Tolkien’in Zaman’ı – Bölüm 26

0

Bu yazı dizisindeki yazılar Verlyn Flieger’in A Question of Time isimli kitabından faydalanılarak ve kitap içerisindeki konu sırasına uyularak yazılmıştır.


The Lost Road’a (TLR) ve The Notion Club Papers’a (TNCP) gelecek yazılarda, farklı vesilelerle değineceğimi tahmin ediyorum. Çünkü bu iki eser, Tolkien’in zaman anlayışını ortaya koymaya çalışan bu yazı dizisinin temel parçalarını oluşturuyor. Ancak ben biraz da olsa Frodo üzerinden devam etmeyi tercih ediyorum. Hatırlanacağı gibi, bu yazı dizisine başlamadan önce Verlyn Flieger’in kısa bir konuşmasını yayınlamıştık. Bu konuşmada Flieger, Frodo’nun Yüzüklerin Efendisi eserindeki merkezi konumunu bizlere öyle incelikli bir biçimde anlatıyordu ki, izleyenleri hayret ve hayranlık arasında bir noktada tutabiliyordu.

Frodo’nun eser içindeki konumu bu kadar önemli iken, Tolkien’in zamanla ilişkili dokunuşlarından nasibini almaması pek de mümkün değildi. Önceki yazılarda Frodo’nun Lothlórien’e girişinde yaşadıklarına, o anda Aragorn’un çift zamanlı halini fark edişine ve Lothlórien çıkışında Sam ile gün hesabı üzerine yaptıkları tartışmaya değinmiştim. Hikayedeki bu anlarda zamanın farklı algılanışı ile ilgili çok hoş örnekler bulunuyordu.

Bunların yanında Frodo’nun özel bir karakter oluşunun bir diğer emaresi ise gördüğü rüyalar ve bu rüyaların onda bıraktığı etkilerdi. Rüyaların Tolkien için önemli olduğu konusunda aslında hiç şüphe yok. Bir çok hikayeyi tetikleyen ve altyapı oluşturan, Númenor’un Batışı hikayesinin başlangıcı da hatırlanacağı gibi “Atlantis Dadanması” (Atlantis Haunting) diye adlandırılan ve Tolkien’in defalarca gördüğü bir rüyaya dayanmaktaydı. Hem TLR hem de TNCP rüyaların araçsallaştırılması bakımından önemli eserlerdir. Rüyalar aynı J.W. Dunne’un kuramının da ötesinde zamanda yolculuk için kullanılabilecek araçlardır. Rüyalarda zihnin bazı kapıları kapanırken, uyanıklık halinde kapalı olan bazı kapıları da tamamıyla açılabilir. Zaman kavramını çizgisel bir yapıdan farklı gören Tolkien gibi kişiler için, bu şekilde algılanan rüyalar bir anda taşıyıcı bir kimliğe bürünürler.

Flieger, rüyaların bu manada en dolu biçimde kullanılma halinin Yüzüklerin Efendisi eserinde olduğunu düşünmektedir ve tabi ki en önemli rüyalar da Frodo’nun rüyalarıdır. Yüzüklerin Efendisi’nde yer alan rüyalar zihnin hiç tasavvur edilmeyen, hiç akla gelmeyen noktalarına ulaşır ve zaman ve mekan arasında köprüler kurar. Bunun sonucunda biz okuyucuların karşısında gördüğü şey ise, uyku ve uyanıklığın daha büyük bir bütüne ait durumlar veya parçalar olduğudur.

Yüzüklerin Efendisi’ndeki bazı rüyalar bize detaylı anlatılır, hikayeye katkıda bulunan bir araç olarak kullanılır. Ancak aynı şekilde hiç anlatılmayan fakat hikayede etkisi olan rüyalar da vardır. Rüyayı gören kişinin uyanıklıkta hissettiklerini bilmek, rüyanın detayından daha önemli olabilmektedir. Örneğin, Nazgûller’in Bree’ye saldırdıkları gece Kara Süvariler’den birisini gören Merry baygın bir biçimde yolda bulunur. Hanın sahibi Bay Kaymakpürüzü’nün dışarıyı kolaçan etmek için yolladığı Nob tarafından bulunan Merry’nin uyandığı anda ilk söylediği söz, “Derin bir suya düştüm sanki.” olmuştur. Ardından hikayesini dostlarına anlatırken, baygınlık anında gördüğü rüyayı, “Şu anda hatırlayamadığım çok çirkin bir rüya görüyordum.” şeklinde aktarıyordu. Bir diğer örnek de Frodo’nun Ölü Bataklıklar’dan geçerken gördüğü bir rüyaydı:

Gariptir ki Frodo kendini zindeleşmiş hissediyordu. Bir rüya görmüştü. Karanlık gölge geçmiş ve hastalıklı topraklarda ona hoş bir görüntü gelmişti. Aklında rüyasından hiç bir şey kalmamıştı ama yine de bu yüzden kendini mutlu hissediyordu, gönlü ferahlamıştı. Yükü daha hafifti artık. 

J.R.R. Tolkien / Yüzüklerin Efendisi / İki Kule / s.276

Flieger’in de belirttiği gibi, uyku ve uyanıklık bir bütünün farklı halleridir. Hem Merry’nin rüyasında hem de Frodo’nun rüyasında odaklandığımız şey rüyanın kendisinden ziyade, rüya görme eylemidir. Rüyayı gören kişilerin de asıl hatırladıkları şey sıklıkla rüyanın içeriğinden çok rüya gördükleridir. Uyanma ile uyku halinde var olan madde, ortam ya da mekan ortadan kalksa da, uyku halinde yaşanan duruma yani rüyaya ait bir öz, bir cevher geride kalmaktadır. Tolkien’in bize  hikayenin kahramanları üzerinden aktardığı rüyaların bir kısmı bu mahiyettedir.

Flieger, rüyaların Tolkien’in anlatımında kuvvetli bir yeri olmasına rağmen onun bir rüyalar kitabı yazmadığının altını özellikle çizmektedir. Rüyalar anlatımını güçlendiren ve derinleştiren araçlardır. Bunun yanında yaşadığı dönem itibariyle Freud’un ve Jung’un rüya kuramlarını bilmiyor olması çok mümkün değildir. Zaten bu yazı dizisinin ilk bölümlerinde de Chaucer ve Dunne gibi farklı kişilerin rüya üzerine yaptıkları vurguların Tolkien’e etkisi olup olmadığını ortaya koymaya çalışmıştık. Her ne kadar tüm bu isimlerin yaklaşımlarında farklılıklar olsa da, ortak noktaları rüyaların hakikatini arama çabaları olmuştur.

Ancak Tolkien hepsinden beslenmiş olsa da, rüyalara ne Freud ve Jung gibi psikolojik açıdan yaklaşmış ne de tam olarak Dunne (Dunne’dan faydalanmış olsa da) gibi analitik bir yaklaşım ortaya koymuştur. Flieger, Tolkien’i bunların hepsinden daha ruhi (ruhsal, ruha ait) ya da diğer bir deyişle daha metafizik görmektedir. Rüyalar dış dünyadan daha çok, rüyayı gören kişinin zihnindeki bilinmeyen noktalardan gelen mesajlardır. Bu yaklaşım, Tolkien’in TLR’da ve TNCP’da atalardan miras kalan hatıraları bir zaman seyahati aracı olarak kullanması ve rüyaların da bunun  aracı oluşu konusundaki altyapı ile de oldukça örtüşmektedir.

Devam edeceğiz…

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply