Orta Dünya Tarihi / Büyüsü Bozulmuş Dünya

1

J.R.R. Tolkien’in bize sunduğu bu geniş ve derin Efsane-i Tolkien’i (Tolkien’s Legendarium) yazmaya nasıl başladığını araştırdığımızda, aslında tek bir başlangıç noktasına ulaşmıyoruz. Tolkien’in çocukluğundan itibaren kurmaya (belki de hatırlamaya) çalıştığı bir dil olduğunu biliyoruz; bir sınav kağıdındaki boşluğa “yerdeki bir delikte bir Hobbit yaşardı” yazdığını da biliyoruz; Atlantis Dadanması (Atlantis Haunting) diye adlandırılan ve bir kıtanın batışını gördüğü rüyalarının da olduğunu biliyoruz. Tüm bunların yanı sıra Birinci Dünya Savaşı’nda yaşadıklarının, arkadaşlarıyla oluşturdukları heyacanlı grupların, eşi Edith’e olan aşkının, çocuklarına hikayeler yazma isteğinin ve belki de en önemlisi memleketinin geçmişine dair arayışlarının da olduğunu biliyoruz. 

Bu unsurların ışığında konuya akademik bir bakış açısıyla yaklaşılıp, Efsane-i Tolkien’i, Tolkien’in dil becerisi ile hayatının yansımalarının birleşiminden ortaya çıkan bir eser olarak tanımlayıp, bunların üzerine yorumlar bina etmek, aralardaki istisnaları bir tarafa koymakla beraber, neredeyse bütün Tolkien araştırmacılarının ortak yaklaşımı olmuştur. Kişisel görüşüm, bu çalışmaların çok değerli açılımları olmakla beraber, Tolkien’in yaptığını kısıtlayıcı bir yanı da mevcuttur. 

Bu yorumumun ilk sebebi, Tolkien’in kendi sözleridir. Yapıtının ana konusunu “ölümlülük, düşüş ve  makine” olarak tanımlayan; altını çize çize alegoriden hoşlanmadığını belirten; kendini bir yazar olarak değil, bir kaşif ve aktarıcı olarak tanımlayan Tolkien’i düşündüğümüzde, bunu sadece Tolkien’in hayatının bir yansıması olarak görmek sığ bir yaklaşım olarak kalmaktadır. 

Bu yorumumum ikinci sebebi ise, Tolkien’in kullandığı anlatım biçimidir. Yaratılış ve Elfler ile ilgili hikayelerin anlatımı ile İnsanlar’ın dönemine ait anlatımlardaki üslup birbirinden oldukça farklıdır. Yaratılış ve Elfler’e ait hikayelerdeki anlatıcı rolü, daha derleyici bir üslup taşırken, özellikle Hobbit’te ve Yüzüklerin Efendisi’nde hikayenin daha içinden, bizzat ana karakterlerin duygu ve düşünceleri üzerinden anlatan bir üslup mevcuttur. Bu durumu açıklamak için, Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi eserlerinin bizzat Tolkien tarafından yayına hazırlanan eserler olduklarını ve Silmarillion’un  ve Orta Dünya’nın ilk çağlarına ait eserlerin ise dağınık notların derlenmesinden oluşan dağınık hikayeler bütünü olduklarını söylemek mümkündür. Bunu kabul etsek bile, Silmarillion’a baktığımızda, Hurin’in Çocukları gibi özel hikayeler dışında, Yüzüklerin Efendisi biçiminde anlatılabilecek bir anlatıcı konumu oluşturmanın çok mümkün olmadığını görebiliriz.

Bu yorumumun üçüncü sebebi ise, “Orta Dünya Tarihi” yazı dizisi boyunca değindiğim detaylardır. Bu detaylar ışığında Efsane-i Tolkien’i değerlendirdiğimizde, bir yazarın icat ettiği bir eserden daha ziyade, bir aktarım silsilesinin son halkasına tanıklık ettiğimizi hissediyoruz. Heyecan verici olan ise, sadece hissettiğimiz ancak temellendiremediğimiz bu aktarımın, gerçekten var olma ihtimalidir. 

Max Weber’in tabiri ile “büyüsü bozulmuş” bir dünyada yaşadığımız için, içinde bulunduğumuz modern zamanlarda aslında kim olduğu bilinmeyen ve bu nedenle Beowulf Şairi olarak adlandırılan bir kişinin, Homeros’un ya da Snorri Sturluson’un varlığını kabul etmek bizim için absürt bir çaba olacaktır. Çünkü bize en yakın olanı 12. yüzyılda yaşamış olan bu kişileri, dilden dile aktarılan masalları ya da destanları yazılı hale getiren kişiler olarak tanımlıyoruz. Örneğin, Kral Arthur Efsanesi’nin kaynaklarına baktığımızda, 12. yüzyılda yazılmış olan Historia regum Britanniae (Britanya Kralları Tarihi) eseri karşımıza çıkıyor. Fakat bu eser ve birkaç eserde daha değinilen Kral Arthur’un varlığı, yaşadığı dönem ve yaptıkları halen tartışılıyor. Eğer, 9. yüzyılda yazılmış bir Orta Dünya Tarihi olsaydı, bu bizler için daha kabul edilebilir ve tarihi kanıtlar yeterli olmasa da muhtemelen İlyada ya da Kral Arthur Efsanesi gibi yarı tarih olarak görülebilecek bir yere oturacaktı. 

Sadece Tolkien’in İngiltere’ye bir kök efsane adama fikrini göz önüne alırsak, bu yazı dizisinde ele aldığım aktarım silsilesinin Efsane-i Tolkien’e enjekte edilmesinin rasyoya uygun olduğunu hemen görebiliriz. Böylelikle Tolkien, hedefine sadece içerik olarak değil, biçim olarak da yaklaşmış olacaktır. Bu bakışı, sebep-sonuç ilişkisi açısından nispeten tutarlı görmekle beraber, Tolkien’in hayatını ve yukarıda değindiğim motivasyon kaynaklarının zenginliğini göz önüne aldığımda halen kısıtlayıcı buluyorum. Çünkü bu yaklaşım Tolkien’in eserlerini ancak fantastik edebiyat kapsamında etiketleme ve bu kalabalık içerisinde konumlama ön kabulünün ardından yapılabilir. 

Buna bir başka örnek olarak Isaac Asimov’un Robot ve Vakıf serilerini verebiliriz. Bilim kurgu türünün en önemli eserleri arasındaki bu seriler, aslında daha geniş bir tabana oturmaktadır. Eğer bu seriler sadece bilim kurgu olarak etiketlenirse, Robot serisindeki güçlü polisiye gerilim ile Vakıf serisindeki güçlü politik gerilim ve tüm bunları anlatırken Asimov’un arka planda oluşturduğu sosyoloji göz ardı edilmiş olur. İçerdiği bu unsurlarla sadece bilim kurgu olmayı aştığı için, Asimov’un eserleri bu denli etki bırakmıştır. Tolkien’nin ortaya koyduğu eserler de sadece fantastik kurgu olarak tanımlandığında, üç boyutlu bir cismin sadece bir yüzünün uzunluğu ile değerlendirilmesi gibi kısıtlanacağını düşünmekteyim. Bu nedenle bende biricik olan yerini illa ki konumlandırmak gerekirse, ben Tolkien’i Homeros’un, Snorri Sturluson’un, Beowulf Şairi’nin ve benzerlerinin yanında konumlandırırım. 

Gerçekten bir Kırmızı Kitap var mıdır? Ya da Ælfwine’ın yaptığı çeviriler gerçek midir? Bu soruların cevabı rasyonel açıdan olumsuz gibi gözükse de, Tolkien bizi bu soruları sorma ve ihtimalleri değerlendirme konumuna getirmiştir. Sadece bu bile eşsiz bir beceridir. Görülmesi gereken Tolkien’in çabalarının yalnızca İngiltere’ye bir tarih sunmakla sonuçlanmadığı, daha da ötesine geçip, bize evvel ile ilgili zihnimizi açan fikri bir serüven sunduğudur. Bu serüven, bence ciddiye alanlar için, büyüsü bozulmuş dünyayının büyüsünü tekrar çağıran bir imkan, bir ihtimal sağlamaktadır.


‘Dağın Kökleri’ İllüstrasyonu © Breana Melvin
Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

  1. Tolkien, gök ehli denildiğinde “sadece melekler” olarak aklımıza gelen algıyı bile yıktı diyebilirim. Başlangıç noktamızı değiştiren düşünülmesi gerektiren bilgiler sunduğu için herşeyi baştan düşünmemizi de sağladı. Çok daha geniş düşünmemize de vesile oldu. Nedense Efendimiz sav.in aklımızın yetmediği durumlarda pusula olarak kullanmamız gerektiğini söylediği vicdanımız ise Tolkien evrenine balıklama dalıp buralarda gezinebilirsin diye onay veriyor.

Reply To Koroglan Cancel Reply