Meyveye Duran Ağaç Hiç Bahardan Ümidi Keser mi?

3

Yeni bir günün elleri uzaktan dokundu yamaçlara. Dağ, başında bir sürü hayaller, gözleri yükseklere dalıp, gitti… Toprağın ellerinde rızkını arayan böcekler temkinli ve suskun. Yeni gün demek yeni doğumlar, halden hale dönmeler demekti. Sazlar sığındı sulara, sular derinlere meftun. Varlık en güzel şarkısını söyledi sükûnetin tellerinde.

Küçük bir toprak tanesi, bir yaprak ve bir su damlası… Üçü de ufuklara doğru yan yana oturdular. Varoluşlarının sırrını çözebilmek için ufukların dilinden cevap aradılar.

İlkin toprak tanesi bozdu, sessizliği:

.Hep merak ederim gündüz güneşten öte, gece yıldızlardan öte olan yerleri. Nasıl gidilir oralara, nasıl çıkılır bilmem. Kanatlarım yok arılar gibi. Hafif değilim ki taşınayım tüyler gibi.

.Neden bu merakın diye sordu yaprak. Ben de merak ederim; ama biliyorum artık sebebini.

.Neymiş sebebi diye atıldı söze su damlası. 

.Her bahara doğru içimden bir duygu yükselirdi. Gözlerimi açtığımda gökleri görürdüm; ama gidemezdim. Mavilikleri, dalların izin verdiğince seyrederdim. Dallar ne kadar uzarsa o kadar seyrederdim bulutları, ayı, yıldızları. Bir sevda kokusu tüterdi içimde… Yeterdi bana bunlar; mutlu olurdum. Ta rüyamda söylenilenlere kadar…  

.Neydi sana söylenenler? Söyleyen kimdi?

Toprağın merakla sorduklarına su tanesi de katılınca anlatmaya başladı yaprak:

.Rüyama gelen yaprak, benim büyüklerimden. Görevim baharın tazeliğinde tomurcukları korumaktı. Mevsim, çiçeğin ve meyvenin doğumuna ağacı hazırlamaya başlamıştı bile. Ben de doğacak tomurcuğa uygun bir beşik hazırlamalıydım. Doğum oldu, başucundan hiç ayrılmadım. Hep bekledim. Vücuduma tüyler dokundu; sinekler, böcekler kondu. Mehtabı ayrı, güneşi ayrı zevkle seyrettim. Çiçek açtı; rengi damarımdan aktı. Günler geçti; çiçek emanetini bıraktı ellerime ve meyve tadını ruhumdan aldı. Çok güzeldiler. Her bakanın gözü bizde kaldı.

Ama zaman geldi; meyveyi kopardılar canımdan. Yandı içim. “Böyledir yanılır hep.” dediler. Zaman geldi içimde bir şeyler azaldı, takat çekildi ellerimden. Yüzüm sarardı; parmaklarımda can kurumaya başladı. “Mevsim hazan; hüzün kapıda bekler; ayrılma zamanı yaklaşıyor.” dediler. “Ama korkma!” diye eklediler. “Gideceğin yere değer, kendinden verdiklerin.” 

Hava soğudu, çıtır çıtır oldu bedenim. Bir rüzgâr esti. Parmaklarımdan gücüm giderken “Bırakmayın beni.” diye bağırdım; ama bıraktılar. Baktım uçuyorum. Nereye? Seyrettiğim yücelere. Yükseldikçe yükseldim, yükseldikçe yükseldim. Yücelerden sarkan başka dallar gördüm. Tutmak istedim, tutamadım. “Vakti değil. Bizi bildin ya yeter. Tadı damağında kalsın; bekle.” dediler. “Bedenin toz olacak, toprağa karışacak; ama ruhun bizi tanıdı ya…” dediler.

İşte o tadı aldığımdan beri hep görülenden öteleri özlerim. Tat sanki oraların özü gibi. Yetmiyor artık gördüklerim. Demek beni oraya götüren kanatlarım, kuruyan canımdan bitecekmiş.

Kendimden azaldıkça bir başka dünyalara doğacakmışım.

.Ne güzel söyledin dedi su damlası. Kendinden azaldıkça değişik dünyalara doğmak. Birbirinden renkli âlemlere kanatlanmak.

.Sadece kanatlanmak mı? Daha neler neler var. Benim hissettiklerimi bir bilseniz… Benim sizi izlediğim yerden bir de benim gözlerimle olanları seyredebilseniz.

Konuşan topraktı. Üzerinden ağırlığını atmış, heyecan onu da sarmıştı.

.Sen yaprak! Zamanı gelince koptuğun yerden ayrılınca ardında nice kapıların açıldığını biliyor musun? O kapıdan sana benzer ne güzel bebeklerin, ne diri gençlerin çıktığını biliyor musun? Zamanı gelince kendinden vermenin, güzelliklere sebep olduğuna sende çok şahit oldum. Üzerinde taşıdığı renklerle, yemyeşil yapraklarla ağacın ne kadar onurlandığını gördüm. Dallarda sana arkadaşlık eden kuşların, kelebeklerin sevincini hayranlıkla seyrettim.

Bu güzel sözler, övgüler yaprağı memnun etti; ama hakkaniyetli olması gerektiğini düşündü:

.Beni övüyorsun toprak. Sağ olasın; bu hoşuma da gidiyor. Ancak senin de kendini görme, değerini anlama zamanın gelmedi mi?

.Neyimi göreceğim ki? Nerden geliyormuş benim değerim?

.Neyi mi, nerden mi? Mesela, sen olmasan ben olamazdım. Ağaç, dallar, çiçekler, ardımdan açılan kapılar, oradan çıkan gençler, bebekler olmazdı. Mesela, ben her mevsim bir kere koparılıyorum dalımdan. Ama sen? İçinde beslediğin sayısız dünya var. Onlardan devamlı ayrılıyorsun. Ya dışında olanlara ne demeli? Kimi oranı buranı süsler zevkin nedir sormadan. Kimi eşeler, didikler her yerini. Karnı deşilen sensin. Yüzüne tükürülen sen. Rahminde beslediğin nice kökler içinden çekildiğinde, parça parça olan yine sensin. Sen bizde görürsün vermenin güzelliğini. Ya bizim sende gördüklerimiz? Ne söz yeter anlatmaya ne zaman? Onun için mi tevazuun tacı sana takılmış?

.Hayran olduğumuz ötelerin sırrı belki de bu nedenle sende yazılıyordur? diye söze karıştı su damlası ve devam etti: İçinizde halden hale geçen, en çok benim. Her halimde önümde hep sen varsın. Yağmur olurum; senin için yağarım. Kar olurum; senin için kaplarım üstünü. Çiğdem, şebnem, ne olursam hep seni korumak, seni beslemek, sana derman olmak için. Göl olsam sen varsın etrafımda; nehir olsam sen koynunu açarsın. Sesim sende yankılanır. Tat katarsın tadıma.

Ağırım, uçamam yücelere diye neden hayıflanırsın? Ben sendeki ruhu her an taşımıyor muyum yücelere? Rüzgâr esse benim sesim yükselir; ırmak kabına sığmazsa yine benim sesim yükselir. Yağarken bağırırım. Yol alırken bağırırım. Bir tek kendimde yok olduğumda sesim çıkmaz. Buhar olup kanatlanırken huzurun kanatlarını yine seninle hissederim. Ama sen toprak! Hiç mi sesin çıkmaz? İçinde binlerce tohum bir makine gibi çalışırken, içinde nice yollar açılırken hiç mi ağrımaz bir yanın? Çapadan, belden, kürekten hiç mi şikâyetin yoktur? 

Her yanında nice doğum, nice ölüm ve nice kavga. Yine de huzur içindesin. Bundan anlamlı sabır mı olur? Kimimizin kanatları, kimimizin kolları var. Onlarla sarılır, onlarla uçarız? Ama sende öyle bir can var ki… Her an bin can olur da taşınır ruhun göklere. Yaradan böyle dilemiş toprak. Buhar olarak çıkıyorum senden ve rahmet olarak iniyorum sana. Bundan daha güzel vermek mi olur? 

Konuşma tatlı, içten bir sohbete döndü; toprak tanesi, yaprak ve su damlası vaktin nasıl geçtiğinden habersiz ruhları ötelerin sevdasıyla yol aldı. 

Aynı anda bir başka yerde yaşı ilerlemiş bir kadın da toprak, yaprak ve su damlası gibi hayranlıkla dağı seyrediyordu. Sanki hasret bağlamıştı dağın ötelerine.

.Ey dağ! diye seslendi. Sen ordasın, ben buradayım. Ama ruhum hep seninle. Gözlerinin görebildiği yerlere gidebilmeyi ne isterdim. Dizlerimin gücü yok, senin gibi dik duramam. Işığı azalıyor gözlerimin, senin gibi göremem. Sesim kalmadı. Sende çığlık çığlığa yankılanan dev kanatlarım yok. Ey dağ! Peki yine de nasıl senden daha güçlü, daha donanımlı sayıldığımı söylüyorlar? Yoksa beni ben yapan boyum, bosum, bedenim değil mi? Beni senden üstün tutan şey, sende olmayan nedir?

O anda bir hava dalgası geldi ve kadının sesini alıp götürdü toprağın, yaprağın, suyun olduğu yere. Üçü de anlam veremediler kadının dediklerine. O ne toprak gibi doğurgandı ne su gibi hayat veren ne de yaprak gibi çiçeğe, güzelliklere, meyveye sinesini açan biriydi. Ne istiyordu dağdan? Neye ihtiyacı vardı? Haline hayli üzüldüler. 

Bir anda dağın ardı karardı. Uzaklardan mor, lacivert, gri gölgeler sardı tepeleri. Dağın başı kapanıyor, yüzü zor seçiliyordu. Yaprak titredi birden, toprak yumuşadı, su ikizini buldu. Damlalar… Damlalar üstüne damlalar… Yağmur yağıyordu. 

.Rabbim bir sözün mü var bana diyeceğin? Kelimelerin serpilir üzerime dedi kadın. Kavramayı nasip et ki anlayayım. Birden sustu ve öylece kaldı. Yağmur damlaları hızlandıkça gözlerinden apayrı damlalar aktı. Oysa gözlerinde hareket yoktu, dilinde söz. Ama gördüğü ve diyeceği var gibiydi. Aniden bacaklarının üzerinden kayar gibi çöküverdi olduğu yere.

O an bir rüzgâr esti, okşadı yüzünü.

.Gördüm Rabbim diyerek doğruldu yerinden. Gözümle değil, gönlümle gördüm. Yorgun yüzüne dağdan selam geldi. Anladım Rabbim, anladım dedi. Aklımla değil yüreğimle anladım. Sana şükürler olsun.

Toprak, yaprak ve su damlası yine anlam veremediler denilenlere ve kadının yanına gittiler:

.Yağmur benim ruh ikizim. Neden bu denli etkilendiniz ondan diye sordu su damlası? Gözleriniz sanki onun gibi yağıyor. Yağdıkça farklı ışıldıyor. Oysa haliniz hiç öyle değil.

.Evet diye ekledi toprak. Şu anda görüyorum. Göklere bedeninizden buhar yükseliyor. Sanki yağmur yağdıkça terleyen “ben” gibisiniz. Biraz önce ayaklarınızın üzerine çöken siz değil miydiniz? Öyleyse sizde birden yükselen bu direnç nerden?

Yaprak dayanamadı ve sokuldu kadının avuçlarının arasına.

.Siz benim rüyama giren büyüğüme benziyorsunuz. Kendinizden verdikçe çoğalan bereket sizde de var demek. Kabuk kururken, can yanarken ruhuyla meyveye duran o sırrı siz de mi biliyorsunuz? 

.Hayır dedi kadın. Bende bir şey yok ve ben bir şey bilmiyorum. Sadece içimde bir yerler çoğalıyor… Sadece onu hissediyorum. Gözlerimde su damlaları, canımda toprak ve ruhumda dallar çoğalıyor. Sanki meyveyi bekliyor gibiyim. 

.Ah dedi yaprak. Rüyamda anlatmıştı bana büyüğüm. “Parmaklarımdan gücüm giderken ‘bırakmayın beni’ diye bağırdım.” demişti. Ama onu yine de bırakmışlardı. Sonra yükseklere yükselmeye başladığını, yücelerden sarkan başka dallar gördüğünü söylemişti. Tutmak istemiş, ama tutamamış. Ona “Vakti değil. Bizi bildin ya yeter. Tadı damağında kalsın; bekle.” demişlerdi. Yoksa şimdi siz de bedenin toz olduğunda toprağa karışacağı zamanı mı hissettiniz? Aynı büyüğüm gibi ruhunuz başka ruhları mı tanıdı? 

.Hiçbir şeyi tanımadım ve bilmiyorum diye cevap verdi kadın. Sadece soru sordum Rabbime. Bu yaşadığım haller O’nun cevabının varlığımda yorumu gibi geliyor bana.

.Evet. Doğru söyledin.

Hepsi merakla döndüler sese doğru. Rüzgardı konuşan.

.Dinlemem, esmemden hızlıdır; görmem dinlememden hızlı. Dolaştıkça öyle şeyleri işitir, öyle şeyler görürüm ki… Kendilerine benzer kanatlarım olduğu için melekleri çok severim. Onlar da beni sever. Varlığım latif olduğundan her yere sığar, kimseyi rahatsız etmem. Sık sık sohbetlerine katılırım onların. Bir sohbette dinlediklerimi hâlâ unutamam. Çok farklı şeylerdi. Kâinatın bir ağaca benzediğini ve meyvesinin de insan olduğunu söylemişlerdi. O gün bu gündür hep düşünürüm: Ağaca benzeyen kâinatı… Ağacın çekirdeği niçin ekilir? Hep düşünürüm.

.Başka ağaçlar olsun ve onlar da meyve versin diye cevap verdi yaprak. 

.Ağacın, gövdenin, dalların ve senin varlığın hep meyve için mi? 

 Toprağın bu sorusuna yaprak cevap verdi:

.Evet hepimiz meyve içiniz. Hatta başta sen toprak; esas sen meyve için yaratıldın. Ben kiraz ağacıysam. Kiraz meyvesi için varımdır. Ama sen sadece ağaç için değil, her türlü bitki için varsın. Demek ki meleklerin sohbetinde dinlediğin gibi “Kâinat bir ağaca benziyorsa ve meyvesi de insansa; o zaman hepimizi Yaratan, kâinat ağacını da insan için ekmiş.”

.Yani demek ki… Şimdi anlıyorum. Kadının, başta anlam veremediğim sözleri, şimdi anlam kazanmaya başladı.

Aniden kadına döndü:

.Şimdi anladım senin insan olarak varlığının değerini dedi. Ey kadın! Neden sızlanırsın boşuna? Senin imrendiğin dağa ve dağın seyrettiklerine varabilmen için ne benim gibi uçan kanatlara ihtiyacın var ne su gibi buharlaşmana. Hatta ne dağa, imrendiğin tepelere ne ufuklara ihtiyacın var. Çünkü sen hepimizden bir şeyler taşıyorsun. 

.Hatta daha fazlası var. Ondan daha fazlası. 

Hepsi merakla rüzgâra döndüler. Kadın merakla atıldı:

.Neden rüzgâr? Neden? 

.Bedenin kuruyup parçalara bölündükçe ruhun her parçanda bir aynaya döner. Senin gözlerin de kanatların da işte o aynalar. İçinde niyet diye sırlı bir dümen var: Güzellik, iyilik adına çevirdiğinde yücelere, ruhunla uçabilirsin. O niyetle aç kalbin penceresini. Ötelerin ötesini görebilirsin. Yine o sohbetlerden birinde dinlemiştim. Senin kalbine akan iki kanal varmış. Biri aklın, diğeri vicdanın. Dış âlemden gelenleri kalbine aklın gönderirmiş; iç âleminden doğan ilahî sesleri ise vicdanın. Ve kalbin bu iki kanalla beslenirmiş. Hangisi hastalanırsa o yön karanlığa bürünür, yanlış görür, yanlış hissedermişsin. Hele vicdanın… Dikkat et; sakın hastalanmasın. Yoksa Yaradan’ın söylediklerini, hakkı, hakikat olanı nasıl duyacaksın? Vicdanın, yücelere açılan en hassas kulağın senin. Dikkat et ona; bir şey olmasın.

Bir teveccüh aynası mı bende ayçiçeği?
Açılır mı yaprağı ne zaman O’na dönsem
İçimde özümlenen varoluş çekirdeği
Uç verir mi göklere? Dal dal uzanır mı sinem?

.Neden olmasın… Sen hep o güneşe teveccüh edersen, günışığına bakan gözlerin, aklın, yüreğin elbet ay çekirdeklerine benzer. Kanatlar da tüyler de bu dünyada senin için varlar. Ne gerek var bizim gibi olmana. Biz zaten senin birer parçanız. Sen meyvesi isen bu kâinat ağacının, bizler ağacı büyüten toprağız. Onu sulayan yağmuruz. Ve çiçeği ve sonra meyveyi bekleyen dalları ve yapraklarıyız. Yaradan bizi senin için yaratmış; ama seni de kendi için yaratmış. 

.Ne güzel konuştun dedi toprak. Sanki baharın sesini duyar gibi oldum. Kıpır kıpır filizlenmek geldi içimden. 

.Sen tek kıpırdanmak iste. Ben sana yol olurum dedi, su damlası. 

.Baharın sesi duyulmuşsa kış bitiyor diye uçmaya başladı yaprak.

Kadın bedeniyle toprak oldu, gözyaşlarıyla su olup aktı. Ve ruhunda nice yaprağın kıpırdadığını hissetti. Aradığı varoluş sırrının cevabını bulmuştu. Ve ufuklar yavaş yavaş, kat kat açılmaya başladı.

.Şimdi anladım Rabbim; içimde bir yerler neden yeşerir? Şimdi bildim Rabbim; gözlerimde su damlaları, canımda toprak ve ruhumda dallar neden çoğalır? Çünkü ben insanım. Çünkü bütün varlığın meyvesiyim ve senin kulunum. Varlık Senin emrinle bana nasıl veriyorsa, ben de yüreğimle onlara sevgimi, şefkatimi vereceğim. Ruhumla Sana her şeyimi, meyvemi, varlığımı sunacağım. Meyveye duran ağaç, hiç bahardan ümidi keser mi?

Birden içten içe çoğalan sesler yankılanmaya başladı. Sesler yaklaştıkça yaklaştı. Hepsi şaşkın ve hayranlıkla dağın ardından gelenlere bakakaldılar. Az önce yeni günün ellerinin dokunduğu yamaçlara turnalar serpiliyordu.

.Ah! dedi kadın. Bu nicedir beklediğim müjdem benim. Gam yemem artık dağın ötesini görmesem de. Turnalar geliyor… Onlar anlatırlar artık.

Gönül saza değdi,
Bir ses yükseldi dağlardan
Buğu gibi… Süsü gibi
Sümbüllerin.

Teller vurdu tellere
Düğümleri çözüldü bulutun
Rüzgâr hayran,
Her vadi, duygulara yoldu.
Binlerce şelale sevinciydi,
Kaya diplerinden çağlayan.

Su ve toprak birleşti;
Kabuğu çatladı tohumun.
Eğildi toprağa alınlar;
Harmanı oldu başaklar
Düşüncelerin.

Gözbebekleri karasevda.
Gelincikler serpildi kırlara
İçsin diye şafak avuçlarından…

Ve uzaklardan daha nice
Ses ses yaklaştı turnalar
Kanatlar ufuklara yazarak
Baharı.

Her süzülüş, bir zaman adıydı
Ve öğrenildi: Neydi gönüldeki
Hayatın tadı?

Paylaşın.

Yazar Hakkında

3 yorum

  1. Son zamanlarda beni etkileyen ve duygulandıran böyle bir yazı okumadım. Âdeta satırların arasında bir kapı açıldı ve yalnızlığımın gölgesinden çıkıp, kendimi toprağın, suyun, yaprağın ve rüzgarın yanlarında konuşmalarını dinler bir halde buldum.
    Muhteşem bir yazı kıymetli gönlünüze ve ellerinize sağlık.
    Sevgi ve Hürmetlerimle,

  2. Ne yazacağımı bilemedim. Emeğinize Yüreğinize sağlık. Bilginin ve hayatın çeşitleri gibi. İnsan onlardan da kopamıyor.

  3. Nasıl muhteşem bir yazı. Varlığın dansını duyabilmek böyle birşey mi bilmiyorum. Ne yazsam haddimi aşacakmış gibi geliyor. Hissettirdikleriniz için size çok teşekkür ederim

Reply To Oya Cancel Reply