Kod Adı B-612

0

Sessizce biraz düşündükten sonra bana yanıt verdi:

‘İyi ki de onu bana sandığıyla verdin. Koyunum geceleri onun içinde yatabilir.’

‘Elbette. Eğer uslu bir çocuk olursan gündüzleri onu bağlaman için sana bir ip verebilirim. Ayrıca ipi bağlaman için bir de kazık…’

Bu önerim Küçük Prens’i çok şaşırtmıştı: ‘Bağlamak mı? Ne tuhaf bir düşünce!’

‘Ama onu bağlamazsan, başını alıp gider ve kaybolur…’

Küçük dostum yeniden kahkaha atmaya başladı: ‘Gider mi? Nereye gidebilir ki?’

‘Nereye olursa! Burnunun dikine…’

Bunun üzerine, ‘Hiçbir şey olmaz. Yaşadığım yer öylesine küçük ki,’ dedi Küçük Prens ciddiyetle. Ve sonra sesinde belli belirsiz bir üzüntüyle ekledi:

‘Burnunun dikine gitse bile orada hiç kimse fazla uzağa gidemez.’

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.17

Seher vaktinin masumiyeti… Günün ışıklarına henüz hiçbir gürültü bulaşmamış. Aydınlık taptaze… Zamanın ak avuçlarından ruhlara sunulduğu için mi, sabahın her şeyi, duası bir başka oluyor. Çocuk da aynı sabah gibi. Sıcacık gülüşüyle gelir ve tüm masumiyetiyle canının tam ortasına oturur. Duruluğuyla kendimiz olmayı öğretir; gülüşüyle de huzuru. Küçücük dünyasına dev gibi hayallerini nasıl sığdırır, minik yüreğine onca sevgiyi? Büyüklerin çözemediği denklem de budur. Onun dünyasında nefsin tutkularına yer yoktur. Vicdanı ise doğumdan yeni çıkmış gibi mis kokar.

Küçük Prens’in geldiği yer kendisi gibi küçücük… Onun için gezegende koyununa ip bağlamasına gerek yoktur. Çünkü sınırı aşan, burnunun dikine giden hiçbir şeyi alamayacak kadardır bu gezegen.

Küçük Prens dünya denilen kitabı okumak üzere gezegeninden ayrılır. Kendi benliğinden dışarı çıkar. Gezegenler arasındaki serüvenli yolculuğu insanların bir araya gelmelerini, birbirlerini sevmelerini, yaşamlarına bir anlam verecek şeyleri meydana getirmek için iş birliği yapmalarını engelleyen şeyleri keşfetmesini sağlayacaktır.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.63

Exupéry’nin eserlerinde yansıttığı olaylar sanki iki kaynaktan besleniyor. Birincisi hayatında neyi yaşadıysa, neyi gördüyse, neyi işittiyse onu naklediyor. İkincisi ise gördüğü, işittiği şeylerin etkilerinin iç derinliğinde oluşan birikintisini şiirsel bir ifadeyle dile döküyor. Yani zahiri ve batınî iki yol çiziyor bizlere.

Küçük Prens’in gezegenini terk edişinin zahirî; görünür sebebi Saint-Exupéry’nin 1938’de New York’a gitmek için yaşadığı şehirden ve özel yaşamından ayrılması.

Exupéry’nin bütün eserlerinde yazılanlardan hissedilen “bir ruh” var. Okunan bölümün derinliklerine inildiğinde eserin gerçek yazılış nedeni olan bu atmosferle karşılaşıyor okuyucu. Bu ruh, yerde kabına sığamıyor. Gökte bulutlarla avunuyor. Bazen müsrif bir maceracı; ama çoğu kez yardıma koşan fedakâr dost oluyor. Bohem ortamlarda kahkahaların ardına saklanıyor ve ıssız yerlerin sadeliğinde dinlenmek için hep kaçıyor. Kendi vasıflandırdığı iri gövdesiyle anne kucağına sığınmak isteyen kırılgan bir çocuğa bürünüyor. Ölümün yüzünü kardeşinde gördüğünde fotoğraflayıp hayatı boyunca bu fotoğrafı yanında taşıyan ve hakikatin ardındaki sırrını çöllerde, göklerde arayan garipliğiyle şaşırtıyor.

Bütün bu haller onu arayışa çekiyor. Bu çekimin sonucu ise bildiğimiz çöldeki karşılaşma. Küçük Prens’in gelişiyle pilot, benliğinin farkına varıyor ve bu çocuktaki özün ışığıyla olayları daha farklı görmeye başlıyor. Ve buluşma sonucu Exupéry’de oluşan derin düşüncelerin yolu, pilot kimliğiyle açılıyor. İç âlemindeki birikintiler ise yazar kimliğiyle diline; dilinden kalemine dökülmeye başlıyor.

Böylece çok önemli bir şey öğrenmiştim: Küçük prensin geldiğini söylediği gezegen olsa olsa bir ev büyüklüğündeydi!

Bu beni çok da şaşırtmamıştı doğrusu. Çünkü bildiğimiz, isimleri konulmuş Dünya, Jüpiter, Mars, Venüs gezegenlerinin yanı sıra uzayda adı konmamış, bazıları teleskopla bile güçlükle görülebilecek kadar küçük yüzlerce gezegen olduğunu biliyordum. Gökbilimcileri bunlardan birini ilk kez görüp ortaya çıkardığında isim vermek yerine yalnızca bir numara veriyorlar. Örneğin ‘Asteroid 325’ gibi.

Küçük prensin geldiği gezegenin B-612 diye bilinen asteroid1 olduğu konusunda beni haklı çıkaracak ciddi bir nedenim var.

Bu asteroidi ilk kez 1909 yılında bir Türk gökbilimci teleskopla gözlem yaparken görmüş.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.19

Bizi özellikle ilgilendiren bir figür en fazla dikkatimizi çekenler arasında: 1909’da B-612 gezegenini teleskopunda ilk kez gören ve bunu aynı yıl uluslararası astronomlar birliği kongresinde açıklayan Türk astronom. Yani, Küçük Prens’in geldiği gezegeni ilk gözlemleyen bir Türk’tür. Ancak önyargılı materyalist Batı kafası bunu reddeder. Zira bu adamın başında püsküllü fes, ayağında da kuşaklı şalvarı vardır. Yani kılık kıyafeti Batı uygarlığı ölçülerine göre gülünç olduğu için ona inanmazlar.

Kongre üyelerinin sadece “komik” kıyafeti nedeniyle Türk astronomun önemli buluşunu dikkate almamalarını “Yetişkinler böyledir işte” diye kınıyor, yetişkin pilot Saint-Exupéry.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.240-241

Dünya, Jüpiter, Mars, Venüs adı konulmuş, tanınan kocaman âlemler… Küçük Prens’in gezegeni ise göz önünde olmayan, adı konmayan küçücük bir âlem.

Gökyüzünde yıldızlar göklerin sırlı beldeleri. Aralarından ışık demetleri adedince yollar uzanıyor. Bu yollar farklıdır yeryüzündekinden; üzerinde yapılan yolculuklar da farklıdır. Çünkü yolcuları, göklerin hakikatini görebilen ruhlarımızdır. Onun için Exupéry’nin yere sığmayan varlığı ve kendini çizdiği karakterler hep göklere sığınarak soluk alıyorlar.

Küçük Prens kendisi gibi küçük bir gezegenden gelir. Aslında Saint-Exupéry’nin büklüm büklüm kıvrılmış anı belleği ile bilinçaltının oluşturduğu bir gezegen, bir asteroiddir bu.

Bütün geçmişi; hatta anılarına sığmayıp da bilinçaltına düşen onlarca imgeden oluşur.

B-612 kod adını vermiştir ona.

Bu garip kodu biraz eşeleyince karşımıza ilk romanı Güney Postası’nın romantik kahramanı Jacques Bernis çıkar. Yıldız köylerinde astral yolculuğuna2 çıkacağı çağrı işaretidir!

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.238

Güney Postası, Gece Uçuşu, İnsanların Dünyası, Savaş Pilotu, Küçük Prens, Kale.

Bitmemiş haliyle ancak ölümünden sonra yayımlanan Kale’yi saymazsak- diğer bütün çalışmaları otobiyografik özellikler taşıyan yapıtlardı. Sanki yaşadıklarını bir anı defterine kaydediyor, sonra da sanal karakterler3 üzerinden kurgulayarak roman formuna sokuyordu.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.14

İlk romanındaki sanal karakter Jacques Bernis’ye İsviçre’deki yatılı okul anılarını anımsatmak için şunları yazıyor Exupéry:

İlk izninde beni koleje götüren sendin. Sahra’da gelmeni beklerken Bernis, çocukluğumuza yaptığımız o ziyareti hayal, meyal anımsarım.

Çamlar arasında beyaz bir villa. Bir pencerede ışık yanmış; sonra bir ışık daha. Bana diyordun ki: ‘İşte ilk şiirlerimizi yazdığımız çalışma odası…’

Çok uzaklardan geliyorduk. Ağır mı ağır paltolarımız dünyayı astarlamamıza yarıyordu ve yolculuğa çıkmış ruhlarımız benliğimizin göbeğinde nöbet bekliyordu.

Antoine de Saint-Exupéry / Güney Postası / s.56

Eserlerinde her bir kişilik, suret olarak, Antoine Exupéry’nin bir yönüne bürünen gölge bedenler gibi. His olarak da yazarın bir nevi manevi benliğidirler.

Posta seferlerinde pilotluk yapanlara verilen görevin ne kadar büyük ve yüce olduğunu anlatan Güney Postası’nda Jacques Bernis de böyle bir sanal dosttur. Çocukluğundan beri hayallerini paylaştığı en yakın arkadaşıdır. İçinde biriktirdikleri, bilinçaltına attıkları şiirsel bir biçimle yüceltilerek Bernis’le dile gelir. Yetişkinlikten kaçış özlemini anarken şunları yazar Exupéry:

Kaçmak, önemli olan buydu. On yaşındayken tavan arasına sığınırdık. Çatı aralıklarında ölmüş kuşlar, kapakları kırılmış eski sandıklar, tuhaf giysiler vardı. Yaşamın gizli kapaklı yanları. Saklı dediğimiz şu define, şu eski konakların definesi, peri masallarında tanımı yapılan şu elmaslar, zümrütler, safirler. Cılız parıltılar saçan şu define. Her duvarın, her kalasın varlık nedenini açıklayan şu define.

Antoine de Saint-Exupéry / Güney Postası / s.93

Antoine de Saint-Exupéry

Antoine de Saint-Exupéry

Pilot Exupéry’nin iç âleminde arkadaşları pırıl pırıl yıldızlar gibi. Jacques Bernis, onun maddî dünyaya gösteremediği yüreğini göklerde bulutlarla şahlanarak, adeta kanatlanıp boyuttan boyuta uçarak maviliklere açıyor. Yazarın hisleri bütün derinliğiyle; damarlarındaki şevk bütün coşkusuyla; ağlayamayan gözleri suskun hıçkırıklarıyla her seferin sonunda bir kenara atılmış bir seyir defterine dökülüyor.

Yer, yüksekten kımıltısız ve çıplak görünür. Uçak inince, o giyinir. Ormanlar onun içini doldurur, vadiler, kıyılar onda bir dalgalanma resimlerler ve böylece soluk alır. Üzerinden geçtiği her dağ, uzanmış bir dağın memesidir, ona yaklaşırken şiştikçe şişer. Yere yaklaşınca her şey köprünün altındaki sel gibi hızlı akmaya başlar. Ağaçlar, evler, köyler, dümdüz ufuktan ayrılırlar ve onun ardından sürüklenip kayarlar.

Alicante4 alanı yükselir, tartılır, yerleşir, tekerlekler yere sürtünür, bir yaprak makinesine yanaşmış gibi bilenirler.

Bernis ağırlaşmış ayaklarıyla pilot kabininden iner. Kısa bir süre gözlerini kapatır. Kafası hâlâ motor gürültüsüyle, akıp giden görüntülerle, uçağın titremeleriyle doludur. Ardından büroya girer, yavaşça yerine oturur, dirseğiyle mürekkep hokkasını, birkaç kitabı iter ve 612 numaralı seferin defterini5 kendine çeker.

Antoine de Saint-Exupéry / Güney Postası / s.57

Bir yazar için yazmak, bir ressamın fırçasını tuvale vururken veya bir kompozitörün beyninden akan notaları solfeje dökerken yaşadığı catharsis6; yani içinde gizli kalmış hislerin açığa vurulmasını sağlayan bir nevi psikoterapi gibidir.

Saint-Exupéry ruhunu boğan uygar dünyadan, hiçlikler âlemi saydığı çöle geldiğinde yaşadıklarını romandaki öz beni olan Jacques Bernis üzerinden anlatmayı yeğlemişti Güney Postası’nda.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.115

İçine bakan insan, toprağındaki tohumların farkına varan bahçe sahibi gibidir. Yaradılışındaki güzelliği fark eden kendisine verilen nimeti görür. Verene teşekkür etmek insan olana yakışır, çünkü yaradılış sırrında şükür onun insanlık mührüdür. Verilen nimeti paylaşmak kâinatın nizamında var. Her varlık, diğerine kendinden bir şeyler verebilmek için tamamlar yörüngesindeki günlük seyrini. O zaman bahçe sahibinin hası, toprağını verimli hale getirip ürünlerini dağıtandır.

Yazar olan, kelimeleriyle; ressam fırçasıyla; müzisyen olan, notalarıyla bahçedeki güllerini yetiştirir ve bu güzellikleri insanlarla paylaşır. Bu, onun “nimeti veren”e teşekkürüdür. Çünkü Yaradan böyle ister kulundan ve der: Verdiğimi fark et, neden verildiğini düşün ve ortaya çıkar. Benden geldiğini bilirsen kâinatın dilini çözersin ve ondaki paylaşımı anlarsın.

Mevlâna’ya göre güzellik bir katharsis/arınmadır. Çünkü Yaradan güzeldir. Güzelin verdiği de güzeldir. Sen güzeli gördüğünde, onu işlemeye başladığında güzelliğini de yaşamaya başlarsın. Yaşadıkça ruhun maddî dünyanın olumsuz kabuklarından sıyrılır. Sıyrıldıkça incelir. İnceldikçe İlahî Olan’ı her şeyiyle hissetmeye başlar.

Güzel’e varmak için elindeki güzelliklerle yola koyulanın nasibi, güzelliğin hakikatine kavuşmaktır ve menzili de Güzel olan gerçek yurdudur. Bu yolda atılan her adım lezzettir, huzurdur. Çünkü Yaradan paylaşmanın lezzetini anında verir. Kalp coşar, ruh arınır, gözler ışıldar, dil çözülür, varlığın muazzam bestesi kulaktan içeri süzülür.

Temiz içten başka hiçbir şey, cennetin kokusunu alamaz.

Mevlana

Ruhun bu yolculuğa çıkabilmesi için onu kendine getirebilecek, kendisini meşgul eden her şeyden sıyıracak ve sadece hakikati gösterecek sessiz – duru mekanlara ihtiyacı var. Bu mekan çöldür.

Saint-Exupéry de ruhunun boğulduğu maddî ortamdan hiçlikler âlemi saydığı çöle geldiğinde yaşadıklarını Jacques Bernis kişiliğiyle ifade ediyor. Yazar o güne değin yaşadıklarının, gördüklerinin, anılarının bilinçaltındaki birikimini, sıkıntısını, hasretini, ihtiyacını öylesine sessiz bir feryada döküyor ki iç âleminin kapısı açılıyor ve B-612 diye adlandırılan yerden küçük bir bedenin varlığı onun yolunun ışığı oluyor.

Ama sonra, beni bilirsin, yerimde duramazdım, bir şeyler aramak için daha ötelere gitmek istedim. Çünkü bir kuyu arayıcısıydım ben. Elimde bir fındık dalı, boyuna gidiyor, titreyen bir dalla dünyayı dolaşıyordum define bulacağımı sanarak.

Bana neyi aradığımı söyle? Niye umutsuzum yine? Pencereme dayanmış, dostlarımın, özlemlerimin, anılarımın kentine ayak basmış olarak… Neden bir kerede bulamıyorum su kaynağını? Neden kendimi çok uzak buluyorum definelerden?

Antoine de Saint-Exupéry / Güney Postası / s.62

Küçük Prens ve Çöl

Varlığımız kudret ellerinde yoğrulurken sanki içimize sırlı bir taş konulmuş da onu ara ve bul emriyle yollara düşmüş gibiyiz. Taşın parlaklığını hisseder, ama göremeyiz. Cezbesi çeker bizi; ama nerede bulacağımızı bilemeyiz. Çölde kuyuyu arattıran bizim susuzluğumuzdur.

Neye aç olduğunu bilmeyen, yolunu da belirleyemez. Aradığımız şeyin değeri bizim ona hasretimizle ölçülür. Yola çıkarkenki heyecan, yoldaki şevk, takatindeki kararlılığı yolcunun şanıdır. Yolunu belirleyen, hedefine yönelir. Ömür yolcusunun definesi “an”ı yakalamak; çöldeki yolcunun definesi ise “su”dur.

Bernis’in aradığı nedir? Neden bir kerede bulamaz su kaynağını? Bernis’in aradığı Exupéry’nin özündeki cevher; onun yaratılış hakikatidir. Bakışı her yere dağılan, yolunu bulamaz. İçe dönmeyen bakış, defineyi göremez. Ne vardır sandığın içinde, bilemez.

Jacques Bernis, bu kez sen gelmeden kim olduğunu açıklayacağım. Dünden beri telsizlerin adım adım izlediğim sen.

Nasıl bir yolculuk yaptığını anlatacağım. Görüntülerin dışına nasıl çıktığını, bizim yanımızda attığın adımların neden bizimkilere benzemediğini anlatacağım.

Antoine de Saint-Exupéry / Güney Postası / s.92

‘Çavuş, yarın arkadaşımı bulacağım. Sence nerede olabilir?’

Çavuş kendinden emin bana bütün ufku gösteriyor…

Yitik bir çocuk çölü dolduruyor.

Bernis, bir gün bana içini dökmüş, demiştin ki: ‘Pek iyi anlayamadığım, hiç de sadık olmayan bir yaşamı sevdim ben. Niye ihtiyacım olduğunu bile bilmiyorum: Birden hafif bir açlık duymak gibi bir şeydi bu…’

Antoine de Saint-Exupéry / Güney Postası / s.104

Yaşamı anlayabildiğimiz kadar severiz ve ona güvendiğimiz kadar da mutlu hissederiz kendimizi. Bernis’in varlığında ruhunu dile getiren Exupéry:

“Hiç de sadık olmayan bir yaşamı sevdim ben. Niye ihtiyacım olduğunu bile bilmiyorum.” sözleriyle daha yola düşmemiş birinin duygusal kararsızlığını dile getiriyor.

Kelime oyununa döndü duygularımız
Sığdıramıyorum
İkiyüzlülüğü gözlerime artık;
Yırtılacak bakışlarım.

Sevmek,
Sadece görünmek içinse
Neden varım?

Samimiyet, sevgi, paylaşım içimizdeki yitik çocuktur. Eksikliğini öylesine hissediyoruz ki bu güzel değerlerin… Ama nerede arayacağımızı bilemiyoruz. Gürültülü sunumlar, her duygunun yaşanışındaki abartılar çığlık çığlığa her yerde. Fırsat vermiyor sadelikteki, sükunetteki mükemmel duyguları yaşamamıza.

Gece çok güzel. Sen neredesin Jacques Bernis? Burada mı, orada mı? Çoktan hafifleyen bir varlık gibi. Çevremdeki bu Sahra, hiçbir şey yüklenmemiş bu çöl, şurada burada bir antilobun sıçramasını taşır, en ağır bir kıvrımındaysa hafif bir çocuğu.

Antoine de Saint-Exupéry / Güney Postası / s.104

Çöl ortamı ihtiyacımız olan iksiri taşıyor içinde. Çavuşun gösterdiği ufkun ardında belki de Bernis bunu buldu kim bilir? Belki o, hayatın hakikatini bir antilobun sıçrayışından öğrenecek, hayatın anlamını bir çocuğun hafifliğinde rahatça taşıyacaktır.


1. Asteroitler uzaydaki kaya parçalarıdır. Bazen ikincil gezegenler olarak da adlandırılır. Çünkü gezegenlerden çok da küçüktürler. Bilim adamlarının inanışına göre güneş sistemimizde böyle büyük çaplı milyonlarca asteroit var.
2. Astral yolculuk: Ruhun bedeni terk ederek farklı bir boyuta geçmesidir
3. Sanal: Gerçekte yeri olmayan, gerçekte var olmayan, ancak zihinde tasarlanan.
4. Alicante: Güney İspanya’da Akdeniz kıyısında yer alan şehir.
5. Sefer defteri: Yolculuk esnasında günlük olarak tutulan defter. Gidilecek yerleri içeren defter.
6. Catharsis: Günah veya suçtan arınma, rahatsız edici duyguları dışa vurarak onlardan kurtulma. İngilizce bir kelime.
     Eski Yunanca Katharsis: Ruhun kötülüklerden arındırılması olarak benimsenmiş.

‘Küçük Prens ve Kainat’ İllüstrasyonu © Ann Bratashvili
‘Küçük Prens ve Çöl’ İllüstrasyonu © Ann Bratashvili

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply