Orta Dünya Tarihi / Tarihe Bakış

1

Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi okuyucuları olarak, bu eserlerde takip ettiğimiz maceralar bizleri içerik olarak çok etkilese de, Orta Dünya Tarihi yazı dizisinin önceki bölümlerinde aktarmaya çalıştığım gibi, okuduğumuz içerik bir macera olmaktan çok, aslında Orta Dünya’nın Üçüncü Çağı’nın tarihidir. Diğer bir deyişle bu iki eser de, ekleriyle beraber Üçüncü Çağ’ın, çoğunlukla ilk ağızdan yazılmış tarihi vesikalarıdır. Bu vesikaları içeren ana kaynağın ismi ise, yine önceki yazılarda da değindiğimiz gibi, Bilbo’nun yazmaya başladığı, ardından Frodo ve Sam’in sürdürdüğü ve son olarak farklı yazarların ek bölümlerini yazdığı Kırmızı Kitap’tır. 

Bu bakış açısını genişletip, Orta Dünya’nın tüm tarihini dikkate aldığımızda, Efsane-i Tolkien’in (Tolkien’s Legendarium) önemli parçaları olan Silmarillion ve History of Middle Earth serilerinde yer alan bilgiler de bugünkü hallerine benzer bir aktarımla gelmiştir. Bu aktarımın başında ise önemli Elf vakanüvisler bulunmaktadır. Bilbo’nun Rivendell’de geçirdiği dönemde çevirilerini yaptığı materyallerin pek çoğu da sözünü ettiğim Elf vakanüvislere dayanmaktadır. 

Elfler’in uyanışından itibaren çağları düşünürsek, çağların akışını farklı perspektiflerden değerlendirebiliriz. Bunlardan ilki Elf merkezli hikayelerden İnsan merkezli hikayelere doğru geçiş olarak düşünülebilir, çünkü İlk Çağ, Elf hikayelerinin yoğun olduğu bir çağ iken, Üçüncü Çağ artık Elfler’in kenarda kaldığı ve İnsanlar’ın ana unsur olduğu bir hale gelmiştir. 

Diğer bir perspektif ise, Arda’nın yapısı üzerinden bulunabilir. İlk Çağ’da Valinor’un yakınlığı ve düz bir dünya algısı hakimken, meydana gelen olaylar zamanla bu durumu değiştirmiş, yuvarlak ve Valinor’un uzaklaştığı, hatta sanki içinde yer almadığı bir dünya algısı hakim olmuştur.

Üçüncü bir perspektife ise Düşman üzerinden ulaşabiliriz. İlk Çağ’da Melkor ve sonraki iki çağda ardılı olan Sauron üzerinden kişileştirilen Düşman, Üçüncü Çağ’ın ardından Karanlık Ağaç yazısında değindiğim gibi başkalaşıp, en azından anladığımız kadarıyla bir olgu haline gelmiştir.

Bu değişen perspektifler aslında, Yüzüklerin Efendisi filmlerinin en başında Galadriel’in ağzından duyduğumuz tarih-efsane-mitoloji evrilişinin nedenidir. Tarihi yaşayanlar ile yazanlar arasındaki mesafe açıldıkça, tarihin mahiyeti efsane ve mitoloji eksenine doğru kaymaktadır. J.R.R. Tolkien de bu durumu farklı bağlamlarda belirtmiş ve efsanelerin ve hikayelerin şu anki hallerinin İnsan bakış açısına göre yazıldığına değinmiştir. Bu da bizi yine aktarılarak gelen bir efsaneler bütününe getirmektedir.

Yukarıda belirttiğim perspektiflerdeki önemli konu şu ki, bu perspektifler Elfler ile başlamaktadır. Ancak Elfler’in öncesinde de Yaratılış’tan itibaren meydana gelmiş pek çok önemli hadise bulunmaktadır. Hayranlıkla değindiğimiz Ulu Müzik, Ainur’un Arda’ya inerek Valar haline gelişleri, Melkor ile Arda üzerinde verilen mücadele ve benzeri pek çok hikaye bu kapsama girmektedir. Efsane-i Tolkien bağlamında düşündüğümüzde, Valar ile etkileşime giren İnsan sayısı sadece bir kaç tanedir. Elfler’in uyanışından önceki dönemlere ait bize ulaşan hikayeler ise, doğal olarak Valar kaynaklı ve Valar perspektifinden Elfler’e aktarılmış hikayelerdir. Bu nedenle Elf vakanüvisler en az Kırmızı Kitap’ın müellifleri kadar önem taşımaktadırlar. Elf vakanüvislerin yanı sıra İnsan vakanüvislerin de Orta Dünya tarihinin ve dolayısıyla Efsane-i Tolkien’in oluşumunda payları vardır. Bu nedenle ilerleyen yazılarda bu vakanüvislere ayrı ayrı değinmeyi düşünüyorum. 

J.R.R. Tolkien’in kurduğu aktarım üzerinden süre gelen bu katmanlı yapı, benim de kendisini pek çok okurun yaptığı gibi aktarıcı/derleyici konumuna oturtmama yol açıyor. Ancak yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için şunu belirtmem gerekiyor ki bu konumun, Tolkien’i küçültücü değil, bilakis yüceltici bir konum olduğunu düşünüyorum. Tolkien’in kendisinin de bu durumdan rahatsız olduğunu düşünmüyorum, çünkü Milton Waldman’a yazdığı mektupta Tolkien de bu konuya şu şekilde değiniyor:

Metnin Aslı

The Hobbit, which has much more essential life in it, was quite independently conceived: I did not know as I began it that it belonged. But it proved to be the discovery of the completion of the whole, its mode of descent to earth, and merging into ‘history.’ As the high Legends of the beginning are supposed to look at things through Elvish minds, so the middle tale of The Hobbit takes a virtually human point of view – and the last tale blends them.

The Letters of J.R.R. Tolkien / Letter 131

Çevirisi

Hobbit, ki içinde çok daha fazla fıtri bir hayat var, oldukça bağımsız bir biçimde ortaya çıktı: ona başladığımda onun aidiyetinin farkında değildim. Ama bir bütünün tamamlanışının keşfi olduğunu ispat etti, dünyaya nüzul biçimi ve ‘tarihe’ mezc oluşuyla/eklemlenişiyle. Başlangıcın yüksek Efsaneleri Elf zihni ile dünyaya bakarken, orta hikaye olan Hobbit oldukça insan bakışına aitti – ve son hikaye (Yüzüklerin Efendisi) bunların bir karışımıydı.

J.R.R. Tolkien’in Mektupları / 131. Mektup

Tolkien’in Efsane-i Tolkien’e bakışının, tarihle eklemlenmiş bir efsaneler bütünü olduğunu bu alıntıdan anlayabiliyoruz. İlerleyen yazılarda vakanüvislere değindikten sonra, Tolkien’in bu bakış açısını hem daha iyi anlayabileceğimize hem de Efsane-i Tolkien’in köklerini daha derine doğru takip edebileceğimize inanıyorum.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

  1. “Başlangıcın yüksek Efsaneleri Elf zihni ile dünyaya bakarken, orta hikaye olan Hobbit oldukça insan bakışına aitti – ve son hikaye (Yüzüklerin Efendisi) bunların bir karışımıydı.”
    Tolkien burada zaten Roman’ın nasıl okunması gerektiğini çok açık bir şekilde yazmış. Teşekkürler.

Leave A Reply