Sokak – Bölüm 25

0

Dalgalar

Dallar ve gölgeler birbirine kenetlenmiş, güneşin yakıcılığından çevreyi koruyor. Zamanında hayli ıhlamur dikilmiş buralara. Kokularında eski İstanbul’um. Nispeten o günlerin benzerini buranın sakinleri yaşayabiliyor. Ancak güzelim şehrimin çoğu semti bu tattan mahrum. Hava yürüyüşe uygun. Çevremdeki eski yaşanmışlıklara dokuna dokuna yürüyorum.

Şu an, hatırası bende çok değerli bir yerdeyim. Sokağın köşesinde ortalıkta kalmış yapayalnız bir ıhlamur var. Kentsel dönüşüm sebebiyle çevredeki çoğu ağaç kesilmiş. Yanına gidip gövdesine avuçlarımı kuvvetlice bastırıyorum. Sanki ruhunun sesini duyabilecekmişim gibi. Biliyorum; o benim ruhumu duyuyor. Çünkü bambaşka bir rayiha sarıyor içimi.

Dinliyorsun
Uzaktan olup biteni.
Sessiz oturan çocuklar gibi
Öyle masum, öyle suskun
Derin bir kırgınlığı yaşıyorsun.
Kıvrılan dalların düşüncelerde
Nerde o günler, nerde?

Bahçeler yıkanır,
Sulanır aslanağızları, yıldızlar;
Etraf serin…
Buğusu ağar yaz ikindilerinin.

Eskiden buraya sık sık gelirdim. Sokağın girişindeki tek katlı evde oturan yaşlı çifti ziyaret ederdim. Onların görgüsüyle işlenir, hikmetli sözleriyle şekillenirdim. Evin önünde kocaman bir çam, arka bahçede de ıhlamur vardı. İkisinin de altı tam bir muhabbet yeriydi. Şakayıklar toz pembe renkleriyle muhabbete muhabbet katardı. Hele beyaz kırçıllı kırmızı yıldızlar…  Havalar ısındı mı, neresi arzu edilirse orada otururduk. Allah rahmet eylesin. Çok severdim onları. Çocukları yoktu. Evlatları gibi büyüttükleri hanımın yaptığı kahvenin tadı hâlâ damağımda. Saniye Hanım. Ne güzel insandır. Şimdi başka yerde oturuyor. Ama arar, hatırımı sorar. Kahvenin tadı gibi vefası da hâlâ yüreğimde.

Gönülde huzuru telveler
Zarflı fincanda kahveler;
Kırk yıllık hatır değerinde.
Ihlamur
Kokulu gölgelerinde
Seninle ne sadelikler yaşadık.

Saatler uzayıp gider,
Gittikçe koyulaşır muhabbet;
Zaman bizi değil
Biz zamanı paylaşırdık.

Oradan çıkınca iki sokak ötedeki kitapçıya uğramak olmazsa olmazımdı. Bir apartmanın altında. Aynı sahaf gibiydi. Sahibi, birinci baskı kitaplara meraklı bir bey. Kendisi gibi meraklı müşterilerine istek üzerine zor bulunan eserleri araştırır ve tedarik ederdi. Hatta tedarikle de kalmaz, eser veya yazarı hakkında bilinmeyen şeyler de anlatırdı. Tabii bu satışlar genellikle ayaküstü küçük sohbetlere dönerdi. Kısacası satıcısı da alıcısı da mekânı da farklı bir yer. Ne çok yönümüzü beslermiş meğer. O zaman da bilirdim kıymetini; ama şimdi duyduğum, bilmekten de öte bir açlık… 

Göz gönlü görür,
Kalp ruhu okur.
Ufukta bir top güneş
Gibi sevgiler yansır
Kızıllığınca akşamın tellerine,
Kırmızı bir gül olur.
Mutlu, dinlenmiş, rahat
Dağılırdık.

Ne hoştu eski kitapların kendine has kokusunda, hafif rengi atmış sayfalarında gezinmek … Artık o yaşlı çift de o görgü de o tek katlı bina da kitapçı da yok. Yerine dikilen yüksek binalar ve kitapçının yerinde de bir güzellik salonu var. 

Şimdi dalların
Bir hüzzamı çağıldıyor
Derinden.
Hayat denilen o muydu?
Yaşayabilir miyiz yeniden?

Bugün mümkünse hiç konuşmamak, bir yerde oturarak tüm gözlerden uzak kalmak istiyorum. Belki de ne zamandır yapamadığımı yapar, kendimi kendime anlatabilirim. Az ötede sokak arasında küçük bir pastane var. Minik lezzetli pastaların yanında soğuk limonatasıyla unutulan mahalle sıcaklığını da sunuyor. Gürültü yok, telaş yok, sırada beklemek yok. İnşallah bu tür hizmetler elimizden alınmaz. Pastanenin en uç köşesindeki masayı seçiyorum. 

Hava güzel, limonata, çikolatalı pasta güzel. Bu kadar güzel arasında kendime yer ayırabilmem zor. Defterimi çıkarıp aldığım notlara göz gezdirmeye başlıyorum. Defterler küçük olduğu için üç, dört tanesi çantama rahat sığıyor. Neler, neler not almışım… Acaba alınan notlarla birlikte söyleyen diller de taşınabilir mi? Kelimelere anlamı veren ruhlar da yanı başımızda durabilir mi? Ne garip şeyler düşünüyorsun Elif? Evet, garip şeyler. Ben bilemeyebilirim. Fakat hakikatin sırrında yok, yok ki…

Sekiz ay önce aldığım notlar… Mümtaz Bey’in sorulan bir soruya verdiği cevapla ilgili:

Cevabı alınmayan sorular gariptir sizin, bizim gibi. Oysa cevabın hası gönülde saklıdır. Eğer oradan alabiliyorsak tek bir noktanın cazibesine çekiliriz, Cezbeden cezbeye ilerlerken bir de bakarız ki, aynı yere akın eden sayısız çizgilerden sadece bir tanesiyiz. Bizi bir araya getirenin ne olduğunu zannediyorsunuz? Bizim gibi olanlar tahmininizden çok.

Şu an yaşadığım hale, yaşadığım hatıralara ne kadar uygun. Bu dünyada bizim gibileri anlayamayanlar çok olsa da yine de yalnız bırakılmadığımızı gittikçe daha iyi anlıyorum. Bir bakıyorsunuz bir yerden birileriyle bir kavşakta hiç olmadık şekilde çizgiler kesişebiliyor veya yol boyunca yan yana devam edebiliyor. 

“Cezbeden cezbeye ilerlerken bir de bakarız ki, aynı yere akın eden sayısız çizgilerden sadece bir tanesiyiz.” Ve nasıl bir cezbedir ki bu, zamanı unutturacak kadar da birbirine bağlıyor. 

Kargaların istila ettiği yerde bülbülün sesi yoktur Maidem. Bülbül zamanını bekler. Bizler de bekliyoruz. Ama işin hakikati; kargaya rağmen şakıyabilmek. Varsın dikenlerden görülmesin güller. Gülün orada olduğunu bilmek yetmeli bize. Varsın burnumuzla almayalım kokusunu. Kokuyu alan öyle hislerimiz var ki…

Ne kadar doğru. Biraz evvel ıhlamurun ruhuna dokunmam, ondan aldığım rayiha. Notlara bakarken garip dediklerim. Böyle hisler olamaz mı?

Kuş cıvıltıları… Kapıya bakıyorum. Biri erkek, biri kız. İçeriye koşuyorlar. Sapsarı iki kafa. Anneleri de arkadan. Pastaların olduğu camekana boyları zor yetişiyor. İştihanın ve arzunun en saf halinde ne masumlar… Pastalar seçiliyor, sonra anneleri bir masayı seçerek yerlerine oturtuyor. Onların sevimli haline bakakalmışım… Anne fark ederek gülümsüyor. Böyle hazineye sahip olan anneler alışıktır benim gibilere.

.Hocam!… Pervin Hanım buraya gelir misiniz!

.Nur! 

Gel de çık işin içinden. Ahmet Yüksel Öz Emre eserine ne anlamlı bir ad koymuş. “Gel de çık işin içinden.” Göz önünde olmayan bir yerdeyim. Aklımdan az önce geçenler ve sonra okuduğum notlar. İçeri giren ikizlere bakmak için sırtımı dönüyorum. Yani görünmez köşemden görünür oluyorum. İşte aklın çıkmaz sokak dediğine gönlün göklerden aldığı cevap.

.Sizi görmek ne güzel! Sizde mi biliyordunuz burayı? Pervin Hanım. Bizim kıymetlimiz, Elif Hocam. 

Tanışıyoruz. Oturduğum masaya davet ediyorum. Maide Hanım’ın söylediğine göre aynı yaşlarda olmalıyız. Ama karşımda benden hayli genç biri oturuyor. Albenisi kuvvetli ve zarif. Hayatı Avrupa’da geçmiş bir diplomat kızı. Ama Nur haklı. Bana da pek kibirli gelmiyor. 

Her zamanki yürüyüşlerine çıkmışlar. Nur’a baktığımda yine bir nostalji arayışı olduğunu anlıyorum. Ordan, burdan, evdekiler… derken lafa dalıyoruz. Konuştukça sesinin tonu, mimikleri sanılanın dışında biri olduğunu hissettiriyor. Evet. Asil ve kendine öz güveni kuvvetli. Ama burnu havada değil.

.Elif Hanım. Burada sahafa benzer bir kitapçı vardı. Kerim Bey. Daha önce de aradım. Lakin bulamadım. Ne yazık… Çoğu yeri unutmuşum. Sokakları karıştırıyorum. Nur’dan yardım istedim. Kaç zamandır buralarda dolaşıyoruz. O arada bu pastaneyi keşfettik. Her şey çok leziz ve taze. İkindi çayı için öteberi alalım dedik. Ne güzel. Demek ki sizi tanıyacakmışım.

Bir ara Nur, Ahmet Beylerin yakında İsviçre’ye döneceklerini söylememiş miydi? Burada olduklarına göre. Galiba aklımda yanlış kalmış. 

Yine kuş cıvıltıları… Pastalar bitmiş demek. İkizlerin sesleri Pervin Hanım’ın da dikkatini çekiyor. Annelerinin üstlerini düzeltişi. Onların zıp zıp yerlerinde duramayışları. Annenin yine fark ederek bize doğru bakışı ve gülümsemesi. Bir durgunluk geliyor üzerine. Hemen kendini toparlıyor. Ama gözleri… Onları toparlayamıyor. Karşımda oturan bu kadının işte tam o toparlanamayışta bir yara var gibi. Dikkatimi fark etmemeli. Kendimi toparlıyorum. 

.Nur. Yalın Bey, Harun Bey’in yanına gidecekti. Salih’in de koşuşturduğu ev meselesi vardı. Ne oldu?

.Hocam. Zaman nasıl çabuk geçiyor. Doğru, sizinle epeydir görüşemedik. Ve gelişen bir sürü olay derken telefonun dışında konuşamadık. 

.Nur. Melek evde mi?

.Bu saatte evde olması gerekir. Neden sordunuz Pervin Hanım?

.O zaman evi arar mısın? Evdeyse arabayla buraya gelsin. Elif Hanım. Bu asla bir emrivaki değil. Lütfen öyle sanmanızı istemem. Sadece içimden geldiği gibi davrandım. Lütfen geri çevirmeyin davetimi. Bir saatliğine de olsa bize gelir misiniz? Hem Ahmet Bey de sizinle tanışmış olur. Mümtaz abim o kadar sizden söz etti ki… Pastayı da ikindi çayı için almıştık. Ne dersiniz?

Zaten bu sokağın davetlerini ne zaman geri çevirebildim? Bir de toparlanamayan o gözdeki acıdan sonra bu kadını kıramam. Eve telefon ederek eşimi haberdar ediyorum. 

.Ahmet Bey yaşlandıkça bu eve düşkünlüğü arttı. Zannediyorum birlikte geçen çocukluk günlerinin etkisi büyük. Bilhassa terapi odasının. Yalın böyle isimlendirmiş. Ahmet’i memnun etmek için biz bizeyken çay sofrası bu odada hazırlanıyor. Eskiden kayınpederim bu odayı çalışma yeri olarak kullanmış. Burada dinlenmeyi tercih edermiş. Kısacası Elif Hanım, ben hâlâ anlayamasam da odanın cazibesi fazla. 

.Hocam da bu cazibeye kapılanlardan. 

Maide Hanımlar biraz sonra geleceklermiş. Bir konu üzerinde konuşmak için Yalın Bey birini göndermiş. Çalışma odasındalarmış. Nur, yardım için Menekşe’nin yanında. Biz de Pervin Hanımla baş başa kalıyoruz.

.Elif Hanım. Siz dikkatli birisiniz. Öğretmenmişsiniz. Meslekî özellik olabilir. Ama daha ziyade rahat empati kurabiliyorsunuz gibi geldi bana. Benimle de pastanede öyle oldu değil mi?

Bu hiç tahmin etmediğim farkındalığa şaşırıyorum. Ne söyleyeceğimi bilemiyorum.

.Anlayamadım Pervin Hanım. Pastanede öyle olan nedir?

.Gözlerimde olan neyse, onu gördünüz değil mi? Sakın sitem ettiğimi sanmayın. Ben sizin hassasiyetinizden etkilendim. Burada kimse yokken de belirtmek istedim. Herkesin bildiği bir konu. Bizim çocuğumuz olmadı. Neden olmadığı pek konuşulmaz. Beni üzmemek için eşim, ailem sözünü dahi etmez.

.Lakin bunlardan bana neden bahsediyorsunuz? Yoksa sizi kıracak bir davranışım mı oldu?

.Asla. Dedim ya hassasiyetinizden etkilendim. Beni çok kişi bilir; fakat çok az insan tanır. Şahit olduklarından başka bir şey görmezler. Ama Maide, Mümtaz abim ve Nur gibi olanlar gerçek beni görürler. Onların size düşkünlükleri ve bugünkü haliniz beni etkiledi. Bilhassa üzmemek için kendinizi toparlayışınız. Kısacası ikimiz de karşılıklı aynı şeyi yaşadık. 

Evet, çocuğumuz olmadı. Sebebi tiroit bezinden kaynaklanan bir aksaklık. İlk seneler tedavi için hayli uğraştık. Olumlu bir cevap alamadık. Ve ben vaz geçtim. Ahmet de ben üzülmeyeyim diye vazgeçti. İkimiz de gezmeyi seviyoruz. Çocuk eksikliğimizi delicesine yapılan seyahatlerle tamamlamaya çalıştık. Seyahatler ve edinilen arkadaşlıklar yanlış anlaşıldığımız bir yaşam şekline sürükledi. Seyahatler sadece oyalar; ama yarayı saramaz. Bizim sarmamız, eşimle birbirimize düşkünlüğümüz ve yaşamı birlikte paylaşabilme gücümüzdür. Sardık diyorum. Fakat ara sıra kanıyor gördüğünüz gibi.

.Bu dünyada kimse tam aradığını bulamamış ki biz bulalım Pervin Hanım. Hepimizin sardığı, kabuk tutan, dokunulduğunda kanayan yaralarımız var. İnanın; bizi biz yapan esasında o yaralar. Sadece kanadığında pansumanını iyi yapacağız. 

Bu son konuşmalarımızı dinleyen Nur, sessizce bir köşeye oturuyor. İkimiz de susunca her zamanki teselli verici haliyle Yunus’u oynamaya başlıyor.

Yunus bu dert ile ah et, kahr evinde n’eyler rahat,
Bu derde derman kefaret, bir ah ile suzdan gelir.

Ben derim ki derdim çok. Gönül der ki şaşırma! Bu dünya sıkıntı çekme yeridir. Aklım der ki hiç rahat etmeyecek miyim? Gönül der ki sürekli rahatlık arama burada! Derdinden kurtulmak mı istiyorsun? Derman mı arıyorsun? Bir kefaret öde. “Kefaret mi?” derim. Vicdanım “Yanan içinin ateşini Ah!.. diyerek dök.” der. Yunusça aç ellerini, yüreğini. Hakkın şefkatine duanla sarıl.” der. Öyle değil mi Hocam?

Karşımda oturan olgun biri de olsa ne tepki vereceğini kestiremediğim için yanında ne söyleyebileceğimi bilemiyorum. Neyse kapı açılıyor. 

.Sizi beklettik Elif’cim. Neyse işimiz bitti. Mümtaz Beyler de gelecekler. 

Arkadan da onlar içeri giriyorlar. Ahmet Bey hiç kuzenine benzemiyor. Biraz daha uzun boylu. Ailedeki ortak özellik Nur’un dışında kilolu olmamaları.

.E… Pervin’cim, kardeşimizle tanışmışsınız. Bizim kıymetlimizdir. Nasılsınız Elif kardeşim? Eskisi gibi bir araya gelip konuşamıyoruz. Nur’dan alıyoruz haberlerinizi. Beyefendi, oğlumuz, kızımız nasıllar?

Her zamanki hatır sormalar bir müddet devam ediyor. Sonra ben Yalın Bey’in projelerini sorunca konuşmalar canlanıyor. Ahmet Bey nedense suskun. Bense hareketli birini bekliyordum. 

.Bildiğiniz gibi Yalın, Harun’a iş teklifi için gitti. İki gün sonra da birlikte geldiler. Bir haftadır buradaydı Harun. Görüşmeler, incelemeler bayağı zaman aldı. Bir terslik olmazsa oradaki her şeyini kapatıp buraya gelecek. Velhasıl evde ve işte hareket yoğun. Üst üste yeni değişimler… Ayak uydurmak zor. Bizim artık dönemimiz geçmiş kardeşim.

.Öyle deme abi. Senin sadece edindiğin tecrübe ve karar vermedeki ustalığın yeter. 

.Neden öyle konuşuyorsunuz Mümtaz Bey? Çocuklar size sormadan iş yapmıyorlar ki… Günde kaç kez konuşuyorsunuz; sayısını bilmiyorum.

O arada Melek çayları getiriyor. Daha önce hazırlanmış orta sehpadaki pastanın görüntüsü iştah açıcı. Tabii yanında Gevher Hanım’ın hurmisa tatlısı ve Boşnak böreği.

Çaylar içilirken iş konusuna ara veriliyor. Ahmet Bey’in gözü minyatürlerde. Ya merakından ya da konuşacağı bir konu aramaktan. Kim bilir?

.Maide. Sen bu işin bayağı ustası olmuşsun. Konunun ehli değilim; ama görüntüden öyle anlıyorum. Şu tam ortadaki, alışagelmişin dışında. Klasik minyatürlere benzemiyor. Hemen hemen tek renk ve onun tonları hakim. Çok figür de yok. 

.Siz şu “Dalgalar” adlı minyatürden bahsediyorsunuz. Evet. Tek renk; turkuaz hakim. Figür olarak sadece alt alta inen, üst üste çıkan dalga ve köpük var. Dikkat ederseniz renk tonları karışık değil. Bir düzende açılıyor, yine bir düzende koyulaşıyor.

.Ruhun iniş ve çıkışları gibi mi?

.Evet. Kimi zaman aşırı duygusal, kimi zaman duygusuz bir kişilik.

.O zaman bu ruh, bayağı sancılı.

.Doğru söylediniz. Ancak bir tabloya baktığınızda onu sadece anlattıklarıyla değerlendiremezsiniz. Renklerinin de gizlice size verdiği bir şeyler vardır. Mesela turkuaz rengi. İnsana samimiyet ve mutluluk havası aşılar. Uzun süre bakan içindeki dengeyi bulur. Ama dikkat ederseniz -az evvel açıkladığım gibi- renklerde başka bir şey var.

.Tonları bir açılıyor, bir koyulaşıyor. Yani renklerin açılan, koyulaşan dili, bu dengenin ve mutluluğun devamlı olmadığını söylüyor. Öyleyse bu ruhun endişeleri var. Bayağı korkuyor. 

.Sizce neden korkuyor olabilir Ahmet Bey?

.Bence kaybolmaktan korkuyor Elif Hanım. Çünkü resmedilen tema, dalgalar ve köpük; yani deniz. Denizin dibini göremezsiniz. Orada nelerin yaşandığını bilemezsiniz. Denize düştüğünüzde yüzme bilmiyorsanız veya bilseniz de deniz çok dalgalıysa çaresizlikten ne yapacağınızı kestiremezsiniz. Değil derinlerde, yüzeyinde dahi onunla mücadele edemezsiniz. Köpük dalganın hareketinden oluşan bir şey. Dalga varsa var. Yoksa yok. Yani onun bir varlığı yok. Tedirginlikler, titreyen sinirler gibi.

.Yalnız dalgadan önce onu saran köpükleri görürsünüz değil mi?

.Öyle. İnsanı değerlendirirken de böyle değil midir? Hislerden ziyade görülenlere değer biçilir. Burada şunu da eklemek istiyorum. Turkuaz bir de değişken ruhların rengidir. Aynı dalgalar gibi. Ayrıca bu renk iç dengeyi bulmanın yanında kendimize güvenmeyi ve kendimizi sevmeyi de aşılar. Tabii aşırıya kaçmamak lazım.

.Maidem, ortalıkta bu aşırılıktan bol ne var? O zaman her evde turkuaz hakim. İnsanlık demeyeyim. Şu anda beşeriyet kendini sevmekten başka ne yapıyor? Bencillik, narsisizm almış başını gidiyor. Kendine güven desen o kadar fazla ki başkasına güvenmeyi unutmuşuz. 

.Ama haklı değil miyiz abi?

.Evet. Ama bir yere kadar. Karşıdakini yok sayacak kadar değil. 

.Bazen iç dünyamız birbirine zıt duyguların istilasına uğrayabilir. Ve bunların rüzgârı öyle bir eser ki ayaklar sağlam basmıyorsa alıp bedeni savurabilir. İşte o zaman rota değişir, adres bulunamaz. Aynı bu denizde olduğu gibi kaybolma, batma tehlikesi hayli fazla.

.Doğru dersin Pervin de… Bizler, ruhun ihtiyacı olanın değil de nefsin ihtiyacının arayışında olursak kendimizi dalgalardan nasıl kurtarabiliriz? Bir de dediğin gibi kaybolma tehlikesi varken.

.Bir şey sorabilir miyim? Sen bu minyatürü ne zaman yaptın? 

.Arka bahçenin tanzimi bittikten sonra. Yalın’dan haber almamızdan çok önce. Neden sordun Pervin?

.Yani İsviçre’den döndüğünüzde. 

.Evet…

.O zaman bu tablo, beni mi anlatıyor Maide?

***

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply