Lütfen… Bir koyun çizin bana…

0

Bir ziyafet düşünün: Mükemmel hazırlık, zengin sofra, düzen, malzemede titizlik. Yani şekil, düzen, mantık oluşturuyor bir yönünü. Diğer yönü atmosferindeki samimiyet, saygı, huzur, neşe, iletişim, sohbet. Yani ruh, empati, anlam. Kısacası biri ziyafetin beyni; diğeri ise kalbi. Ancak aralarındaki dengeyi kurmak ustalık işi.

Zaman güzel geçer. Hem mide, göz hem kalp ve ruh doyar. Damakta kalan lezzet anlatılır. Ancak ziyafeti unutulmaz kılan onun anlamıdır; nice duygusal güzelliklere, paylaşımlara, birlikteliklere ve belki de dışa vurulamayan nice tesellilere, ümitlere sebep olmuştur.

Anlam… Düşünceler, duygular arasındaki iletişimin anahtarı. Dostluğun anlamı vefaya, sırdaşlığa, güvene kapı açar. Sevgi paylaşıma, çoğalmaya götürür; hayal ise ufuklara, yeni şafaklara…

Günümüzde insanlık, yaşadığı çağı; medeniyet adına yetişkin hüviyetiyle, şekilciliğiyle hazırlıyor. Ne yazık ki ruhu, kalbi doyuramıyor. Güzel paylaşımlara, masum heyecanlara, kapı açamıyor. Hızla geçen zamanın rüzgarıyla içi boşalmış nice ilkeler, sevgisiz nice aileler, ruhsuz nice bedenler savruluyor. Konuşulan şeylerin ortak ruhu yok. Paylaşıldığını sandığımız birlikteliklerin anlamı kalmamış. Anlam arayışına girenler ise kalabalık yalnızlıklarda boğuluyor.

Zamandan yana sıkışıklık, modern insanın kendisine kurduğu en büyük tuzaklardan birisi. Zaman hastalığı, daha derin, varoluşsal bir hastalığın bir habercisi. Tükenmişliğin son demlerinde insanlar, kendi mutsuzluklarından kaçmak için daha da hızlanıyorlar. Hız, modern dünyanın dehşet ve kuraklığına karşı kalkan işlevi görüyor. Hızla birlikte unutmak mümkün oluyor. Hatırlamak istemediğimizi hızlanarak unutuyoruz.

Kemal Sayar / Yavaşla / Bu Dünyadan Bir Defa Geçeceksin

Exupéry eserin başında okuyucularını: ‘Kitabımın hafife alınmasını istemiyorum.’ diyerek uyarır.

‘Anılarımı anlatırken çok büyük ıstırap çekiyorum.’

Saint-Exupéry yaşadıkları yüzünden ruhen ağır yaralıdır. Çünkü hitap yazısının bir diğer bölümünde belirttiği gibi, daha yeni amansız bir savaştan çıkmıştır.

Bölüğüm dokuz ay boyunca hiç ara vermeden Almanya üzerinde uçtu ve Alman taarruzları esnasında mevcudiyetinin üçte birini kaybetti. Fransa’ya geri döndüğümde beni köleleştirme hareketinin tüyler ürpertici atmosferi ve açlık tehdidi karşıladı; şehirlerimizin zifiri karanlık gecesine şahit oldum.

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.10-11-12

Sevilen Yazar 1943 yılının şubat ayında Küçük Prens basılmadan bir ay önce, Bir Rehineye Mektup adlı yazısını yayımlar. Mektup arkadaşı Léon Werth’e hitap etmektedir. Saint-Exupéry bu mektupta modern, parçalara bölünmüş bilincin krizini, daha çok endişe verici bir şüphecilikle anlatır:

Günümüzde insana saygı, gelişimimizin bu koşulu, tehlike içinde bulunuyor. Modern dünyanın parçalanması bizi zifiri karanlığa sürükledi. Sorunlar artık birbiriyle bağlantılı değil, çözümler birbirine uymuyor. Dünün gerçeği öldü, yarınınki ise henüz doğmadı. Henüz geçerliliği olan bir sentez varsayılamıyor ve içimizden her biri, hakikatten sadece küçük bir pay alıyor. Zorlayıcı şeffaflık olmadığından siyasi dinler, zora başvuruyorlar.  

Tıpkı anlatısındaki pilot gibi Saint-Exupéry de çocukluğunun inancını yitirmişti. Not defterine şunları yazdı: ‘Henüz bir şeylere, birine sığınma ihtiyacı hissettiğimiz, fazlasıyla erken bir yaşta Tanrı’dan ayrıldık. Bu yüzden şimdi yapayalnız, küçük insancıklar olarak hayatın tüm yükünü omuzlarımızda taşımak zorundayız.’

Derken pilot tuhaf biçimde etrafına ışık yayan, yapayalnız ve küçük bir insancıkla, Küçük Prens’le karşılaşır.

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.25

Antoine de Saint-Exupéry'nin kaleminden Küçük Prens

Antoine de Saint-Exupéry’nin kaleminden Küçük Prens

Yattığım yerden ayağa fırladım. Beynimden vurulmuş gibiydim. Gözlerimi açıp açıp kapadım. Çevreme baktım. Küçücük, olağandışı biri ciddi bakışlarla beni süzüyordu. Sonradan resmini yapmaya çalıştım, ama kendisi resminden çok daha sevimli tabii.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.11

Ve pilot, iç âlemindeki yitik cennetini; çocuğu, içine düştüğü sıkıntılı çölünde keşfeder,

Kazazede pilotumuz tarafından Küçük Prens olarak kabul edilen ve ısrarla bu isimle hitap edilen bu soylu, melankolik çocuk da nereden çıktı? Kimdir bu bilinmeyen bir yıldızdan gelen haberci?

Kazazede pilot burada ‘ego’suyla, diğer ‘ben’iyle karşılaşıyor. Hangi ‘ben’le? Bastırdığı, çocuksu ‘ben’iyle; içindeki çocukla.

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.26

– Küçük Prens kimdir?

– Sorunların başımızı iyice sardığı, gönül yorgunluklarımızın bizi bunalttığı kriz dönemlerinde çekildiğimiz çöl yalnızlığımızda kendimizi sorgularken ortaya çıkan “derinde yaşayan özümüz”.

– Pilot kimdir?

– Derinde yaşattığı özüyle; çocukla bütünleşmek ihtiyacını hisseden yetişkin.

Gerçekten konuşmak, kullanılan dil, kavramlar ve mantık dışında bir ortak nokta bulabilmek, olayların arkasındaki gerçeği anlayabilmek, canlıların renkli ve farklı gerçekliğini görebilmek için karşılıklı konuşmak demektir. Ancak bu şekilde ötekini tanır, onunla yeniden doğarız.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.44

– Başar dediler; koştum ordan oraya. Kazan dediler; didindim içten içe. Galip gel dediler; savaştım yavaş yavaş eriyerek. Kayboluyorum… Yok mu elimden tutacak bir el? Gözyaşım yaşı, bakışı ışığım olacak bir göz? Üşüyorum… Sevgisi sıcaklığım olacak bir yürek yok mu?

– Bu dünya bir arayış kulvarı. Herkes koşuyor; kimi bilerek, kimi bilmeyerek. Bu durumda kim destek olabilir ki sana? Kaybolduğunu bilmeyen yitirir her şeyini. Aramayan bulamaz ki dilediğini. Onun için sıkıntıların seni arayışa ve içindeki gerçeğini bulmaya götürüyorsa, onları hikmetli rehberin bil.

– Nedir içimdeki gerçeğim?

– Senin bu âleme geliş davetin. Bu âlemden götüreceğin cevherin. Varoluş nedenin.

– O cevheri mi arıyorum ben? Peki nerede?

– Aradığın, tertemiz bir yürekte. Aynı inci gibi, açılmamış bir sedefin içinde.

İnce ses, ‘Lütfen’ diyordu. ‘Bana bir koyun çizin!’

‘Ne?..’

‘Bir koyun çizin!’

Alçak bir sesle, çok önemli bir şey söylüyormuşçasına yineledi: ‘Lütfen… Bir koyun çizin bana…’

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.12

Sedefin sesi kum dalgaları arasında fısıldıyor; dinle: “Lütfen… Bir koyun çizin bana…”

flat,1000x1000,075,f.u2-Edit

Kumu inci yapan, istiridyenin içindeki sedef. Bedeni can yapan yüreğin içindeki sabır. Biri deryanın derinliklerinde diğeri acının, elemin çöllerinde yavaş yavaş zamanla oluşuyor. Her ikisinin ortak ürünü, inci gibi parlayan değerli bir öz.

Saint-Exupéry’nin varlığının iki cephesi olan Küçük Prens ve pilot karşılaşırlar. Çöl mekanındaki bu iki “kişi” için öteki tarafından anlaşılabilme, paylaşım ve dostluk çok önemlidir. Bu ihtiyaç, onları içsel bir yolculuğa hazırlayacak. Ve çölde yapılacak yolculukta zamanla pilotun düşünceleri, kalbi ve ruhu Küçük Prens’in masum dünyasında sabırla sedefe bürünecek; hayatın anlamı ve hakikati parlamaya başlayacaktır.

Saint-Exupéry, insanları büyük harfle yazdığı ‘İnsan’ bütünü içinde tanımlar. Ona göre insanlar, ‘İnsan’ denen bir bütün içerisinde bir anlam kazanırlar.

‘Çünkü benim medeniyetimin ‘insan’ı, insanlardan başlamak suretiyle tarif edilmiyor. İnsan’dan başlamak suretiyle tarif edilen insanların kendisi. Her varlıkta olduğu gibi, ‘İnsan’da da bir şey var ki bunu, onu teşkil eden malzeme izah edemiyor. Bir katedral, taş yığını olmaktan çok başka bir şeydir. Geometri ve mimarlık demektir. Onu tarif eden taşlar değildir. Taşları kendine has anlamda zenginleştiren odur. O taşlar bir katedralin taşları olmakla soyluluk kazanmışlardır. En değişik taşlar onun birliğine, bütününe hizmet ederler. Katedral kendi ilahisi içinde en mübalağalı oluklara varıncaya kadar her şeyi masseder.’

Doç. Dr. Cemil Göker / Antoine de Saint-Exupéry’de İnsanların Dünyası / s.63
Alıntı: Antoine de Saint-Exupéry / Savaş Pilotu / s.372

İnsanın bir maddi bedeni bir de manevi bedeni var. Bir meyvenin kabuğu ve özü gibi. Özü koruyan, kabuk. Kabuğu değerlendiren de öz. Göz, kulak, dil, el ne varsa şekilde görülenler bizi tanıtan, bizi diğerlerinden ayıran ve dış etkilere karşı koruyan kabuğumuz. O yara alırsa iç zarar görür.

Öz olmazsa, tadı yoksa değeri de yoktur kabuğun. Sevgiyi taşıyan gönül, düşüncelerimizi aydınlatan akıl, çevremizle bütünleşeceğimiz, şefkat, merhamet, haya… ahlakî değerlerimiz.

Bizi hep ayakta tutacak özellikteki vicdanımız, her renkten her renge giren arkasından koşmaktan yorulduğumuz nefsimiz. İşte bizi biz yapan bunlar.

Hayatımızın her alanını telaşla yaptığımız bir şeylerle dolduruyoruz. Modern toplum hızla unutmak istiyor. Oysa günümüzde bazı şeyleri hatırlamaya ihtiyacımız var. Yavaşlamak insanın kendi kendine bakmasını mümkün kıldığı için de önemli. Yavaşladığımız zaman ilgimizi iç dünyadan dışımıza çevirmiş oluyoruz. İçimizde sarsılmaması gereken birtakım şeyler arıyoruz.

Kemal Sayar / Yavaşla / Bu Dünyadan Bir Defa Geçeceksin

İnsanda arayışın olması için onu ihtiyaç duymaya, özleme götürecek bir şeyleri yaşaması lazım. Susadığında çeşmeyi, acıktığında fırını araman gibi…

Burada kabuk olan, pilot; yani Exupéry. Çağın şartlarından yaralanmış. Bakışı, duyguları, düşünceleri sızlıyor. Ahengi bozulmuş. Manevî bir kargaşanın; yoğun bir kirliliğin içinde bunalmış. Ya boğulacak ya da soluklanacak, kirlenmemiş tertemiz bir atmosfer bulacak.

Pilotun aradığı, işte bu kirlenmemiş tertemiz atmosfer; yani içindeki çocuk; Küçük Prens.

Her meyvenin içi, kabuğundan iyidir.
Teni de kabuk; sevgiliyi iç bil!
İnsan, pek latif bir içe maliktir.
İnsansan bir an olsun onu ara!      

Hz. Mevlâna / Mesnevi / 3. cilt / s.3417-3418

Mevlâna insanın dış görünüşüne değil; iç âlemine önem verir. Gerçek insan olabilmek meyvenin dışı ile değil, içi ile beslenmeyi gerektirir. Çünkü insanın “pek lâtif bir içi” vardır. Bu hazineyi bulan, kalbini, ruhunu Allah’ın nuruyla aydınlatır.

Bu sebeple sevgiliyi arayan, onu bedende değil, gönülde, içte aramalıdır; çünkü orası ilâhi sevgiyle cilalanmış, tertemiz olmuştur.

Aranılan bu hazine; pilotun, Exupéry’nin bozulmamış, lekesiz ilk hali; fıtratıdır. Yaradan’ı onunla bilip tanıyacağı cevheridir. Yani Küçük Prens’tir.

O, göze görünmeyen gerçeği gönül gözüyle görmeye kararlıdır artık. Onun prensi farklı olacaktır.

Saint-Exupéry içindeki yaratıcı esinin doruklarına ulaşmak üzeredir. Küçük Prens’te hep büyümekten korktuğu çocukluğunu canlandıracak, alt ve üst benlerini o çok iyi bildiği çöllerin ıssızlığında ‘ay ışığı altındaki kum dalgalarının’ üzerinde buluşturacaktır. Milyonlarca okurunun içlerinde gizli kalan çocukları uyandıracağının farkına varmadan!    

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s. 238

Psikolojide alt benlik olarak tanımlanan şey; bizim bilinçaltımız, şuuraltımız; yani doğuşumuzdan itibaren var olan ilkel benliğimizdir. İçimizdeki doyumsuz arzu, isteklerimizdir. Bunun maneviyattaki karşılığı hayvansal kimliğimiz olan nefis; nefs-i emmare.

Üst benlik olarak tanımlanan ise; bilincimiz, şuurumuz, öz benliğimiz; yani en saf/temiz ve suçsuz yanımız.

Bunun da maneviyattaki karşılığı bozulmamış yaratılışımız, fıtratımız olan vicdan.

Bizi Yaratan; bizden ne istiyorsa, neyi yapmamızı emrediyor veya neyi yasaklıyorsa vicdanda bunu tasdik etme kabiliyeti var. Bu özellikten dolayı yalan söyleyince kızarırız. Yanlış bir şeyde sararır, terleriz.

Çölün ıssızlığında ay ışığı altındaki kum dalgalarının üzerinde buluşan alt ve üst benler insanın nefsi ve vicdanıdır. Şöyle de değerlendirebiliriz:

Buluşan alt ben, insanın yetişkin hali; yani pilot ve üst ben, insanın çocukluğu; yani Küçük Prens.

En değerli görünen şeyi mutlulukla değiş tokuş etmeyi bilemezsek, bizi yabancılaştıran materyalist medeniyetin sahte zenginliklerinin ortasında çakılıp kalırız. Kendi kendine değiş tokuş yapamayan insandan hiçbir şey çıkmaz.

Pilot ve Küçük Prens gerçekten konuşmaya başlayabilirler; çünkü Küçük Prens değiş tokuş için pilottan bir talepte bulundu. Bana bir koyun çiz.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.44

Bu kalbî karşılaşmada elini ilk uzatan Küçük Prens’tir. Küçük Prens’in bu şekilde ortaya çıkması, çocuk ruhunun ve ilk fıtratın açılımıdır.

– O fıtratta neler var?

– Masumiyet, saflık var; merak, hayal, içi dışı bir olmak…

Çocuk ruhu; kendi benliğinden çıkarak adeta büyüğü kritik etmeye başlıyor. Vicdan, zamanla kendinden iyice uzaklaşan nefse söz atarak yokluyor. “Lütfen… Bana bir koyun çizin!”

Kısacası vicdan, nefsi tanımaya çalışıyor. Sanki “Sen acaba ne hale geldin? Seni bileyim” demek istiyor.

Vicdan bizim bozulmamış fıtratımız. Topraklarına el değmemiş, suları kirletilmemiş, dağlarına karanlığın çökmediği memleketimiz. Cadıların olmadığı, küçük prenslerin, prenseslerin yaşadığı masal ülkemiz.

Koyun, ikisi arasında bağlantı kurulan şey. Ötekini tanıma ve ortak nokta bulabilme gayreti. Yani insanın zatı, nefsi. Maddî ve manevî yönleriyle, canı, ruhu, hayatı ve istekleriyle kişinin bizzat kendisi demektir. 

Alçak bir sesle, çok önemli bir şey söylüyormuşçasına yineledi: ‘Lütfen… Bir koyun çizin bana…’ Kafanız allak bullak olunca söyleneni yapmazlık edemiyorsunuz. Size saçma ya da gülünç gelebilir, ama en yakın yerleşim merkezinden bin kilometre uzakta ölüm tehlikesiyle yüz yüze bir halde oluşuma bakmaksızın cebimden dolmakalemimle bir kâğıt çıkardım. Ama birden aklıma yıllarımı coğrafyaya, tarihe, aritmetik ve dilbilgisine verdiğim geldi. Resim yapmayı bilmiyordum ki. Biraz üzülerek bunu söylediğimde, ‘Ne olacak canım,’ dedi küçük çocuk. ‘Bir koyun çiziverin işte…’

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.12

Bu nefsin, insanı daima kötülüğe çağıran hevasına karşı onu daima iyiliğe çağıran bir de vicdanı vardır.

Vicdan, insanın içinde onu sürekli doğruya çağıran şaşmaz bir pusula; doğruya yönelten yücelerden gelen İlahî sestir.

Kısacası nefse fücuru1, aşırı istekleri, hata yapmayı, isyanı da ilham eden Allah’tır; itaat etmeyi, takvayı ilham eden de. İşte insanın imtihanı bu noktada olmakta, burada sınava çekilmektedir. Sınavı verecek olan, iradedir. Ya isyan, heva; ya itaat, takva.

Screen_Shot_2016-08

Sonunda bir koyun resmi yaptım. Dikkatle inceledi. Sonra da, ‘Hayır,’ dedi. ‘Bu koyun çok zayıf, hasta gibi. Başka bir koyun çizin.’

Başka bir koyun çizdim. Bu kez tatlı ve hoşgörülü bir gülümsemeyle, ‘Siz de görüyorsunuz ki,’ dedi. ‘Koyun değil bu, koç. Boynuzları var baksanıza.’

Bir koyun daha çizdim. O da ötekiler gibi beğenilmedi. ‘Bu da çok yaşlı,’ dedi. ‘Uzun bir süre yaşayacak bir koyun istiyorum ben.’

Ama artık sabır filan kalmamıştı bende, çünkü motoru bir an önce sökmek istiyordum.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.13

Ahsen-i takvim halinde yaratıldığını unutma, en güzel kıvamda yoğrulduğunu. Ruhun bedenle mükemmel ahengini yaşa hayatında. Kirlenirsen ahengi bozulur bu muhteşem âlemin. Ahengin bozulması ruhunun, kalbinin ikliminin bozulması demek. Gönül bahçesinin tarumar olması demek. Deryaya akan bütün nehirlerin kirlenip yollarının tıkanması demek. Sular akmayı sever. Sevdaları deryaya vuslattır. Önlerine çıkan engellerle içten içe çırpınırlar.

Ve eğer koyun resmi yapmaya devam edersek ‘çok hasta’, ‘çok yaşlı’, ‘koça benzeyen’ koyun resimlerinden sonra sandığın içinde uyuyan koyunu çizmeyi başarır; görüneni değil, onun arkasındaki gerçeğin ayrımına varır, sadece çocuk ruhunun görebileceği şeyleri görmeye başlarız. Artık baktığımız şeyle aramızda, doğanın sahibi ve efendisi olma yanılsamasını yaratan kalıplar yoktur.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.43

Bu yüzden de aşağıdaki resmi çizip bir de açıklama yaptım: ‘Bu senin koyununun kutusu. Koyun kutunun içinde.’

Genç eleştirmenimin yüzü aydınlanıverdi birden. ‘Evet!’ dedi. ‘Tam istediğim gibi oldu işte.’

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.14

Kaynağından uzaklaştıkça çer çöpe bulanmış ırmaklar gibi dünya hayatıyla özünden, fıtratının uzaklaşan insan yaradılışının kıvamı bozulur. İçinde çürümeler başlar. Bu durumda ruh ve kalp hep o ilk ve en güzel kıvamın özlemini çeker. Onun arayışı içinde çırpınır. Bütün duyu organları ve duyguları ıstırap içindedir. Beyin ve beden dibe vurur. Ya bitecektir ya da kendinle yüzleşecek ve gerçeği bulmaya çalışacaktır.

Kendinle yüzleşecek olan insan, iç âleminde nefsiyle vicdanını karşı karşıya getirir. Hangisi kuvvetliyse, hangisi daha fazla besleniyorsa o diğerini hakimiyeti altına alacaktır. Bunun için nefsin terbiye edilmesi gerekir. Bu da Allah’ın insanın bünyesine nakşettiği fıtrata, vicdana; yani çocuğa kavuşma “irade”sinin ortaya konulmasıyla olur.

Ama bu, Küçük Prens’in gözünde canlanan, sözcüklerle anlatılamayan, büyüklerin anlayacağı şekillerde değil, boa yılanının içindeki fil gibi, sadece çocukların anlayabileceği gibi çizilebilecek bir koyundur.

Üzerinde birkaç delik bulunan bir sandık resmi sayesinde Küçük Prens istediği koyunu görebilecek ve diyaloğu başlatacaktır.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.44

image-2

‘Sizce bu koyun çok ot ister mi?’

‘Niye sordun?’

‘Çünkü yaşadığım yerde her şey öyle küçük ki…’

‘Canım artık bir koyun için biraz ot bulunur herhalde. Hem sana çizdiğim koyun çok küçük zaten.’

Resme bakarak boynunu büktü.

‘Bana pek küçük gibi gelmedi. Hey! Bak sen şuna, uyudu.’

İşte küçük prensle ilk tanışmam böyle oldu.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.14

Ve eğer koyun resmi yapmaya devam edersek, sandığın içinde uyuyan koyunu çizmeyi başarırız.

Nefsi iknaya devam edersek, onu arzulanan bir hale getirebiliriz.

Sandık nedir?

Mana âleminin üzerindeki tabaka, perde. İçini bilemediğimiz bir yer. İdrakinden uzak olduğumuz bir sır; Melekut âlemi… O âlemde olanları değerlendiremiyoruz; çünkü gayb bizlere kapalı. Bize düşen inanmak ve ardında olanları hayra yormak.

Gönlümüzde nasıl görmek istiyorsak, içindeki koyun ona benzer. Bizim çizdiklerimiz nefsimizin desenlerini taşıyor. Ya hasta ya yaşlı, kuvveti kesilmiş ya da içimizdeki özün formatına ters. Sandığın içinin tasviri çocuk prensin masum duygularına, saf hayallerine ve çıkarsız zekasına, düşüncelerine bırakılmış. Vicdanın temiz, parlak renkleri şekillendirecek koyunu. Tam ruhun, kalbin istediği gibi… Çünkü kalp; zekâ ve vicdan arasında bir havuz gibi. Her iki kanaldan akan sularla beslenecek.

İşte o zaman görüneni, zahir, kabuk, madde âlemini değil; onun arkasındaki gerçeğin ayrımına varır, özün tadını alırız. Sadece bir çocuk ruhunun, bozulmamış bir fıtratın, gönlün, basiretin görebileceği şeyleri görmeye başlarız. Bu duruma gelebilmek, en güzel kıvamı; Ahsen-i takvimi yakalayabilmek için nefisle vicdanın bu havuzda alışverişi gerekiyor.

Bir çocuk gönlünün, bozulmamış fıtratının göreceği Yunus’un yüreğinin gördüğü Hakk’ın bahçeleridir.

Yar yüreğim yar, gör ki neler var,
Bu halk içinde bize gülen var.
Ko gülen gülsün, Hak bizim olsun,
Gafil ne bilsin, Hakk’ı seven var.

Sen de onun gibi yolun ikiye ayrıldığı noktada, nefsin menzilini seçeceği, akla karanın ayrışacağı sorudasın,

Bu yol uzaktır menzili çoktur,
Geçidi yoktur derin sular var.

dediği yoldasın.

Her kim merdane gelsin meydane,
Kalmasın cana kimde hüner var.

diye sorduğu sorudasın.

Onun gönlü, hatırı için sözüne uy.

Yunus sen bunda meydan isteme,
Meydan içinde merdaneler var.

ve buna göre cevapla soruyu.

“Hak bizim olsun” diyenlerden. Hakk’ı sevenlerden ol.


1. Fücur: Doğruluk sınırlarının yırtılıp parçalanması.
                Günaha ve isyana girişmek, yalan söylemek, haktan yüz çevirmek, ahlâkî çöküntü.
Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply