Kainat’ın Musikisi – Bölüm 3

0

Güneş merkezli gök kuramı (heliocentrism) Rönesans öncesinde de farklı düşünürler tarafından dile getirilen bir kavramdı. Bu kavramı ilk olarak, bir katolik rahibi olan ünlü Rönesans matematikçisi ve gök bilimcisi Kopernik (Nicolaus Copernicus) geometrik-matematik model halinde sunmayı başarmıştır. Kopernik, ölmeden hemen önce tamamladığı, Gök Kürelerin Devirleri Üzerine (De Revolutionibus Orbium Coelestium) isimli kitabında bu açılımı yapmış, ardından da dini otoritelerin bir kısmı tarafından ağır bir biçimde eleştirilmiştir. Kendisinden 18 yüzyıl önce Samoslu Aristarchus’un benzer kuramı, özellikle Batlamyus (Ptolemy) ve Aristoteles gibi büyük isimlerin dünya merkezli kuramlarının ağırlığı altında ezilmişti. Ancak Kopernik’in yaptığı bir devrimin başlangıcıydı.

Kopernik’in ardından yarım kalan işi tamamlayan iki büyük isim ise Galileo ve Kepler olmuştu. Kepler bu güneş merkezli gök sistemine eliptik yörüngeleri de ekleyerek bu görüşü sağlamlaştırırken, Galileo ise yaptığı gözlemlerle bu fikri desteklemişti. Yine de Galileo ile Kepler arasında bile farklı görüşler vardı. Bu paradigma değişikliği günümüzde bizler için anlaşılması zor bir içeriğe sahipti. Bunun en önemli sebebi ise özellikle dini otoritenin Galileo vakasında ortaya koyduğu sert tutumdu. Ne olursa olsun Kopernik ile başlayan ve Kepler ile Galileo tarafından sürdürülen bu paradigma değişikliğinin önünde durulması pek de mümkün olmadı. Modern bilim olarak adlandırdığımız kavramın çerçevesi de bu dönemde çizilmeye başlamıştı.

Kepler ve Galileo konumuz olan Kainat’ın Musikisi açısından da önem taşıyan iki isimdir. Galileo’nun babası Vincenzo Galilei, ud benzeri bir saz olan lavta çalan bir müzik kuramcısıydı. Pisagor öğretisinden gelen geleneğin devamı olarak görebileceğimiz şekilde Vincenzo Galilei, perde ile telin gerilimi arasındaki ilişkiyi matematiksel olarak ortaya koydu. Bu, fizik alanında matematiksel olarak ortaya koyulan doğrusal olmayan ilk denklem olarak görülmektedir.  Vincenzo’nun gözlem ve deney üzerinden ortaya koyduğu matematiksel ilişki, oğlu Galileo’yu da etkilemiş ve onun soyut matematikten, gözlem ve deneylerin sayısal olarak açıklanması üzerine eğilmesini sağlamıştır. Galileo da kendi çalışmalarında bu yöntemi benimsemiştir. Bunun fiziğin ve doğa bilimlerinin gelişimi sürecinde kuvvetli bir etkisi olduğu görüşü oldukça yaygındır.

Kepler ve müzik ilişkisi Gelileo ve müzik ilişkisinden daha derindir. Johannes Kepler, Kopernik’in ortaya koyduğu güneş merkezli sistemi kabul etmek konusunda herhangi bir tereddüt yaşamamıştır. Onun için asıl şaşırtıcı olan, gök cisimlerinin güneş çevresinde tam bir daire olarak değil de eliptik bir düzlemde hareket ediyor olmalarıydı. Kepler’in çalışmaları sonucunda geldiği yer ise eliptik yörüngelerin daha zarif ve daha derin bir ahengi ortaya koyduklarıydı.

Kepler’in motivasyonu oldukça netti. Kepler, Tanrı’nın kainatı bir düzen içerisinde yarattığını ve bunun sonucunda doğa kanunlarının oluştuğunu düşünüyordu. Yazdığı bir mektupta bu görüşünü şu sözlerle ortaya koyuyordu:

Bu doğa kanunları insan zihninin kavrama alanı içindedirler; Tanrı bizi kendi suretinde yaratarak bunları farketmemizi istiyor, böylelikle O’nun düşüncelerini paylaşabileceğiz.

Johannes Kepler Life and Letters / 1953

Bu motivasyon Kepler’in önemli eserlerinden birisi olan Harmonices Mundi’yi (Dünyanın Ahengi) yazmaya yöneltmiştir. Kepler gök cisimlerinin hareketlerini 3 temel kanun ile açıklamıştır. Bunlar sırasıyla yörüngeler, alanlar ve periyotlar olarak adlandırılır. İlk iki kanun olan yörüngeler ve alanlar Astronomia Nova isimli eserinde ortaya koyulurken, üçüncü kanun olan periyotlar kanunu Harmonices Mundi’nin son bölümünde ortaya konmuştur.

Kepler, Harmonices Mundi’de gezegenlerin hareketlerindeki ahengi matematiksel olarak oldukça doğru bir biçimde hesaplamış ve bunları müzik üzerinden okumuştur. Güneş etrafında dönen gezegenler, yörüngelerinde oluşturdukları oranlar ile farklı kişiliklere sahiplerdir. Kepler’in semavi korosunda Mars tenor, Jupiter ve Saturn bas, Merkür soprano, Venüs ve Dünya ise alto olarak sınıflandırılır. Bu sınıflandırma eliptik yörüngelerin oluşturduğu alanlarla ilişkilidir. Merkür geniş eliptik yörüngesi ile bir çok notayı üretebilirken, Venüs görece daireye daha yakın yörünge alanı ile tek bir nota üretebilmektedir. Gezegenler çok ender durumlarda mükemmel ahengi yakalarlar; Kepler bunun ancak yaratılış anında olduğunu önermektedir.

Pisagor da Kepler de kainattaki ahengi sayısal değerlerde aramışlardır. Aralarındaki fark ise Pisagor’un rakamları, Kepler söz konusu olunca geometrik değerlere dönüşmüşlerdir. Kepler’in müzikal atıfları, gök cisimlerinin hareketlerinin oluşturduğu geometrik oranlar üzerinedir. Bu farklılık, yorum ya da yaklaşım farklılığı olarak görülebileceği gibi, bir gelişim olarak da görülebilir. Ortak olan şey ise müziğin matematiğe dönüştürülmesidir. Bu dönüşümün özellikle bir indirgenme olarak görülmemesi gerektiğini düşünüyorum, çünkü iki vakada da, yani hem Pisagor’da hem de Kepler’de amaç ahengin keşfi ve bütüne ulaşmaktır.

Devam edeceğiz…


‘Güneş Sistemi’ İllüstrasyonu © Facundo Diaz

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply