İç Âlemimde Neler Oluyor? Bölüm – 14

4

Dört “Kul” Vadisi / Bu Davet Mevlâ’dan

Bu vadide esas hakikatin, zahirde görünende değil, onun ardında örtülmüş gizli manasında olduğunu anlamıştım. Ama neydi o gizli manalar? Hepsi sırdı benim için. Esasında buradaki her şey kendi diliyle kendini tanıtmıştı; ancak ben heyecanla neyi öğrenebilmiştim? Hâlâ bilmiyorum. Âdem adeta aklımı okur gibi uzun uzun baktı yüzüme:

.Çok şeyler öğrendin Ceylan. Hepsini düzene sokabilmen için kendine zaman tanı! Şu anda şahit olduklarının şaşkınlığı içindesin. Zamanla yaşadıklarını tek tek iç âleminde hazmedeceksin ve hazmettiklerin damarlarından her zerrene yayılacak. Hayallerinde merak olup seni dağlara tırmandıracak. Gözlerinde şafak olup gördüğünden nice güneşler doğduracak. Dilinde başak olup bir sözünden nice anlamlar verdirecek. Aklında burak olup seni ufukların ötesine götürecek. Kalbinde felâk olup ümitsizlikten ümidi, nefretten sevgiyi, karanlıktan nuru çıkartacak.

Kalp senin sahan, yurdun. Zafer de hezimet de burada gerçekleşiyor. Yurdunu iyi tanıman ve koruman gerekiyor. Bineğini iyi hazırla. Eskiden savaşta, yolculukta atlar güvenlik adına dikkatle hazırlanırmış. Ancak ata mesafeleri aşma şevkini, yorulmama gayretini yol arkadaşlığıyla, sevgisiyle binicisi verir. Dizginsiz atın şahlanışı zafer değildir. Kalbi dinlemeyen bedenin, nefsin gidişi ise amansız. O kalp ki içinde Sultan’ın tahtı var. Sultan’ın fermanına karşı gelinirse ve atın binicisi dizginsiz nefisse ne imtihandan başarı ne savaştan zafer beklenir. İnsanlık tarihinde süregelen bir zafer, süregelen bir hezimet yoktur. Devamlı değişen ve dönüşen bu âlemde hezimetin de zaferin de sebepleri var.

Bizler güzelliği, iyiliği kendimize mal etmeye, çirkinliği, kötülüğü de üstümüzden atmaya meyilliyizdir. Çünkü bu benliğin, nefsin özelliği. Ayrıca doğuştan verilen iradeyle dünyada yaptığımız her şeyin maliyetini üstlenme sorumluluğumuz var. Ve bu meyille, bu nefisle ve iradeyle sınav dünyasındayız. Seçme özgürlüğü olmasa sınavın anlamı mı kalır? Sınavı kime veriyoruz? Bu sınavı bize hazırlayana. O zaman kazanmak için O’nun dediklerini iyi öğrenmeli ve emirlerini yerine getirmelisin. 

Dört kul. Sultan’ın dört “Kul” emri, hezimetten kurtulmanın ve sonundaki zaferin dört sırrını veriyor. Ve sen, kalbindeki vadide uygulaman gereken bu dört hakikati öğrendin. 

Bu âlemin yollarında melekle şeytan yan yana yürür. Meleğin elinde tuttuğunu ondan alabilmek için devamlı tetiktedir şeytan. Kalp meleğe sıcak bakar, nefis ise şeytana. Akan suları kirleten kanallar olduğu gibi kirli suları temizleyen çark ve çağlayanlar var. Yemyeşil vadilerden akan tertemiz suların karanlıklar içinde nasıl zifte dönüştüğünü gördün. Güllerin kokusunda kendini buldun. Bir baktın; atmosfer değişmiş, sesler bile iğrenç kokuyor. Bunları yaşadın ve son nefesine kadar yaşayabileceğin konusunda dört sureyle uyarıldın. Yani dört sure bizim yolculuktaki zırhımız. 

Şimdi düşün: Odanın havası biraz ağırlaşmış ve temiz havaya ihtiyacın var. Ne yaparsın? 

.Ağır, kirli havanın çıkması için pencereyi açarım.

.Biraz nefeslendikten sonra hemen kapatır mısın? 

.Hayır, kapatmam; çünkü odadaki havanın değişmesi için bir müddet beklemem gerekir. 

.Çünkü kirli ve temiz havanın mahiyeti; özü farklıdır ve farklı iki şey bu niteliklerini muhafaza ettikleri takdirde aynı anda bir arada olamazlar. Fizikte de aynı kanun yok mu? Aynı şekilde aynı odada aydınlık ve karanlık da bir arada bulunamaz veya aynı yer ya sıcaktır ya da soğuk. Öyle bir yolda yürüyoruz ki beşerî yönümüzün taşlarına basmadan, nefsimizin dikenlerine dokunmadan geçebilmemiz sence mümkün mü?

.Mümkün olsaydı beni buralara getiren ihtiyacı duyamazdım.

.Bak, ihtiyaç duymak dedin. Çok güzel. Demek ki çevrendeki güzel, tumturaklı konuşmalar, kitap okumalar yetmedi sana. Çünkü insanın gerçek insana ihtiyacı var. Sözlerden ziyade davranışlara sinmiş insanlık kokusuna susuz toprağın yağmura ihtiyacı olduğu gibi ihtiyacımız var. Görünüşü ve hali ile bir mana ifade etmeyen hiçbir şey, kalbe tesir etmez. Bu hali edinebilmemiz için kalbin sözlerini dinlememiz lazım. 

Neden huzur sükûnettedir? Çünkü sükûnette söz susar, gönül konuşur. Hırsın, tutkuların savurmalarından uzak dingin bir yerde ne akıl şaşar ne kalp yorulur ne de ruh boğulur. İşte dört “kul” vadisinde bu iç huzurunu, bulacaksın. Nefsin bizi saran zehirli dallarını sekine aynı bıçak gibi keser. Bu dört sure de iç âlemimizde aynı işlemi yapıyor. Gizli, açık şirk, küfür, nifak adına kalbe musallat olan ne varsa hepsinden kurtarıyor. Bu vadi “Gerçek Hekim”in hem muayenehanesi hem eczanesi. Kısacası; bakmak O’ndan, teşhis O’ndan, tedavi ve ilaç O’ndan.

Kafirun Suresi; görüntüde sadık, özünde riyakâr; görüntüde mümin, özünde müşrik, kafir karaktere takınmamız gereken kesin tavrı anlatır. Hem inanmayacaksın hem de başkasına inanır görüneceksin. Bu, münafık karakteri. Dikkat et: Peygamberimize ne diyorlar?

Gel sen bizim ilahlarımıza bir sene tap, biz de senin ilahına bir sene tapalım. Sen bizim ilahlarımıza bir ay tap. Biz de senin ilahına bir sene tapalım. Sen bizim ilahlarımıza bir gün veya bir ay tap, biz de senin ilahına bir gün veya bir ay tapalım.

sonra daha da ileri giderek

O halde bizim ilahlarımıza elini sür, biz de seni tasdik edelim, ilahına tapalım.

Ne görüyorsun bu ifadede?

.Muhatabının kanına sinsi sinsi, ürkütmeden girmeye çalışan habis bir ruhu görüyorum. Adımlarını yavaş yavaş karşısındakinin tepkisine göre atıyor. “Bir sene tap.” talebinden “elini sür.”e daralan bir sızma durumu var. Herhalde en tehlikeli yer burası olsa gerek.

.Evet. Şeytan’ın esas sızdığı yer, bu çatlak. “Bir kereyle bir şey olmaz.” “Azıcık aldım.” “Sadece bir kerecik yaptım.” Bunlar hep duyduğumuz sözler. Bir yolda ilerlerken başlangıç noktasından ne kadar ayrılıyorsan bitişe de o kadar yaklaşıyorsun demektir. Bunun gibi haktan bir adım da atsan o anda batıla bir adım atıyorsun. Yani batıla iradenle yanaşıyorsun. Şeytanın beklediği de işte bu ilk adım. Diğerleri daha kolay. 

Peygamberimiz ne diyor?

Ben sizin taptıklarınıza tapmam.
.

Sonra tekrar gibi gelen şu ayeti söylüyor:

Ben sizin taptıklarınıza tapacak değilim.
.

Tapacak değilim. Yani sadece şu an değil, yaşadığım sürece bunu gerçekleştiremem; çünkü böyle bir yapı yok bende. İnanç ve ibadet bakımından ne ben size benziyorum ne de siz bana benziyorsunuz. 

En sonunda da:

Sizin dininiz size, benim dinim bana.
.

Yani sen kendi yoluna, ben kendi yoluma. Bıçak gibi kesen kesin bir hat. Ve ümitleri kırılan müşrikler Peygamberimizin yanından ayrılıyorlar. Bu sure, zehirli hava gibi içimize süzülen vehimleri, şüpheleri ortadan kaldırıyor; çünkü nefsin arzularının ve şeytanın kirli parmaklarının kalbimize dokunmasına izin vermiyor.

.O zaman pencereyi açıp odayı iyice havalandırdıktan sonra doğal olarak içerisi havanın mis kokusuyla, diriltici tazeliyle doluyor. Yani çarktan geçerek temizlenen sular, çağlayanlarla da eski doğal haline geliyor. Vadi arınıyor, yeşilleniyor, bahçeler gül kokmaya başlıyor.

.Evet Ceylan, anlamışsın. Senin kalbin de önce“Kafirun”la arınıyor ve sonra “İhlas”la donanıyor, ziynetleniyor, çiçekleniyor. Ve düşüncelerin, hislerin, hallerin gül kokmaya başlıyor.

.Kafirun’la arınan kalp İhlas’la güzelce şekillendi, süslendi; her şey yerli yerine oturdu. Peki böyle bir durumdan sonra niye tedirginliği yaşatan ve uyaran Felak ve Nas geliyor?

.Buranın imtihan dünyası olduğunu konuştuk; yani son ana kadar “Başardım.” düşüncesi asla olmamalı. Kısaca: Her an Yaradan’a sığınmaya muhtaçsın. Başına gelenler seni bu rahmet limanına iten sebepler. Derin düşündüğünde şeytanın varlığı bile rahmettir. Yoksa kendi haline bırakılsan içindeki tembel nefsinin o limana, o sıcak, müşfik sineye seni götüreceği yok.

Felak Suresi’nde dıştan gelen şerlerle karşı karşıyasın. Birbirinden farklı özellikler taşıyan şerlerin bir araya geldiği bir tehlike var. 

Karanlığın şerri. Çünkü karanlık kötülüğe, insanın şer işlemesine müsait ortam hazırlar. Tehlikeyi göremediğin, yırtıcı, zehirli her türlü varlıktan zarar görebilme ihtimalinin fazla olduğu bir atmosfer. Ve sinsi köşeleri seven kötülerin; fesatlıklarını, yalanlarını düğüm düğüm dizerek büyü yapanların; bir bakışla adeta insanı devrilecek hale getiren hasetçilerin şerri. Hepsi dışarıdan geliyor ve sen bütün bu şerleri ortadan kaldıran hayrı, selâmeti, aydınlığı, umudu müjdeleyen “sabahın Rabbi”ne sığınıyorsun. 

.Anladığım kadarıyla şer hâlâ geçip gitmiş değil; çünkü asıl tehlike içimizde. 

.Evet, seni baştan çıkaran, görüntüde şeytan gibi görünüyor; ama gerçek sorumlu olan, nefsindir. Yani kendin. İşte bu sureler sert esen rüzgâr gibi gerçeği yüzüne çarpıyor. “Kendine gel, ayakta kal.” diyor. “Sağlam bir yere tutun; yoksa devrilir, savrulur, yok olup gidersin.” 

Nas. Kur’an’ın son suresi. Anlamı insanlar. İnsanlarda işaret ettiği neresi? Onların iç âlemi. O âlemin kapısını düşmana açan kim? Sensin. Kapılar çok; ama en tehlikeli kapı hangisi? 

.Benlik iddiası. Hatta Firavun bunun sınırını hayli zorlamış ve haddini aşmış.

.Doğru. “Ben sizin en yüce Rabbinizim.”1 sözü -içimizdeki benlik tohumu yanlış kullanıldığında- nerelere varılabileceğini gösteriyor. Benlik iddiasının sonucu; makam hırsı, engelleyen ne varsa onu ortadan kaldırma ve hak olanı inkâr.

.Peki bu özellik neden fıtratımda var?

.Senin bu dünyadaki görevin neyse onun için var. Sultan’ın mülkünde, O’nun namına tasarruf edebilecek kabiliyette yaratıldın. Sana düşen; benim gözüm, dilim, yuvam derken bir damla olduğunu unutmaman. Damlayı; yani kendini inceleyerek deryayı tanıman.

.Bunun için ne yapmam gerekiyor? 

.Verilen emanetleri Yaradan’ın rızası yolunda kullanmak. Yani benlik duygusunu O’nun yolunda değerlendirmek. Benim aklım, benim ellerim derken nasıl nimetlere sahip olduğunu bilmek. Aklınla, ellerinle gerçekleştirdiğini sandığın başarının altına imzanı atarak sahiplenmek değil. Çünkü böyle davrandığın, “sebepleri veren”i görmezlikten geldiğin takdirde Firavunun yoluna adım atmış olursun. Ve adımlar adımları takip eder.

Ayrıca insan tekâmül edebilmek için devamlı yükselme özelliğine sahip. Mesleğinde, kariyerinde kemâle erebilmek sevdası hırsa döndüğünde de aynı tehlike söz konusu. 

.Kendimizden üstün, güçlü, akıllı birine hayran olmamızda ve bir tehlike anında ondan medet ummamızda da bu tür tehlikeler var, değil mi?

.Hayranlığı ve saygıyı, sınırı aşarak tapma raddesine götürüyorsan ve ondan medet ummayı sadece ona sığınmaya dönüştürüyorsan -evet- var. 

.O zaman insan haddini aştığında rablık, meliklik ve ilahlık iddiasında bulunabilecek kadar tehlikeli bir hâle girebiliyor demek.

.Doğru kavramışsın. Yaşamımıza bak. Herkes her an sana bir şeyler öğretme çabasında. Seni eğitmek istiyor. Hepsinin altında senin hayrını dilemek mi var? Maalesef yok. Senden sorumlu olanları anladık; ama diğerleri? Herkes mürebbi, herkes eğitimci. Yani nefis rab makamında. 

Buraya kadar çok fazla tehlike yok; ancak ele bir fırsat, bir imkân, güç geçmeye görsün; hükmetmeler, idare etmeler; hatta ezmeler başlıyor; yani nefsin gözü melik makamında. 

Bu da yetmiyor nefse; işi azıtıyor. İlmi varsa, bir de manevî bir cazibeye sahipse kendisine yönelen ihtiyaçlar, yalvarmalar, sığınmalar benliği doruğa çıkartıyor; Hedef: İlahlık makamı. 

Tabii bu koridorlarda şeytan cirit atmasın da ne yapsın? Her köşede “hannâs”ın vesveseleri kurşun gibi insanın üzerine yağıyor. Oysa doğuştan sahip olunan açlık, acizlik, tehlikelerden korkma, sığınma, yalvarma ihtiyaçları “Gerçek Sultan”a arz edilse, sadece insanların Rabbine, insanların yegâne Hükümdarına, insanların İlahına sığınılsa sinsi şeytanın şerrinden kurtulacağız.

İşte kalp ilindeki dört vadinin hikâyesi bu. Bu hikâyeyi en güzel anlatan kim? Güllerin Sultanı. Onu izle, onu dinle, onun işaret ettiklerine dikkat et:

Aklında, özünde varsa Efendim;
Bahçeler başkadır, gülleri başka.
Kanının sözünde yârsa Efendim;
Cümleler başkadır, dilleri başka.

Gülü gül yapan şey, diken değil mi?
Sedefin incisi, çeken değil mi?
Ürünü bol alan, eken değil mi?
Dünyanın nur olan illeri başka.

Bu ilde kapılar zikre açılır.
Rüzgârı bol eser, rahmet saçılır.
Her anı ömrünün hayra biçilir.
Güneşle işlenen telleri başka.

Dili kalp nakışlı; yalanı da yok.
Sofrası merhamet; kalkanı da tok.
Gül satan, gül kokar; alanı da çok.
Rengine boyanmış elleri başka.

Boş geçen gününe yanar gibisin.
Vuslatı daima anar gibisin.
Her sesi bir çağrı sanır gibisin.
Bu yolda kulların halleri başka.

Göze can koyanın bakışı umman.
Boyuttan boyuta yücelir sevdan.
Ruhunu kuş gibi uçuruyorsan
Bu davet Mevlâ’dan; gel’leri başka.

Evet Ceylan. Muhterem sana “Bu yolculuk uzasa, bu hâli kaybetmesem.” diye düşündüğünde devam edebileceğimizi söylemişti. Onun dediği gibi tercih sana kalmış; ama bana sorarsan bir başka zamana bırakalım derim. 

.Haklısınız. Eve dönme zamanı geldi.

.Hüzünlenme! Bir başka zaman durum gerektiğinde -İnşallah- yine beraber oluruz. Şimdi sorarım sana: 

Çektiklerimiz, gözyaşlarımız, sessiz feryatlarımız bu hakikatlere değmez mi? Kim bilir daha dökemediğimiz ne sözlerimiz, iç dünyamızda ne doğumlarımız var?


1. Naziât / 24
Paylaşın.

Yazar Hakkında

4 yorum

  1. Kamil Türk on

    Huzur veren bir kaleminiz var,ilmek ilmek işliyor adeta gönlümüze.
    Günlük hayatın stresinden uzaklaşıyoruz okudukça.
    Dört kul vadisindeki surelere çok güzel bir tefekkür ile bakmamızı sağladı.
    Bu ara bu kadar sık geleceğini beklemiyordum yazıları ayrı bir müjde oldu bizim için teşekkür ederiz.
    Bu zamanlarda insanlığın hissettiği bir daralma,manevi bir zayıflama,sabırsızlık,ümitsizlik girdabından kurtulmak ümidiyle.
    İçimizdeki dürülü olan alemlerin kapılarını tefekkür anahtarıyla açmayı nasip eylesin.
    Güzel günlerin arifesinde sizden de dua istirham ederim.
    Gönlünüze sağlık.

    • Sayın Kamil Türk,
      İnce değerlendirmeleriniz için teşekkür ederim. Huzur sirayet eden bir duygudur. Bir gün sizin dilinizden dökülen sözlerle, bir gün benim kalemimden süzülen hislerle, bir gün karşımıza gelen herhangi bir olayla veya bir manzarayla içimize işlenir. İşleyen ne benim ne de sizsiniz. Bize sadece halis bir niyet, irademizle hazırladığımız temiz bir kalp düşüyor. Derin düşünüldüğünde “hazırlamak” bile bizim işimiz değil. Yorumunuzun sonunda belirttiğiniz gibi dilemek ve dua etmektir, bize düşen. Talebinizi aldım, baş üstüne koydum.
      İnsan insana yüreğini açtıkça, dilek dileklere şevk kattıkça ve her şeyden önce Mevlâ’mız yolunu bize açtıkça bu yoldan hep beraber -yine O’nun izniyle- O’na yürüyeceğiz. Duamdasınız. Böyle bilin. Sevgilerimle…
      Elif Kaya

  2. Sinesinde aşk olanın
    Harfi aşk kokar
    Aşk kokan harfler
    Aşk olmaya yol arar arayan sinelerde

    Harfleriniz elimden tuttu, yol gösterdi. Aynı satırları farklı zamanlarda okudukça farklı manalar açıldı.

    Değerli eseriniz için çok teşekkür ediyorum.

    Yüreğinize gayret bedeninize afiyet diliyorum.

    Muhabbet ve hürmetlerimle

    • Sevginin her emeği, bir harftir. Her harfi insanca işleyen, kalbini hem zenginleştirir hem zengin kılar.
      İnsanın her zerresi, bir harftir. Her harfini hakikate çevirenin dünyası hem anlamlıdır hem anlam verir.
      Hakikatin her sözü, bir harftir. Her harfini ahlâk edinenin yolu hem aydınlıktır hem aydınlatır.
      Ahlâkın her noktası, bir harftir. Her harfini hayata döşeyenin adımları hem sağlamdır hem sağlam yürütür.
      Hayatın her anı, bir harftir. Her harfini doğru heceleyen, hikayesini hem güzel yazar hem güzel okutur.

      Sevginle, emeğinle insan gibi insan oldun hep. Hakkı, hakikati aramayı ahlâk edindin. İnşallah her anını daima doğru heceler, hikayeni daima güzel yazar ve güzel okutursun güzel kızım.

      Elif Kaya

Leave A Reply