Sokak – Bölüm 22

0

Alışveriş

Nice sırların düğümlendiği bir noktadır, arayış. Kendinin farkına varan, ilk düğümü çözer. İhtiyacını gören, başka bir düğümü çözer. Muhtaçlığın sancısını çeken, başka birini derken parmaklar alışır çözmeye. Çözülen, nefes verir çözene. O nefes, hakikatin bulunacağına işaret. Ve insandaki irade bu dünyanın içinde bir nokta bile değilken ve insan geleceğe hakim olamazken nasıl olur da gün gelir kalbiyle öteleri hissedecek hale gelebilir? 

Bunun sırrını bilen arifler gönül diliyle imanın, ilahî ilmin inceliklerini sergilemişler, karşılarındaki insanın iç âleminde ne varsa dengelemişler. Yalın Bey, Harun Bey de bundan nasiplenenler. Şu anda Karadeniz’e gidiyorlar. Dün aldıkları acı bir haberle yola düştüler. Müşfik dede Hakkın rahmetine kavuşmuş. 

O, bu iki insanın yaşamlarını soruya boğan sırların ilk düğümünü çözmelerine sebep olmuş. Fazla konuşmadan, nasihate boğmadan sadece bakışıyla gözden göze anlatmış. Ve onları nasıl bağlamış ki, işlerin yoğunluğuna rağmen son görevlerini yapmak üzere yola düşürmüş.  

Bugün ikizlerin doğum günü. Geçen gün Nur haberdar etmişti. Ölüm olayını ise şimdi öğreniyorum. 

Yalın Bey, heves edip ikizlere neler neler almış! Kedi, tavşan, geyik, sincap, geyik… Rengarenk folyo balonlar. Girişte kırmızı kalpler, koridorda kelebekler. Yemek masasının tam ortasında yapay gelincikler ve kardelenlerden meydana gelmiş bir aranjman. Menekşe’nin kapıda beni karşılar karşılamaz heyecanla kolumdan tutup “Gel Hocam!” diyerek gösterdiği görüntüler bunlar. Hayatında belki de doğum günü hiç akla gelmemiş birinin, yavruları için bu hazırlananlar karşısında hali başka nasıl olabilir ki? 

Hayat, hakikatleri sadece kitapla, kelimelerle değil, bazen olaylarla da öğretiyor. Doğum ve ölüm. İkisi yan yana ve karşımızdalar. Bizlere ne çok şey anlatıyorlar da kaçını anlayabiliyoruz? 

Bizi ayrı düşünmeyin. Biz birbirimizi tamamlıyoruz. Sadece farklı odalarda olduğunuz için bu tamamlamayı göremiyorsunuz.

diyorlar. 

Bu eve dıştan baktığımızda tek bir şekil görüyoruz. İçine girdiğimizde ise farklı renkte, şekilde odalarla karşılaşıyoruz ve bu renklere, şekillere hiç takılmıyoruz. Yapmamız gerekenleri yapıyor; o odadan başka odaya, oradan başkasına giriyor ve çıkıyoruz. Hatta işimiz çoksa koşturuyoruz. Sevinçliysek bir de şarkı tutturuyoruz. Çünkü “Ben bu yuvada yaşıyorum.” diyoruz. 

Doğum ve ölüm de bize farklı bir şey söylemiyor. Ruh bir âlemden başka bir âleme, oradan başkasına giriyor ve farklı renklere ve şekillere takılmıyor. Çünkü “Ben Sahibim’in bu ülkesinde yaşıyorum.” diyor. 

Gevher Hanım bayağı toparlanmış. İkizlerle içeri girer girmez miniklerin halini görmek lazım. Bilhassa faltaşı gibi açılan gözlerini. Herhalde rüyada zannediyorlar kendilerini. Melek, elinde kamerayla onlardan önce giriyor. Çekime daha müştemilattan başladığı belli. Yalın Bey’in isteği mi yoksa kendilerinin mi? Tabii ki soramam. Ama tahminim; bu kadar teferruatı düşünebilen birinin kamera olayını da planlamış olabileceği. 

İnsaniyet denilen değer, esasında bir alışveriş. Bunu bu ailede görmek mümkün. Veren ve alan eller, birbirine verdikleriyle nasıl temas ediyorsa veren ve alan gönüller de birbirine verdikleri değerlerle öyle temas ediyor. Hiçbir kalp “Bir şeye ihtiyacım yok.” diyerek kendini hücreye kapatmamalı. Hiç kimse “benim verecek bir şeyim yok.” dememeli.

Her türlü imkâna sahip Mümtaz Bey’in ve Maide Hanım’ın evlat özlemi dışında kimseye ihtiyaçları yok. Onlar yeni tanıdıkları bir aile için yaşanmışlığın ve imkânın getirdiği gücü, görgüyü, şefkati koydular ortaya. Salih ve Menekşe’de verilecek ne mal ne para var. Onlar da tertemiz yüreklerini, minnettarlıklarını, genç enerjilerini koydular ortaya ve kendilerine açılan bu sıcak kucağa edeple, sorumlulukla karşılık verdiler. 

Bu alışverişte ne kibir, hakimiyet ne de nankörlük, zillet var. Ve eller birleşti. Şu an her anı insaniyet kokan bu gerçek, kameraya alınıyor. Ah şuurlar, kalpler de bu görüntüyü aynı kamera gibi alabilse… Güzelden daha çok, anlamlı bir gün geçiriyorum. Doğum gününden ziyade birbirinde dirilen ruhların günü gibi. Arif, iki ablası ve Âyende’yle geldi. Nihayet evliliğe karar verilmiş. Âyende’nin isteğiyle çok sade bir töreni tercih etmişler. 

Doğum günü kutlandı. Mumlara üflendi. Hediyeler sunuldu. Kızlar sevinçten sevince iyice şaşkınlaştı. Gözleri annelerinin otoritesinde, ne yapacaklarını bilemediler. Sadece verilenlere hayran hayran baktılar. Eminim Salih’ten mutlusu yoktur. Nasıl mutlu olmasın ki! Üç çiçeği çok şükür yaban topraklarda bozulmayacak.

Arife Hanımlar müsaade istediler. Arif ve Âyende ise Mümtaz Bey’le konuşmaya dalmış. Diğerleri işe koyuldu. Maide Hanım’la ben de bu konuşmaya katıldık. 

.Mümtaz amca, biliyorsunuz durumu. Annemlerin tutumunda değişiklik yok. Onları düğüne davet etmeyi düşünmüyorum. Bir ara kimseyi kırmamak için İtalya’da evlenmeye karar verdik. Ancak sonra vazgeçtik. Âyende’nin büyükannesinin durumu kritik. Sade bir nikah ve dostlarla yemek; o kadar. Ablam da onayladı bu durumu. Âyende de bizim gibi gösterişi sevmiyor. Hatta ona kalsa üstündeki kıyafetle de evlenebilir.

O anda sevgiyle müstakbel eşine bakıyor. Muhabbetin en güzel renginin, şefkate ve güvene karıştığında ortaya çıkmasına ne güzel bir örnek. Bu iki genç, esasında anne baba yönünden garipler. Fakat garipleri -gerçekten masumlarsa- “Gerçek Sahip” öyle bir koruyor ki… Yaşadıklarımla şahidim. Adeta gençliğimi görüyorum onlarda. Âyende’yi daha rahatlamış buldum. Durgunluğu gitmiş gibi.

.Hâlâ şaşkınım. Bu zamanda böyle bir insanı nasıl bulabildim? Benim yapımı, beklentilerimi en iyi siz biliyorsunuz Mümtaz amca. 

.Ben de aynısını düşünüyorum Mümtaz Bey. Arif gibi güvenilir birini nasıl bulabildim? Bazen olayların, rastlantıların sebebini bir türlü çözemiyorum. Sanki biri benim karakterimin şablonunu çıkarmış da ona göre bana bir model seçmiş gibi. 

.Niyetiniz temiz çocuklar. Gayretlisiniz ve kararlısınız. Bunlara karşı kader de size ikram ediyor. Şu anda öyle bir tarif yaptınız ki güzel kızım… Bu sözünüz ilahî bir kelâmı hatırlattı.

‘Onlar sizin için, siz de onlar için birer elbisesiniz.’ 1
.

.Nasıl yani Mümtaz Bey? Bu müthiş bir benzetme. 

Mümtaz Bey, zeki ve sezgileri güçlü bu genç hanıma, aç olan bu gönle -durumu fırsat bilerek- zannederim bir şeyler söyleyecek: 

.Elbise alırken neye dikkat edersiniz? 

.Bu konuda çok şey düşünülür; ama ben elbise seçerken uyuma dikkat ederim. 

.Nede uyum mesela?

.Her şeyden önce kişiliğime uygun olmalı, sonra bedenime. 

.Çünkü dar olursa size rahatsızlık verir, bol olursa üstünüzden sarkar. İki durumun da manzarası çok sakil. Elbise kişiliğe uymasa da rahatsızlık vermez; ancak karşıdakinde uyandıracağı intibadan çok şeyler kaybettirir. Çünkü bir insanın -hele bir hanımsa- en güzel yönü bu uyumdur. İşte Arif oğlum, bundan böyle sizin elbisenizdir ve siz de onun elbisesiniz. Şimdi benim dediklerimi elbise gerçeğine göre yorumlayın.

Mümtaz Bey insanı ikna etme metodunda usta. Her şeyi kendi anlatsa Âyende belki bazı şeyleri kaçırabilir. Fakat onu yoruma kattığında; yani ona ter döktürdüğünde biliyor ki, konu daha iyi anlaşılacak.

.Arif benim elbisemse aynı zamanda benim kimliğimi de taşıyacak demektir. Yani onu gören, onda beni görecek. Beni gören de bende onu görecek. Bunun için de herhalde uzun yılların geçmesi gerekiyor. 

.Genellikle uzun zaman gerektirir. Ancak ilişkide empati yoğunsa, ben-sen mücadelesi yoksa kısa zamanda bu kimlik gerçekleşebilir. 

.Çevremdeki çoğu insan, popülerliği olan ve her yönden ideal birini bulma peşinde. Herkeste bir “en” markası merakı var. En güzel, en yakışıklı, en zengin, en başarılı…. 

.Bu korkunç bir şey kızım. Dediğiniz şey bir çeşit tutku; yani müptela olma durumu. Bu bağımlı olmak, bir hastalığa tutulmuş demek. Öyle bir şeydir ki bu, başa gelen bela gibi sınar insanı. Ve bu iptila durumunda sadece çekim vardır; irade yoktur. Çekim geçince tutku da kaybolur. Eldeki “en”den daha bir enle, başka bir çekimle karşılaşıldığında ne olacak peki? 

.Ya evlilik bitecek ya ihanet başlayacak. Sadece sorun olan bu değil ki Mümtaz Bey. Hayatın hakikati bilinmiyor. Sağlık, başarı, para, mal, mülk, güzellik… Hiçbiri sabit, kalıcı şeyler değil. Hiç mi hastalıkla, sağlığın kaybedildiği kazayla, malın elden gittiği iflasla karşılaşmadılar? Mümkün değil. Muhakkak karşılaştılar. Ancak kendilerini – ölümde olduğu gibi- muaf tuttular. Gençlere bunları anlatamadık. Yolun tehlikelerinden, virajlarından bahsetmedik. Sadece altlarına araba alıp “Bas gaza” dedik. Şimdi de basıyorlar gaza. 

.Çok doğru Elif kardeşim. Hata bizde. Bizim onlara güzel örnek olamayışımızda. Eğitim hiçbir zaman aciliyet halinde yutacağımız bir hap değil. Devamlı okunarak, yorumlanarak sindirilmesi gereken bir hakikat kitabı. Bunu maalesef gerçekleştiremedik. Ayrıca Âyende kızımın dediği gibi çoğumuz her yönden ideal olan birini bulma peşindeyiz. Ama bu arada aynada kendimize bakmayı düşünmüyoruz. O aradığımızı bulduk diyelim. Peki biz onun için ideal biri miyiz? 

.Doğru, Mümtaz Bey. Ve zamanla biri diğerine dar geldiği için sıkıcı evlilikler oluşuyor. Konuşmalar daraltıyor. Beraberlik cendereye dönüşüyor. Bol gelen davranışları taşıyamayanlar ise bunalımdan bunalıma koşuyor. Anlayışsızlıklar, küçük görmeler, komplekse düşmeler, kıskançlıklar ve sonucunda her an kavga ve gürültü… Yan yana gelindiğinde etrafa uyum sergileyen evlilik, herhalde en şık giyim olmalı değil mi Arif? 

.Haklısınız Maide teyze. Ayrıca elbise, bizi durmadan değişen hava şartlarından da koruyor. Sıcak tutan, kalın dokunmuş bir şal nasıl çok üşüyen birini sararsa ben de gücümle, sorumluluklarımla eşimi sarmalıyım. Sıcakta tenin güneşten zarar görmemesi için elbise koruyucudur. Aynı bunun gibi şartların yakıcı olduğu durumlarda sözümle, düşüncemle, şefkatimle eşimi serinletebilmeliyim. 

.Ben, bir şey daha eklemek istiyorum. Elbise neden yapılırsa yapılsın, onu değerlendiren, onu giyinendir. Yani Arif ve Âyende zamanla birbirlerinin özelliklerini giyinecekler. Birbirlerine ne kadar içten olurlarsa o kadar güven verecekler. Ne kadar yürekten sarılırlarsa o kadar her türlü rüzgârdan korunacaklar. Onun için kusurlarında birbirlerine açık olmalılar. Zaaflarından utanmamalılar. Yoksa hayat arkadaşı olmanın bir anlamı kalmaz. 

.Çok doğru. Elif Hocam. Hem biz birbirimizin rakibi olmayacağız ki, kendimizi olduğumuzdan farklı göstermeye çalışalım. İnsan yol arkadaşına böyle davranırsa yolda nasıl el ele yürüyebilir ki?

.Evlilik de esasında bir alışveriştir çocuklar. Bu alışverişte kimde ne varsa onu sunmalı ki, ortaya açılan sofra zengin olsun. Verilenlerin muhasebesi asla yapılmamalı. Yapılırsa sofranın bereketi kaçar. Damaktaki lezzet gider.

.Evet… Bugün kahve yerine kakaolu sütümüz var. Pastanın arkasından güzel gider. 

.İkizlerin sesini duymuyorum Nur. Sahi nerdeler onlar? Gevher de yok. Melek bir bakar mısın?

.Yok annem. Onlar gittiler. Gördükleri rüyadan başları öyle döndü ki… Pasta, meşrubat derken bir de rehavet bastı. Misa nine ninni söyle diye tutturdular. Şimdi herhalde Gevher Hanım ninni söylüyordur onlara.

Nur bunları söylerken bir taraftan yeni çifte tebessümle bakıyor. Benim onlarda gördüğümü demek ki o da gördü.

.Maşallah. Ne güzel çift olmuşsunuz. Ah… Darısı kızımın başına.

.Ne o anne? Ne meraklısın beni vermeye. Ben sana demedim mi? Yapacağım çok şeyim var benim. Önce babamın hayallerini yerine getirmeliyim.

.Melek doğru söylüyor. Âyende kızım, okulunu bitirmiş ve iş sahibi olmuş. Onun tam zamanı. Ama Melek için erken. Okul daha yeni bitti. Daha tasarımla ilgili bir sürü hayalleri var.

.Tasarım mı? Melek sen nereyi bitirdin?

.Âyende sana söylemeyi unuttum. Melek, Marmara Üniversitesi Moda Tasarım Bölümü’nü bitirdi.  

.Ne güzel… Çok sevindim. Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun Melek? 

Ve Melek’le Âyende moda tasarımı konusunda rahat konuşabilmek ve Melek’in heyecanla kalkıp getirdiği çizimleri değerlendirebilmek için salonun bir köşesine çekiliyorlar.

.Ha… Arif oğlum! Buluşmanıza vesile olan o minik kediyi ne yaptınız? Bir ara Salihlerdeydi. 

.Şimdi çok rahat edeceği bir yerde. Âyende’nin İtalya’ya gittiğinde evinde kaldığı bir hanım var. Ablası gibidir. Türkiye’ye yerleşmeye karar verdi. Biz de buraya yakın bir daire kiraladık. Kısmet’e de şimdilik o bakıyor.

.Kısmet mi? Ne güzel isim. Doğru… Sizin kısmetinize sebep. 

.Doğru Maide teyze. Biz de öyle düşündük. Yelda Hanım da bizim gibi hayvanları çok seviyor. Böcek, tavşan, balık ne varsa her şeyi. Allah bilir sormadım; yılanı bile seviyor olabilir.

.Yılanı bile sevebilecek bir insan? Hele bir kadın!…

.Evet, Nur abla. Yüreği çok zengin. Ablam ve Nazlı ablam hemen benimsediler. Olduğu gibi davranan; o kadar da davrandığından çok derinlerde dolaşan biri.  

O arada Âyende yanımıza geliyor.

.Arif haklı. Beni de seneler önce bu derin kişiliği çekmişti. Okumak için gittiğim İtalya’da tanıdım. Zaman geçtikçe öylesine benimsedim ki ablam gibi oluverdi. Ondan uzak kalmak bayağı üzüyordu. Ama şimdi benden mutlusu yok. Önce eşim, sonra ablam. İki kıymetlimle beraberim. 

Tam o sırada Maide Hanım’ın telefonu çalıyor. Arayan Yalın Bey. Bu akşam orada kalmaları gerekiyormuş. Yarın öğlene doğru burada olacaklarmış. Doğum gününde neler olduğunu merak etmiş. 

Arifler kalkınca ben de onlarla kalkıyorum. Nedense bir yorgunluk çöküyor üzerime. Etrafta grip salgın. Sanki hasta olacağım gibi. Ben davranınca hemen Nur dışarı çıkıyor. Halimi anlamış olacak. Salih’e haber vermiş. Ben itiraz etsem de kabul edilmiyor. 

Mesafe kısa; ama nedense her yolculuk konuşma yönünden bayağı bereketli. 

.Hocam. Memleketteki büyüğüm şöyle derdi: “Ağaç düz olunca gölgesi eğri olmaz.” 

Ben bu insanların arasında yaşamaya başlayınca sözü daha iyi anladım. Bugüne kadar en ufak eğrilik görmedim. Artık “Nasıl olur bu?” diye düşünmekten de vazgeçtim. Çünkü yaşadıklarımı aklım almıyor. Gördünüz, kızlarım için neleri gerçekleştirdiler. Kimin için? Ağrı’dan gelen cahil, gariban bir aile için. 

.Ne münasebet… Yanlış düşünüyorsun Salih oğlum. Kendini neden böyle hakir görüyorsun? Bilir misin? Bizim buralarda da “İnsan kıymetini insan bilir.” denir. Sen gerçek insan olmasan onların kıymetini bu derece bilebilir miydin? Bilemezdin. Yağlı bir kapı bulmanın sevdasında olurdun. Ama böyle olmadın. Menekşe’nin de senin de dürüstlüğünüzle, gayretinizle, çalışkanlığınızla bu aileye neler verdiğinizi ben görüyorum. Onlar da görüyorlar. 

Evet. Onların gelip gidenleri çok. Ama yürekten davranmak başka bir şeydir. Hele senin ikizlerin… Hayat iksiri gibi geldiniz. Yani anlayacağın oğlum; siz onların gönlünü kazandınız, onlar da sizin. Kısacası bir alışverişte bulundunuz ve bu gönül alışverişi çok bereketli oldu.

Bu toprakların kültüründe gönül kazanmak kadar değerli bir şey yoktur. Bak sana eski İstanbul’dan; Osmanlı yaşamından üç örnek vereceğim:

Bir evin penceresinin önünde sarı çiçek varsa bu, “Evde hasta var. Evin önünde; hatta sokakta bile gürültü yapma.” anlamına gelirmiş.  Pencerenin önünde kırmızı çiçek varsa “Evde gelinlik çağına gelmiş, bekar kız var. Geçerken konuşmalarınıza dikkat edin, sakın küfretmeyin!” diye geçenler uyarılırmış. Hele şu örnek beni çok etkiler. Kasaplar sürekli kan ve et ile meşgul oldukları için devlet tarafından onlara altı ayda bir izin verilirmiş. İzinde onların bahçe işleriyle meşgul olması sağlanırmış. Neden? Çünkü boğazlama, et kesme, kanın her yanına bulaşması insanda bu manzaraları olağanlaştırıyor. Kutsal bir görev de yerine getirilse ruh zedeleniyor. Merhamet gibi insanî duyguları kaybetme riskiyle böyle anlamlı karara varılmış. Düşünsene toprakla uğraşılacak, orda oluşan yeni filizler, doğumlar izlenecek. Çiçekler koklanacak, varlık sevilecek. 

Bir o güne bak bir de bugüne. Bizler gökten zembille inmediğimize göre hassas bir ecdadın kanını taşıyoruz demektir. Ama ne yazık ki modern ve maddî yaşam, kanını taşıdığımız ecdadın ahlakını bizlere unutturdu. Siz evlatlarınıza sakın unutturmayın. 

Kapıdan içeri girerken toplumun daha neler neler unuttuğunu düşünüyorum. Ama bunun yanında unutmayanlar da var. 

Ve ben böyle bir aileye sahibim.
.

***


1. “Onlar sizin için, siz de onlar için birer elbisesiniz.”  Bakara / 187
Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply