Savaşçı – Bölüm 3

0

Neden mi savaş meselesine bu kadar vurgu yapıyorum? Neden mi “takıntılıyım”? İster bir öngörü değin, ister dünyayı yakın takibe almaktan gelen bir mümasere ya da isterseniz zamanın ruhuna nüfuz etme çabasından…

“Her-an” olarak bir “mega-tsunami”nin gelmekte olduğunu gördüğümüzü “Başlarken – Biz kimiz?” makalesinde ifade etmiştik. Singulariteryen ya da Transhumanist bir kasırganın gümbür gümbür yaklaşmakta olduğunu duyan ve gören bir arkadaşlar topluluğuyuz biz.

Daha önce de ifade ettiğim gibi, Singularity insanları değil, hatta çevre ve tabiatı da değil, tamamı ile bir nev (tür) olarak “insanlığı” tehdit eden bir görüş. Böylesi yaşanmadı daha önce. O kadar tehlikeli ki, sevimsiz ve korkutucu bir olgu olan “savaş” bile Singularity tehlikesi yanında sevimli kaçıyor. Zira nahoş bir durum olan “savaş” ne de olsa insanî bir fenomendir. İnsan bu dünyada var oldukça hep savaşlar olmuştur. Öyle bir şeydir ki bu sevimsiz ama insanî fenomen; bazen hayırlı işler şer gibi gözüken savaşlardan sonra ortaya çıkar.

Geçen yazımızda insan bedenin savunma sisteminden; yani savaşçılarından bahsetmiştik. Bedenimiz virüslere karşı savaşmasa, vücudumuzun ateşinin yükselmesi gibi ilk planda can sıkıcı bir durum ortaya çıkmasa, hayat diye bir şey kalır mı o bedende? Bunun sonu ölüm değil mi? Sırf hayatın kalitesinin artışı için yeni savunma sistemleri keşfetmeye çalışmıyor mu tıp ve farmakoloji dünyası?

Evet, savaş mutlak bir şer değildir. Ama Singularity bize savaşı bile aklımıza getirtmeyecek bir ilizyon dünyası vaad eden, mutlak şerre en yakın bir şerdir.

Singularity fikrinin savunanların başında gelen Ray Kurzweil ve Beyaz Tavşan

Singularity fikrinin savunanların başında gelen Ray Kurzweil ve Beyaz Tavşan

Tehlikesini fark edemediği virüslere direnemediği için bazı hayati fonksiyonları durmuş ama oksijen çadırında yaşatılan ve beynine verilen sinyaller ile “sanal bir cennet”te yaşatılan bir insanlık bekliyor dünyamızı. Gezegen olarak değil, hayat mertebesi olarak dünya “aşağı, düşük” demek. Gezegen olarak andığımız dünyamızın klasik eserlerde ifade edilişi daha çok “küre-i arz” şeklindedir. Allame Elmalılı Hamdi Yazır Hazretleri’ne göre Kur’an’da geçen “dünya hayatı” tabiri “deni hayat”; yani “düşük hayat” demektir. O bunu elbette Singularity’yi kastetmeden ifade ediyordu. Singularity ise düşük hayatın da düşüğü bir yaşam vaad ediyor. Aynı Alice Harikalar Diyarında isimli çocuk romanında (!) geçen “Beyaz tavşan”ın rehberi olduğu bir düşüş ve yaşam. Deccalî bir “harikalar diyarı”. Tadılan her bir mantar ile halden hale geçilen ve (Natasha Vita-More gibi bazı Transhumanist Alice’lerin en büyük hedeflerinden biri olan) sureti sık sık tebdil edilen bir diyar bu. Mantarlara, psikedelik ilaçlara, LSD’lere ve şamanik deneyimlere çok önem vermeleri, düşürülen bu kapkaranlık dünyanın sıkıntılı kabuslarının farkına varılıp uyanılmaması içindir. İleride “Ontolojik Exodus” adını verdiğimiz bu konu ve bu konunun başat aktörlerinden Huxley ailesinin bazı fertlerinden, Terence McKenna ve Jason Silva’dan bahsedeceğiz.

Mantardaki Tırtıl'dan tavsiye

Mantardaki Tırtıl’dan tavsiye

Biz ana konumuza geri dönelim.

Bu hale neden mi düşecek insanlık? Tekrar edeyim:

“Savaşçı” olduğunu unuttuğu için.

“Savunma”nın ehemmiyeti hafızalardan şeytanî ilizyonlarla silindiği için.

Rölativist fikirler ile (Fizikteki rölativite’yi kastetmiyorum) hakikat duygusunu yitirdiği, zihni ve şahsiyeti iğdişleştirildiği için.

Bu “sanal cennet”te güzel gibi görünen hiçbir şey güzel değil. “Hüsn”; yani “güzel” yok o dünyada… Sanal renkler, sanal görüntüler, sanal tadlar, sanal kokular ve sanal dokunuşlar olacak belki. Ama hiç biri gerçek “Varlık”a; yani “Güzel İsimler”e (Esma-i Hüsna) dayanmadığı için “gerçek” olmayacak. Nihil kuyusunun kara dumanının çıktığı bir dünya olacak… İnsanı insan yapan kalbidir. O “kara duman”dan kalp boğulacak. Unutmayalım ki Singularity, adını astrofizikteki karadeliklerin (Black hole) merkezindeki fiziksel hiçbir kuralın geçerli olmadığı ve insan için bir meçhul olan sıfır hacimli bir noktadan alır. Astrofizikteki bu kavramı “Teknolojik Singularity” şeklinde transfer eden kişi ise 1993 yılında yazdığı önemli bir makale ile Vernor Vinge’dir. (Bu konulara ileride detaylıca gireceğiz inşallah.)

Evet, Singularity ve Transhumanizm insanlığın ilk defa karşılaşacağı gelmiş geçmiş en büyük bir hastalıktır. Benzeri AIDS’tir. AIDS’in özelliği insanın “savunma sistemi”ni ortadan kaldırmaktır. Savunma sistemi çöken bir vücut, en ufak bir nezle mikrobu ile mahvolabilecektir. AIDS, HIV virüsü ile vücudu kendi başına çökerten bir hastalık değildir. O, sadece “savaş” konseptini ortadan kaldırır. Gerisini nezle mikrobu halleder.

Bunun için “savaş” konusu bizim için bu kadar önemli. Gelecekte de Müslümanlar olacak. Aynı Hıristiyanların, Musevilerin ve diğer din müntesiplerinin olacağı gibi. Biz kendi kültürümüz açısından; yani Müslümanlık açısından bakalım. Bazı öngörülere göre, zihnindeki “savaşçı” konseptini unuttuğundan dolayı hakiki Müslümanların sayısı elli milyon kadar olabilecek. Hayali dünyasında, gerçek İslam’dan farklı, çakma bir Müslümanlık yaşayanlar milyarlar olabilir. Ama halen insanlık bayrağını dalgalandırma bilincindeki Müslüman sayısı maalesef bu seviyelerde olacak. Doğrusunu elbette Allah bilir. Ama biz bu tehlikeyi gördüğümüzü zannettiğimizden dolayı dertli birkaç arkadaş olarak geleceğin bu mübarek elli milyonuna bir nebze faydalı olabilir miyiz diye fikir sancıları çekiyoruz. Kimi, şu anda doğmamış, kimi bebek, kimi çocuk ve kimi de eğer yetişirsek bizlerin yaşlarındakiler için…

Bu tehlikeyi fark ederek ürperdiğiniz anda, bizim niye bu kadar “savaş” konseptine “takıntılı” olduğumuzu anlayacaksınız.

FERİDUN B. KAYA

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply