“Simülasyon”dan Çıkış/Kaçış Haritası Olarak Mitoloji

0

Okuyacağınız makale, “Tolkien ve Mythopoeia” yazı dizisinin 9.Mart.2016 tarihinde yayınlanan 35. bölümü olup kendi içinde barındırdığı anlam bütünlüğü açısından “’Simülasyon’dan Çıkış/Kaçış Haritası Olarak Mitoloji” başlığıyla tekrardan okuyucularımızın beğenisine sunulmuştur.

MYTHOPOEIA

Metnin Aslı
…………
Yet trees and not ‘trees’, until so named and seen –
and never were so named, till those had been
who speech’s involuted breath unfurled,
faint echo and dim picture of the world,
but neither record nor a photograph,
being divination, judgement, and a laugh,
response of those that felt astir within
by deep monition movements that were kin
to life and death of trees, of beasts, of stars:
free captives undermining shadowy bars,
digging the foreknown from experience
and panning the vein of spirit out of sense.

…………
J.R.R. Tolkien

Çevirisi
…………
Henüz ağaçlar “ağaç” değildir, vakta ki öyle isimlendirilene ve görülene dek
ve onlar isimlendirilene kadar hiç isimlendirilmemişlerdi
ki onları beyanın içe dönük nefesi göz önüne serdi,
dünyanın müphem/zayıf bir yankısı ve soluk bir resmi,
ancak ne bir kayıt ne de bir fotoğraf,
ağaçların, hayvanların, yıldızların yaşam ve ölümüne benzer
içlerindeki derin ihtarın/hatırlatmanın kıpırdanmalarıyla
kehanet, hüküm ve kahkahalı bir tepkisi olarak:
gölgeli parmaklıkların altını kazan hür tutsaklar,
“önceden bilineni” tecrübelerinden kazıp çıkarıyorlar
ve nüktenin (ruhun) damarını anlamdan eliyorlar.

…………
J.R.R. Tolkien

TOLKIEN, KAYBEDİLEN İRFAN ve HAPİS

Efsane-i Tolkien’de (ing. Tolkien’s Legendarium) çokluk (kesret) ve çoğunluğun olumlu bir manaya gelmediğini gözlemleriz. Isildur, Númenor Kralları, Boromir, Cüceler, maddi açıdan yükseldiklerini, niceliksel olarak güçlendiklerini sandıkları noktada yok oluşlarına giden yola girmişlerdir. Númenor’un sadece azınlık olan bir kısmı, irfanın yolunda kalmış, çoğunluğu batan kıta ile yok olmuştur. Nicelikte yaşanan artışlar, zenginleşme, güç kazanma, sırası ile irfan (1) ve hürriyet (2) kaybına dönüşür. Númenorlular, Elfler’in dahi kıskandığı ölümlü oluşlarından dolayı Valar’a isyan ederler. Eru’nun onlar için hazırladığı – en yakını olan Valar’ı dahi şahit tutmadığı – ölümün manasını ve nasıl bir hediye olabileceği ile ilgili irfanlarını kaybetmişlerdir. Kaderden bir cüz olan fıtratlarını değiştirmek için yaptıkları savaş, kaderin duvarlarına çarpar ve parçalanır; Númenor (Dünya Cenneti) böylece batar. Númenor’un bir zamanlar güçlü ve arif sayılan kralları da Sauron’un kölelerine dönüşür. Önce irfanlarını kaybetmiş sonra Sauran’un iradesine mahpus düşmüşlerdir.

Orta-Dünya’nın kendisi de Númenor’un helakı sonrası küresel şeklini alır ve artık gemiler ne kadar batıya da gitse “Kutsal Batı”/Aman yerine ancak doğuyu bulabilirler. Döngüselliği içinde Orta-Dünya, bir büyük hapishaneye dönüşür. Bu hapishaneden çıkış ise ancak dosdoğru yolu (ing. straight path; ar. sırat-ı müstakim) bulanlar için mümkündür. Onlar ise Frodo, Gandalf, Galadriel, Elfler gibi irfan sahipleridir. İrfansızlık ile kaybedilen, göklerin berrak bir aynası hükmündeki Aman’ın yolları tekrardan irfan ile bulunabilmektedir. Orta-Dünya’nın döngüselliği sonucu bir büyük hapishaneye dönüşmesi durumu, arifler için söz konusu değildir; çünkü sahip oldukları irfan, onları özgürleştirir ve Batı’nın kayıp yollarına erdirir.

HAPİSTEN KAÇIŞ ve İRFAN

Tolkien, bir konferans sırasında dinleyicilerine “hobbitler” diye hitap eder. Yaşadığımız dünyayı ise “Saruman’ın Varisleri” ile lebaleb dolu vasfeder. Hobbitler, irfanı kaybetmiş veya hiç irfan sahibi olmayan varlıklardır. Saruman ise irfanı olan ama irfanına ihanet etmiş “karanlık” bilgi/ilim ile yoldan çıkmış bir karakterdir. Önceki yorumlarımızla bu durum birleştiğinde Tolkien’in günümüz dünyasına bakışına bir pencere açmış oluruz: Bu dünya, irfanın kaybedildiği ve hapishaneye dönüşmüş bir yerdir. Bu hapishane, ufuk darlığı penceresinden çok büyük gözüktüğü ve genellikle gardiyanlarının – ilkel içgüdüler/şehvetler suretinde – insanı içinden/enfüsünden tutsak etmelerinden dolayı her zaman kolayca teşhis edilemez.

Saruman, Palantir taşı vasıtasıyla Sauron'un bakış açısından dünyanın nasıl gözüktüğünü tecrübe etmiştir.

Saruman, Palantir taşı vasıtasıyla Sauron’un bakış açısından dünyanın nasıl gözüktüğünü tecrübe etmiştir.

Kalb ve ruhun huzuru, sınırlanmamak/özgürlük iledir. Nefse, güç şehvetine ve en sonunda onaylanmak için onayladığı güce hizmet etmekte kalb ve ruh için hiç bir huzur yoktur. Tolkien’de bu hakikati, Tek Yüzük ve Gondor’un “güç şehveti”ni merkeze almış son vekilharcı Denethor ve Boromir’de cisimleşmiş olarak görürüz. Güç şehveti tarafından köleleşmiş karakterlerin en uzak olduğu duygular hiç şüphesiz huzur ve mutluluktur.

Özetle: Tolkien’e göre kişinin özgürlüğü, irfanı/idraki/anlamlandırması ile çok ilgilidir. Tamamen aynı koşullar altında olan Galadriel özgür olabilirken Saruman’ın olamaması anlamlandırmadaki farklılıklarından ileri gelir. Galadriel, kendi idraki ile önce iç dünyasındaki/enfüsündeki “güç/büyüklük şehveti” hapsinden kurtulur ve sonra da dışsal bir hapis hükmünde olan Orta-Dünya’nın hapsinden kurtulacaktır. Saruman ise “Tek Yüzük” ortaya çıkmadan yüzük ilmi ile ilgilenmiş, bir manevi tecrübede Sauron’un gözünden dünyayı görmüş ve irfanındaki değer ölçüleri kaymıştır. Anlam/idrak noktasındaki bu kaymalar Saruman’ı önce iç dünyasında/enfüsünde özgürlükten yoksun bırakır; çünkü Saruman artık güç şehvetini tatmin etmekten başka yolu olmayan, yani seçme hürriyeti ortadan kalkmış bir bağımlı tutsak hükmündedir. Gandalf, bu durumu “akıl yerine çılgınlığı” seçmek olarak tanımlar. Saruman’ın bu dönemden sonraki hayatı Tek Yüzük yolunda yaşanmış ve seçim şansı olmayan bir hayattır. Tolkien’e göre, kişinin konumu ne olursa olsun irfan/idrak/anlayış kaybı esaret getirir ve irfan/idrak/anlayış kazanmak özgürleştirir.

İRFAN KAYBI, YALANA TUTSAK DÜŞMEK ve BAUDRILLARD

Baudrillard’a göre bir şeyin hakiki suretinden simülasyona düşüşü veya bir simülakraya dönüşmesi arasında çeşitli aşamalar vardır. İrfan kaybının sistemli bir ifadesi olarak gördüğümüz bu aşamalar şu şekilde özetlenebilir:

1. Eşya’nın; “işaretler”, imgeler, kelimeler üzerinden hakikatine yakın ve doğru ifade edilebildiği haldir. Baudrillard’a göre bu hal “derin gerçeklik”in doğru bir yansımasıdır. Baudrillard bu duruma dahi hakikatin tam ifadesi dememektedir. Hakikat ancak tam ve doğru kelimelerle yansıtılabilendir; ulaşılabilen değildir.

2. Gerçekliğin çarpıtıldığı ancak bu çarpıtmanın hala teşhis edilebildiği ve “işaretler”in “derin gerçeklik” ile bağlarının bütünüyle kopmadığı aşamadır.

3. “Derin Gerçeklik”in yokluğunun perdelendiği ve artık kelimelerin/simgelerin/işaretlerin hakikati taşımadığı ancak taşırmış gibi yaptığı, yani “derin gerçeklik”ten kopuşu gizlemeye başladığı aşamadır.

4. Artık “derin gerçeklik” ile ilgisini yitirmiş kavramların, meşruiyetlerini birbirlerine referans olmalarından aldıkları tam bir simülasyon evreni söz konusudur. Kavramlar, değerler, “söz”ler, simülakralara dönüşmüştür.

Son aşama itibariyle hakikatın aynası olarak düşündüğümüz “derin gerçeklik”ten sürgün edilmişizdir. Kelimelerin hakikati örtülmüştür ama bu gizlenmeden/örtülmeden dahi haberimiz olmadığı için suretleri mananın kendisi gibi algılarız ve daha ötesinin olmadığını düşünmeye mahkum oluruz. Özetle: Ötelerin, derin dünyaların ve derin sezişlerin yolları kapandığı gibi varlıkları dahi unutulmuş ve onlara götüren haritalar okunamayacak durumdadır. Baudrillard, içinde yaşadığımız dünyanın, özellikle son asrının, medyanın suret ile hakikati telbis edip sonunda da sureti mutlaklaştıran etkisi ile simülasyona dönüştüğünü ve simülasyonda bir özne (hakikate uygun olarak algılayan/idrak eden) bulunamayacağından, insanın nesneleştirildiğini düşünür. Kendisi için bir gün ortadan kaybolacağı kehanetinde bulunur çünkü ölmek için insan olmak gerekmektedir; nesneler ise ölmezler, sadece ortadan kaybolurlar. (fr. disparaître; ing. disappear)

Özgürlük ise insana özgüdür. Nesneler hür olamazlar. Nesneleşen insan özgürlüğünü kaybetmiş insandır. Baudrillard’a göre bu kaybedişin hikayesi yukarıda bahsi geçen ilk aşamadan düşüş ile başlar. Dolayısıyla özgürlüğün tekrar kazanılması ve simülasyon hapsinden kurtuluş, eşyanın hakikatini ortaya çıkartan manaların tekrardan keşfi ile mümkündür. Bu noktada Tolkien, kurtuluşun bir yolu olarak büyük ölçüde “hakikatten yapıldığını” (ing. made of truth) düşündüğü mitolojiyi teklif eder, yani eşyanın simülasyon öncesi manalarının yattığını düşündüğü geçmiş çağların/simülasyon öncesi çağların irfanını/bilgeliğini.

TOLKIEN ve SİMÜLASYON DÜNYASINDAN “KAÇIŞ”

Tolkien yapıtaşı simülakralar olan bir “İkincil Dünya” inşa etmek istememiştir. Hakikatini kaybetmiş ve simülasyona dönüşmüş “Birincil Dünya”nın yerine, hakikat ile ilişkisini sürdüren/”hakikatten yapıldığını” düşündüğü mitleri/ilksel manaları keşfe imkan veren bir “İkincil Dünya” sunmuştur. Yapıtaşı hakikat olan bir mitoloji ile insanlığa bir “kaçış”, nesneleştirildiği dünyadan, simülasyondan bir kurtuluş (exodus) sunmayı amaçlamıştır.

Burada haklı olarak şu soru akla gelir: Kendisi de “Birincil Dünya” – Baudrillard’a göre simülasyon –  içinde yaşayan biri, bu dünyadan bağımsız ve simülakraya dönüşmemiş kavramlar keşfedebilir mi? Mitolojiler “hakikatten yapılmış” olsa bile onlarla iletişime geçen kişi zaten nesneleşmiş, yani kavramlarla ilişkisini simülasyon üzerinden inşa etmiş olacağı için “İkincil Dünyası” gerçekten simülasyon dışı ve öncesi manaların ifadesi olabilir mi?

Baudrillard ve Tolkien

Simülasyon öncesi ve simülakralardan azade özgür bir alt-yaratı için, başta simülasyon dışı bir dil, ve tarihselliğin yükünden kurtulmuş bir idrake/algılayışa da ihtiyaç olduğu açıktır. İlgilenilen konu ve ulaşılan kökler “simülasyon öncesi” olsa dahi ilgilenen kişinin de “simülasyon öncesi/dışı” bir algılama/idrak kabiliyeti olması gerekir. Tolkien’in, ilham eseri çocuk yaşından beri geliştirdiği diller farklı bir yoldan “simülasyon dışı”na ulaşma gayretini andırır. Bu dillerin kök manaları itibariyle pek çok modern dilden daha fazla hikmete açık yapısı ve sözlük, dilbilgisi kitabı yazdıracak kadar detaylı oluşu da bu gayretin olağandışı yapısını göstermesi açısından önemlidir.

Tolkien kendisi ile ilgili olarak biyografi yazarlarını da çok şaşırtacak şekilde, eserleri hakkında konuşurken bir tarih anlatıcısı edasındadır. Yazdıklarından bahseden bir yazardan çok, hafızasında yer etmiş bir tarihi hatırlamaya çalışmaktadır. Zaten kendi iddiası da icat etmediği ancak keşfettiği yönündedir.

Dillerin, bilinmeyen tarihin keşfi ve mitlerin fethedilmesi – manalarının insanlığa açılması – adına Tolkien’in olağanüstü gayreti, bu gayretin tam olarak bizi özgürleştirecek kök, hakiki manalara ulaşabildiğinin mutlak bir kanıtını elbette sunmaz ama Baudrillard’ın teşhis ettiği “simülasyon” hapsinden kurtulmak ve insanların kurtuluşuna yol açmak adına ne kadar büyük bir çaba ortaya koyduğunu ispata yeter.

ŞİDDETLİ BİR ELEŞTİRİ OLARAK “İNGİLTERE’YE MİTOLOJİ HEDİYE ETMEK”

Tolkien, İngiltere’nin durumuna üzülür çünkü kendine ait bir mitolojisi yoktur. Tolkien’in mitoloji hakkında düşüncelerine bir bütün olarak bakarsak, “mitolojisizlik hali” köksüz olmak ve derin manalara ulaşmak imkanından yoksun bulunmayı ifade eder. Baudrillard’ın “simülasyon” ile kastettiği bir “var olamama”, nesneleşme durumu gibidir ama Tolkien bu sözlerini – İngiltere Tarihi’nde görülmüş en büyük eleştiri olsa dahi – merhamet kalıbında ifade eder. Sonuç olarak; fasıkların yüzüne ancak bir arif güler.


Not: Gölge ve “gölgeli parmaklıklar” gibi kelime ve ifadelerin yorumu üzerinden arası uzunca bir parantez açmış bulunuyoruz. Konu, aslı itibariyle hakikat ve suretin yer değiştirmesi, özne veya nesne olma, asıl veya gölge olma gibi düaliteler üzerinden pek çok ek yoruma tabi tutulabilir. Okuyucularımızdan haklı olarak konunun ucunu kaçıranlar  için, yazıları ilgili kesişimlerine göre gruplayarak tekrardan paylaşmayı planlıyoruz.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply