görmektir.

Melekler Ağlarken / s.175-176

Ya Şöhret ya Kalp… Ya Süperman Ya Huzur…

(Devamı gelecek)

Feridun B. Kaya

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply