Roverandom – Bölüm 3

0

AY YOLUNDA

“Uzun zamandır uyanmanı bekliyorum” diyen martı Mew’e, “Lütfen, beni neden bekliyorsunuz Bay Kuş? diye sordu Rover büyük nezaketle.” (s.45)

Henüz üç gün geçmişken, büyük sihirbazların paçalarına diş atacak pervasızlıkta olan Rover büyük nezaket içeren bir uslûba kavuşmuştur.

“Ay doğar doğmaz seni alıp, Ay yoluna götürmek için bekliyorum.”
(s. 45)

Rover’ın manevî seyahatinde üçüncü alınma/götürülme yaşanmak üzere. Oyuncak dükkânına, sonrasında oradan satın alınarak yeni sahibi tarafından eve ve Mew tarafından Psamathides’in yönlendirmesiyle Ay’a götürülüyor. Bütün alınma’lar Rover’ın serkeşliğini de alır götürürken kendisi bu değişimlerin henüz farkında değildir.

“Mew’un yaşadığı yer burasıydı ve yola çıkmadan önce toplayacağı mesajlar, görüşeceği kişiler vardı ki Siyah Sırtlı Martıların en yaşlısı ve en önemlisi de bunların arasındaydı.” (s. 47)

Roverandom - 08

Psamathides ve Artaxerxes arasında bir tâbi olma ilişkisinden söz ettik. Psamathides Rover’ın üzerindeki büyüyü kaldırmak konusunda hızlı hareket etmek istememiş, doğrudan müdahale etmenin Artaxerxes ile arasında soruna sebep olacağından bahsetmişti. Hikmet sahibi karakterlerin aralarında bu nev’iden bir hürmet-hudut ilişkisi sunulmuş. Rover’ı Ay’a götürecek olan postacı kuşun da bu anlamda bir üstü, tâbi olduğu kıdemlisi bulunuyor. Özellikle bu üstlük, kıdemlilik durumunun yaşlılıkla ilintilendirilmesi dikkat çekici. Günümüzde insanlar için yozlaşmaya ve unutulmaya terk edilmiş makamlardan biri de yaşlılığa hürmet ve tâbiyet durumudur. Ailelerde babanın hele ki dedenin danışılmaya yönelik değeri unutuldu ancak eski toplumlarda ve özellikle Türk toplumlarında istişarenin en esaslı unsuru yaşlılardır. Onlara danışılmadan hiçbir işe girişilmez, hiçbir adım atılmazdı. Bu adete ise Mew’de rastlıyoruz.

“Denizin öte yanında yuvarlak sarı bir Ay doğdu ve suyun üzerine ışıl ışıl bir yol serdi… sonra Mew tünediği yüksek yerden atladı ve kıyıdan, hiçliğin karanlık sınırına uzanan (to the dark edge of nowhere) Ay yolunda uçarken, diğer martılar kendi çıkıntılarından atlayarak onlara veda sözleri haykırdılar.” (s. 47)

Rover ilk küçüldüğünde sarı topu kendisine güneş gibi gelmişti. Sarı top, Rover’ın primordial cennetinde etrafında dönüp durduğu oyalanma oyuncağı idi. Ve yine o sarı top elinden alınıyor zannedip, hikmet bilgisinin müşahhas hali olan birine diş uzatmıştı. Şimdi ise, manevî seyehatinin ilk amudî safhasında sarı bir topa doğru yol alıyordu. İsminin sözlük anlamı gezgin, seyyah olan Rover, vatan bildiği arzdan dikey yöne ilk seyahatini gerçekleştiriyor. Sıradaki paragrafı aktardıktan sonra konu olarak buradan devam edeceğiz.

“Denizin üzerinde, gümüşsü ışıltı boyunca uçarlarken, Ay yükseldi, yükseldikçe beyazlaştı ve parladı, öyle ki hiçbir yıldız onun yanında durmaya cesaret edemedi ve doğu göğünde bir tek ışıl ışıl Ay kaldı. Kuşkusuz Mew, Psamathos’un emirlerine uyuyor, Psamathos’un gitmesini istediği yere gidiyordu ve kuşkusuz Psamathos büyüsüyle Mew’a yardım ediyordu.” (s.48)

Header-2

Tolkien’in Orta Dünya’sında Birinci Çağ öncesi dünya düz olduğu gibi Rover’ın dünyası da düzdür. Düz dünyanın denizleri üstünde Ay ışığı Ay’a giden bir yol serer. Ay ise dünyanın aksine kürevîdir. Dolunay var iken yani Ay’ın dünyaya bakan tüm yüzü gözüküyorken yolculuğun safhaları da sıralanmış durumda. Doğdukça sarıdan gümüşsü beyaza seyir izleyen ışık diğer yıldızları söndürür ve yalnız kendisini görünür kılmaktadır. Tasavvuf ehlince dolunay temsili Hazret-i Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ile ilişkilendirilir. Etrafında halelenen yıldızlar ise cemaatler, onun yolunda olan ehl-i sünneti temsil eder. Ay ışığının yanı başında, merkezin yakınında başkaca yıldızın gözükmeyerek sönmesi ve tek parlak ışıltının o olması tasviri bu anlamda manidar. Ayrıca düz, perspektifsiz dünyadan yola çıkıp, kürevîyet kaynaklı bir üçüncü boyuta, yani derinliğe doğru yolculuk etmek, sadece mekansal bir amudîlik değil mânâca da yükseliş olarak değerlendirilebilir. Bu seyahat aynı zamanda Psamathos’un himmetiyle gerçekleşmekte, Mew’un ise bineklik etmesi Rover’ı menzile vardırmaktadır. Hikâyeyi buraya kadarki kısmı itibariyle derlemiş olursak, primordial cennetten kendi zellesiyle çıkarılıp bilmediği, daha önce görmediği ve isteği dışında âlemlere, korku, endişe ve fıtratından tavizlerle sürüklenen seyyah Rover, (Artaxerxes’in isim mânâsındaki gibi) hak ile hüküm verenlerin, hikmet sahiplerinin ve onların sözünü dinleyenlerin sevk ve yardımıyla göğe doğru yolculuk etmektedir.

“Bu Köpekler Adası,” dedi Mew, “daha doğrusu, Kayıp Köpekler Adası. Bütün iyi ve şanslı köpekler, kaybolduklarında bu adaya gelirler… istedikleri kadar gürültü yapabiliyorlarmış ve kimse onlara susmalarını söylemiyor, bir şeyler fırlatmıyormuş. Ay parıl parıl olduğunda, her biri en sevdiği sesle havlıyor ve böylece çok güzel bir konser veriyorlar. Orada kemik-ağaçları varmış, meyveleri sulu kemikli etlere benziyormuş ve olgunlaştıklarında ağaçlardan düşüveriyorlarmış.” (s. 49)

Köpekler Adası, köpeklere has bir cennet gibi. Rover bu seyahatinde kendi cennetine kavuşmaya çalışırken başka surî cennetlerden haberdar oluyor. Bir köpek için harikulâdeliklerin bir arada olduğu bir yere gidemeyen Rover, ne tam bir oyuncak ne de tam bir köpek olmadığı için Psamathides tarafından Ay’a gönderiliyor. Yani mahiyetine uygun bir hal alıncaya kadar, belki de en fazla arzulayacağı bir yerden mahrum kalıyor ve orayı teğet geçiyor. Aynı zamanda Köpekler Adası’ndan haberdar olması ile mahiyetini bulma yolculuğuna dair biliş’inde de artış söz konusu oluyor. Yolculuğunun esas maksadına yönelik bir marifet elde etmiş oluyor.

“Ay’daki Adam bir köpek besliyor. Ve o, tüm büyücülerin en büyüğü olmasına ek olarak iyi bir ihtiyar olduğundan, köpeği için kemik de olacağı kesin. Muhtemelen misafirleri için de. Neden oraya gönderildiğine gelince, aklını başında tutarsan ve zamanını homurdanarak harcamazsan, yakında öğrenirsin herhalde. Bence Psamathos’un seni düşünme zahmetine katlanması bile büyük iyilik; aslında bunu neden yaptığını hiç bilmiyorum. Çok iyi ve büyük bir sebebi olmadan bir şeyler yapması, hiç ona göre bir davranış değil – ve sen ne iyi görünüyorsun ne de büyük.(s. 50)

Burada iki hususa dikkat çekeceğiz. Birincisi; Rover’ın hayatına bir büyük sihirbaz müdahalede bulunuyor ve arkasından kum büyücülerinin en büyüğü Psamathos kendisi ile ilgileniyor ve yardım temin etmek için onu tüm büyücülerin en büyüğüne gönderiyor. Yani Rover mânâ âleminin mensupları nezdinde önemli bir gündem maddesi oluyor. İkincisi ise Mew’un ifadeleri. Mew, bu kadar alâka görmesine anlam veremediğini açık bir dille ifade etmiş. Rover’ın, surete dayanan sığ muhakemesi yüzünden düştüğü hale benzer bir belirsizliğe Mew’ün düştüğünü söyleyebiliriz. Rover’ın sureti onu yanıltıyor ve büyücülerin bu işine akıl erdiremiyor. Kehf sûresinde Hazret-i Hızır aleyhisselam ile Hazret-i Musa aleyhisselam’ın birlikte yaptıkları yolculukta üç önemli hadise cereyan ediyordu. Üç hadisede de Hazret-i Hızır aleyhisselam’ın icraatlerine itiraz edilmesine karşılık, yapılan işlerin neticesinden murad edilen bir hayır bahsi vardı. Burada zahirî ve batınî bilgiden söz ediliyordu. Suret üzerinden yapılan değerlendirmeler kişiyi isabetsiz neticelere ve meselenin mahiyetine vakıf olamamaya sevkedebiliyor. Burada Mew’ın özellikle “ne iyi görünüyorsun ne de büyük” demesi tam bir suret değerlendirmesi.

“O zaman Ay’daki Adam’ın köpeğinin adının da Rover ol(duğunu) fark etti.” (s. 52)

Hikayeye ikinci Rover girer. Ay’daki Adam’ın köpeğinin de ismi Rover’dır. Kendisi bir ay-köpeğidir (moon-dog). İsimdaşıyla tanışan Rover’a, Ay’daki Adam rahat gezebilmesi için kanatlar verir ve iki Rover’ın karışıklığından kurtulmak için misafir Rover’ı Roverandom olarak çağırmaya başlar. -andom ikincillik anlamı veren bir ek. Ay-köpeği Rover kendi durumunu şöyle açıklar:

“Adı Rover olan ilk köpek benim. Adım binlerce sene önce kondu – bu yüzden sana benim adımı vermiş olmaları gerek! Hem ben bir Rover’dım zaten! (kelime anlamıyla, seyyah idim demek istiyor) Buraya gelmeden önce hiçbir yerde durmazdım, hiç kimseye ait olmadım. Küçüklüğümden beri, kaçmaktan başka bir şey yapmadım; koştura koştura geziniyordum ki, güzel bir sabah… bir kelebeği kovalarken dünyanın kenarından aşağı düştüm.”
(s. 54)

Sahip kabul etmeyen tabiata sahip Ay-Rover’ı Ay’a düşer ve ağına düştüğü dev, gri örümcekten Ay’daki Adam tarafından kurtarılır. Bu örümcekler, Ay ışınlarını yakalayıp el koyar ve Ay’daki Adam’ın hışmına uğrarlar, onun tasarrufuyla bir taş parçasına dönüşürler. Ay-Rover’ına Ay’da rahat etmesi için o zamandan kanatlar vermiş olan Ay’daki Adam’ın şu uyarılarını görürüz:

“Ay ışınlarını rahatsız etme. Beyaz tavşanlarımı da öldürme! Ve acıktığında eve gel, genelde çatıdaki pencere açık durur!” (s. 55)

Ay-Rover’ı, Roverandom gibi serkeşlik gösteren, sahip kabul etmeyen, kuralsız yaşayan biri iken kendini hikmet sahibi birinin vesayetinde bulmuş, seyahatinin semavî olanını Roverandom’a nazaran daha önce tecrübe etmiştir. Roverandom (bizim Rover) da kanatlarını alırken aynı uyarılara muhatap olur. Beyaz tavşan ve Ay ışınları konusuna hikâyenin ileriki safhasında değineceğiz. Ay coğrafyasında devamlı süren bir nebatî musikîden bahsediliyor. Masal dünyasına ait onu aşkın bitkinin sayıldığı ve kuşlardan sineklere, sair başka sesli kurgusal isimlere sahip böcekten küçük beyaz farelere, gri sincaplara, tavşanlara ve beyaz fillere kadar sakinleri olan bu yerde her zaman hafif bir müzik sürüyor (s. 58). Koyunların boynunda altın çanlar bulunuyor, gri çimenden aldıkları her lokmada musikî farklı notada devam ediyor. Müziğin bir dolduruculuğu, boşluk reddediciliği söz konusu. Kesintisiz bir müzik. Tematik bir benzerlik; Ainur Müziği’nin varlığın dinamosu olma özelliğinde de vardı. Tolkien’in zihin dünyasının izleri başka satırlarında da karşımıza çıkıyor.


“Ay’a Seyahat” İllüstrasyonu © Ruth Meharg
“Dolunay” İllüstrasyonu © Ruth Meharg
Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply