Mythopoeia Üzerine – Bölüm 1

0

GİRİŞ

Eğer Tolkien’in eserlerinden biri hariç hepsini unutmanız gerekseydi, hangisini unutmamak isterdiniz? Benim kendime sorduğum bir soru bu, tabii ki Yüzüklerin Efendisi, Hobbit, Silmarillion gibi eserlerin üzerimdeki etkisi çok büyük. Bunun yanında “Yaprak Çizen Niggle” hikayesi gibi beni derinden etkileyen hikaye de çok azdır. Ama tüm bunlardan ayrı tuttuğum iki metinden birisi, Tolkien’in Mythopoeia adlı şiiridir.

İtiraf etmeliyim ki yarısından azını anladığımı düşündüğüm bir eser bu, tabii bu da iyimser bir tahmin. Hem Tolkien’in dili kullanışı ve seçtiği kelimeler, hem de eserin yoğunluğu, üzerine düşünmeyi zor ve zahmetli bir hale getiriyor. Ancak belki de üzerine en az yazı yazılmış ve yorum yapılmış olan Tolkien eseri üzerine, haddim olmasa da bir şeyler yazmanın önemli olduğunu düşünüyorum.

Mythopoeia, “mit yapıcılık” anlamına gelen Antik Yunanca bir tabirdir. Tabii ki Tolkien’i bir mit yapıcı olarak değerlendiriyoruz, kendisinin de yapma ve yaratma kelimelerinin kullanımı ile ilgili hassasiyeti daha önceki yazılarda vurgulanmıştı. Bu nedenle bu tabir ona çok uyuyor. Tolkien’in yanı sıra H.P.Lovecraft, William Blake, ve hatta Tolkien’in yazdığı şiirin muhatabı olan C.S.Lewis gibi yazarlar de birer mit yapıcı olarak görülmektedirler. Bu isimlerin yanına daha güncel olan Yıldız Savaşları filmlerinin yazarı George Lucas bile koyulabilir.

Tolkien’in şiirine geçmeden, daha en başında şu ibareyi görürüz:

To one [C.S. Lewis] who said that myths were lies and therefore worthless, even though ‘breathed through silver’.

yani

Ona (C.S.Lewis’e), ‘gümüşten üflense de’, mitlerin yalan olduklarını ve bundan ötürü değersiz olduklarını söyleyene.

C.S.Lewis’in 19 Eylül 1931’de mitlerden bahsederken kullandığı, gümüşten üflenme ya da gümüş aracılığı ile nefes verilme tabirinin tam sebebini bilmemekle beraber, “silver tongue” yani “gümüş dil” tabirinin İngilizce’de güzel konuşma kabiliyetini tanımlaması ile bir alakası olabileceğini düşünüyorum. Bu konuda benzer yorumlara da rastladım. C.S.Lewis bu deyimi kullanarak, edebi olarak mitlerin güzel olduklarını kabul etse de, yalan olmalarıyla ilgili görüşünü ifade etmek için edebi bir şekilde görüşünü ifade ettiğini düşünüyorum.

C.S.Lewis ve J.R.R.Tolkien

Şiirin adı Mythopoeia olmakla beraber, başlığı “Philomythus to Misomythus” yani “Mit sevenden, mitten nefret edene” şeklindedir. Görüldüğü gibi girişi bile şerh edilme gereksinimi taşıyan bu metindeki her kelimenin ve her tabirin özenle seçilmiş olduğunu tahmin etmek zor değil.

Bu şiir ile ilk karşılaştığım yer ise, Tolkien’in, oğlu Christopher’a 29 Kasım 1943’te yazdığı mektuptur. Bu mektup, Tolkien’in siyasi görüşlerini de açıkça dile getirdiği bir mektuptur. İleride bu mektubun siyasi görüşlerle ilgili kısımlarını ayrı bir yazı konusu olabilir. Bu mektubun son paragrafı ise şöyledir:

Zamansız karanlık bir çağda (bizim için) doğduk. Ama bunda şu rahatlık var; böyle olmasa neyi sevdiğimizi bilemeyecek ya da onu sevemeyecektik. Sanırım ancak sudan çıkmış bir balık, suyun kokusunu alabilir. Ayrıca hala kullanacak küçük kılıçlarımız var. ‘Ne Demir Tac önünde eğileceğim, ne de kendi küçük altın hüküm asamı atacağım’.

Tolkien özellikle mektuplarında bir çok edebi alıntı yapan bir kişi, bu nedenle öncelikle bu satırların bir başkasına ait bir şiirden geldiğini düşündüm. Diğer yandan “Demir Taç” tabiri bana hemen Melkor’u hatırlattı. Melkor çaldığı Silmarilleri demir tacına iliştirmişti ve Beren ile Luthien bunları oradan almak için bir maceraya atılmıştı. Bu konuda araştırmaya girince karşıma bu eşsiz eser çıktı. Tolkien bu eseri C.S.Lewis ve Hugo Dyson ile 19 Eylül 1931’de yaptıkları bir tartışmanın akabinde yazmıştı. C.S.Lewis’in mitoloji hakkında yaptığı “gümüşten üflenen yalanlar” yorumu anlaşılan bu eserin oluşumunu tetikleyen olaydı. Diğer önemli bir husus ise en baştaki “zamansız” tabiriydi, Aziz Paul’un kendi durumunu tanımladığı şekliyle “out of due time” tabirini, oğlu ve kendisi için kullanmıştı.

Tolkien & Lewis

2016 senesinde vizyona girmesi planlanan, Tolkien ve Lewis’ın dostluğunu konu alan filmin afişi

MYTHOPOEIA 1. BÖLÜM

Esere baktığımızda, Tolkien’in bize edebi bir materyalizm eleştirisi sunduğunu görürüz. Bunu da afaka bakan nazarları karşılaştırarak yapar, yani öncelikle materyalist nazarı niteler, bu nazarın dünyayı ve eşyayı nasıl gördüğünü anlatır. Bu kısım şiirin geneline oranla gayet kısadır. Bunun da bir kasıtla yapıldığını düşünüyorum. Çünkü hikmet aramadan eşyaya nazar, eşyayı öylece, olduğu gibi görmeyi getirir, aşkınlığın ve tefekkürün önünü tıkar. Şiirin daha uzunca olan kısmı ise inancı ve efsaneyi merkeze koyduğu nazarla afaka bakar ve Yaratıcı’nın iradesi ile şekillenen bir zaman anlatımı sunar, ve yaratılmış her şeyi bir Yaratıcı üzerinden okur.

Şiiri yorumladıkça yukarıda belirttiğim genel tespitlerin daha da açılacağını ve detaylanacağını düşünüyorum. Bu nedenle şiirin şerhine geçmeyi daha uygun buluyorum.

You look at trees and label them just so,
(for trees are ‘trees’, and growing is ‘to grow’);
you walk the earth and tread with solemn pace
one of the many minor globes of Space:
a star’s a star, some matter in a ball
compelled to courses mathematical
amid the regimented, cold, inane,
where destined atoms are each moment slain. 

Girişteki bu bölüm Tolkien’in anlatımıyla materyalist bir bakış açısının kendisi dışındaki dünyayı nasıl algıladığını anlatır. Şiirin ilk satırı şöyle çevrilebilir:

Ağaçlara bakıyorsun ve onları öylece yaftalıyorsun,
(ağaçlar için ‘ağaçlar’ ve büyüme için ‘büyümek’);

Ağaç, Tolkien’in hem eserlerinde, hem de hayatında önem taşıyan bir kavramdır. Daha da önemlisi neredeyse hiç bir ağaç Tolkien için öylesine olan bir ağaç değildir. Yüzüklerin Efendisi eserinde bunu, Ent’lerle karşılaşıldığı ve onlarla “ağaç çobanı” olarak tanıştığımız pasajlarda görmek mümkündür. Her ağacın bir kişiliği vardır. Bunun yanında yine neredeyse her eserinde özel önem taşıyan bir ağaç ya da ağaçlar vardır. Bunun yanında yine bir çok farklı kültürlerin mitolojilerinde ve efsanelerinde de önemli ağaçları görürüz. İslam kaynaklarında da ağaç ile ilgili farklı bağlamlarda ayetler ve hadisler bulunmaktadır. Bu nedenle ilk girişin ağaç üzerinden yapılmasını önemli görüyorum.

Tolkien ve en sevdiği ağacı

Tolkien ve en sevdiği ağacı

Bu iki satırdaki anlatıma mazhar! olmuş şahsın, yani “mitlerden nefret eden” kişinin en önemli özelliği de bu iki satırda ortaya çıkıyor. C.S.Lewis’in örnek teşkil ettiği ve bu satırların muhatabı olan bu insan tipi, eşyada hikmet aramak yerine, her şeyi diyalektikte boğmuş ya da en fazla pragmatik olan modern insandır. Risale-i Nur terminolojisi ile baktığımızda da her şeye “mana-yı ismi” ile bakan insandır. İlerleyen mısralarda da bu satıra atıfta bulunarak, Risale-i Nur terminolojisiyle söylersek “mana-yı harfi” olarak algılayabileceğimiz bir manada kendi görüşünü ortaya koyar. Bu mısralar uzun olduğu ve ayrıca şerh edilmesi gerektiği için ilerleyen yazılara bırakıyoruz.

Yukarıda verdiğimiz bölümden devam edersek, sonraki iki satırda ise yine “mitlerden nefret eden” kişiye hitaben şöyle der:

Dünyada yürüyor ve vakur/kutsal adımlarla çiğniyorsun,
bir çok küçük küresinden biri Uzayın;

Yani bu kişinin nazarında Dünya’nın da özel bir önemi olmadığını, bilakis sıradan bir gök cismi olarak görüldüğünün olduğunun altını çizer. Bunun yanında bu mısranın ardından ise, bu kişinin nazarından bir yıldızın nasıl göründüğünü anlatarak bu önemsizliğin arkasındaki düşünce yapısını ortaya koyar. Vakur ya da kutsal kelimeleri ile karşıladığım “solemn” kelimesi, resmiyet, görkemlilik, kutsallık gibi anlamları da karşılamaktadır. Bu anlamların hepsinin ortak noktası, yeryüzünde yürüyen ve çiğneyen ayakların, yani materyalist nazarın, kendi nazarına ve yaptığı işe atfettiği önemi, resmiyeti ve kutsallığı ifade etmesi. Yani bu nazar kendini merkeze koyan ve kendi dışındaki her nesneyi yaftalayarak, bu haline ekstra önem atfeden bir nazardır. Bilim dünyasının sürekli kendini önemli ve dokunulmaz göstermesi, her kutsalı reddetse de kendini kutsallaştırması bence Tolkien’in de eleştirdiği nokta olmuş.

Bir yıldız, yıldızdır, bir top içindeki maddedir,
matematik seyirlere zorlanmış,
sistematikliğin ortasında, soğuk, seciyesiz,
yönlendirilmiş zerrelerin her an katledildiği yerdir.

Bu bölümün yıldız ile başlayıp atom ile bitirilmesinin de önemli olduğunu düşünüyorum. İki dünya savaşı arasındaki dönem özellikle fizik alanında bir çok ilerlemenin olduğu bir dönemdi. Bu şiirin yazıldığı yıllarda Bohr ve Einstein gibi fizik alanındaki iki devin karşılıklı kapışmaları bilim dünyasında çok önemliydi. Einstein 1921, Bohr ise 1922 yıllarında Nobel Fizik Ödülü’nü almıştı ve atom, o dönemde fizikçiler tarafından ehlileştirilmeye yani Tolkien’in deyişiyle sistematikleştirilmeye çalışılan en önemli bilimsel konuydu. Gökyüzü ve uzay ise önceki iki yüzyılda Kepler ve Newton’dan başlayan silsile ile o dönem için çözülebilir / sistematikleştirilebilir hale gelmişti. Aynı dönemlerde materyalizmi bambaşka bir cihetten eleştiren Bediüzzaman Hazretleri’nin, 30. Söz’de “ene ve zerre” konusundan bahsetmesinin çarpıcılığını da not olarak düşmeyi önemli görüyorum.

Bilimsel gelişmelerin heyecanlandırdığı akademinin ve akademiye hakim olan materyalist düşüncenin, her şeyi sistematikleştiren ve içinden ruhunu alan yaklaşımı, Tolkien’in asıl eleştirdiği şeydir. Keşfedilen bilimsel yasalar, örneğin gök cisimlerinin seyirleri ile ilgili yasalar, sadece hesaplanabilir bir matematiksellik oluşturur. Büyüklük, hız, çap gibi niceliksel değerler önemlidir. Ama bu yıldızların, ne yüzyıllardır söylenegelmiş, medeniyetin ve kültürün bir parçası olarak efsanelerde ve mitlerde yer tutması, ne de yıldızlı gökyüzünün verdiği ilhamlarla ortaya konan onlarca sanat eseri bu bağlamda önem taşımamaktadır. Her nesne soğuk ve anlamsız bir biçimde sadece matematiksel hesaplara konu olabilir. Matematiksel olarak tanımlanıp, sınıflandırıldıktan ve yaftalandıktan sonra, her şeyin değeri aynıdır. Yani “Mitten nefret eden” kişi nazarında kainat, yıkılmaz ve esnemez, matematikle ifade edilebilen kanunlara tabi maddelerin oluşturduğu, herhangi bir aşkınlıktan yoksun bir görünüme sahiptir.

Böyle güçlü ve net bir eleştiri ile başlayan şiirin şerhine bir sonraki yazıda devam edeceğim.

Böyle bir çalışmayı savaş amaçlı yapmaya razı olmak, bu delirmiş fizikçilerin düpedüz ahmaklığı: soğukkanlı bir biçimde dünyanın yıkımını tertipliyorlar… Tamamen Tanrı’nın ellerindeyiz. Ama O, Babil inşacılarına şefkatle bakmaz.

(9 Ağustos 1949 yılında, Japonya’ya atılan atom bombalarından hemen sonra, oğlu Christopher’a yazdığı mektuptan.)

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply