Sutu Boğda Şafağının İlk Dakikaları Üzerine – Bölüm 1

1

Sutu Boğda Sitesi, açıldığı günden bu yana belirgin olarak iki yazarın yazdıkları üzerinde yoğunlaştı: Antoine de Saint-Exupéry ve J.R.R. Tolkien. Her iki yazar da vermiş oldukları eserler itibariyle birbirinden oldukça farklı. Diğer yandan, aynı farklılığın amaç açısından bulunmadığı da hissedilen bir gerçek.

Tolkien, kendi yazarlığını ve düşünce serüvenini bir “keşif” yolculuğu olarak ele alır. Hiçbir zaman bir şey icat etmeye çalışmadığını ve her zaman orada bir yerde olduğuna inandığı hakikati bulmaya/keşfetmeye çalıştığını ifade eder. Saint-Exupery’nin yolculuğu da insanın kendi eliyle yapıp ettiklerinin sonucu olarak kirlenmiş insana özünü göstermek/keşfettirmek üzerinedir. Dolayısıyla “Küçük Prens” bir çocuktur ve insanın ilksel halinin tüm faziletlerini taşır ve kirlenmemiş bir bakış açısından “büyük” adamlarla ve hakikate nispetle onların küçük dünyalarıyla yüzleşir. Küçük Prens, hakikatin ışığı altında yalnız sanılırken özüne sahiptir; yalnız değildir ve aslında modern insanın hakikat tarafından terk edilmiş olmaktan doğan yalnızlığını yüzüne vurur. Küçük Prens, “büyük” adamların hakikate dayanmayan algılarının bir tutsağı olarak kendilerini düşürdükleri acınası hallerini gösterir. Tolkien de gücünün zirvesinde İngiliz Devleti’ne/Medeniyeti’ne acıyacak ve mit-fakiri olmasına mukabil onu özgürleştirmek adına bir “mit hediye etme misyonu”nu ilan edecektir. İş adamları -bugünün deyişi ile CEO’lar- nasıl da maddi dünyadaki saltanatları ile Küçük Prens’in gözünde yok hükmünde ise İngiltere, maddi haşmetinin zirvesindeyken Tolkien için ancak merhamet edilecek, zavallı bir durumdadır. İki yazar da kadim hakikatin penceresinden devirlerine bakmak açısından çağdaşlarından açıkça ayrılan ve diğer yandan birbirlerine de benzeyen bir tavrın sahibidirler.

Tolkien, mitlerin yapıtaşının büyük ölçüde hakikatten devşirildiğini düşünür. İnsan, kaybettiğini bulduğunda; unuttuğunu hatırladığında özgürleşecektir. “Mit hediye etme misyonu”, İngiltere’ye unuttuğunu hatırlatmak; kaybettiğini buldurmak içindir.

Bu noktada bir soru akla gelir: Niçin İngiltere? Unutan sadece İngilizler miydi?

Unutan sadece İngilizler değildi ama hakikati unutmak/kaybetmek konusunda en ileride olanlar onlardı. Devir itibariyle maddi uygarlığın en ileri noktasında ve dolayısıyla köklerden en uzakta ve köklere, kadim olana en yabancılaşmış olan onlardı. Tolkien’in köklere dönüş için araç olarak gördüğü kendilerine ait bir mitten de yoksundular. Tolkienyen bakış açısından sadece köklerden uzaklaşmamış, mit yoksunluğu dolayısıyla dönüş yolunu, o yolun haritasını da kaybetmişlerdi.

Sahip Olmak ve Olmak Arasında Saint-Exupéry ve Tolkien

Yüzüklerin Efendisi’ne içsel yolculuk (enfüsi seyahat) katmanından baktığımızda, eserin temel olarak vazgeçmek, sahip olmayı reddetmek; Tek Yüzük’ün sahipliğinin reddi ve ondan vazgeçmek üzerine olduğunu görürüz. Tek Yüzük, güç ve sonsuz yaşam vaat eder, karşılığında ise temsil ettiği her şeye duyulan aşkın kaynağı olarak kendisine sadakat ister. Bir yönden insana efendiliği vaat ederken diğer yönden aslında kişiyi kendi şehvetlerine köle etmeyi teklif eder.

Yüzüğün sahibi için aslolanın Tek Yüzük haline geleceği ve sahibinin gölge hükmüne düşeceği, eserin pek çok farklı yerinde üzerinde durulan bir husustur. Yüzük ile sınavı kazananlar ise hep aynı yöntemi kullanırlar: Tek Yüzük’ün sahipliğini reddetmek ve onun yerine, olmayı, kendini gerçekleştirmeyi tercih etmek. Bu yolda Boz Gandalf, Ak Gandalf’a; Aragorn, maddi otorite ile manevi iktidarı şahsında birleştiren Kral’a; sürgündeki Galadriel, Batı’daki/Valinor’daki aslına döner/dönüşür; Tek Yüzük’ün Efendisi olmak yerine “olmayı”/hakikatini gerçekleştirmeyi seçmişlerdir.

Tolkien, eseri için üç temel temadan bahseder: Ölüm, Düşüş, Makine. Tek Yüzük, bu üç temanın kesiştiği unsurdur. Tek Yüzük, primordial makinedir ve ölüme karşılık ölümsüzlük, düşüşe karşılık ise ancak düşülen cennettekine denk bir kudret vaat eder ve bunu elde etmenin yolu da kötülüğünü umursamaksızın ona sahip olmaktan geçer. Bu açıdan, sahip olduklarıyla kendini gerçekleştirdiğini sanan modern insandan farklı olarak Tolkien’in karakterleri, vazgeçerek ve sahip olmak yerine “olmayı” tercih ederek olgunluğa ulaşırlar.

Küçük Prens’in seyahati anlamak içindir ve bu seyahatin azığı güzelliğin cazibesidir. Küçük Prens aslolana çekildiği için asıl olmayanların yanında çok kalmaz ve kralların, iş adamlarının “sahip olma” oyunuyla oyalanmaz. Saint-Exupéry’ye göre de karakterler ikiye ayrılabilir: Sahip Olanlar ve “Olanlar”. Birincisine örnek; iş adamları, krallar, kapitalist veya feodal fark etmeksizin güç oyununun şehvetinde, sahiplik oyununun şehvetinde kendini kaybetmiş olanlardır. İkincisine örnek ise Küçük Prens’tir.

Küçük Prens, iş dünyasının efendilerini, kralları, oyuncakları ile başbaşa bırakırken insanı tahtına oturtur. Tolkien, enfüsi olan bu seyahati, afaki bir seyahatle de birleştirir ve Aragorn’un dönüşü/Kral’ın dönüşü, insanın hakikati ile buluşması ve tahtına çıkmasının bir temsili olarak belirir.

Hakikat açısından bakıldığında Saint-Exupéry ve Tolkien, aynı güneşin farklı nitelik ve açılardaki aynalarda yansıma tezahürleridir. Yansıyan aynı olduğu için hakikatte birdirler; yansıtma nitelikleri farklı olduğu için verdikleri meyveler farklıdır.

Evvele Yolculuk Penceresinden Tolkien ve Saint-Exupéry

Saint-Exupéry’nin yolculuğu enfüsidir/içseldir. Küçük Prens’in afaki/dışsal gözüken seyahatinin de merkezinde hep enfüs yönüyle -iç derinlikleriyle- insan vardır. Dolayısıyla Primordial İnsan’a giden, kadime kapı aralayan yolda ezeli bir sembole denk gelir: Bir çocuğa/kendi içindeki kirlenmemiş hatıraya/çocukluğuna. Küçük Prens’e gidebilmek/ulaşabilmek için çocukluğa ve onun saffetine yol bulmak gerekir. Saint-Exupéry’nin yolculuk yönü “Evvel”e doğrudur. Çocukluğa, geçmişe ve oradan kadim hakikatin hatırasına çağırır.

Tolkien ise insanın tahtına oturması için o tahtın sahibi olduğunu hatırlaması gerektiğini düşünür. Ölüm ve düşüş gibi ilk insandan itibaren değişmeyen temalar üzerine kurar tüm hayatını verdiği hikâyeyi ve pek çok karakter üzerinden düşüş öncesine ve onun ötesine uzanan yolu gösterir. Efsane-i Tolkien’in (Tolkien’s Legendarium) başlangıcı, insanın başlangıcına dahi değil ötesine uzanmaya çalışır; varlık ağacının başlangıcına, en derin köklerine, evvelin de evveline davet eder.

Sutu Boğda ve Evvel

“Sutu Boğda” kelimesinin anlamlarından biri kayıp geçmişimizle/çağlarla, dehirlerle ilgili ve bu yönüyle sitenin misyonu, geçmişe/evvele bir yolculuk davetini içeriyor. Site, isminin anlamı itibariyle, geçmiş ve yaşayanların hafızalarından başka yerde kaydı kalmamış çağlara, hayalin ve düşüncenin kanatlarıyla ulaşma çabasının bir ifadesi.

Kadimden sökün edip gelen bir şafağın ışıklarının ilk habercilerinden Tolkien’den bir şiir ile sözlerimizi noktalayalım:

Metnin Aslı

All that is gold does not glitter,
Not all those who wander are lost;
The old that is strong does not wither,
Deep roots are not reached by the frost.

From the ashes a fire shall be woken,
A light from the shadows shall spring;
Renewed shall be blade that was broken,
The crownless again shall be king.

Çevirisi

Altın olan her şey parlamaz,
Dolanıp duran herkes kaybolmamıştır;
Kadim olan/Eski Olan ki kuvvetlidir solmaz,
Derin köklere don ulaşamaz.

Küllerinden tekrar alevlenecek bir ateş,
Gölgelerden sürgün verecek ışık;
Bir zamanlar kırılmış kılıç dövülecek tekrardan,
Taçsız olan kral olacak yeniden.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

  1. Evveli düşünme yeteneğini sutubogda.com kazandırdı çok teşekkür ederiz. Evveli düşünmek ve hayal etmek o kadar güzel ki inşallah hayal ettiklerimizi görebiliriz. Çünkü hayallerimizde hep in üstün olduğu ve sevginin nefreti yendiği sahneler hakim. Hikayenin başlangıcı gizli ateş olarak gösterildiği için evveli düşünmek oldukça hakikat kokuyor. Sabır gösterip araştırma yapan ve yorumlarını paylaşan yazarların hepsine çok teşekkürler.

Leave A Reply