Minas Tirith ve İstanbul – Bölüm 1

0

Minas Tirith’in İstanbul ile benzerliği başka araştırmacıların da ilgisini çekmiştir. Bu konuyu biz de merak etmiştik elbet. Her zaman olduğu gibi lütufkâr bir arif zata bu konuyu sorduk. İsterseniz bu zata bundan sonra Lütfi Efendi diyelim.

2011 yılının Kasım ayının başlarıydı. Mekân, İstanbul’un beyni mesabesinde mübarek bir yer… Hakikaten Minas Tirith gibi, oldukça enteresan ve -hayal edilmişse eğer- hayal edilebilmesi takdire şayan bu kale şehir, İstanbul ile alakalı olabilir miydi?…

İstanbul Bir Fikirdir

İstanbul, haddizatında “kale” manası ile oldukça alakalıdır. İslam’ın ve İnsanlığın kapısı ve kalesi İstanbul’dur. Batı’dan Doğu’ya; Doğu’dan Batı’ya… İstanbul sanki iki denizin, iki anlayışın, “iki kültür”ün (C. P. Snow) birleştiği bir yer. Nasıl insan beyni iki lobdan oluşuyor, aynı şekilde insanlığın beyni mesabesindeki İstanbul da iki farklı Dünya görüşünün (biz yine iki deniz diyelim) bir araya gel-ebil-diği bir şehir; daha doğrusu bir fikirdir/idealdir. Dünya gezegenini bir baş olarak farzetsek, onun beyni olmaya en müsait parçasıdır İstanbul. Necip Fazıl’ın kendisi hakkında “Aksiyon şairi” tabirini sarfettiği Napolyon gibi bir dâhi bunu ifade sadedinde: “Eğer dünya tek bir ülke olsaydı, İstanbul onun başkenti olurdu.” demiştir. Tabii bu durum İstanbul’un “canlı” olduğu zamanlar için geçerlidir. Bazen Musa (as) ve Yuşa (as)’ın yolculuk azığı olan “kurutulmuş balık” gibi “dirilme” vaktini bekleyen bir “ölü” olabilir o. Sonra da “canlanarak, şaşılacak bir şekilde bir yol tutar gider…” Şu an ise İstanbul kurutulmuş bir balık gibidir. (“Balık hakikati” ile “Sutu Boğda” Kavramı arasında bir ilişki var. İleride bahsetmeyi düşünüyoruz.)

İstanbul İnliyor

Duygularınız yeteri kadar hassas ise şehrin sanki küçüldüğünü, çekmiş bir elbise gibi ufaldığını; yani “çektiğini” hissedebilirsiniz. Evimden dışarı çıkmayı tercih etmeme sebeplerimden biri de budur. Takat getiremediğim bir ızdırap oluyor bana şehrin bu hali. Şehrin temsilcisi olan ruhani varlık ile beraber sanki biz de şuurdışı bir şekilde acı çekiyor ve ölgünleşiyoruz.

Aklıma bazı arkadaşlarım ile konuşmalarımızda atıflar yaptığımız bir bölüm geldi Yüzüklerin Efendisi’nden:

‘Yaşlandım Gandalf. Göstermiyorum ama bunu gönlümün ta derinliklerinde hissediyorum. Yaşını göstermezmiş!’ diye homurdandı.

‘Yahu, kendimi incelmiş hissediyorum, bir yerde gerilmiş gibi, bilmem anlıyormusun: Aynen büyük bir parça ekmeğe sürülmüş az bir miktarda tereyağı gibi…’

J.R.R. Tolkien / Yüzüklerin Efendisi / Yüzük Kardeşliği / s.49

Bir İstanbulseverin Izdırabı

Yukarıdaki kısımların büyük kısmını ve Yüzüklerin Efendisi’ndeki ilgili alıntıyı yazdığım vakit, Tarkan Demir’in “Müzik Savaşları” serisinin ikinci makalesi henüz yayınlanmamıştı. Ama demek ki “kalbden kalbe bir yol vardır” hakikatince, aynı vakitlerde aynı konuyu benzer şekilde düşünmüş ve yazılarımıza işlemişiz. Anlaşılıyor ki ikimizin de kalbi, canlı bir “balığın” ya da bir derinin kuruması gibi kuruyor ya da Bilbo’nun ifadeleri içerisinde “incelip geriliyor”. Tarkan Demir’in ilgili yazıdaki enteresan şu ifadelerini bir kere daha okuyalım:

Zira insan da gün içerisinde birbirinden farklı birçok kakofoni seslere maruz kalır. Mesela: İnşaat ve iş makinelerinin eski yaşama ait ne kadar anı varsa kırıp dökerken çıkardığı sesleri, ağaçların otomatik testere ile manzara kapattığı için kesilirkenki çıkardığı travmatik sesleri, trafikteki belli belirsiz, adı araç olan hantal makine yığınlarının motor ve korna gürültülerini, bir manada yaşadığımız şehrin doğal olmayan bozulan seslerini, adeta bir yok oluşun adımları gibi duyar ve yaşar insan; sonra, Bilbo Baggins’in Gandalf’a dediği gibi ‘Yahu, kendimi incelmiş hissediyorum, bir yerde gerilmiş gibi bilmem anlıyor musun: Aynen büyük bir parça ekmeğe sürülmüş az bir miktarda tereyağı gibi. Böyle bir şey doğru olamaz. Bir değişikliğe veya ne bileyim, bir şeylere ihtiyacım var,’ diyesi gelir ve uzun bir yolculuğa çıkmak ister. Duyarlı insan o bozuk ve yapay seslerin içinde adeta erimektedir. Oysa her kadim şehrin bir mimarisi, şiiri ve kendisini hatırlatan bir müziği, ses ahengi vardır. Bu müzik ve ses ahengi bozulduğunda insanın ve çevresindeki tüm canlıların aurası kötüleşir ve karanlığa yol alır. Bütün bu psikolojik ve bedensel sorunlar da domino etkisiyle tüm şehre ve insanlara yayılarak o şehrin ve insanının akordunu bozar.

Acı Çekebiliyorsan Ümitli Olabilirsin

Tabii Bir Yahya Kemal Beyatlı kadar olmasa da minumum seviyede “duyarlı” bir insan olmak lazım ki, İstanbul’un ve onun ile alakalı ruhani varlığın çektiği ızdıraptan hissedar olabilelim. Eğer Canerhan Tipi’nin videolarını seyredip gözyaşlarımızı tutamıyor ve bazılarımız itibariyle hıçkırıklara boğuluyorsak, kendimiz hakkında az biraz ümitvar olabiliriz. Ama bu bile, biraz olsun “Diri İstanbul”u görmüş olmaya vabestedir. Ya da hatıralarından okumuş ve dinlemiş olmaya… Acı çekmek için sevmek; sevmek için de bilmek lazım değil mi…

Ve şunu da ekliyorum: Dirilmek için de acı çekmek… İçimizdeki acı mütemadi… Demek ki dirilişi mümkün… Kalbimizin ve İstanbul’un… (Kalbimiz dirildiğinde algılarımız da değişecek ve bu sefer gözyaşlarımızın sebebi sevincimiz olacak. İstanbul’un suretinin tamamen mahvolmasından dahi müteessir olmayacak bu perspektif, ancak -İstanbul’un da olmak üzere- dünyanın hakikatini idrak ile mümkündür. Bu perspektiften ileride bahsetmeyi düşünüyoruz.)

Hadi hatırlamak ve derdimizi paylaşmak için biraz Canerhan Tipi videosu seyredelim.

Minas Tirith ve Kız Kulesi

Ahmedî gönüllü o bilge (Lütfi Efendi), Minas Tirith’in İstanbul’da olduğunu tasdik etti. Ayrıca Ak Kule’nin de yer aldığı en üst katta bulunan “Ak Ağaç” (The White Tree of Gondor) ise şu an tam olarak Kız Kulesi’nin olduğu yerdeydi.

Lembas Kırıntısı – Bölüm 1’i şu ifadeler ile sonlandırmıştık:

2009 yılının Eylül ayının ilk günlerinde, ilhama mazhariyeti neredeyse ismi olacak kadar onunla bütünleşmiş bir kutlu, -mealen- şunu ifade etmişti. İsterseniz bu Arif’e bundan sonra İlhami Efendi diyelim:

‘Gandalf, Hz. Hızır’ın (as) 8000 sene önceki adıdır.’

Minas Tirith ve İstanbul ilişkisini anlamak için Gandalf’ın Hz. Hızır (as) ile aynı şahıs olduğunu bir kere daha hatırlamamız gerekiyor.

İki Denizin Birleştiği Yer

Oktan Keleş’in Melâmi Savaşları kitabından alıntılarla mevzuyu biraz daha derinleştirelim:

Kehf Suresi’ndeki iki denizin birleştiği yer İstanbul Boğazı’dır.

İSTANBUL’UN ŞİFRESİ

Kehf Suresi’nde Musa (as) ve yol arkadaşı Yuşa (as) Yaradan’ın katından ilim verdiği kulunu (Hz. Hızır’ı) görmek için yola çıkarlar.

Musa (as):

.Gerekirse hiç dinlemeden yürüyeceğim, iki denizin birleştiği yere varacağım der.

Yanlarına azık, yiyecek olarak kurutulmuş balık alırlar. Aldıkları balık Hz. Hızır ile karşılaşmaları için bir işaret olacaktır. Balık bir mucize eseri canlanacaktır.

Canlandığı yerde Hızır (as) olacaktır. Epey yürürler.

Musa (as) yol arkadaşına yemek için balığı getirmesini ve acıktıklarını söyler. Yuşa (as):

.Balık canlandı. Kıyıya sığındığımızda şaşılacak bir şekilde denizde yol tuttu ve gitti der.

Musa (as):

.İşte o şahıs oradaydı der ve birlikte izlerini takip ederek geriye; balığın canlandığı yere varırlar.

Hz. Hızır orada bulunmaktadır. Bundan sonra Musa (as) ve Hızır (as) üç hadise yaşar.

Melâmi Savaşları / İki denizin birleştiği yer: İSTANBUL / s.321-322

Musa (as) ve Yuşa (as) bugünkü Kız Kulesi’nin kayalıklarına sığınmışlardı. Yuşa (as) Kehf Suresi 63. Ayet’te:

(Yardımcısı): ‘Olacak şey mi bu?’ dedi. ‘O kayanın yanında dinlenmek için durduğumuzda, nasıl olduysa, balığı unutmuşum. Bunu olsa olsa bana Şeytan unutturmuş olacak! Tuhaf şey, nasıl da yol bulup suya ulaştı!’

61. Ayette de:

‘Her ikisi iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular. Balık denizde bir yol tutup gitmişti.’

Melâmi Savaşları / s.323

Musa (as) ve Yuşa (as) önce Haliç’e, bugünkü Eyyub el-Ensarî Hazretlerinin bulunduğu yere gelmişlerdi. İlk balığın burada canlandığını öğrenmişti Musa (as); ama buradan tekrar geriye, karşıya, Üsküdar’a, bu kayalıklara; yani Kız Kulesi’nin bugünkü yerine gelmişlerdi ve Hz. Hızır’ı o zaman görmüştü Musa (as).

Melâmi Savaşları / s.324

(Devam edecek)

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply