İnsaniyetin Hafızası – Bölüm 1 / “Orklar Türklerdir” İddiasına Cevap

1

İnsan unutan bir varlık. Geçmiş hayatına ait yüzbinlerce saatten küçücük parçaları hatırlayabiliyor. Dün yaşadığımız yirmi dört saatte ne yaptığımıza odaklansak, kesin bazı saatlerde, örnek olarak 15:00’da tam olarak ne yaptığımızı düşünsek cevap veremeyebiliriz. Üstelik bu kadar ciddi bir unutkanlıktan söz etmek için fizyolojik bir rahatsızlığımız olmasına gerek de yok. İnsan unutuyor. İçinde bulunduğumuz anın içinde capcanlı duruyoruz ama an, daha an demeden geride kalıyor bile. Nasıl biri olduğumuz, kulluk konsantrasyonumuz, muhtelif konulardaki birikimlerimiz ise bütün bir mazimizin neticesi. Yani aslında belirli bir akıbete doğru adım adım ilerliyoruz ve attığımız her adımdan sonra, öncekileri yavaş yavaş unutuyoruz ama her bir adım bizi şekillendiriyor. Nihaî akıbetle karşılaştığımızda ise hiç mazeretimiz olmayacak. Hiçbir adım zorla atılmış değil.

Kur’an-ı Kerim, insanın vermiş olduğu bir beyanattan haber verir:

“kâlû belâ, şehidnâ”

“evet dediler, (senin Rububiyetini kabul ediyoruz), şahidiz”
(A’râf Sûresi 7/172)

Hatırlanması imkânsız olmayan ama hemen hiçbirimizin hatırlamadığı bir ikrar. Bu ikrar ile bağlıyız ve bu yola çıkarken bilgilendirildik. Varlık sahnesine girmeden önce Sahibini tanıdık ve kabul ettik. Bu kabul olmadan var olmanın tadını tadamazdık. En kötüler bile başta Rablerini bilerek yola çıktılar. Bu durumun, şimdiki hallerine bakılınca çok inanılır gelmemesinin sebebi unutmuş olmalarından kaynaklanıyor. Baştaki bilgilerini önce reddettiler, sonra iyice unuttular.

İlk insan, atamız Hazret-i Adem aleyhisselam, vahiy ile muhatap bir peygamber idi. Yaratılış, dünyaya getiriliş maksat ve sebeplerinden haberdar edilmişti. İnsandaki unutma hasleti, rahmetin neticesi olarak, hatırlatmanın devamlılığını doğurdu. İhtiyaç ne kadar çok ise Allah ikmâl kuvvetlerini o kadar çok gönderir. Aczin arttığı yerde ihtiyaçların artması karşılığında nasıl Allah acize daha çok gönderir, unutma denen acizlikten sıyrılamayan insana da Allah devamlı hatırlatıcı göndermiştir. Bu yüzden Kur’an’a da zikir denmiştir.

O kitap, âlemler için yalnız bir zikirdir. (Kalem Sûresi 68/52)

Muhakkak ki o (kitap) bir zikirdir. (Muddesir Sûresi 74/54)

Kur’an, son hatırlatma olduğu gibi, hatırlama kavramını da bize hatırlatır. Yani insanın bütün misyonunun hatırlamakla ilgisi olduğu bilgisini bize bildirir. Yarın neler olacağı konusunda merak sahibi insanları, tarihî bilgi olarak değil, fasla dikkat çekmek için de değil, nazarları asla yöneltmek için maziye gönderir. Kaç sene önce olduğunun, tam nerede vuku bulduğunun, muhtelif rivayetlere rağmen, bilinemediği birçok vakayı bize nakleder. Her bir hadisenin özünde yatan asıllar bulunur. Ve asıl, kökünü teşkil ettiği kelimeye, bir “usûle” bizi sevkeder. Usûl odur ki, akıbetini merak eden insan kendi mazisine ve insaniyetin mazisine bakmalıdır. Kur’an, bize sınırsız hikmet içeren beyanlarıyla birçok hadiseyi ders ve ibret alalım diye bildirirken aynı zamanda bidayet bilgisini, akıbet inşası için kullanma usûlünü tâlim eder. Peki bidayet bilgisinden bizi mahrum bırakmak isteyenler arasında kim vardır mesela?

Oturup, kâh önlerinden, kâh arkalarından, kâh sağlarından, kâh sollarından kendilerine yaklaşacağım. (A’râf Sûresi 7/17)

Şeytan, isyanını iyice netleştirdiği anlarda, insana karşı düşmanlık nâmına kullanacağı metotlardan haber veriyor. Arkadan yaklaşma metodu dikkatimizi çekmekte. Kovulmuş’u, belki de çok tedirgin eden mazi bilgisinin ortadan kalkması onun için büyük bir hayal. Tarih bilgisine ait birçok tahrifata rağmen, mazi halen insanlık için ümit ışığı yayan hikmetleri barındırmayı sürdürüyor. Yanlışı, yalanı mazi penceresinden görmeye devam eden insanlığın baktığı istikâmette hikmet bilgisi durduğu yerde durmakta. İşte taşlanmış’ın en büyük korkularından biri: “Ya üfürüp durduğum onca sisin dumanın arasından hakikî olanı görürlerse…”

Oktan Keleş’in 2010 yılında yazmış olduğu “Singularity Tehlikesi Bilinç Kıyameti” başlıklı yazıda, taşlanmış’ın bu konuda tasarladığı küresel bir tedbirden söz ediliyordu. Konumuzla irtibatlı gördüğümüz, insanlığın mazi algısını ve müktesebatını sıfırlayacak dev projenin aşamaları sıralanıyor:

Önce insanlık bilincini, hafızasını, zekasını silmek.

Daha sonra kendi anlayışlarını, insanlığın sıfırlanmış zeka ve hafızasına işleyerek yeni bir bilinç oluşturmak.

Silinecek insanlık bilincinde dinî inançlar dahil olmak üzere tüm bilgiler; dünya insanını ilgilendiren tüm argümanlar mevcut. Böylelikle, seçilmiş bir dünya kitlesine bir nev’i bilinç kıyameti yaşatıp yeni bir çağ başlatmak.

Amaçlanan asıl plan dünya hafızasını (tarihini) tümden yok edip; yani insanlık bilgisinden kopartıp yeni bir tarih başlatmak.

Muhterem bir büyüğüme bir sual tevcih etmiş idim. Meczub serisi vesilesi ile anlıyoruz ki, Deccal, Şeytan’a çok yakın bir kadro tarafından özel tekniklerle bebeklikten yetiştirilme birisi olacak. Gözünü açtığı andan, bütün şer planlarını tatbik mücadelesine girişeceği zamanlara kadar hiçbir anı boş bırakılmayacak, deccalî vasıflarını devamlı tâlim edecek. Böyle birisi için imtihan sırrını nasıl telif edeceğiz? Peşinen kaybettiğini düşünmek Allah’ın vaz’etmiş olduğu kurallara ters düşüyor. Muhterem büyüğüm, Bediüzzaman Hazretlerinin ifade etmiş olduğu, insanın sırlarına dikkat çekti. İnsan, karmaşık ve sırları olan bir varlık. Standart donanımında, inkişaf etmeyi bekleyen nice odalar var. Deccal olacak kişinin dahi, kendi sübjektifliği içersinde de olsa mazereti olmayacak. Ayrıca kendi mazi bilgisi, “kâlû belâ, şehidnâ” beyanı onun için de bağlayıcı olacak.

Her iş İslâmîliği ve hakikîliği ölçüsünde kıymetlidir. Vicdan sahibi herkesin kabul ettiği bir gerçektir ki, Türk milleti İslâm davasının uzun zaman hadimliğini yapmış bulunuyor. Birçok değerin payimal olup ayaklar altına alındığını günlerde yaşıyor olsak da Türk insanının mazisindeki şeref nişaneleri istikbâl adına ümidlerimizi her şeye rağmen diri tutmamıza sebeptir. Bundan dolayı, Türk adı ve unvanı, İslâm davasına sahip çıktığı ölçüde yüceltilmelidir inancındayız. Aksi durum söz konusu olursa ne takdir edeceğini Allah bildiriyor:

Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar müminlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorludurlar. Allah yolunda mücahede eder ve bu hususta dil uzatan hiçbir kimsenin ayıplamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın öyle bir lütfudur ki dilediğine verir. Allah Vâsi ve Alîmdir. (Maide Sûresi 5/54)

Hakikati nedir suali ile yola çıktığımız Orta Dünya araştırmalarında, yazarımız Tolkien’in bir evren tarihi tasavvuru ile karşılaştık. Seri yazılarla daha da açmayı ümid ettiğimiz bir tarih algısı inşası karşımızda bulunuyor. Birbirine bağlı ipler varmış gibi bir insicam ve bitirmeye yetmeyen 81 yıllık bir ömür. Şimdilerde 91 yaşında olan oğlu Christopher Tolkien de kendi ömrünü, kelimenin tam anlamıyla bir bayrak yarışı sürdürüyorcasına aynı çalışmanın devamına hasretmiş bulunuyor. Nihaî meyvesini Yüzüklerin Efendisi hikayesi ile veren Orta Dünya’nın çağlar tarihi, kendi kurgusallığı içersinde bir mazi bilgisi sunuyor. On binlerce sayfa yazmadan oluşan öyle bir tarih ki, tamamı tek bir kişinin kaleminden “uydurulmuş” olarak, hiçbir başka hayal gücünün dahli olmadan, başka kalemler karışmadan bize ulaşmış durumda. Tek başına J.R.R. Tolkien’in, dört çocuk yetiştirmiş, birinde bilfiil bulunduğu iki dünya savaşı görmüş, bir İngiliz dili ve edebiyatı profesörünün zihninden fışkırmış, binlerce ayrıntılı hayat hikayesi olan kişi, bir o kadar coğrafî mekan, bir o kadar farklı dillerden ve lehçelerinden oluşan kelime ve hepsinin birbiriyle tutarlılık arz ettiği bağlantılarıyla bir koca tarih. Bu tarihin içinde yer alan unsurlarla ilgili “şu şu mudur, şununla bunu mu kastetmiştir, bunları şunlardan esinlenmiştir” tartışma ve iddiaları uzun zamandır canlılığını sürdüren konulardan. Köşe taşlarını dizmeye gayret ettiğimiz bir konu olarak İnsaniyetin Hafızası meselesini Orta Dünya Tarihi’nin başından, Yüzüklerin Efendisi’nde anlatılan son çağlarına kadar irdelemek niyetindeyiz. Bu yazının önceliği ise diri tutulan bir iddiaya cevap niteliği taşıyor.

Mordor Orku

Mordor Orku

ORKLARLA TÜRKLER Mİ KASTEDİLMİŞTİR?

Orklar kimdir? Çok kadim varlıklar olan Orklar, Melkor’un hizmetkârları olarak ortaya çıktılar. Melkor, melekutî kuvveler olarak anılan Ainur tayfasına mensup olarak Iluvatar tarafından yaratıldı. Kendi hikayesini müstakilen değerlendireceğimiz Melkor, Yüzüklerin Efendisi Sauron’un efendisi. Sahnenin önünde gözükmeyen bu karakter, dört çağı ile bildiğimiz Orta Dünya yaratılmadan önce, henüz “günler sayılmıyorken” varlık sahnesinde yer alan birisi. İşte Orklar’ın ortaya çıkışı bu Melkor eliyle gerçekleşti. Peki tam olarak nedir, nasıldır Orklar?

Kötülük olgusunun hakikatini idrakte temel unsur irtidattır. Red kökünden gelen bu kelime, caymak, dönmek gibi manalara geliyor. Sauron, hikayesinin başlangıcı itibariyle, iyi olan, Maiar’dan idi. Melkor’un, Ainur’dan olup da onların hayırlı yolundan caydığı gibi, Sauron da Melkor’un vaadlerine uyarak yön değiştirmiş, mürted olmuştu. Haktan yüz çevirenlerle alâkalı Kur’an-ı Kerim’in beyan-ı ilahîsini hatırlayalım:

Çünkü onlar sizi ellerine geçirirlerse ya taşa tutar, ya da kendi dinlerine döndürürler (yuîdû-kum), bu takdirde de ebediyyen felah bulamazsınız. (Kehf Sûresi 18/20)

Ey iman edenler! Şayet siz kâfirlere itaat ederseniz, onlar sizi, dininizden döndürürler (yeruddû-kum). Siz de ziyana uğrayanlardan olursunuz. (Âli İmrân Sûresi 3/149)

Orklarla ilgili, kadim ilmî müktesebatına dayanarak açıklamalarda bulunan Ent Ağaçsakal şöyle diyordu:

Trolleri işitmişsinizdir. Onlar da muazzam kuvvetlidir. Lakin onlar sadece taklittir. Büyük Karanlık sırasında Düşman (Melkor) tarafından entlerin taklidi olarak yapılmış; nasıl Orklar Elflere karşı yapılmışsa.

Mordor Orku

Mordor Orku

Elfler, Orta Dünya’da gözlerini açtıkları uyanış sonrası, Büyük Göç ile bütün bir coğrafyaya yayılmışlardı. Bunlardan bazıları Melkor tarafından ele geçirildi. Ele geçirilen Elflere büyük işkenceler yapıldı ve hakikatleri unutturularak Ork denen ucube ortaya çıkarıldı. Orta Dünya Tarihi’nin 10. cildini teşkil eden Morgoth’un Yüzüğü bölümünde, söz konusu Elflerin dışında, Melkor’un bazı insanları da sonraki dönemde aynı korkunç işlemlerle Orklaştırdığı kaydı geçiyor. Yani esas itibariyle Orklar birer Elf ve İnsan taklidi ve onların tahrif ve tahrip edilmiş halleri ile ortaya çıkarılmış. Yakalanmışlar, bir manada recmedilmişler ve kötülerin kendi inanç sistemlerine tabi olmaya zorlanmışlar. En temel mesele ise, doğru bir istikâmet üzere iken mürted hale getirilip kötülüğün hizmetkârlarına dönüştürülmüş olmaları. Frodo’nun, Mordor’da iken Sam’e yaptığı bir açıklamaya gidelim:

Gölge'nin eseri, içi ve dışı işkence görmüş bir ork

Gölge’nin eseri, içi ve dışı işkence görmüş bir ork

Hayır onlar (Orklar) da yerler içerler Sam. Onları üreten Gölge (The Shadow) sadece taklit edebilir, yaratamaz (make). Kendine ait gerçek şeyler yaratamaz (make). Orklara onun can verdiğini zannetmiyorum, o sadece onlara zarar vererek (ruined), onları çarpıttı (twisted); eğer yaşayabileceklerse, diğer yaratıkları gibi yaşamak zorundalar.

Frodo’nun, yolculuğunun son demlerinde edindiği ilim ve irfan ve idrakine vardığı bazı hakikatler bizim yolculuğumuza da eşlik ediyor. The Shadow, yani Sauron, kendi başına bir şey ortaya koyma kudretine sahip değil. Çeviride yaratma fiili kullanılmış olsa da orijinal metinde “make” yani yapmak, kesbetmek fiili kullanılmış. Yazarımız, mektuplarının derlendiği Letters of J.R.R. Tolkien adlı eserin 153. mektubunda geçtiği üzere, “make” ile “create” kelimelerinin farklı olup, “create” kullanmada o kadar rahat davranamadığını kayda geçmiş. Frodo’nun ifadelerinde ise Gölge’ye, create’in karşısında talînin talîsi kabul edilebilecek make’i dahi çok gören bir yaklaşım var. “O yapmayı da yapamaz, ancak var olanı bozar, tahrip eder” diyor. Ve kritik olduğunu düşündüğümüz iki kelimeye dikkat çekelim; “ruin” (mahvetmek, darmadağın etmek) ve “twist” (döndürmek, çarpıtmak) ki “ya taşa tutar, ya da kendi dinlerine döndürürler” ilahî uyarısını hatırlatıyor. Mürted Melkor ve Sauron kendilerine mürted hizmetkârlar kazanmaya çalışıyorlar ve yakaladıklarına işkenceler ederek onları yollarından çeviriyorlar, yani onları dönüşe (iade kökünden olarak “yuîdû-kum”) ve doğru istikâmetten caymaya (red kökünden olarak “yeruddû-kum”) zorluyorlar.

Şimdiye kadarki incelememiz itibariyle, Orkların itikadî anlamda nereye uygun düştüklerine baktık. Onların Orta Dünya’da işgal ettikleri mürtedlik makamı ile Kur’an-ı Kerim’in haber verdiği, doğru yoldan döndürülenlerin sapma noktaları arasında irtibat olabileceği önermesini sunduk.

Rohan halkını Miğfer Dibi'nde kuşatan Uruk-Hai ordusu

Rohan halkını Miğfer Dibi’nde kuşatan Uruk-Hai ordusu

Peki Orkların başka hangi özellikleri var idi? Orklar, asker. Kuvvetli, dayanaklı, merhametsizler. Aynı zamanda emir komuta zincirine riayet eden, letafet ve zarafet noktasında sıfır olan, vahşiden de öte bir güruh. Tolkien, Morgoth’un Yüzüğü yazmalarında onlar için “İnsan suretine bürünmüş (humanized) canavarlar (beasts)” nitelemesinde bulunuyor. Bu vahşilerin tâlim sisteminde görülen önemli özelliklerden biri de, onlara konuştukları dili Melkor’un öğretmiş olması. Onların bütün vahşiliklerinin terbiye! edicisi de Melkor. Terbiye ifadesini özellikle kullandık, zira Tolkien’in kullanmayı tercih ettiği kelime olan “bred”, sözlük anlamı itibariyle bu karşılığı veriyor. Bir anlamda Melkor onlara rab’lik taslıyor. Onlara öğretilen ve verâseten, Yüzük Savaşları dönemine kadar intikâl eden bu dil Sauron tarafından tâlim edilmeye devam edilen Kara Lisan (Black Speech). Bu dil onlara, Melkor tarafından, her bir kelimesi öğretilerek kaydettiriliyor. Orklar’ın konuşma nâmına çıkardıkları isyankârane sesler dahi Melkor tarafından konmuş.

Bir parantez açarak hatırlatalım ki, Tolkien’in, yazarken Türkleri kastettiği iddia edilen Orklar, bu Orklar. Bu parantezi tekrar açıp kapatmayacağız.

Saruman'ın ordusundan bir Uruk-Hai

Saruman’ın ordusundan bir Uruk-Hai

Orklar’ın ruhu var mıdır? Yazmalarda geçen bu husus için, Eru’nun onlara nihaî anlamda ruh vaz’etmediği ifade ediliyor. Melkor’un elini değdirdiği şeylerde oluşan yıkım, ahlakî ve teolojik çerçevede kendini gösteriyor. Onun eline geçirdiği her ne olursa muhakkak bir tahrip görüyor ve Elfçe’nin Quenya lehçesinde “fëa” olarak adlandırılan ruh, sürüklenerek varlığını yitiriyor ve geriye sadece, aynı dilde “hröa” denilen beden kalıyor. Cismaniyetten çıkıp, ruhun derece-i hayatına yükselmesi için sahneye itilen bir varlık, hayvanlardan da aşağı bir derekeye düşüyor. İşte buna Tolkien, “Morgothism’e Düşüş” adını veriyor. Morgoth, Melkor’un isyan sonrası dönemine ait sıfatlarından biri ve Kara Düşman anlamına geliyor. Elflerin ölümsüzlük vasfı da Orklaşma ile birlikte çok uzun ama devamlı solan, zayıflayan bir bedenle yaşama mertebesine düşüyor. Her hal ile düşüşler silsilesi.

Tolkien, insan suretine bürünmüş canavar konseptini, Melkor’un İnsan ve Elflerle dalga geçmeye matuf bir hareketi olarak değerlendiriyor. Onların iradeleri de bir köpeğin veyahut bir atın sahibine yönelen sadakati ölçüsünde bağımlı ve onlardan ayrı olduğu anlardaki kadar bağımsız. Üzerine tedbir konmuş bir müstakil irade söz konusu. Orklar’ın kim olmadığı konusuna daha belirgin adımlarla ilerlerken aslında onların esasta kim olduğu konusuna yaklaşıyoruz. Morgoth (Melkor), Ork iradesinin üzerinde mutlak tasallut kuvvetine sahip. Sauron’un dahi, onun da Melkor’un hizmetkârı olmasından ötürü, tam olarak sahip olmadığı bir yetki bu. Orklar, Sauron’a isyan etme kapasitesine teknik olarak sahip iken, o isyan halinde dahi Melkor’un emrinden, çaresizlik içindeki sadakatleri yüzünden dışarı çıkamamaktalar. Bütün bu hasletler bizi düşündürmeye başlarken yazarımızın şu ifadelerine geliyoruz. Sadece Eru (Tek Olan, Iluvatar’ın bir başka sıfatı), sevgiyi ve müstakiliyeti, salt kendinden kaynaklı olarak birisine verebilir. Eğer ki bir Valar, mutlak bir itaat düşüncesini, iyilik adına dahi olsun, “şöyle olun, böyle şekillenin” cebriyle, bir varlığa vermeye kalkarsa, o varlık ancak robotik bir hizmetkâr olacaktır ve kötülük onu saracaktır, kötülüğe hizmet edecektir. Ene, irade, muhabbet unsurlarının yalnız Eru’dan kaynaklı olarak verilebileceğini anlıyoruz. Bu konuda rol çalma teşebbüslerinin yalnız salt kötülük doğuracağı ve taklitçi robotlardan ileri gidilemeyeceği anlaşılıyor.

Saruman'ın "yaptığı" bir Uruk-Hai

Saruman’ın “yaptığı” bir Uruk-Hai

Melekler Ağlarken eserinden:

Yaptıkları zalimce uygulamalardan dolayı ekolojik dengeyi bozarak dünyayı kurutup çöl haline getirmiyorlar mı ve bütün yaşamı hızla yok etmiyorlar mı? İşte bunlar Yecüc’ün amelleri… Bu yeni insan ırkı, normal insan ırkının bağışıklık sistemine sahip olmayacak… genlerle oynanması ve bu etkenler birleşince Mecüc de bir anda türüyüverip seti (İyilik Duvarı’nı) aşacak… Genleriyle oynanmış, kalpleri olmayan, bugünkü deyimiyle yarı biyonik yeni bir insanın türemesi. Bu ırkın türemesi bir erkek ve bir kadından meydana gelmeyecek. Farklı bir ortamda, bilimsel çalışma altında bu ırk türeyecek. Bu ırk için dişiye gerek olmayacak. Aklından şöyle bir şey geçmesin: Bunlar insanın yeni bir insan yaratması değildir.

Yecüc-Mecüc hakkında hadis-i şerif:

‘Adem ihtilâm olur. Menisi toprağa karışır ve o topraktan Yecüc ve Mecüc yaratılmıştır.’

Oktan Keleş’in Melekler Ağlarken isimli eserindeki ilgili bölüm çok daha geniş ayrıntılar içeriyor. Biz konumuzla doğrudan ilgili kısımları özet olarak aktarırken, bir konuda kulaklara karsuyu kaçırmaya çalışıyoruz. Orklar ve onların melezlenme işlemiyle geliştirilmiş versiyonları Uruk-Hai’ler neyi temsil etmektedir?

Belli aralıklarla, medya organlarınca “Türkler Yecüc-Mecüc mü?” haberlerinin yapıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Yazımızda Türklere henüz değinmedik. Tekrar açıyor olduğumuz parantezi kapatmayacağız. Parantez bir sonraki yazımızda açık kalarak devam edecek. Bir kulağa karsuyunu, Orklar’ın kim olabileceği önermesiyle kaçırmış olduk. Orklar’ın mahiyeti konusu devam edecek. Biz diğer kulağa da karsuyu verelim. İddia sahiplerinin ellerindeki en büyük argüman, Ork kelimesi ile Türk kelimesi arasındaki ses benzerliğinin algılarda uyandırdığı etki. Hakikî olmayan şeylerin kamuoyunda kabul görmesinde en temel argüman hep budur. Algının muhâkemesiz kabulleri. Biz de diyoruz ki, algıya değil hakikate hizmet edelim. Asıl ses benzerliği, kim ile kim arasında beyan edelim ki hakikat, sisten dumandan sıyrılsın. Orklar, nefret ettikleri, Orta Dünya hakimiyeti için yaptıkları savaşta en büyük düşmanları gördükleri ve onları mağlup edip yok ederlerse mutlak galip geleceklerini düşündükleri Gondor Ülkesi’nin sakinlerini nasıl çağırıyorlar?

  ‘Tark!’

Parantezi kapatmayacağız.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

  1. Pingback: ARAGORN ve GONDOR ÜZERİNE – YEŞİL GÜNEŞ

Leave A Reply