Léon Werth: O, Benim Dünyadaki En İyi Arkadaşım

0

Geniş güç ambarları yaratıyor kendine çağ, biçimini bulamayan,
O her şeyden çıkarıp topladığı yüksek gerilim gibi.

Rainer Maria Rilke / Duino Ağıtları / Yedinci Ağıt / s.53

Eşya ve insan… Eşya, insan ellerinde biçimlenen yoldaş. Devamlı yanımızda taşıdığımız, gözümüzden sakındığımız, ortaya çıkarabilmek için yıllarımızı verdiğimiz maddî arkadaşımız.

Ama bu çağ onu insanın elinden alarak onun efendisi yaptığından beri bu beraberlik sarsılmaya başladı. Eşya insan ruhunun görüntüsüydü. Resim, heykel, dolap, kapı, kalem, bıçak, her şey onun karakterini yansıtan ayna gibiydi. Ne yazık ki denge bozuldu. Eşya insana baskın çıktı ve ruh küstü. Mana kaleme küstüğü için yazılar tatminden uzaklaştı. El hırçınlaştı, titredi, parmakları kesti. Ev, yuva olmaktan çıktı. Kapılar yüzlere çarptı. Ve çağ her şeyden “yüksek gerilim” toplamaya başladı. Gerilim sinirlerde cirit attıkça, ruh kabuğuna çekildikçe insan manevî körlük içinde gerçek duygulardan uzak yaşadı. Her şeyin hazinesi özünde gizliydi. Aynanın hazinesiydi sır. Sır döküldükçe görüntü bulanıklaştı ve beraberlikler içtenliğini yitirdi. Hatta aynada kendimizi bile net görememeye başladık.

20. yüzyıl kişisel olmayan savaş çağıydı. 21. yüzyıl ise kişisel fesat çağı gibi görünüyor.

Öfke termometresi çok yüksek. Aileler kavga ediyor, iş arkadaşları çekişiyor, siber1kabadayılar terör yaratıyor, mahkemeler tıklım tıklım ve fanatikler masumları katlediyor.

Aşağılayıcı ‘yorumcular’ medyayı batağa çeviriyor; ne kadar acımasızca saldırırlarsa o kadar çok para kazanıyorlar. Yükselmekte olan bu çatışmanın ateşi bizi hasta edebilir.

Stephen R. Covey / 3’üncü Alternatif

.Bu gerilimden çıkılabilir mi?

.Kâinatta her derdin bir devası, her zehrin bir panzehiri var. Bulanlar, bu gerilimden çıkabilenler. Öfkesiz ve sakin gölgelerde, ateşten uzak yaşayabiliyorlar.

Çevremiz, iyi günde dostluk edebiyatı yapanlarla dolu. Oysa insan olana iyi günde olduğu gibi kötü günde de koşmak yaraşmaz mı? Her asrın deseni farklı. Ancak maneviyat çıkartıldığında, boşluğu madde ve menfaat ile doldurulduğunda hepsinde yaşamın psikolojisi bozuluyor. Çünkü hep böyle olagelmiş.

Bozgunumun çeşitli nedenlerinin kökünü bulmak istesem, yeniden canlanmak hevesindeysem ilkin yitirdiğim tohumu bulmam gerekir. Çünkü uygarlık tohuma benzer. Buğday insanı besler, ama insanoğlu da tohumunu ambarda saklayarak korur. Yedek buğday tohumları, çeşitli buğday kuşakları boyunca bir kalıt gibi saygıyla saklanır.

Ekinin boy atıp büyüyebilmesi için ne tür buğday istediğimi bilmem yetmez. Bir insanın türünü -ve ondaki gücü- kurtarmak istiyorsam, onu oluşturan ilkeleri kurtarmam gerekir. Oysa şu an sahip çıktığım uygarlığın ne menem bir şey olduğunu biliyorum, ama onu yürüten kuralları yitirdim.

Antoine de Saint-Exupéry / Savaş Pilotu / s.153

Peki, dünyanın anlamsızlığı ve savaşın yıkıntıları arasında sıkışan insanoğluna bu kurtuluş yolu nasıl gösterilecek? Bu yolu pilot Exupéry, çölde bir çocuğun kalbinde bulmuş. Bu kalbe çözümü gösteren de Küçük Prens’in karşısına çıkan tilki.

Tilki, yazar Exupéry’nin adeta ruhunun dili. Bu dile göre dünyayı kurtarmanın yolu, her şeye gönül gözüyle bakabilmekten, dostluğu bilip, yaşayabilmekten ve sadakatten geçmekte. Exupéry’nin iç dünyası sevgiye, arkadaşlığa, dost olmaya elverişli toprak gibi. Yapılması gereken şey toprağı temizlemek.

Kaos teorisinin meşhur önermelerinden birisi şudur: Atlantik Okyanusu’nun bir yanında bir kelebek kanat çırparsa okyanusun diğer yanında fırtına meydana gelebilir. Hepimiz kendimizi esaslı değişimlere yol açabilecek kudrette hissetmeliyiz. Bu da ancak ‘oluş gayretiyle’ mümkündür. ‘Bu saatten sonra benden ne olur?’ diyen insan, sorumluluk duygusuna uygun davranmıyor demektir.

Saint-Exupéry’nin çok sevdiğim bir sözü vardır: ‘Hiç kimse hem sorumluluk duygusuna hem ümitsizlik duygusuna aynı anda sahip olamaz.’ Sorumluluk sahibi olmak için geleceğe her zaman ümitle bakmak gerekir.

Kemal Sayar / İnsan ve Hayata Dair

Exupéry içindostluk ve dayanışma çok önemli. Yaşamında bunun özlemini çok hissetmiş. Annesine yazdığı bu mektubunda dostluk hakkındaki duygularına şahit oluyoruz. 

Sağlığım yerinde dostlarım cana yakın. Böyle dostlar bulabildiğime göre Tanrı’nın talihli kuluyum demektir. Keşke bir dairem olsa, onları ağırlayabilsem kendi evimde; sıcacık dostluk havası yaratabilseydim. Ah, anne, benim olmayan şu küf kokulu odada yaşayamıyorum.

Antoine de Saint-Exupéry / St. Exupéry’nin Mektupları / s.84

Dost, onunla birlikteyken olduğun gibi görünebileceğin, ruhunun tüm gizlerini anlatabileceğin biridir. Onunla birlikteyken kendini korumaya gerek yoktur.

J.J. Rousseau

Saint-Exupéry’nin böyle bir dostu var. 1931’de tanışıyorlar. Yanında kendini olduğu gibi, emniyette, mutlu hissettiği ve her şeyini anlatabildiği biri: Léon Werth. 1878-1955 yılları arasında yaşamış Yahudi kökenli bir ailenin oğlu.Fransız vatandaşı.

İyi eğitim almasına rağmen eğitimi bir aşamada terk edip kendini tümüyle yazmaya vermiş bir sürrealist yazar ve sanat eleştirmeni.

Exupéry 1900’da doğduğuna göre aralarında tam 22 yaş var. Ama bu fark, ruhlarının beraberliğine engel olamıyor.

Léon Werth

Léon Werth

Eve dönmenin mutluluğu her zamanki gibi, uzun sürmedi. Tüm sınırların kalktığı eylem adamlığından, Les Deux Magots’da başlayıp Brasserie Lipp’e uzanan arkadaş toplantılarının bitmek tükenmek bilmeyen ortamına yeniden girmek iç dengelerini altüst ediyordu. Ne yapsa toparlayamadığı maddî durumunun yarattığı sıkıntılarla boğuşmak, bunun neticesinde Consuelo ile sürekli yaşadığı gerginlik, başkentin her şeyi tüketen alışkanlıkları onu boğuyordu.

Bu dönemde yaşlı filozof dostu Léon Werth’le yakınlaştı. Aralarında 22 yaş fark olmasına rağmen zamanla mükemmel bir arkadaşlık kurmuşlardı. Saint-Exupéry Yahudi asıllı komünist bir filozof olan Werth’in Paris dışında Provence’ta Saint-Maurice-de-Rémens’a çok yakın bir köydeki kır evine sık sık gider, burada huzur bulurdu.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.196 

Onun her söylediği doğrudur; çünkü sana güvenir ve ona sadık kalmanı ister. Senden farklı yaşasa bile senin varlığının etrafındaki tüm değerleri gösterir. Sizi farklı kılabilecek, birbirinizden ayırabilecek şeylere rağmen birlikte olmak istediğin kişidir o. Onun karşısında susabilirsin; çünkü o senin içindeki dünyaya saygı duyar. Ne olursan ol, sana kucak açar ve birlikte olmanın mutluluğunu paylaşabileceğiniz alanlar yaratır. Seni dinler ve ona söylediklerini anlar.

Peki onun gibi giyinmediğimiz için, onun gibi düşünemeyeceğimiz önyargısıyla bize yaklaşanlar karşısında ne yapmalı? Misafirperverlik ve arkadaşlık, insanları dış görünüşleriyle değil, özleriyle değerlendirmeyi gerektirir.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.50-51

Dost dediğin özellikle hiç yargılamayandır. Daha önce de söyledim, kapısını serseriye, koltuk değneğine, bir köşeye bıraktığı sopasına açandır ve dansını değerlendirmek için dans etmesini istemeyendir. Ve serseri ilkbaharı uzaklardaki bir yola bakarak anlatırsa, dost ilkbaharı onda gören biridir. Ve bu serseri, geldiği köyde hüküm süren korkunç açlığı anlatırsa, dost onunla birlikte acı çekendir. 

Söyledim sana, insanda dostluk, senin için bir parça olandır, senin için bir kapı açandır ve bu kapıyı belki hiç kimseye açmayandır.

Ve dostun gerçektir ve söylediği her şey gerçektir. Ve öbür evde senden nefret etse bile seni sever. Ve tapınaktaki dost, Tanrı sayesinde yan yana geldiğim ve rastladığım dost benimkiyle aynı olan, aynı Tanrı’nın aydınlattığı yüzünü bana doğru çevirendir. Çünkü bu durumda birlik sağlanmıştır. Benim denizciyken komutan ya da bahçıvan olmam, onun bakkal olması durumu değiştirmez. Onu farklılıkların üstünde buldum ve onun dostuyum. Ve onun yanında susabilirim; yani içerideki bahçelerim ve dağlarım ve vadilerim ve çöllerim için korkacak bir şey yok; çünkü kesinlikle ayakkabılarını orada gezdirmeyecek.  

Sen, dostum, senin benden sevgiyle aldığın benim iç imparatorluğumun elçisi gibidir. Ve sen ona iyi davranıyorsun, onu oturtuyor ve dinliyorsun. Ve işte mutluyuz. Ama sen beni elçileri kabul ederken, onları uzakta tutarken ya da imparatorluklarının en uzak yerinde, benimkinden bin günlük yürüyüşle gidilen yerde son derece tatsız tuzsuz yemekler yendiğinden ya da adetlerinin benimkilerle ilgisi olmadığından reddederken gördün. Dostluk öncelikle bir ateşkestir ve sıradan ayrıntıların üstünde zihni düşüncenin büyük faaliyetidir. Ve ben masamın başköşesinde oturan birini kesinlikle eleştirmem.

Çünkü şunu bil ki konukseverlik ve nezaket ve dostluk insanın insanda bulduğu şeylerdir. Kullarının boyunu ya da sağlıklı görünüşünü söz konusu eden bir tanrının tapınağına ya da koltuk değneklerimi kesinlikle istemeyen ve değerlendirmek için beni dans ettirmek isteyen bir dostun evine niye gideyim?

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / Bölüm LVIII / s.178-179

Aralarındaki ilişki öylesine kuvvetlidir ki Exupéry bir dostluk hikayesi olan Küçük Prens’i en sevdiği kişileri; hatta annesini, eşini atlayarak ona adıyor:

LÉON WERTH’E

Bu kitabı koskoca bir adama sunuyor olmamdan dolayı çocuk okurlarımın beni hoş görmelerini dilerim. Bunu yapmamın çok ciddi bir nedeni var:

O, benim dünyadaki en iyi arkadaşım. İkinci nedenim de şu: Bu adam her şeyi anlıyor, çocuk kitaplarını bile. Üçüncü bir nedenim daha var: Fransa’da yaşıyor şu anda, aç ve üşüyor. Biraz yüreğinin ısıtılması ona iyi gelir.

Eğer bütün bu nedenler size yeterli gelmiyorsa, o zaman ben de bu kitabı onun çocukluğuna armağan ederim. Bütün büyüklerin bir zamanlar çocuk olduğunu biliyoruz: pek azı bunu hatırlasa da… Neyse, sunuşumu şöylece değiştiriyorum:
Léon Werth’in bir zamanki çocukluğuna…

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.5

Bu yazı Exupéry’nin 1941 yılında Fransa’da hayatî tehlike içinde bulunan dostu Léon Werth’e hitap etmekte ve aynı millî kaderi paylaşan bir topluluğun insanlarına yönelik, temelini dostluğun oluşturduğu düşünceleri içermektedir. 

‘Senin -sen ki tam bir Fransız’sın- hayatının iki kat tehlikede olduğunu hissediyorum; çünkü hem bir Fransız’sın hem bir Yahudi. Artık hiçbir ihtilafa göz yummayan bir topluluğun kıymetini tümüyle hissediyorum…

Memlekette bulunan sizlere yardım gereklidir. Atalarınızdan miras kalan hakla kök salacağınız bu topraklar için sizleri yeniden özgür kılmak şarttır. Kırk milyon rehinesiniz. Yeni gerçeklerin doğacağı yer, daima zulmün zindanlarıdır: Orada kırk milyon rehine yeni gerçeğini düşünüyor.’

Saint-Exupéry bu yazısında Léon’un dostluğuna ne çok ihtiyaç duyduğunu itiraf etmektedir. Exupéry’nin dostluk itirafı meşhur olmuştur:

‘Tüm anlaşmazlıklardan, anlaşmalardan, inanç çatışmalarından çok yoruldum. Üzerime bir üniforma giymek ya da Kuran’dan sözleri ezbere söylemek zorunda kalmadan sana gelebilirim; içimdeki memleket parçasından feragat etmem gerekmiyor. Senin yanında af dilememe, savunmama, hiçbir şeyi kanıtlamama gerek yok… Senden farklı olsam da senin menfaatlerine aykırı bir tutum içine girmek niyetinde değilim; aksine sana güç vereceğim.’

Exupéry dostunun çok güçsüz ve büyük bir tehdit altında olduğunu düşünür. Yazar Léon’la dostluğun saf özünü deneyimleyebildiği için ona müteşekkirdir:

‘Beni olduğum gibi kabul ettiğin için sana teşekkür borçluyum. Bana değer veren bir dost için ne yapabilirim? Topallayan bir adamı yemeğe davet ediyorsam, ondan oturmasını rica ederim; dans etmesini istemem.’

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.106-107

Seni olduğun gibi kabul ediyorum. Önüne gelen altın bibloları cebe indirmek ve aynı zamanda şair olmak seni rahatsız edebilir. Dolayısıyla seni şiir sevgisi dolayısıyla kabul edeceğim. Ve altın biblolarımı çok sevdiğim için kilitleyeceğim.

Ama sadece dostum da olabilirsin. Ve o zaman ben seni sana olan sevgimden dolayı kabul edeceğim. Olduğun gibi. Eğer topalsan, senden dans etmeni istemeyeceğim. Eğer bir kimseden nefret ediyorsan onu sana konuk olarak göndermeyeceğim. Yiyeceğe ihtiyacın varsa sana yiyecek göndereceğim.

Seni tanımak için katiyen bölmeyeceğim. Sen sadece şu ya da bu eylem değilsin. Ben seni ne sözlerine ne de eylemlerine göre yargılayacağım. Ama eylemleri ve sözleri sana göre yargılayacağım.

Buna karşılık seni dinleyeceğim. Beni tanımayan ve benden açıklama isteyen dostla işim olmaz. Kendimi etkisiz konuşmalar rüzgârına taşıyacak gücüm yok. Ben dağım. Dağ seyredilebilir. Ama el arabası onu sana vermeyecektir.

Ben sana önce sevgiyle hissedilmemiş olan bir şeyi nasıl anlatabilirim?

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.543-544

İnsanın hası; almaktan ziyade veren, kazandıran, başkası için yüreğinden ter dökendir. İki kalbin içten birlikteliği; bedene güç verir, mekânı güzelleştirir, havayı aydınlatır. Bu aydınlıkta her anın değeri fark edilir. Sözlerin, kelimelerin, hecelerin kabuğu çatlar; manalar uç verir.  Dallar uzanır düşüncelerden birbirine; meyveler ikram edilir. Ve gücün, güzelliğin, aydınlığın beraberliğinde yeni dünyalar inşa edilir.

Exupéry’nin bu ithaf yazısında bir dostu avutabilmenin inceliği ve bundan doğan kalbî derinlikler hissediliyor. Yaşamda karşımıza çıkan engelleri beraber sırtlayıp götürmek, yolu rahat kılıyor, yolculuğu güzelleştiriyor. Sevgisiz, bencil yalnızlıklar sırtımıza yük yüklemekten başka nedir ki?

Ağır çuvallar altında iki büklüm olanlar, bunları değirmene götürdükleri zaman daha az acınacak durumdadırlar. Ya da undan apak olmuş durumda geri getirirken. Çuvalın ağırlığı bir dua gibi çoğaltır onları. Ekin demetini bir tohum şamdanı gibi taşırken sevinçle giderler.

Çünkü bir uygarlık insanlardan istenene dayanır, onlara sağlanana değil. Elbette, daha sonra bu buğdayı almaya gelirler, onunla beslenirler. Ama insan için işin önemli yanı bu değildir. Onları yüreklerinde besleyen şey buğdaydan aldıkları değildir, buğdaya verdikleridir.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.52

Başka bir varlığın yanında olmak ve ortak bir gaye için el vermek, aynı sevgi gibi yaşamın gücüdür. İnsanlar arasındaki empati dediğimiz his, bu gücü daha da artıran başka bir güç. “Ben” denilen bir dünyadan “sen” denilene el uzatıldığında cevap alınırsa, “sen” ve “ben” el ele vererek “biz” denilen öyle bir dünyaya kapı açar ki, orada her şey huzurdur. Bu nedenle Exupéry bulunduğu ortama sığamadığında, boğulduğunda, soluğu hemen dostunun evine kaçmakta buluyordu. Gidemeyecek durumda olduğunda da mektupla içini döküyordu. Çünkü Léon Werth, iyi gününde de kötü gününde de duygularını paylaştığı dostuydu.

Saint-Exupéry, özellikle iki büyük savaş arasında geçen yıllarda, özel uçağıyla Saint-Maurice’i veya ileride en yakın arkadaşlarından biri olacak yazar Léon Werth’i ziyaret etmek istediğinde hep Ambérieu’deki aérodrome’u kullandı. Her inişten sonra bugün hâlâ yerinde duran Café de L’aviation kahvesinin önünde onu akrabalarıyla bekleyen dostlarıyla kucaklaşırdı.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.48

Léon Werth'in oğlu Claude, Antoine de Saint-Exupéry ve Léon Werth

Léon Werth’in oğlu Claude, Antoine de Saint-Exupéry ve Léon Werth

Sevilen Yazar, 1943 yılının şubat ayında Küçük Prensbasılmadan bir ay önce Bir Rehineye Mektupadlı yazısını yayımlar. Mektup arkadaşı Léon Werth’ehitap etmektedir. Saint-Exupéry bu mektupta modern, parçalara bölünmüş bilincin krizini, daha çok endişe verici bir şüphecilikle anlatır:

Günümüzde insana saygı, gelişimimizin bu koşulu, tehlike içinde bulunuyor. Modern dünyanın parçalanması bizi zifiri karanlığa sürükledi. Sorunlar artık birbiriyle bağlantılı değil, çözümler birbirine uymuyor. Dünün gerçeği öldü, yarınınki ise henüz doğmadı. Henüz geçerliliği olan bir sentez varsayılamıyor ve içimizden her biri, hakikatten sadece küçük bir pay alıyor. Zorlayıcı şeffaflık olmadığından siyasî dinler zora başvuruyorlar.  

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.25

Hayran sayısı da sınır tanımıyordu. Mektup yağıyordu posta kutusuna. Churchill, Le Corbusier, Belçika Kralı Léopold ve hatta bir iddiaya göre Nazi Propaganda Bakanı Goebbels bile bu kervana katılanlar arsındaydı. İnsanların Dünyası, Katolik’inden Protestan’ına, işçisinden soylusuna, komünistinden liberaline kadar neredeyse bütün zıt kutup arasında köprüler kurmuş, dünyanın eksenini düzeltip insanlığı zıtlıkların birleştiriciliği esasında bir araya getirmişti.

Aniden bahar selleri gibi gelen bu evrensel ün ve para, Saint-Exupéry’nin alışkın olduğu yaşam biçimini bozmadı. Mülakat, söyleşi ve tanıtım furyasını atlattıktan sonra ‘İnsanların Dünyası’ndan kaçma düşüncesi yine ağır bastı. Paskalya tatilini fırsat bilip, yakın dostu Léon Werth’in Saint-Amour’daki kır evine gitti. Burasının aralarındaki dostluğu aşan bir başka önemi de Saint-Maurice-de-Rémens’a çok yakın olmasıydı.

Saint-Exupéry burada kendini ait olduğu çocukluk krallığının topraklarında hissediyordu. Werth ile her zamanki gibi uzun felsefî konuşmalar yaptılar. Ailenin eski Bugatti’sine binip, Provence’ın ömre bedel güzellikleri arasında dolaştılar.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.207-208

De Gaulle’cü hareketin sana haksızlık yaptığına yürekten inanıyordu. Kitaplarını yasaklamışlar, uçuşlarının kesilmesine neden olmuşlar, seni hayattan silmek için ellerinden geleni yapmışlardı. Ama sen onların ima ettikleri gibi hain değildin. Alnına çalınmak istenen kara lekeyi asla kabul etmezdin. Bunu için de vatan uğruna şanlı ölümle veda etmeliydin hayata.

Bütün bu düşüncelerini dostun Léon Werth’e yazdığın bir mektupta onunla paylaştın.

Senden çok sonra Werth bu mektubunu Que Faut-il Dire Aux Hommes? (İnsanlığa ne söyleyebiliriz?) adı altında yayımladı. Erdemden yoksun bir dünyada insanlığın karşı karşıya olduğu sorunları yansıtmaya çalışıyordun dostuna.

‘İlerleyişimizin bir aşamasında yoldan çıktık. İnsanın kendisi için kurduğu karınca tepesi bugün her zamankinden de zengin. Şimdi daha zengin ve müreffehiz, ancak en temel unsurun eksikliğini çekiyoruz… Kendimizi daha az insan gibi hissediyoruz; bir yerlerde gizemli ayrıcalıklarımızı yitirdik.’ 

Werth ile yüz yüze konuşamadığın için monologuna devam ediyordun: ‘Görüyor musunuz, gezegenimizde yeni olan bir şey doğuyor. Modern çağın teknikteki gelişmesi insanları karmaşık bir sinir sistemi gibi bağladı birbirine. Seyahat imkanları çok çeşitlendi ve haberleşme gerçek zamanlı oldu. Tek bedende bütünleşen hücreler gibi bağlandık birbirimize, ancak bu yeni bedenin henüz ruhu yok.’

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.272-273

Bu karmaşık dönemde bir yandan Küçük Prens’in yazımı sürürken, savaş tarihinin en dokunaklı yapıtlarından biri olan Lettre â un Otage’ı (Bir Rehineye Mektup) kaleme aldı. Aslında bu küçük yapıtı Léon Werth’in savaş üzerine yazdığı 33 Jours (33 Gün) adlı kitabına önsöz olarak yazmayı planlamıştı. Ancak haberleşme sorunları nedeniyle Werth’in düşüncelerinden pek çoğunu onunla paylaşamadığı için sonunda elindeki metni küçük bir kitapçık olarak tamamladı. ‘Rehine’ aslında tüm Fransız ulusuydu. Saint-Exupéry, vatanından ayrıldığından beri içini sürekli yakan düşünceleri, emsalsiz bir belagatle bu küçücük kitapçığın satır aralarında ölümsüzleştirmişti.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.244

Léon Werth, görüşemeseler de hayatın her yanında onunla beraberdi. Ancak Küçük Prens’in bu dosta ithaf edilişi problemlere neden olacaktı.

Kitap yayımlandıktan sonra Consuelo bir şok daha yaşamıştı. Saint-Exupéry belki de o güne dek yazılmış en duygulu aşk öyküsü olan kitabını onun varlık nedeni olan Gülü’ne değil de dostu Léon Werth’e ithaf etmişti.

Bu kitabı bir yetişkine adadığım için çocuklardan özür diliyorum diye başlıyor ve ‘Bir zamanlar çocuk olan Léon Werth’e…’ diye tamamlıyordu ithaf yazısını. Bunu hangi ruh haliyle yaptığını bilemiyoruz. Consuelo’yla neler konuşmuş olabileceğini de… Ancak yıllar sonra açılan mektuplarından birindeki yakarışında bulabiliyoruz neler hissettiklerini:

‘Biliyorsun ‘Gül’ sensin. Belki hak ettiğin ilgiyi her zaman gösteremedim; ama seni her zaman güzel buldum. Küçük Prens’i sana ithaf etmemiş oluşumu hep pişmanlıkla anacağımı da bilmeni isterim.’

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.247

Saint-Exupéry neden böyle davranmıştı? Léon Werth’i teselli etmek için miydi sadece?

İthaf2, herhangi bir eserin bir karşılık beklemeksizin aralarında düşünce ve duygu birliği olan, gönül bağı kurulan, değer verilen birine hediye edilmesi. Eser o kişi için yazılmış olmasa da yazanın iç dünyasının derinlerinden o kişiyle ilgili birtakım duyguların ortaya çıkışıyla ilgili olabiliyor.

Exupéry Küçük Prens’te, çocuğun büyüdükçe duyarlılığını, masumiyetini yitirdiğini; büyüklerdeki anlayışsızlığın, ilişkilerdeki kopukluğun dünyayı ne hale getirdiğini; savaştan yıkımlardan kurtulabilmenin ancak sevgiyle, sadelikle, doğrulukla çözülebileceğini ve bunların da ancak çocuk dünyasında bulunabileceğini dile getiriyor. Yazar her tutumuyla büyüklerin anlayışsızlığına tepkili. Her zaman onların güvensiz dünyasından çocukluğun sade, sıcak, anlayışlı dünyasına sığınıyor. Belki de bu sebeple eser ya bir çocuğa ya da çocuktaki erdemleri taşıyan birine hediye edilmeliydi. İthaf yazısını incelediğimizde tırnak içindeki sözler dikkat çekiyor:

Bu kitabı koskoca bir adama sunuyor olmamdan dolayı ‘çocuk okurlarımın’ beni hoş görmelerini dilerim. Bunu yapmamın çok ciddi bir nedeni var:

O, benim ‘dünyadaki en iyi arkadaşım.’ İkinci nedenim de şu: Bu adam ‘her şeyi anlıyor,’ ‘çocuk kitaplarını’ bile. Üçüncü bir nedenim daha var: Fransa’da yaşıyor şu anda, aç ve üşüyor. Biraz ‘yüreğinin ısıtılması’ ona iyi gelir.

Eğer bütün bu nedenler size yeterli gelmiyorsa, o zaman ben de bu kitabı ‘onun çocukluğuna’ armağan ederim. Bütün büyüklerin bir zamanlar ‘çocuk olduğunu’ biliyoruz: pek azı bunu hatırlasa da…  Neyse, sunuşumu şöylece değiştiriyorum:
Léon Werth’in bir zamanki ‘çocukluğuna’…

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.5

“Çocuk” beş kez tekrarlanarak önemi vurgulanmış ve çocukla özleştirdiği kişi de arkadaşı Léon Werth. Çünkü o, bir zaman çocuk olduğunu unutmayan, çocuklara yazılanları anlayabilen biri. Böyle birinin yaralı yüreği, bir çocuğu sarar gibi sarılmalıdır. Bu yaşlı dostun samimiyetine nasıl güvenip hep ona sığınmışsa şimdi de göz nurunu, emeğini ona ithaf etmelidir. Çünkü Küçük Prens’in masumiyet destanını ancak çocukluğunu yaşayan bir çocuk dostu yorumlayabilir.

Ancak Léon Werth, Exupéry’nin bu armağanını savaş bitip bunalımdan çıktıktan sonra kabul edebildi. Geç kaldığını bilmiyordu. 31 Temmuz 1944’te çıktığı keşif uçuşu sırasında dostu Exupéry’nin uçağı düşürülmüş ve kendisinden haber alınamamıştı. Evet, savaş 1945 yılında bitmiş ve barış gerçekleşmişti; ama dost yoktu. Ve Werth’in onun için söyledikleri insanın içine işliyordu:

‘Peace, without Tonio isn’t entirely peace.’

‘Antoine’nin görmediği bir barış, barış değildir.’

Léon Werth / Academic Dictionaries and Encyclopedias

1. Siber: Bilgisayar ağlarına ait olan, internete ait olan, sanal gerçeklik. İngilizce “Cyber” kelimesinden uyarlanmış.
2. İthaf: Hediye etme. Tuhfa: Hediye. Arapça bir kelime.


‘Leon Werth’ Fotoğraf Çalışması © Silvia Revenga

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply