Tolkien’in Zaman’ı – Bölüm 1

0

Bu yazı dizisindeki yazılar Verlyn Flieger’in A Question of Time isimli kitabından faydalanılarak ve kitap içerisindeki konu sırasına uyularak yazılmıştır.


A Question of Time / Verlyn FliegerA Question of Time kitabı, Verlyn Flieger’in J.R.R. Tolkien’in eserlerindeki zaman kavramı üzerine yazdığı ve bizi Tolkien’in zaman algısına, zamanı kavrayışına ve zamanı kullanışına yaklaştırdığı bir kitap. Verlyn Flieger, Tolkien’in eserlerini toplayarak vefatı ardından yayınlayan oğlu ile de bu kitabın yazılışı sürecinde oldukça yakın çalıştıklarını ve bazı yayınlanmayan dokümanlardan da faydalandığını, kitabın hemen başında bize aktarmıştır. Verlyn Flieger’in bence Tolkien üzerine çalışan diğer akademisyenlerden ayrıldığı bir kaç önemli özelliği var. Bunlardan ilki Tolkien’e ve eserlerine duyduğu edebi hayranlık; bunu kitaplarını okurken hissedebiliyorsunuz. İkincisi kitaplarında sadece Tolkien’in hayatını değil, yaşadığı dünyayı ve çağının ruhunu da işin içine katmak konusunda özel bir çabası var. Üçüncü olarak da, belki de en önemlisi, Flieger’in Tolkien’in zihnini anlamak konusunda özel bir çabası var. Bu nedenle kitaplarının bakış açıları özellikle Tolkien’in bir tema üzerinde yoğunlaşması, o temayı yoğurması ve eserlerine katış biçimi üzerine odaklanıyor. Kitabın sunuş bölümünde bir başka önemli yazar Robertson Davies’den yaptığı alıntı ise bize onun Tolkien’e bakışını gösteriyor:

Metnin Aslı

“He had dared to be of a time not his own.”

Çevirisi

“O, kendisinin olmayan bir zamana ait olmaya cüret etti.”

Beowulf / J.R.R. TolkienFlieger’e göre Tolkien’in bir dilbilimci olarak Beowulf üzerine yazdığı eseri ortaya koyarak, başka hiçbir şey yapmasaydı bile, kendisinin edebiyat çalışmaları konusundaki yeri ve önemi çok yüksek olmasına yeterdi. Tolkien bu alandaki çalışmaları ile, kullanılmayan ya da önemsiz görülen isimlerin ve kelimelerin, hem tarih ve efsaneler arasındaki ilişkiyi nasıl kurduklarını hem de bunun edebiyat açısından ne kadar önemli olduğunu göstermiştir. İngiliz dili ve edebiyatında üzerine çok çalışılmış bir eser olan Beowulf’a bakışı ve yaklaşımı değiştiren bu eser üzerine de inşallah ilerleyen zamanlarda yazmayı becerebiliriz.

Ancak Tolkien bildiğimiz gibi sadece bunu yapmadı. Bunlardan farklı olarak, Hobbit, Yüzüklerin Efendisi ve Silmarillion gibi bambaşka eserleri yazdı. Bunların üstüne bir de, Flieger’in deyişi ile kendi kreatif manifestosunu ortaya koyduğu, ilk defa 1939 yılında St. Andrews Üniversitesi’ndeki bir derste sunduğu Peri Masallarına Dair isimli eseri ortaya çıkardı. Bu eserde Tolkien, peri masalları, efsaneler, dil ve insanın muhayyilesi arasındaki bağları tanımladı. Faerie olarak tanımladığı bu büyülü hali kendisi eserinde “Tehlikeli Diyar’dır o,” ve özel bir büyü havası “bu ülkede eser.” şeklinde anlatır. Ancak bu hal ne sadece perilerle ne de sadece büyünün kendisi ile ilişkilidir. Bunlardan öte zaman en önemli unsurdur. Tolkien bunu şu şekilde açıklar:

“Başka Zaman’a kapı açar, ve eğer o kapıdan geçersek, bir anlığına dahi olsa, kendi zamanımızın dışında, belki de Zaman’ın dışında durabiliriz.”

Peri Masallarına Dair

On Fairy-stories / J.R.R. Tolkien

Flieger’e göre bu sadece peri masallarının tanımı değil, Tolkien’in kendi eserlerinin, kendi zamanının ve belki de Zaman’ın kendisinin dışında durma isteğinin tanımıdır ve onu kendi Faerie’si olan Orta Dünya’yı oluşturma sürecine iten şeydir. Başka Zaman kavramı ve buna olan arzusu, Tolkien’i kendi zamanından izole yaşamaya itmemiştir; bilakis o kendi zamanını da tüm sıkıntıları ve dertleriyle yaşamıştır. Modernite’nin getirdiklerini çok fazla zevk ve heyecanla karşılamasa da buna tâbidir. Ona göre Şimdi’yi oluşturan şey Geçmiş’in üzüntüleri ve zaferleridir. Bu bağlamda kendi Faerie’sindeki Başka Zaman, Flieger’e göre çağdaşlarından üstün bir biçimde, hem modern zamanın çözülmesini, altüst oluşunu ve psikolojik tahribatını yansıtmayı başarmış hem de kendi zamanının dışında zamanın kendi gizemini de yakalamayı başarmıştır.

Tolkien’in kendi zamanı ile ilgili tatmin olmayışını eserlerinde görebiliriz. Savaşın yoğun olduğu ve teknolojinin, ilerlemenin (günümüzde de devam eden bir eğilimle) üstün görüldüğü bir dönemde yaşayan Tolkien, kendi zamanının dışında durmayı hep arzulamış, bundan kaçmak istemiştir. Kaçmak istediği şey “Modern Avrupa yaşamının çiğliği ve çirkinliği”dir; “ilerlemeci şeyler olan fabrikalar, ya da en doğal ve kaçınılmaz, durdurulamaz ürünler gibi görünen makineli tüfekler ya da bombalar”dır.

J.R.R. Tolkien’in, hem yakın dostu hem de çağdaşı olan yazar C.S. Lewis ile aralarında geçen ve  “uzay yolculuğu” ve “zaman yolculuğu” üzerine hikaye yazma konusunda yaptıkları paylaşımı anlatan anekdot bilinmektedir… Lewis bu paylaşımda kendine düşen uzay yolculuğu üzerine bir hikaye yazmayı başarmışken Tolkien’in zaman yolculuğu denemesi olan The Lost Road / Kayıp Yol isimli hikaye yarım kalmıştır. Tolkien ilerleyen yıllarda aynı konu üzerine The Notion Club Papers isimli başka bir deneme daha yapmış ancak bu da ilk denemede olduğu gibi yarım kalmıştır. Bu iki esere ilerleyen yazılarda değineceğim. Ancak Kayıp Yol’un kahramanı Alboin’in dillendirdiği geçmişe gitme arzusu, Tolkien’in kendi arzusunu ve bir bakıma bu konudaki anlayışını da yansıtıyor gibidir.

“…geçmişe gitme arzusu. Zaman’da yürümek, belki de, yollarda yürüyen insanlar gibi.”

The Monsters and The Critics and Other Essays / J.R.R. TolkienTolkien bu konuda birden fazla yol bulmuştur. Bunların ilki kendi uzmanlığı olan dil üzerindendir. Dil üzerine uzmanlığının yanı sıra bir de dil icat etme gibi başarılı bir çabası da vardır. Dili icat ederken sadece kelimeleri değil, o kelimelerin içinde yer aldığı kozmolojiyi, mitolojiyi ve tarihi de “kendi deyimi ile”, keşfeder. Dil hakkında mistik denilebilecek bir inancı vardır; bu da dilin insan bilinci ile olan ilişkisidir. Ona göre efsanelerin, kadim bilgilerin hem bireysel hem de kollektif bilinçteki yansıması olan dil, bu efsanelerin, kadim bilgilerin zaman içerisinde hem saklandığı bir depodur hem de bunları taşıyan bir nakil aracıdır. 1955 yılında Oxford’da verdiği, The Monsters and The Critics and Other Essays adlı 1983’te yayınlanan kitapta yer alan derste Tolkien şu görüşü ortaya koyar:

“Şöyle söylersem, ’Dil bizim psiko-fiziksel bünyemizin tamamıyla ilişkilidir.’, apaçık bir şeyi biraz ukalaca modern jargon ile ortaya koyuyor görünebilirim. Her halükarda şunu söylerim, dil – bir iletişim biçiminden daha çok ifade biçimi olarak – insanlığımızın doğal bir ürünüdür. Ama bundan dolayı bir de kendi bireyselliğimizin de ürünüdür. Her birimiz bireysel olarak dile ait potansiyel taşırız: her birimizin bir doğuştan dilimiz (native language) vardır. Ama bu konuştuğumuz, beşikte öğrendiğimiz, ilk öğrendiğimiz dil değildir. Dilsel olarak her birimiz hazır yapım kıyafet giyeriz, ve doğuştan dilimiz seyrek bir biçimde ifadeye dönüşür… Ama gömülmüş olsa da, tamamıyla yok olmaz, ve başka dillerle ilişki onu derinden canlandırabilir.”

Flieger’e göre “psiko-fiziksel” tabirini kullanarak Tolkien, dilin öğrenilen bir şey değil, kalıtsal bir şey olduğunu ima ettiğini ve bu durumun bir akademisyen görüşünden ziyade derin bir inancı ortaya koyduğunu savunur. Tolkien bu tarz bir “doğuştan dilin” öğrenilerek değil, kişisel tecrübelerle ortaya çıkacağına inanır. W.H. Auden’e yazdığı mektupta (213. Mektup) dilsel yakınlığın soy açısından kan grupları kadar önemli olduğundan bahseder. C.S. Lewis, Tolkien ile ilgili, vefatının ardından onu “Dilin içindeydi.” diyerek tanımlar. Flieger bu sözün, “Dil, bir hafıza, geçmişe bir rehber ve geçmişten bir kalan olarak Tolkien’in içindeydi.” şeklinde değiştirilmesi gerektiğini belirtir.

Bir sonraki yazıda Tolkien’in geçmişe bulduğu bir diğer yol olan rüyalardan bahsedeceğiz.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply