İç Âlemimde Neler Oluyor? Bölüm – 12

0

Dört “Kul” Vadisi / Yol Bilmecesi

Eve dönüyoruz Ceylan. Yaşadıkların seni senden bir hayli aldı, biliyorum. Şahit olduklarınla ayakların yerden kesildi. Yaşadığın dünyaya dönmek belki de zor gelecek. Ancak şunu unutmamalısın! Bu gördüğün hâller her yerde, her an yaşanıyor ve her şey, içinde nice sırlar saklıyor. Sırrın anahtarı senin gözbebeklerin ve şuurundur. Onlarla açabilir ve görürsün. Bu âlemin mevsimleri dünya mevsimlerine benzemez. Kalbinden doğan güneşe göre, can toprağından yayılan ısıya göre, ruhundan göklere uzanan ve yankısını rahmetle alan nefesine göre baharı ve kışı yaşarsın. Yoksa bulanık nazarın, donmuş hislerin engel olur; ne görür ne de hissedersin. Bakmasını bilene her sahilde, her köşede nice sırlar sofrası kurulur; ama ne yazık ki gafil göz göremez, gafil kulak işitemez, kirlenen nefes neyde olduğu gibi sırlara karışamaz.

Bütün bu denilenlere karşı bir şey söyleyemedim. Zaman geçtikçe sözlerin, kelimelerin yerini çok başka şeylerin aldığını fark etmeye başlamıştım. Kalbimin titreyişleri aynı mors alfabesi gibiydi. Âdem hâlimi anladı:   

.Gitmeden önce bir yere daha uğramamız söylendi Ceylan. Sonra yuvanda kendinle bol bol sohbetin tadını çıkarırsın. 

Muhteremden ayrılmam nedense zor geldi. Derinlerine dalmak istediğim suları mı buldum gözlerinde, bilmiyorum; yoksa kanatlanmak istediğim gökleri mi? Sarıldım ellerine ve neyin kokusunu, gecenin sırrını, sofranın bereketini içime çektikçe çektim.

.Ah, Ceylan! Ne güzel yüreğin var senin, ne masum gözlerin… Endişe duyuyorum bunlara halel gelebilme ihtimalinden. Şimdi Âdem’le bir yere gideceksiniz: “Dört Kul” vadisi derler bu âlemin sakinleri. Âdem iyi bilir orayı. Sana gerekeni anlatacak. Yararlanabildiğin kadar yararlan. Çiçeklerini kokla, sularından doya doya iç. Oranın havasından, suyundan gıdalananlara bu dünyanın kiri, pisliği -Allah’ın izniyle- bulaşmaz. Bulaşsa da sen o vadiyi hemen hatırlarsan oranın suyunu içmiş, havasını solumuş gibi olursun. Haa… diyorsan biraz daha bu yolculuk uzasa, bu hâli kaybetmesem. O zaman tercih sana kalmış. Kaygılanma, Âdem hep yanında olacak. 

Göklerin ve suların yansıdığı bu gözlere bir kere daha baktım. Esasında yıllardan beri ne kadar nasibdarmışım ve hepsine ne kadar gafil ve nankör… İçimde yaşadıklarımdan utandım. 

.Şunu unutmamanı dilerim Ceylan: İki şeyle imtihan oluruz. Ya lütufla, verilen nimetlerle ya kahırla, elinden alınanlarla. Çünkü hayatın dümeni iki çarkla döner: Şükür ve sabır. Şükür; göndereni görerek ona teveccühün, teşekkürün ve sadakatin. Sabır; gönderene itimat ve imanın, sığınma ve teslimiyetin. Bu iki merkez “Tek merkez”e bağlanan esas hatlardır. Sakın bu hatların ipini elinden kaçırma. Sımsıkı tut!

Yola koyulduk. Dünya adımlarıyla daha önceki sırlı hâllerden uzak, yavaş yavaş yürüyorduk. 

.Şimdi her gün yürüdüğün yollara benzer bir yolda yürüyoruz. Ve bu yolların etrafında ne gizemli yeşillikler, mor, yeşil reyhanlar, yaseminler ne misk ceylanları ve ne de sahildeki sırlar sofrası var. Çünkü onların hepsi sadece birer vasıtaydı. Gerçek menzil, uyanan kalbinin “Gerçek Dost”a kavuşması. O’na kavuşma yolunda önüne hep engeller çıkacak, düşmanın hep olacak. Ve sen sığınmak için hep o Dost’a koşacaksın.

Engel deyip geçme ve her düşmanı sakın aynı sanma. Biri ısırır geçer, biri sokar öldürür. Seni iyi tanımayan, zaaflarının derinliklerine nüfuz edemeyen, sadece bildiği, gördüğü yeri gözüne kestirir ve hedefini tayin eder. Ama öyle düşman vardır ki, her yerini ve her köşeni bilir; hatta senin bile bilmediğin yerlerini. Sen sanırsın ki artık tehlike yok. Bir bakarsın aniden karşına çıkmış. 

Bu yolculukta öyle değişik yerler gezdin, aklının alamayacağı öyle hâller yaşadın ki… Bunları kendinden zannetme! Sana lütfedildi ve yaşadın. Önüne konan her nimette olduğu gibi her hâli onu verenin adıyla yaşa, üzerinde tefekkür et ve şükret. Kendinden bilirsen boğazında kalır, boğulursun. Düşünsene bir; nereden nereye geldin.

Âdem’in sözleri her zaman olduğu gibi içimi aydınlatıyordu. Birden tanıdık gelen bir duyguyla etrafıma baktım. Yol aynı yol; ama çevre aynı çevre değildi. Rüzgâr başkalaşmış, kokular değişmiş, renkler başka âlemlere dönüşmüştü. Birden heybetli iki dağın karşısında buldum kendimi. Dağ heybetin adıdır; ama bu dağlarda sanki heybetten daha farklı şeyler vardı. Sırtım ürperdi birden. İçimde tuhaf kıvılcımlar hissetmeye başladım. 

.Garip… Bir değişiklik mi var bu dağlarda? Kendimi tuhaf hissediyorum.

Âdem gülümsedi. 

.Yapın belli ki çok hassaslaşmış. Güzel… Radarların iyi çalışıyor. Dağlar şu anda bizden uzaktalar. Yakınlaştıkça nasıl olacaksın acaba? Onlara baktığında içinden neler geçiyor Ceylan?

.Azametleri titretiyor içimi. Cesaret, mücadele, engel, zorluklar aklıma geliyor. Benim küçücük bir ceylan, onların dev birer kaya olduğunu düşünüyorum. Uzaktan bakınca avuca alınabilir iki şekil, yaklaştıkça artan iki güç olduğunu görüyorum. İlkin çevremdeki varlıklardan biriydiler, aynı seviyede hareket etmeden seyrediyordum. Yaklaşınca herhalde başımı kaldırmam gerekecek. Ve boynumu ne kadar geriye doğru itsem de nazarım yetmeyecek.

.Gördüğün bu iki dağ daha önce gördüğün dükkanlar, kapılar, derya, martı, çiçek gibi sana yine çok hikmetler söyleyecek. Endişelenme! Yine her şeyi birlikte çözecek ve anlayacağız. Manevî âlemin dağlarını, rüzgârını, denizini, dalgalarını yaşadın ve bazılarını da beraber yaşadık. Biraz sonra göreceğin vadinin, vadide akan suların da bir hakikat dili var mıdır sence? 

.Vardır elbet; ama gördüklerimi idrak ve ifade etmek benim sınırımı aşar.

.“Vardır elbet.” dediğine göre bir şeylerin farkındasın. O zaman sen başla, ben tamamlayayım.

.İnsan bu kâinatın küçük bir numunesi. Büyük âlemde olanların küçük âlemde de olduğunu biliyorum.

.Doğru. O zaman yeryüzünde ve gökyüzünde olanlar senin iç dünyanda da gerçekleşiyor. Peki, varlık âleminde her şey neden sürekli hareket halinde?

.Çünkü her canlı doğumuyla başlayan ölümüyle biten bir yolculuktadır. Sürekli hareket halinin, doğum ve ölümle ilgisinin olabileceğini düşünüyorum. Bir yanda hep oluş, bir yanda da bozuluş. Ve bu yapı, dur durak bilmiyor. 

.Çünkü bu yapı sürekli yenileniyor. Her an her yere, her zerreye Yaradan imzasını atıyor. Düşünsene: Böyle bir hareketliliğin üzerinde yaşayan bizler, nasıl hareketsiz kalabiliriz? Akarsular, deniz, dalgalar, akıntılar, yeraltı suları, buzullar, havada nem, buhar… Hepsinin özü aynı: “Su.” Farklı şartlarda sadece kalıpları değişiyor. Senin de kalıbın değişmiyor mu?

.Değişmez olur mu? Yaşım ilerledikçe yüzümde çizgiler, gücümdeki enerji, aklımdaki parlaklık hep değişiyor. Doğum ile ölüm arasında geçen yaşamım; benim anlamım, aslımı bulma arayışım… Şu an da sizinle manevî bir seferde değil miyim? Gün dönüyor, her varlık büyüyor, yeryüzü her mevsimde şekilden şekle giriyor. Bunların hepsi birer değişim.

Bir yandan konuşuyor bir yandan yürüyorduk. İlerledikçe çevrenin etkisiyle ışıklar ve gölgeler farklı şekillerde üzerimize vuruyordu.

.Evet, her şey değişime tabii ve sefer halinde. Bu ilahî bir kanun. Bu kanuna göre her varlık kemâline doğru ilerlerken değişiyor. Aslını bulmaya çıkan, hakikatine yaklaştıkça gölgelerinden sıyrılır. Her şey bu kanuna uyar; ama senin diğer varlıklardan bir farkın var. İnsan olarak akla, iradeye, tercih etme ve değişebilme özgürlüğüne sahipsin. Tabi bu değişme kötüden iyiye doğru olduğu gibi, iyiden kötüye de olabilir.

.Ben de bundan korkuyorum. Ya iyiden kötüye meyledersem…

.Korkma. Farkındalık kabiliyetini, kalbindeki inancı ve Yaradan’ın ipine sımsıkı bağlanmayı unutmadığın sürece inşallah başaracaksın. Çünkü yaradılışında “La ilahe illallah” mührü var. Yani sen batıla değil, hakikat olana meyillisin. Ancak bu hakikati fark etmen ve istemen gerek. Düşün: Neden insanoğlu bu kadar huzursuz?

.Bu hakikatin üzerine gölge düşürdüğü için. Yaradılışı ilerlemekten, değişimden yana, ruhu tek mekâna sığmıyor. Aklı sormak ve sorgulamak, kalbi sefer istiyor. Ama ne yazık ki kendisi bunların farkında değil. Özdeki istidatların açılmak ve kemâle ermek istediğini söylemiştiniz. Ve insan bu isteği, habersiz olduğu derinliklerinde yaşıyor. Gafleti ve bu özlemi onu ikilemde bırakıyor ve onu bir kaosa sokuyor.

.Biraz evvel “ Manevî bir seferde değil miyim?” demiştin. Sefer tam anlamıyla nedir sence?

.“Bir mesafeyi kat etme, uzun bir yola çıkma, Yaradan’a yolculuk.” diye biliyorum. 

.Öyleyse sorarım sana:

O’ndan yine O’naysa
Uzanan mesafeler…
Neden çıktın bu yola?
Kimin için bu sefer?

.İç sesimin beni uyarmasıyla çıktığım yolda yaşadıklarım, bu seferin benim için olduğunu gösteriyor.

.Doğru. “Sefer”in konuştuklarımızla ilgili bir anlamı daha var. “Bir şeyin üzerindeki perdeyi kaldırmak ve gizli bir şeyin üzerindeki örtüyü açmak.” Yani senin yapmaya çalıştığın gibi.  Yaradılışının, saf fıtratının üzerinde zamanla oluşan katkılardan, örtüden bir gün rahatsız oldun. Onları kaldırmak için çaba sarf ederek manevî bir sefere çıktın. İç âleminde nelerin olduğunu, iyi ve kötü yönlerini tanımak istedin. Ne kadarını tanıyıp işleme sokabildin; bunu zaman gösterecek. 

Hiçbir zaman “Ben artık muradıma erebildim.” dememelisin. Çünkü son nefesine kadar bu tekâmül devam edecek ve şeytan ensende hep bekleyecek. Sen hep engel üstüne engel aşacaksın. Şimdi de şuna cevap ver:

Âdem, Âdem içinde
Niye arar kendini?
Sır, yol bilmecesinde
Kaf Dağı mıdır “ben”i?

.Benim Kaf dağım benim gaybım. İçimde devleşen hayallerim, ümidim. Kudret karşısında hayrete boyanan çaresizliğim. Hayatımdaki en çetin yolculuk, kendime olan. En korkunç düşmanım ise kendi içimde. Kendi bilmecemi; bendeki “ben”i çözmek için düştüğüm yol galiba Kaf dağına varmaktan daha zor.

.Kaf dağı bir adres. Ona giden yollar fıtratına çizilmiş. Ayrılmadan önce Muhterem’in dediği gibi Yaradan’a bağlanan iki hattın ipini elinden kaçırmazsan yürüdüğün yolda fıtratından sapmaz ve adresi bulursun. Sence yolcu yürürken neyi döker ömrüne? 

.Karakterini döker, kişiliğini, ahlâkını. 

.O zaman senin gerçeğin Kaf dağında mı yoksa Kaf dağına yolculuğunda mı saklı? 

.Anladığım kadarıyla Kaf dağına yolculuğumda saklı. Çünkü yola düştüğümden beri, kendime için için sorular sordum hep. “Neyim ben?” diyerek bazen ümitsizliğe kapıldım.

.Hak zirvede, engel çok. Gölgeler kaplamış her yeri, hakikat sır. Kısaca kul kalabilmek çok zor Ceylan. Ama “sana zoru kolay eyleyen”e tutunursan başka. Yanacaksın Ceylan, ama bu yanma başka türlü bir yanma olacak. Her adımda değişik esintilere; fırtınalara karşı Yol Sahibi’nin ayrı bir lütfuna sığınacak, ayrı bir rengine bürüneceksin ve O’nu ayrı bir özelliğiyle tanıyacaksın.

Yol adım mı sadece?
Etrafa bak, renge gir.
Sarıyor seyrettikçe
Topraktan tüten sihir.

Gölgelerden aslına
İlerlenir yanarak.
Her molada bir esma
Zikredilir kanarak.

.Sporcuları geliştirmek için önlerine hep barikat konulur. Kollardaki kaslar, bacaklardaki güç, manevra kabiliyeti, ataklık, sürat, nefesi kullanma becerisi bu barikatlar geçilirken kazanılır. Kulluk maratonunda da nefis, şeytan gibi engeller kuvvet kazanmamız için mi bize musallat ediliyor? 

.Evet. Hak yolunda önünde açılan birbirinden farklı yollardan doğru olanı seçmen, seni girdaba sokacak vehimlerden kurtulman için azme, kuvvete ihtiyacın var. Bir de şunu aklında çıkarma: Gün gelir aklın, duyguların yalpalasa da fıtrî vicdanın sapmayacak ve yolundan dönmeyecek. Ve sen bozulmamış bu vicdanla “Merkez”in cazibesine çekileceksin. 

‘Simurg’unu bulmaya
Nice kanat çırpınmış.
Simurg oysa bir ayna;
Ömrün buna adanmış.

Nefes nefes tozlaşır;
Gonca verir Huu sesi.
Yaprak yaprak söyleşir
Âdem bulur adresi.

Ancak… Bu imtihanda son nefesine kadar asla tedbiri elden bırakma! “Artık adresi buldum, gönül kapısındayım; bu kapıdan hiçbir yanlış, batıl giremez.” zannı senin en büyük düşmanın. Batılı gözünden kaçırırsan önemsemediğin bir çatlaktan iç âlemine hak sandığın batıl, doğru bildiğin yanlış sızabilir. Buraya da bu konuda aydınlanman için geldik Ceylan. 

Biraz sonra akan suları, çevredeki tepeleri ve tepelerden akan şelaleleri izleyecektik. Gözlerimin önüne o an daha önce uğradığım hisler dükkânı ve üzeri çizgiler, yazılar, düğmeler, irili ufaklı şekillerle dolu harita geldi. Üzerindeki ışıklar yandığında hareketlenen şekiller, yükselen sesler ve yaşayan bir hikâye. Ve ben az sonra bir başka hikâyenin karşısında olacaktım. Yalnız bu hikâye capcanlı bir fonda cereyan edecekti. Heyecandan ellerim ve bacaklarım titremeye başladı. 

.Ne o Ceylan? Sende bir hâller var. Adımların zikzak çiziyor. 

Bu uyarıyla tam kendime çeki düzen veriyordum ki, iki dağın arasında uzanan bir vadiyi işaret etti Âdem.

.Geldik. İşte “Dört Kul Vadisi.” Anlatılacak yeni bir hikâye. Dinlemeden önce hazırlık yapalım Ceylan. Vadi hakkında ne biliyorsun?

.Görüldüğü gibi iki dağın arasında zamanla oluşan çukurluk. Akarsular aktıkça yataklarını aşındırıyorlar ve bu şekilde vadiler şekilleniyor. 

.Sadece akarsular değil, yeryüzündeki tüm akıntılar, yeraltı suları, denizde dalgalar, buzullar, rüzgârlar durmadan hareket hâlinde çevrelerinde ne varsa aşındırıyorlar. Bir yandan da çukurlar beraberinde getirdikleriyle doluyor. Kısaca engebeli ne varsa ortadan kalkıyor. Halbuki o engebeler olmasa yeryüzü acaba nasıl olurdu? Şu dağlara bak. Düşün ki onlar yok. Ne dersin?

.Ardındakileri merak etme duygumuz, doruklarına çıkma heyecanımız, gaybı hissettiren ufukları seyrederek öteki âlemlere hasret yakışımız olmazdı. Çukurlar olmasa yüzmenin, derinlere dalmanın tadını alamazdık. 

.Evet. Hareket, dönüşüm, anlamın kaynaklarıdır. Bu âlemde tekdüzeliğe yer yok. Hep boşluklar olacak ve hep o boşluklar bir şeylerle dolacak. Mesele doğru şeyle doldurmada. Su ve rüzgâr hareket ve dönüşüm görevini layıkıyla yerine getiriyor.

.Hayatın kendisi zaten hareket. Atmosferdeki basınç azalır ve yükselir. Bununla, hava hareketlenir. Ciğerlerimize çekeriz, damarımızda akan kan; akarsularımız bedene can verir. Bir yandan kirlenir, bir yandan temizleniriz. 

.Ve nefesimiz, rüzgârımızdır. Her solukta kim bilir ne gıdalar alıyor, verirken neler atıyoruz?

Şimdi gelelim Ceylan, buraya neden “Dört kul vadisi” denmesinin hikmetine. Hakkında söyleyebileceğin bir şeyler var mı?

.Hayır, nasıl olabilir! Bütün bunlar bu dünyaya ait şeyler değil. Hikmetini ancak siz bilir ve izah edebilirsiniz? Sadece anlamı hakkında bir şeyler söyleyebilirim. Yalnız “kul”u anlayamadım. Allah’a kulluk mu; yoksa bazı ayetlerin başında olan “kul” kelimesi mi? 

.Burada her hakikat, Allah’a kul olabilmekle alakalı; ama bu kul, o kul değil. “Kul:” senin ikinci dediğin: “De ki:” Kur’an’da Allah’ın Resulüne verdiği bir aracılık emrinin ifadesi. Bu sözle Peygamberine: “Sen bu sözün ve içindeki emrin benden gelen bir vahiy olduğunu ümmetine bildir; emri uygulasınlar.” demektedir.  

Biraz evvel sen de fark ettin: Yürüdükçe, ortam değişiyor. Işıklarla aydınlanıyor, gölgelerle kararıyoruz. Bu dünyada da hem ışık hem gölge altındayız. Hem melek hem şeytan yanımızda. Hak ile batıl, doğru ile yanlış iç içe. Fıtratın gereği hakkı ve doğruyu ararken, “Ya karşıma batıl çıkarsa?” endişesi hep bizimle. 

Şimdi şuna cevap ver: Yaşamın yüzünü güneşten; “Mutlak hakikat”ten çevirdiğinde; yani  onu arkana aldığında neler olur? 

.Kalbim ve aklım karanlıkta kalır. Ruhumu unutur, gölgeye yüzümü verdiğim için hak ve hakikate sırt çevirir, vicdanımı kendi gerçeğinden uzaklaştırırım. O zaman nefsim önüme çıkar, her şeyime hâkim olur ve ben onu takip ederim.

.Bunun sonucunda sadece kendini gördüğünden egonun ardına takılır, faniye yol alırsın. Bu âlemin akşamı sence ne olabilir?

.Akşam güneşin kayboluşu; yani hakikati görememek. Akşam sonrası ise gözlerin kapanmaya meylettiği saatler. Yani hakikate gözlerimi kapattığımda gafletin ortaya çıktığı zaman. 

.İşte sen hakikate karşı uyumaya başladığında bütün ruhî, kalbî, baki değerlerin de guruba doğru uzuyor ve erimeye başlıyor. Onları bekleyen akıbet, egonun sabahında doğmak. Çünkü battıkları yerden fani lezzetler, nefsî değerler ortaya çıkıyor.

.Yani gölge benim fani bedenim, nefsim. Güneş ise her şeyin üstünde bir azamet; ilahî hakikat. Ve ben güneşe her döndüğümde şuurum aydınlanır, nefsimi görür ve onun ne olduğunu idrak ederim.  

.Böylelikle ona yüz vermez; batıla, fani olana sırtını çevirirsin. Üzerine vuran ışıkların aydınlığında gerçek özüne dikkat kesilirsin. Ruhun her şeyine hâkim olur ve sen onu takip edersin. Hak ve hakikatin ardına takılır, Baki Olan’a yol alırsın. 

Gölgeden güneşe çıkmanın, batıldan hakikate kavuşmanın sırrı bu vadide Ceylan. Ve biz bu sırrı seninle birlikte çözeceğiz.

Bir davetti, feryadın;
Onla başlar seyahat.
Ne sandınsa aldandın;
Kalbindedir hakikat.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply