Tolkien’de Düşüş, Ölüm ve Makine

1

Tolkien’de Düşüş ve Ölüm Temaları

Tolkien’in kozmogonisi itibariyle “düşüş” bir kader olmak zorundaydı. En yukarıda başlayan bir hikâye, zorunlu yön olarak aşağıya doğru ilerler. Her şey kendisinden öncesi olmayan Eru’nun katında başlıyordu; hikaye buradan sonra aşağıya doğru bir yön oluşturmak durumundaydı. En yüce varlıklar olan -Eru’dan sonra en yüce olan- Valar’ın yaratılması dahi düşüşün başlangıcı için bir fikir veriyordu. Melkor’un -Eru’nun memnuniyetiyle doğrudan bağdaşmayan, müziğin armonisini bozan- tercihi ilk düşüşün başlangıcıydı. Ölüm de bu temanın bir sonucu ve geri dönüş yolu ile Eru’da başlayan seyahatin tamamlayıcısıydı. Eru’ya dönüşün bir sembolü olarak elfler Mandos’un Salonları’na gidiyor ve döngülerini tekrar ediyorlardı. İnsanın dünya ile olan bağlantısı daha zayıftı ve bu yönüyle elflerin dahi özenerek baktığı bir özgürlüğe sahiptiler; ölebiliyorlardı. Valar’ın elçisinin Númenorlular’a söylediği gibi “ölüm bir özgürleşme ve bir ödül” olarak tasarlanmıştı insan için. Númenorlular’ın istediği ölümsüzlük ise insanı, düşülerek gelinen bir diyarın sınırlarından ve kayıtlarından kurtarmak yerine ebedi/ölümsüz mahkumlar haline getiriyordu. Bu yüzden Valar, Númenorlular’ın ölümsüzlük talebini ve kaderlerindeki ölüme isyanlarını anlamsız bulmuştu. Númenor, düşülerek gelinen ve özü itibariyle bir sürgün yeri olan bir diyardaki hayatı neden sonsuzca uzatmak istemekteydi? Valar için bu soru cevapsızdı çünkü Valar hikmet ve irfan dışındaki düşünce biçimine açık değildi.

Tolkien, meşhur mektubunda (131. Mektup) -tüm eserinde devam eden temalardan biri olarak- ölüm temasından da bahseder. Valar’a ve irfan sahibi elflere göre bu dünyanın bitmeyecekmişçesine süren döngülerinden hızlı bir çıkışı ifade etmesi itibariyle ölüm bir ödüldür. Çünkü öldükten sonra her şey aslına döner. Elfler, Valar’ın görünümlerine, tezahürlerine ve sanatına en yakın yaratılmış varlıklar oldukları için Mandos’un Salonları’na dönerler. Valar’ı ve onun alt-yaratısını anlamaya eğilimlidirler. Fëanor’un yaptığı Silmariller, elflerin tekamül/mükemmelleşme/kendini gerçekleştirme süreçlerinin Valar ile doğrudan ilişkili olduğunu gösteren somut örneklerdir. Silmariller, Valar’ın alt-yaratısı olan, Nienna’nın gözyaşları ile sulanan ve Yavanna’nın müziği ile varlık sahasına çıkan Telperion ve Laurelin ağaçlarının ışığına sahiptirler; özlerini o ışıktan almışlardır. İki Ağaç, Valar alt-yaratısında en yüksek seviyeye otururken, onların ışığının özünden parlayan Silmariller de elf alt-yaratısının en yüksek ve çağlar sonra bile geçilemeyen örnekleridir. Valar Sanatı’nın/Alt-Yaratısı’nın en yüksek örneği ile Elf Sanatı’nın en yüksek örneğinin bir noktada kesişmesi ve nihai anlamda birbirleri ile ilham veren ve ilham alan ilişkisine sahip olmaları, bize elflerin aslının/özünün ne kadar Valar’a yakın olduğunu anlatır ve dolayısıyla da bir elf -sıklıkla olmasa da- ölüm gerçekleştiğinde, yine Valar’a, Mandos’un Salonları’na gider. Bu ise gerçek bir ölüm değildir çünkü dönmek üzere terk etmek söz konusudur.

İnsanın durumu ise farklıdır. İnsanın, özü ve aslının bütünü ile Valar ile ilişkilendirilmesi mümkün değildir. Tolkien, Valar’ın insan hakkında bildiklerinin az olduğunu söyler. Elflere dair bilgisine oranla Valar, insana daha az aşinadır. Ölümünden sonra da ne olduğunu bilmemektedir. İnsanın sırları Eru’dadır ve Eru/ Ilúvatar bu sırları Valar’ın en ulusu Manwë ile dahi paylaşmamıştır. Sonuç olarak insanın aslı veya tekamülünde/kendini gerçekleştirmesinde nihai nokta Mandos’un Salonları’nda yatmamaktadır; ancak Eru’nun/Tek Yaratıcı’nın katında bulunmaktadır. Bu anlamda Elfler, tek seferde döngülerden kurtuluş ve nihai noktaya varış imkânı sağladığı için insanın ölümünü bir ödül olarak görmüş olmalılar diyebiliriz.

Bu konu ile ilgili Valar’ın elçisinin, kaderlerinde yazılı ölüme isyan eden Númenorlular’a söyledikleri, konumuz ile pek çok açıdan kesişen bir nitelik taşıyor:

Valar’ın Habercileri/Elçileri: 

‘…cezalandırıldığınızı ve bu yüzden öldüğünüzü söylüyorsunuz. Ama bu ilk başta bir ceza olarak tasarlanmadı. Siz ölüm sayesinde, alıp başınızı dünyadan kaçabiliyorsunuz, ona bağımlı değilsiniz, umutta da usançta da. Böyle düşündüğümüzde hangimiz diğerine imrenmeli sizce?’

Númenoreanlar (insanlar) şu cevabı verdiler:

‘Neden biz Valar’ı ya da en azından Ölümsüz’ü kıskanmayacakmışız? Çünkü bizden, önümüzde uzanan kısacık zaman içinde neler olacağını bilmeksizin, körü körüne bir güven ve kesinleşip kesinleşmeyeceği belirsiz bir umut duymamız bekleniyor. Ve üstelik biz dünyayı seviyoruz ve kaybetmek de istemiyoruz.’

Bunun üzerine haberciler şöyle dediler:

‘Gerçekten de Valar, Ilúvatar‘ın sizin hakkınızda neler düşündüğünü hiç bilmiyorlar ve bundan sonra olacakların hepsini de açıklamış değil. Ama en azından şuna eminiz ki, sizin yuvanız ne Aman topraklarında ne de Dünya’nın sınırları içinde bir yerlerde. Ve insanların hükmü, yani dünyadan çekip gitmeleri gerektiği kararı, ilk başta Ilúvatar‘ın bir hediyesiydi. Morgoth’un yarattığı gölgenin altında kalınca, onları korkutan devasa bir karanlıkla çevrelendiklerini hissettikleri için bir kedere dönüştü; bazıları dikbaşlı ve kibirli oldular ve yaşamları ellerinden zorla alınmadan teslim olmaya yanaşmadılar. Birbiri ardına eklenip duran yılların yükünü taşıyan bizler, bunu pek de anlamıyoruz…

J.R.R. Tolkien / Silmarillion / s.543 / İthaki Yayınları /
6.Baskı / Eylül 2013

Tolkien ve Makine

Tolkien’in diğer/üçüncü ve çok önemli bir teması makinedir. Tolkien ilgili mektubunda eserinin üç tema etrafında örgülendiğini söyler: Düşüş, Ölüm ve Makine.

Kişilerin, kendilerine tanınan süre içinde, Orta Dünya’da yaptıkları her eserin genel adı -Tolkien’e göre- alt-yaratıdır. Eseri ise bir yönüyle kişinin aynası hükmündedir. Hünerlerini, sanatını, irfanını ve niyetini yansıtan yönleri vardır. Alt-yaratılar, kişilerin yaşadığı süre içinde bir yönüyle kazandığı tüm hünerlerin bir yansımasıdır ve daha sonra ortaya çıkan “makine” veya “sanat” ile ne yapacakları da yine kişilerin sınanması için ikinci bir aşama gibidir. Alt-yaratıları iki ana kritere göre değerlendirebiliriz: (1) Akıl üstü bir hünerin/irfanın ürünü olanlar, (2) Rasyonel akıl ile üretilenler.

Elf alt-yaratısının ürünü Güç Yüzükleri

Elf alt-yaratısının ürünü Güç Yüzükleri

İlkine örnek olarak “Yüzük İrfanı” ile üretilen Üç Elf Yüzüğü ve Sauron’un Tek Yüzük’ü verilebilir. Bu yüzükler, bir mühendisliğin, tekniğin ürünü olmanın sınırları dışındadır. Her iki örnekte de kişide akıldan bağımsız olarak da bulunabilen iyi ve kötü özellikler yüzüklere yüklenebilmiştir. Elfler, üç yüzüğe güzelliğe olan aşklarını bir alt-yaratı kuvveti olarak eklerken, Sauron da ebedi olma ve hükmetme şehvetini, aldatıcılığını Tek Yüzük’e yükleyebilmiştir. Tek Yüzük Sauron’un kişilik özelliklerine sahiptir; Sauron gibi aldatıcıdır ve Sauron’un -örnek olarak- Númenorlular’ı aldatırken vaat ettiği şeyler ne ise aynılarını muhatabına vaat eder. Elf Yüzükleri de Tek Yüzük de yapıcılarının mükemmel aynaları gibidirler ve bu yönleri ile alt-yaratının en yüksek örnekleridirler.

Diğer yönden Tek Yüzük, Orta Dünya’daki hünerler ve sanatlar açısından en karanlık başarıdır. Bu yönüyle Tolkien, onunla modern dönemdeki makine arasında benzerlik kurar. Makineler dışsaldır ve bizim kendi imkanlarımızla yapamayacağımız şeyleri bize sağlamak içindir. Bir yönüyle modern makinenin vaatleri ile Tek Yüzük’ün vaatleri birbirlerine benzerler:

  1. Her ikisi de kişiyi geliştirmek yerine sahiplik dairesini/efendilik sahasını genişletmek adına işe yarar,
  2. Sahiplik/Efendilik alanı genişlerken kendisi gelişmeyen kişi, makine ile birlikte onun yapabildiklerinin de efendisi olur ve farketmeden kaba bir kibre sürüklenir,
  3. Her ikisi de kişiyi geliştirmeyip kendine bağımlı kılar. (*)

Üç Yüzük ise makineden daha çok sanat olarak anılabilecek alt-yaratılardır. Dışsal olmaları itibariyle Tek Yüzük’e benzerler ve belki de bu sebeple Yüzük Savaşı’nda kullanılmazlar. Yüzük Savaşı’nda Gandalf, Orta Dünya’nın ırklarından oluşan bir ittifakı; temelinde ahlak olan bir ruhsal simyayı, Sauron’a ve Tek Yüzük’e karşı ileri sürer ve bu savaşın sonunda “İnsan Çağı” başlar; elfler Üçüncü Çağ’ın sonu ve Dördüncü Çağ’ın başında dünyayı tamamen insanın egemenliğine terk ederler. Bu yönüyle Yüzük Savaşı’nın kazananı insanlardır ve bu savaşa “İnsan ve Makine” arasındaki ilk savaş olarak da bakmak mümkündür.


(*) Modern makinelerin oluşturduğu bağımlılığın bir örneği olarak “interneti kesilen adam” tipi akla getirilebilir. O kişi bir anda kendini ne kadar amaçsız ve ne kadar boşlukta bulur. İnterneti kesildikten sonra kendi halini bana anlatan bir tanıdığım ifadesi ile “evin adeta boşaldığını, her şeyin öldüğünü” hisseder.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

Reply To İlhan Cancel Reply