Tolkien, İktidar/İstihbarat ve Mitlerin Misyonuna Bakış

0

Bir yazarın istihbaratçı olduğu varsayımı doğru ise bunun bir sonucu olarak hiçbir yazarın kolaylıkla arkasını dönemeyeceği veya etkisinden kendisini kurtaramayacağı böyle bir birikimin, eserinde kendisini hissettirmesi gerektiği düşünülür. İstihbaratçılık boyunca edinilen keskin bakış ve özellikle istihbaratın entellektüel katmanlarını da içeren faaliyetler söz konusu olduğunda, meslek sahibinin düşünce dünyasına da etki edecek ölçüde bir dönüşüm ortaya çıkabilir. Önceki yazılarda (Tolkien ve İstihbarat – Bölüm 1 / Bölüm 2) bu türden yazarlardan ve eserlerinden bahsedilmişti. Bu yazarlar ise ana olarak iki kategoride incelenebilir: (1) Doğrudan kasıtlı analojileri, metaforları kullananlar ve (2) J.R.R. Tolkien gibi, poetikasının bir sonucu olarak doğrudan ve kasıtlı benzetmelere kapalı olanlar.

J.R.R. Tolkien; her şeyin ilkesine, özüne, ruhuna, en derin köklerine ulaşarak, hayali, düşünsel kazılarının hikayesini anlatmak isteyen bir mityapıcı yazar olarak, çağdaş göndermelerin ve benzetmelerin sınırlarını aşan bir genel bakış ve idrakin temsilcisidir. Dolayısıyla eserinde George Orwell gibi yazarların eserlerini aşacak bir sembolik anlatım ve çağdaş göndermelerle sınırlı olmayan bir zenginlik bulunur. Tolkien’in eserinin yine de çağdaş dünyanın bir parçası ve anlama kılavuzu olarak da ele alınabiliyor olması ve doğrudan olmayan göndermelerin günümüzü anlamlandırmada da kullanılabilmesi ise Tolkien’in tüm zamanların köklerine ulaşmış olmasının bir ispatıdır; bu yönüyle Tolkien, kelimenin her manası ile evrenseldir.

Meslek itibariyle istihbaratla Tolkien’in yollarının kesiştiğini düşünmemize ilave olarak Tolkien’in -pek çok konu başlığının yanı sıra- içine modern istihbaratın köklerini de alan, geniş bir zihinsel arkeoloji sahasının kazıcısı ve kâşifi olduğunu düşündük. Bu perspektiften, Efsane-i Tolkien’in (Tolkien’s Legendarium) casusluk, istihbarat özelinde çok sayıda örtülü göndermeye sahip olduğu veya olması gerektiği sonucuna vardık. Dolayısıyla Tolkien’in karakter hikayelerinin bir istihbarat alt katmanına da sahip olduğunu göstermek gayreti önemini belli etti.

Tolkien, geçmişi, geleceğin berrak bir aynası gibi kullanır. Efsane-i Tolkien’deki devirlerin -tradisyonalist kozmik devir algısına benzer- bir döngüsellik içindeki varlığı, geçmişin geleceğin aynası olmasına belirgin bir örnektir. Aynıyla olmasa dahi aynı temel ilkenin benzer yansımaları olarak aynı hakikat ve sınanmalar kendini tekrar eder ve zamanın döngüselliğini de ifade eder.

Bunun bir sonucu olarak da eserlerinde geçmişe göre gelecek olan bugünümüze ve henüz tecrübe etmediğimiz geleceğe çok sayıda -kasıtsız- göndermeler bulunur.

Hayalin kanatları zamanla sınırlı olmadığı ve hayal işçiliğinin/sanatının en büyük üstatlarından biri Tolkien olduğundan, geçmişi olduğu gibi geleceği de hayal ve düşünce penceresinden rasat etmiş olması mümkündür. Diğer yandan, sadece çok düşkün olduğu ve ancak mitlerle ulaşılabilen bir geçmişin peşinde manevi, hayali, düşünsel bir serüvene sahip olduğu varsayıldığında bile, zamanın döngüselliğinin bir sonucu olarak en başa (Evvel) yaklaşırken en sona (Ahir) da yaklaşmış olmalıdır. Bu yönüyle fütüristik karakterin en uzağında konumlanabilecek Tolkien’in eseri, bir önceki yazıda geçen Üst-Gözetim (Surveillance) gibi, en yeni, modern konseptleri şaşırtıcı bir biçimde önceden haber veren bir niteliği de taşır. Efsane-i Tolkien, mitik bir eserken geçmiş ile geleceğe ayna tutması itibariyle fütüristik eserleri, öngörü başarısı yönüyle geride bırakabilir. Tolkien’i düşünmek, geçmişte seyahat etmek olduğu kadar geleceğe ve göklere merdiven dayamaktır.

İstihbarat, güç mücadelesinin belki de yarısıdır. Özellikle günümüz itibariyle psikolojik, kültürel, teknolojik savaş katmanlarını da içeren istihbarat, sanatın her dalından bilimin her dalına uzanan geniş bir yelpazede yapılan faaliyetlerle irtibatlanmıştır ve insan kaynağı da bu alanların ihtiyaçlarına göre şekillenir. Her zaman alışılmışın dışında bir kabiliyet için istihdam alanı vardır. J.R.R. Tolkien’in Bletchley Park bağlantısı olmasa dahi istihbaratın genel olarak son 3-4 yüzyıl ve özellikle de 20. Yüzyıl’da büründüğü çehre ve özel olarak hikayecilik ve sanatla ilişkisi, bize yazarın istihbarat için istihdam edilmiş olma ihtimalini düşündürürdü.

İstihbarat ve Mitoloji Üzerine Düşünceler

İnsanlar yaşlandıkça hafızaları geçmişe daha fazla yönelir ve aynı durum medeniyetler için de geçerlidir. Medeniyetler yaşlandıkça veya olgunlaştıkça kendilerini daha iyi değerlendirir ve değerlendirmenin bir ölçü birimi olarak

tarihi birikimi, insanlığın hafızasını daha iyi kullanırlar. Bugünün dünyasında gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkelerin tarih araştırmalarına ve tarih ile ilgili akademik çalışmalara ayırdıkları kaynağın farkı karşılaştırılırsa durum daha iyi anlaşılır. Teknoloji üretimi ve ar-ge çalışmalarına ayrılan kaynakların gelişmiş ülkeler lehine ezici bir üstünlüğü görüldüğü gibi, tahsis edilen kaynak açısından aynı farkın tarih araştırmaları alanında da görüleceği aşikardır. Merceğimizi, tarihe birincil bilgi kaynaklarını sağlayan arkeoloji gibi bir alana çevirdiğimizde makasın daha da açıldığını görürüz. Vakıflar, enstitüler, akademik kurumların bu tür birincil kaynaklara ulaşılması ve yorumlanması adına kullandıkları finansal imkanlar on milyar dolarlarla ölçülebilirken bu rakamın gelişmekte olan ülkelerde on milyon dolarlara bile denk gelmediği görülecektir. Sonuç olarak mitolojinin en yakın komşularından olan ön-tarih ve arkeoloji alanlarındaki çalışmaların ve keşiflerin merkezi, devrin medeniyet merkezleri olmaktadır.

Finlandiya ve Kalevela örneğinde olduğu gibi bazen açıkça bir mit, bir dili ve o dile dayalı milli kimliği inşa eder ve millete bir devlet hediye eder. Bu açıdan İtalya’nın Roma İmparatorluğu sonrası iki bin yıla yakın parçalanmış bir siyasi haritadan tek devlete yürümesini de nazara alabiliriz. Hristiyan ve pagan izler taşıyan mitik bir eser olan İlahi Komedya, İtalya’nın dil birliğini sağlamaya ve milli kimliğini inşa etmeye sebep olur ve milli birlik bin beş yüz yıllık bir aradan sonra tekrar tek bir devletin doğumuna zemin hazırlar. İtalya’dan ziyade Roma’nın gerçek varisi olan Papalık, ön-tarih, mitoloji gibi alanlarda daha öncü bir roldeyken gücünü korur ama çoğu zaman bilgiye olan hakimiyetini siyasasının bir destekçisi olarak kullanır ve pragmatik sebeplerle bu üstünlüğünü güç mücadelesinin manipülatif bir unsuruna çevirir ve nihayetinde bilginin özgürleşmesi ile iktidar alanını kaybeder. Özetle; Papalık da mitler, ön-tarih, tarih ve nihayet yakın tarih üzerindeki bilgi hakimiyetini ve yorumlama açısından inandırıcılığını koruduğu sürece var olmuş ve bilgi açısından üstünlük ve yorum açısından inandırıcılığını kaybettiği ölçüde de iktidar alanını kaybetmiştir ve kaybetmektedir.

Roma İmparatorluğu da yükseliş devrinde -yaşlılığa, olgunluğa yürürken- arkeoloji, mitoloji, ön-tarih araştırmalarına en fazla önem veren, büyük ölçekteki bildiğimiz ilksel örneklerdendir. (*) Devrin diğer bir süper gücü olan Partlar/Persler de kadim öğretilerin üzerine oturmakla gururludur. Her iki medeniyet de geleceğini inşa etmek için geçmişin irfan ve bilgi hazinelerini kullanma konusunda hırslıdırlar, ancak geçmiş irfandan hakikati süzmek konusundaki başarısızlıkları başarılarına yüzyıllar içinde galip gelmiş ve yıkılışlarının yolunu hazırlamıştır.

Roma Tarihi’ndeki en büyük yıkımlardan biri 2. Pön Savaşları ile yaşanır. Roma’nın ilk dönemlerine ait pek çok kaynak bu savaşlarda korunamaz ve zamanın çarklarının bugüne göre daha yavaş döndüğü bir devirde, bir yüzyıldan az bir süre içinde Romalı kimliğinin dayandığı mitik hikayeler ve kökenlere ait bilgiler gölgelenir. Bunun bir sonucu olarak Roma, fethettiği Helenik Kültür’ün egemen olduğu coğrafyanın etkisi altına girer; Roma, fethettiği coğrafyanın kültürü tarafından fethedilmiştir. Bunun en önemli sonucu siyasal alanda görülür ve senato önemini kaybeder; Roma, Helenik devletlerde olduğu gibi tek adam yönetimine, tarihçiler tarafından “Principatus Devri” olarak anılacak döneme geçer. Bu dönemde Roma Devleti yaklaşık olarak 700 yaşındadır ve geçmişini, geçmişinin hikayesini kaybetmenin bedelini ödemektedir. Tarih, geçmişi/mitleri/kökleri/kökenleri ile ilişkisini kaybeden bir medeniyetin geleceği de olmayacağını ispat edecektir: Bir zamanlar tüm Akdeniz’e, bilinen dünyanın dörtte birine hükmetmiş bir devletten ve onun kurucularından/temsilcilerinden geriye dilleri olan Latince dahi kalmayacaktır. Latince’nin “yaşayan diller” sınıfında dahi tutunamaması ile mitlerinin büyük ölçüde unutulmuş olması ve mitlerin gençleştiricisi olan donmamış bir hikayecilikten mahrum olması arasında bir ilişki vardır:

Hikayesini kaybeden her şeyi kaybeder.
.

Tolkien de bir zamanların hikayesini kaybeden büyük medeniyetleri gibi kökenler, kökler ile ilişkisi olmayan, kendisine ait bir miti olmayan İngiltere’ye, yorumlarımıza kaynaklık yapan bir açıdan bakmış olmalıdır. İngiltere, bir zamanların Roma’sı gibi gücünün zirvesindedir, ama bu maddi gelişmişlik seviyesi, Tolkien’e göre, acınası bir zavallılıktan kurtarmaz onu, çünkü miti yoktur. Geçmişi ve mitleri ile bağları kopan İngiltere’nin geleceğinin de olamayacağını görür. Bu noktada Tolkien’in “İngiltere’ye bir mit hediye etme” misyonunun bütün bir medeniyet açısından nasıl yaşamsal bir yönü olduğu da ortaya çıkar. Interrupted Music kitabında Verlyn Flieger’ın -tüm ömrü boyunca elde ettiği birikimi kullanarak- en fazla sorunsallaştırdığı, ancak bir cevaptan çok soru düzeyinde bıraktığı bir konudur “mit hediye etme misyonu”, çünkü bu olağanüstü misyon Efsane-i Tolkien’in varlık sebebi ile en fazla ilgili gözüken konuların başındadır. Flieger, Tolkien’in İngiltere’yi neden merhamet edilecek bir halde gördüğünü de anlamakta zorlanmaktadır ve sadece bu konuyla ilgili sorularını şekillendirmek için onlarca sayfa süren argümanlar sunar. Dolayısıyla soru çok büyüktür ve bizim cevabımız ise pek çok olası cevap denemesinden biri niteliğindedir.

Devrin İngiliz İstihbaratı’nda/Devleti’nde Tolkien’in Misyonu’nun önemini anlayabilecek bir “akıl” var mıydı? Bugüne kadar yaşanan gelişmelerin ışığında bu soruya gür sesle “evet” demek imkânsız olmasa da kolay gözükmüyor. İngiliz Devleti, Churchill’in hikâye anlatıcısı olarak anılan Dennis Wheatley ve George Orwell örneklerinde olduğu gibi yazarların/edebiyatçıların, istihbarat/iktidar mücadelesi adına önemini kavramış gözükmekle birlikte doğrudan yöneldiği amaçlar itibariyle pragmatik ve en fazla bir iki neslin zihin inşasını temel alan bir karakteristik taşır. Tolkien’in misyonu ise geçmişe kök saldığı ölçüde geleceğe de ilham verecek niteliktedir. Bu açıdan sadece Fantezi Edebiyatı’na ve -İngiliz Devleti değilse de- çağdaşları ve meslektaşları tarafından ne derecede anlaşıldığına göz atmak faydalı olacaktır.

Tolkien’in, İngiliz ve Dünya Fantezi Edebiyatı’nda diğer herkesten çok bir etkisi olduğu gözlemlenebilir. Bu etkinin sınırları, ondan doğrudan esinlenmiş C.S. Lewis gibi yazarların etkisi de dahil edildiğinde, önemli ölçüde genişler. Harry Potter Serisinin Yazarı olan J.K. Rowling de Yüzüklerin Efendisi’nden özel olarak ve Tolkien’den genel olarak etkilendiğini söyleyen yazarlar arasındadır. G.R.R. Martin, çocukluğunda yazdığı bir günlükte öldüğünde Orta-Dünya’ya gitmek istediğini söyler:

They can keep their heaven. When I die, I’d sooner go to Middle Earth.

Cennetlerini kendilerine saklayabilirler. Ben öldüğümde cennettense Orta-Dünya’ya gitmeyi yeğlerim.

Tolkien, yukarıda da kısaca örneklerini sunduğumuz olağanüstü etkisine rağmen, derinliği ile anlaşılamamış ve takip edilememiş bir yazardır. G.R.R. Martin, bu konuda fantezi yazarlarının durumu ve kendisi ile ilgili bir itirafta bulunur ve Tolkien’in buzdağının altını da yazdığını ve görünen hikâyenin/buzdağının üstünün kökleri olduğunu söyler. G.R.R. Martin’e göre kendisi ve diğer fantezi yazarları bu konuda aldatıcıdır ve buzdağının sadece görünen kısmını resmedip altı, yani kökleri de varmış gibi davranmaktadırlar. Bu tespitin de ışığında Tolkien, tam anlamı ile takipçisi ol(a)mayan bir yazardır.

Ölümünün kırk yıl ardından devrin en büyük fantezi yazarları tarafından dahi tam anlaşılamamış ve hayatına en fazla etki ettiği meslektaşları tarafından da tam öğrenci olunamamış birinin, çok daha erken bir dönemde, tüm potansiyeli ile “İngiliz Devlet Aklı” eliyle keşfedilebildiğine inanmak çok zordur. Ancak bu büyük potansiyeli dar bir pencereden ve pragmatik ve kısa vadeli bazı menfaatler için erkenden tespit ettikleri de Bletchley Park örneğinde olduğu gibi gözükmektedir.

Kullanan Kimdi? Kullanılan Kimdi?

Tolkien, İngiltere’ye sevgiyle ve merhametle, ama yukarıdan bakar. “Bir mit hediye etme misyonu” merhameti ifade ettiği kadar örtük biçimde üstünlüğü de ifade eder. Devrinde İngiltere tarafından temsil edilen medeniyetin gidiş yönünü aşağı doğru görür. Kendisiyle yapılan bir röportajda bu görüşünü dile getirdiği gibi, mektuplarında da aynı eleştirel tonu çok defa görürsünüz. Kendisi, İngiltere’yi, İngiliz Aklı’nı ve açmazlarını görmekte, ancak “İngiliz (Devlet) Aklı” tarafından görülemeyecek/kapsanamayacak bir konumdadır. Bu durum akla şu soruyu getirir: Tolkien, istihbarat ile varsaydığımız ilişkisinde istihbaratı kullanan mıydı? Yoksa kullanılan mıydı? (**)

Tematik olarak konumuzla uzaktan da olsa ilgisi olan bir filmin açılışındaki sözler ile yazımız noktalayalım:

.Köpek neden kuyruğunu sallar?

.Çünkü köpek daha akıllıdır.

.Eğer kuyruk daha akıllı olsaydı…?

.Kuyruk, köpeği sallardı.

(*) Bu konu ile ilgili bir örnek teşkil ettiği için Farklı Pencerelerden Gyges ve Yüzük makalesini dikkatinize sunarız.
(**) Bu soruyu yazının geldiği noktada anlamlı bulduğum için sordum. Kesin olarak bildiğim ve sonradan açıklamak üzere sakladığım bir veriye sahip değilim.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply