Sokak – Bölüm 8 

2

Sen Unutma!

Bugün yürüyüşe çıkmayacağım. Sokağımdan geçmeyeceğim. Kendimi sadece kendimle paylaşmak, yapılacak işlerin dışında köşemde oturup sadece kendimle konuşmak istiyorum. 

Haziran, en güzel endamıyla yaşamımıza girdi. Duvara vuran latif ikindi güneşiyle, rayihası içimi coşturan ıhlamur çiçekleriyle, göğü ardına takıp ruhuma getiren kuşlarla geldi. Aldım, öpüp başıma koydum. Bu güzel ay, güneş, ıhlamur, gök ve kuşlar; hepsi benim için var. 

Aylar, mevsimler de kardeşlere benziyor. Aynı anne babadan; ama birbirinden çok farklılar. Her biri kendine has edasıyla geliyor, her dokunuşla içimizde ayrı bir âlemi oluşturup ruhumuzda tadını bırakarak gidiyorlar. Gidiyorlar gitmesine; ama bizden razı olarak mı ayrılıyorlar? Yoksa “Senin içindim. Ne kadarımdan nasiplendin? Beni hizmetine “Veren”i tanıtamamışsam sana, vay halime!” diyerek mi gidiyorlar?

Yaşanan olaylar da ay ve mevsimler gibi. Biri iyilikle geliyor; kötülükler siliniyor. Biri kötülükle geliyor; iyilikler gidiyor. Ağlamayı gülüşler takip ediyor; gülüşleri ağlamalar. Hepsini tek tek değerlendirmek ruhu öyle bir yükün altına sokuyor ki, altından kalkamıyoruz. Oysa hakikatin bak dediği yerden baksak şunu göreceğiz: Geçmiş ve gelecek, mevsimler, başa gelenler, altında ezildiğimiz olaylar; kısaca her şey, devasa bir “resmin” içindedir. O zaman anlayacağız ki, yaşadıklarımız o resimde sadece küçük birer noktadır. 

.Peki, resimde sadece bir noktaysak neden bu gerçeği kabullenerek resme ne katmamız gerektiğini anlamaya çalışmıyoruz? Kabullenseydik ve anlasaydık “resmi” kulluğumuzla el üstünde tutar, varlığımızla aydınlatır; insanlığımızla parlatırdık. Ve gün gelir, o küçük noktadan varlık âlemine dairelerce genişlerdik. 

.Zaten dünyaya gelişimizdeki maksat bu değil mi? Dünyayı tanımak ve verilenlerin sebebini düşünerek kabullenmek? Öyle demişlerdi.

.Doğru demişler. Şimdi tüm varlığı büyük bir ayna gibi düşün ve o aynada kendini, varlığın arasında ölç-biç ve değerlendir. 

Mesela: İnsanın ortalama ömrü 70-80 yıl. Hiç düşündün mü neden ağaçlar kadar ömrün yok? Ihlamur 1000 yıl, ceviz 500 yıl, armut 300 yıl yaşayabiliyor. Mesela at saatte 69 km’lik, çıta 120 km’lik hızla koşarken sen ancak 44,6 km’lik hızla koşabiliyorsun. Ayrıca köpeğin koku alma merkezi, seninkinden kırk kat daha gelişmiş. Bir akrebi buz kalıbında dondurmuşlar. Üç hafta sonra buz eritildiğinde hiçbir şey olmamış gibi yürüyüp gitmiş. Ama sen azıcık cereyanda kalsan, biraz güneşte dursan hastalanıyorsun.

.Doğru. Gözüme toz kaçsa, birisi karşımda hapşırsa mikrop kapıyorum. Çimen onca toza, ayak izine rağmen mis gibi kokar. Ben biraz çalışsam terlerim; kokumdan yanıma yaklaşılmaz.

.Çünkü zayıf yaratılmışsın.

.Sadece zayıf yaratılmamışım; aynı zamanda her zaman bir ihtiyaç halindeyim ve ihtiyacımı da karşılayamıyorum. 

.Çünkü muhtaçlığının yanında acizsin de. İhtiyacın çok ve her biri kâinatın bir yönüyle alâkadar. Bunların hepsinin sende toplanmasının hikmeti ne? Düşün bakalım:

.Muhtaç olan ne yapar? İhtiyacını temin edecek kapı arar. 

.Burada mesele, doğru kapıyı bulman. Yanlış kapıdan verilenler gıdan değil, zehrin olur. Onun için tek kapı vardır çalacağın: İlahî kapı. İşte bu kapıyı bulmana ve çalmana davettir hem zayıflığın hem muhtaçlığın hem acizliğin. Bunlar olmasa aramaya kalkışır mıydın? Kapı açılır ve rahmet Sahibi ilahî fazlından; maddî ve manevî lütfundan, cömertliğinden sundukça sunar. Bununla da kalmaz; yaşamını sürdürebilmen için güneşten aya, yıldızlara, gece ve gündüzden mevsimlere, gök ve yerden denizlere, kuşlara, bütün hayvanlara kadar her varlığı hizmetine verir.

‘Ve sizin için geceyi, gündüzü, güneşi, ayı musahhar kıldı (sizin hizmetinize verdi.) Bütün yıldızlar da O’nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.’

Nahl / 12

‘O, taze et yemeniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarmanız için denizi sizin hizmetinize verendir. Gemilerin orada suyu yara yara gittiğini görürsün. (Bütün bunlar) O’nun lütfundan nasip aramanız ve şükretmeniz içindir.’

Nahl / 14

Hizmetine verilmeseydi senden güçlü olan varlıklardan faydalanabilir miydin? Arıyı görsen sokar diye korkarsın. Bal, peteklerle sofrana gelir. İnek, manda kocaman gövdeleriyle sana teslim olurlar; sütlerini içersin. Hele yılandan edindiğin ilaçlara değinmiyorum bile. Kâinattaki ilahî kanunlar olmasa -düşünsene- denizde nasıl yol alır, gökyüzünde nasıl uçardın?

.Ben yaptım, ben başardım diye övündüğüm aklım, kabiliyetlerimle çaresiz bakakalırdım.

‘Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş (musahhar kılınmış) kuşları görmüyorlar mı? Onları (böyle boşlukta) Allah’tan başkası tutmuyor. Şüphesiz, iman eden bir topluluk için bunda ayetler vardır.’

Nahl / 79

İnsan ne kadar muhtaç olduğunu düşündüğünde ve ihtiyacını karşılayanın da ancak Allah olduğunu anladığında o kapıdan ayrılmak istemez. Verilenleri değerlendirdiğinde nimet Sahibi’ne kalbiyle yakınlık duyar, O’nu tanımaya meyleder. Tanıdıkça sever, sevdikçe daha da bilmek ister. Bildikçe O’nun katında ne kadar değerli olduğunu anlar. Bunun alâmetlerini; işaretlerini yaşamında tek tek görür. O’ndan uzaklaştıkça değerinin düştüğünü, yakınlaştıkça arttığını idrak eder. Bütün alıcılarıyla kendinden istenilene dikkat kesilir. Bu titizlikle yaşamaya çalışır. Yani her şeyiyle; aklıyla, kalbiyle, cismiyle şükreder.

‘Gerçekten Biz Âdem evlatlarını şerefli kıldık, karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar nasib ettik, onlara helâl ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattığımız varlıkların çoğuna üstün kıldık.’

İsra / 70

.Demek ki varlık aynasına dikkatle bakarsam diğer varlıklardan çok farklı yaradılışımı görebileceğim. Gördüklerime bir de anlam katabilirsem varlıktaki düzenin bana göre tasarlandığını ve inşa edildiğini idrak edeceğim. Bu da “varlıkların çoğuna üstün kılınmam.” demek. 

.Evet. Cisminle değil; ama ruhunla, kalbinle ve aklınla her varlıktan üstünsün. Allah sana akıl, konuşma kabiliyeti vermiş. Konuşmanla varlığa tercümanlık ediyorsun. Onun sorumluluğunu üstleniyorsun. Kâinatın yaratılış hikmeti senin idrakin, sözlerin ve emeğinle ortaya çıkıyor. Yazı yazıyorsun. Yaşanılanları çağdan çağa aktarıyor, örnek oluyorsun. Hislerinle yaşadıklarını anlamlandırıyorsun. Aklınla, kalbinle, vicdanınla ahlakî değerlerin doruğuna çıkabiliyorsun. Ruhunun antenleriyle zaman ötesini, mekân ötesini sezebiliyorsun. Ne diyor ayet?

‘Kerremnâ benî âdeme.’

‘Biz Âdem evlatlarını şerefli kıldık.’

‘Faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ.’

‘Onları yarattığımız varlıkların çoğuna üstün kıldık.’

“kerremnâ; şerefli kıldık” ve “faddalnâ; üstün kıldık.” Şerefli kılınmak, fıtratta bulunan özelliklerle gerçekleşir. Yani yaradılıştan gelir. Mesela yaradılışından gelen neleri sayabilirsin?

.Bedenim; boyum bosum, yüzüm, gözüm, elimle tutmam, ayaklarımla yürümem… Hayal kurmam, tasarlama, düşünme, planlama kabiliyetim, kavrayışım, konuşmam, yazı yazmam.

.Üstün kılınmak ise sonradan emek verilerek kazanılanlarla elde edilir. Bu konuda senden murad edilen; fıtrî özelliklerinle, aklınla, idrakin, kavrayışınla güzel ahlak edinmen. Hem kul hem insan hem vatandaş olarak doğru olanı sergilemen. Hizmetine verilmiş varlığı gözetmen, kurulan ilahî nizamı koruman. 

Düşün: Göz ve görme kabiliyetinle şerefli kılındın. Bunları kullanabilmen için alanlar açıldı.  Güneş, ışığını serdi önüne. Bu verilenleri doğru yerde, doğru kullandığında seni güzel ahlaka, insanlığa ulaştıracak merdivenden basamak basamak yücelere çıkmaya başladın. Yani “görme” konusunda diğer varlıklara karşı üstün kılındın. Değerin arttı. 

Veya böyle yapmadın. Yanlış yerde, yanlış kullandın veya kullanmadın; ihmal ettin. O vakit güzel ahlaktan, insanlıktan seni uzaklaştıracak merdivenden basamak basamak dibe inmeye başladın. Bunu her kabiliyet için ayrı ayrı düşün. Zirve de senin, dip de… Tercih sana kalmış.

.Ne yazık ki, çağın adamı bu yanlış tercihinin kurbanı. Beşeriyet şu an zalimliğinin; cahilliğinin, takdir bilmeyen nankörlüğünün, şükürsüzlüğünün acısını çok şiddetli çekiyor. Sorunlar, yaşanan bunalımlar iyice tavan yaptı. Herkes kendince bir kurtuluşun arayışında. 

.Nasibini aramak için gayret ederse şayet, imkânlar sunulur. Aklını kullanabilirse, kendine sunulanlara ibretle bakar. Bütün bunlar insanı imana ve şükretmeye götürür. Şükredenin eli asla bırakılmaz. İmtihandan geçecek de olsa, kolay kılınır. 

.Zor olan nasıl kolay kılınır?

.Bir tekneye un, su koy ve yoğur desem “Niçin?” diye sorarsın. “Ekmek yapman için, gıdanı hazırlaman için yoğur.” desem yoğurursun. Teknende un ve su çoğaldıkça yoğurmakta zorlanırsın. Bir başkası gelir ve o da şöyle der:

.Yoğurduğuna hiç dikkat ettin mi? 

.Neden? 

.Hamurun hiç kabarmamış. Bir şey eksik. Ne koydun içine?

.Su ve un.

.Peki hamur hiç mayasız kabarır mı? Karışımı yenilir hale getirecek, ona lezzet verecek, iyi pişmesine neden olacak mayadır ve biraz yağ, biraz tuz…

Dinlersin. Bu sefer denilen malzemeyle hamur hazırlarsın. Yoğurdukça kabarcıklar oluşur. Yoğurdukça yumuşar, elinde kayganlaşır. Şekil vermen kolaylaşır. Denemek için iki hamuru da fırında pişirirsin. Birincisi kabarmaz, serttir. İkincisi kabarmış, yumuşaktır, kabuğu çıtır çıtır kızarmıştır. 

Verilen hayatı değerlendirmen de böyle. “Canını ve kuvvetini koy.” desem. “Niçin?” dersin. “Yaşaman için.” derim. Ve canına can ekler, çalıştıkça çalışırsın. Yine bir başkası gelir ve o da şöyle der: 

.Neyle uğraştığına dikkat ettin mi?

.Neden? 

.Gözlerin ifadesiz, yüz çizgilerin sert. Hiç yaptıklarından huzur duyuyor musun? İçin coşuyor, ruhun kanatlanır gibi oluyor mu? Bir şeyler eksik yaşamında senin. Neyle geçiyor günlerin? 

.Çalışmakla, yaşamın tadını çıkarmakla. 

.Peki tat alıyor musun? 

.Aldığımı zannediyorum. Fakat öyle çabuk geçiyor ki, bir müddet sonra hiç almamış gibi oluyorum. 

.Peki çalışmalarına hiç ruhunu, kalbini, vicdanını koyuyor musun? 

.Zekamı ve bedenimi koyuyorum ya… Yetmez mi? 

.Yetmez. Gününü hayat edecek olan, ruhun. Çevreni sana yâren eyleyecek, kalbin. Zamanı nurlandıracak, vicdanın. Ve sonunda ömrünü bereketlendirecek, imanın. 

Evet, bütün söyledikleri doğrudur ve benim eksiğimi tamamlar. Çünkü ruh, kalp, vicdan, iman olmazsa yaşamın öyle koyulaşır ve katılaşır ki, ardını göremez, kaldıramazsın. Mekân öyle daralır ki, nefes alamazsın. Sana zaman, mekân ve imkân verilir. Lakin onları değerlendirecek, onlardan anlam üretecek olan sadece sensin. Can hamuru ruhsuz kabarmaz. Duygusuz tadını almaz. Hele iman yoksa hiç iyi pişmez. Mayalanmak ruhuna ruh katmaktır. Kattıkça can hamuru kabarcıklanır, şevke gelir. 

Ayrıca şunu da unutma! Mayalanman için dinlenmen lazım, dinlenmen için sükûnet. Ve sen dinlenirken olgunlaşırsın. Düşünmeden, hissetmeden hızlı davrananın hatası çok olur. Durmadan konuşan, karşısındakini yorar. Kelimelerin arasına işaret koymazsan kendini ifaden zorlaşır. Sükûnetin sinesinde verdiğin her mola, yaşamını anlamlandırır. 

Ayrıca şu soruyu da sor, kendine: Neden bu dünya böyle yaratılmış? Hem imtihan dolu hem engebeleri çok hem ömrü kısa. Ne cevap verirsin?

.“Dünyanın derdi, sıkıntısı bitmiyor aynı benim gibi. Onun da ömrü benim gibi kısa. Demek ki dünya benim cismime, bedenime göre inşa edilmiş.” derim. Oysa benim bir de ruhum var. Bedenim tükendiğinde ruhum tükenmiyor. Manevî yapımın ömrü sonsuz. Sonsuz olan sonluya nasıl sığar? Demek ki ruhuma uygun olan yer bu dünya değil. Değilse ve her şey bir hikmetle varsa o zaman başka bir dünya var ve ben oralıyım. 

.Evet. Noktayı doğru yere koydun. Şimdi hem acizliğini hem üstünlüğünü daha da kavrayabilmen için başka bir misal: Gözünün önüne bir ağacın gövdesiyle meyvesini yan yana getir. Hangisi büyüktür?

.Gövdesi. 

.Peki hangisi ağacın var olma nedenidir? Yaradılış hikmetidir? Gövdesi mi, meyvesi mi? 

.Meyvesi.  

.Yani ağaç için meyve, gövdeden daha önemlidir. Kök de dallar da yapraklar da meyveden fiziksel olarak büyüktür; ama hepsi o minicik meyve için vardır. İnsan da varlıkların içinde en aciz, zayıf olanı; ama bütün varlığın yaradılışı onun o aciz ve zayıf varlığı için. 

Kabuğu kalın küçücük çekirdekten kadife yapraklı, çiçekli, meyveli dev bir ağacın olması zamana, gayrete, emeğe dayanır. Bu dayanakların dayanağı da sabır. Ancak ağacın sabrı onun yaradılış özelliği. Ağaç başka türlü davranamaz. Besin topraktan, ışık güneşten, hayat sudan gelir. Her şey kendiliğinden, iradesiz gerçekleşir.

Ama sen öyle değilsin. Cisminin senden beklenen işleri gerçekleştirebilmesi, kendini yetiştirmene bağlı. İlk önce niyet edecek, iradeni kullanacaksın. Sonra Rabbin sana sabrı lütfedecek. Her basamağı çıkış ve güzel olana varış gayret ister. Bir anda olmaz; zaman ister. Hayrın, iyinin düşmanı, engeli çoktur; mücadele, emek ister. Gayretin, zamanın, mücadelenin yol arkadaşı, yâreni sabırdır. 

.Sabırla her şey hallolur mu? 

.Allah dilerse çoğu şey hallolur. Ama başka şeyler de gerekir. Zamanda sükûnet, gayrette sebat, emekte şevk. Bunların hepsi sabrın olmazsa olmazları. 

.Neden? 

.Çünkü sükûnetin olmadığı gürültülü ortamlar kafa karıştırır. Düşünmene engel olur, sabrı yorar. Sebat yoksa gayret gevşer, ayak kayar, irade sallanır. O zaman istikamette sapmalardan yanlış karara varılır. Şevk yoksa bıkkınlık hayale ve ümide sırt çevirir. Tembellik kalbi hastalık gibi sarar, kabiliyetler örtülür, emek baltalanır. 

Haziran’ın en güzel endamıyla salındığı köşemde ben bunları düşünürken “sabır” bir ikindi güneşi gibi kalbime yansımaya başladı. “Gayret” aynı ıhlamura benzer rayihasıyla bütün benliğimi öylesine sardı ki, bir baktım; “şevk ve hayaller” kuşlar gibi gökleri ardına takmış ruhuma getiriyor. Aldım, öpüp hayatıma koydum.

Onun için sabrın gölgesinde yalnızlığın sırlı bir köşe olduğuna inanırım. Önce düşündürür beni, sonra adım adım kendimi bulmaya götürür. Bulmamla çözülür mü sır? Hayır. Ama bulduğum halin içinde bir sürü ayna, kendimden çok başka “Biri”ni yansıtır. Şimdi olduğu gibi. 

Görüyor muyum yansıyanı? Gözümle hayır; ama iliklerimle hissediyorum. Şu an ruhumun erişebildiği noktada sayısız renk, Haziran’ın çehresinde bir başka titriyor. Bu hissedişin ise dili yok. 

.O zaman bu hali her vakit bulabilmen için ayrıca şunları da dinle:

Hazan düşerken bahçene
Sakla yüreğinde baharı.
Öyle çek ki içine, kayarken kokusu
Ellerinden.

Sen ki, her mevsimsin.
Dal unutsa da meyve verdiğini;
Sen unutma!

Bir daha koklayabilmek…
Sen bilmezsin; Mevlâ’n bilir.
Mesele korumak değil mi
Duygularını
Günler geçerken nefes nefes
Ömründen?

Ne zor! Can tüterken, buz tutar
Hayaller.
Dayanılır mı, cam gözlerde
Kesilirken?

Sen hem liman hem ümitsin.
Nefsin unutsa da ne olduğunu
Sen unutma!

Bir daha görebilmek…
Bilmesen de Mevlâ’n bilir.
Avuçlarında sımsıkı tut
İnsanlığını
Dost bilinenlerde vefa
Tükenirken.

Ölümlüyüz;
Her an eksiliyor hayat
Bir yerinden.
Kul olmak yücelere selâm.
Selâm yitiğiyse de dünyanın
Sen unutma!

***

Paylaşın.

Yazar Hakkında

2 yorum

  1. Hikmete bakan her satır iç içe açılan ayrı birer pencere… Ve pencereden taşan nur…

    Allah razı olsun.

    • Sayın Burak Bey,

      Hikmet, pencere ve nur…

      Hikmeti değerlendiren, onu okuyan göz.
      Pencere kaç tane olursa olsun açan yoksa neye yarar?
      Nur ise böyle bir okuru olan kaleme ve okuyana inşallah Rabbimin bir ikramıdır. Allah sizden razı olsun.
      Elif Kaya

Reply To Burak Cancel Reply