Küçük İnsan Büyük Anlam – Bölüm 4 / Savaş Ne İçin?

0

Cevşen-i Kebir (Büyük Zırh), bin civarında Esma-i İlahi barındırıyor. Kur’an’da okuduğumuz yüzden fazla esmanın yanında Allah’a ait başka yüzlerce isim ve sıfat. Kötünün ve kötülüğünün taşeron olarak kullanıldığı büyük resimde ortaya çıkan inkişâfa misal olarak Tevvab isminin tecellisini, görünür hale gelişini ifade etmiştik. Bu vuku bulan hadiseyi bir de şöyle düşünelim, belki üzerimizdeki etkisi daha farklı olur: Diyelim ki Kur’an-ı Kerim’de ve Cevşen-i Kebir’de toplamda tam rakam vermek gerekirse, 1115 adet isim ve sıfat-ı ilahi bulunuyor olsun. En büyük sır olan Rabbimiz’e ait başka hiçbir isim bilmiyoruz. Ve desem ki Allah’ın ——— ismini size bildiriyorum, O’nun bir de ——— ismi var. Misali verirken boşluk bırakmanın edebe de, okuyucuyu sevketmeye çalıştığımız fikre de muvafık düşüyor olduğu kanaatindeyiz. O boşlukta, varsayalım ki, Allah celle celaluhu’ya ait hiç bilinmeyen bir isim var. Bu muhteşem bir şey olmaz mıydı?

Allah, bütün büyük sırların ötesinde en büyük sır olan Zat-ı Mukaddes Hazretleri olarak bilmeye en müştak olduğumuz Zât. O’na ait yeni bir isim, O’na yönelmede, O’nu bilmede, huzur-u kalp elde etmede, derinleşmede nasıl ufuklar açardı düşünsek…

Tevvab isminin birtakım hadiseler zinciri ile bildirilişi, bu pencereden bakabilsek, fevkâladeden bir şey olmaz mıydı?

Allah'ın İsimleri

Allah’ın İsimleri

Allah’ın, bizim bilmediğimiz sonsuz isim ve sıfatı vardır. Bazılarını ehlullah, salt onlar bilir. Bazılarını Sahabe efendilerimizden bilenler vardır. Sadece Hazret-i Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in bildiği esma vardır. Sırf Allah ile O’nun arasında olan sırlar vardır muhakkak. Zerre miktarına vakıf olsak, bundan âlâ kalp gıdası olabilir mi? Düşüş ve düşürülüşe, düşen ve düşürene bu zaviyeden bakarak tefekkür etmek büyük resmi anlamada farklı kapılar açabilir. İnsanın mahiyetini tam idrak edemediğimiz gibi, düşmanın da mahiyetinde es geçtiğimiz hususlar olabilir.

Şeytanı, metaforik bir olgu, insanın içindeki kötülük meyelanı ya da farklı başka zuhurat olarak görmek gibi bir eğilim mevcut. Kur’an “apaçık düşman (aduvvun mübin)” olarak ifade ederken bizi ihtar ediyor. Bir kişiden söz ediyoruz; kanıyla, canıyla, hırıltısıyla var olan ve bizim 70-80 sene standardında tattığımız yaşam denen şeyi kendisinin çok çok uzun zamandır sürdürdüğü, farklı ruhsatları olan birisinden…

Düşmanlığın ilân edildiği dönem ile içinde bulunduğumuz savaşın mahiyeti birbirine bağlı konular. Diabolik tavrın, yani ikicilik ortaya çıkaran, toplumu ikiye bölen yaklaşımın ortaya çıktığı zamanlar Allah tarafından bir halife yaratılacağı haberinin alındığı zamanlar.

Algıdaki şeytan salt kötülük eden, kötülükten başka hiçbir maksadı olmayan bir yaratık. İsyan denizine yelken açtığı hadisenin başlangıcında, Allah’ın birisini yaratıp, ona hilafet vereceği haberi veriliyor. Çileden çıktığı olay, bu unvanın “bir başkasına” verilmesi. Hilafet, herkesin gözünün üzerinde olduğu bir makam ki, melekler dahi, Elmalılı Hazretleri’nin tefsirinde geçtiği üzere, “bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın?” diyerek, şeytandaki itiraz sadedinde olmasa da; anlamaya çalışarak, istifsar maksatlı olarak, o makamın gereğini biz yapmıyor muyuz dercesine zımnî bir talep ortaya koyuyorlardı. Hayırlılarla şerlilerin arasındaki farkı şu beyanlarda bulabiliriz:

“’Sübhansın ya Rab! Senin bize bildirdiğinden başka ne bilebiliriz ki? Her şeyi hakkıyla bilen Âlim, her şeyi hikmetle yapan Hakîm Sensin’ dediler.”
(Bakara Sûresi 2/32)

“Şeytan, devam etti: ‘Öyleyse, madem Sen beni azdırıp saptırdın, ben de andolsun, o insanları saptırmak için Sen’in dosdoğru yolunun üzerine oturacağım.’”
(A’raf Sûresi 7/16)

Hilafetin insana verilmesindeki hikmeti (Hakîm), arka plandaki ilmi (Âlim) göremeyen, insana verilen üstünlüğü sezemeyen şeytanın derdi, savaş sebebi onu, hilafeti ele geçirmek. Ve bu makamın Allah tarafından verildiğini, O’nun takdiri ile elde edilebileceğini de bilerek O’ndan kendi üstünlüğünü ispat için mühlet istiyor. Yani işi, gücü sırf kötülük olmasının dışında kötülüğüyle ki kendisine göre kötülük bizim anladığımız anlamda kötü bir şey olmayabilir, maksada giden yolda her metod mübahtır mantığıyla hareketi bir hedefe bağlamış bulunuyor. Ve hilafetin en mükemmel aynası Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’i en büyük düşman, en nefret ettiği kişi olarak görüyor. O’nun yaptıklarının tersini yapıyor, solla giriyor, sağ ile çıkıyor, sol elle yiyor, pis yerlerde ikâmet ediyor, yalan ile iş görüyor. Ta ki Âdemoğulları, O’nun yolundan çıkıp iddiasını ispat edebilsin de Efendimiz’in türdaşları ümmetinin oturduğu koltuğa oturabilsin. Şeytanınki bir koltuk davası aslında. Kendiliğinden kendisine gelmesiyle ancak istihkak kesbedecek, verilmeyle alınabilecek, istemenin ancak haketmediğine delil olabildiği bu makam, savaşın özdeki sebebi. Bütün bu yaşadığı karmaşalardan ötürü, yanlış, kadük bir davayı ispat etmeye çalıştığı için de iyi-kötü onun dünyasında yer değiştirmiş, kötü yine kötü ama bizim kötüyü koyduğumuz yerde değil. Tahrip yine tahrip ama bizce tahrip ne ise ona göre öyle değil.

Günümüz Türkiye’sinde ve dünyada, kavramların, doğruların bu denli yer değiştirmesinde, anlamını yitirmesinde onun peşine takılmışlığın izlerini görmek mümkün.

Devam yazısında Melkor’un ismi ve metodları üzerinde duracağız.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply