Hasreti Ceylanca Anlamak

1

Akşam oluyor. Zamanın yüreğe en dokunan bu sesi, neden hüznü böylesine çağırır? Kimse bilemiyor. Neden rüzgarın nefesi böylesine etkiler? Sırrı çözülemiyor.

Bir göl. Sular ve sazlar ellerinden kayan günü uğurluyorlar. Yine bugün de göremedikleri ufukların ardına takılıyor yürekleri. 

Bir ceylan. Öylesine suskun, öylesine hayran… Bakışları dalıp dalıp kayboluyor sularda. Ne kadar farklıdır onlardan? Ama yine de kendini onlara çeken bir şey var. Bilemiyor. Her gün geldiği bu yere neden bu kadar tutkundur? Anlayamıyor. Akşamın renginde ayrı ayrı sırlardan doğan bu âlemler nedir? Çözemiyor. Bu gizemli güzellik karşısında önce şaşkınlık sonra bilinmeyene hissedilen ürperti ve bir sığınma duygusu sarmaya başlıyor her yeri. 

Göl titriyor. Suları dalgalanıyor içten içe. Sinesinde sazlar titriyor. Günün parmakları son kez sarıyor her birini. Öylesine sarıyor ki izi kalıyor üzerlerinde. Her izin olduğu yerde bir boğum bitiyor. Boğumlar deliniyor pare pare. Ceylan, göl, sular ve sazlar akşamın ruhunda karışıyorlar birbirine. Sonra boğumlardan üflenen sesler ve gökyüzü karışıyor.

Vakit, hasretin nefesi ve üflenen, gölün neyidir artık. Ve ceylan zaman geçtikçe bu hakikati anlayacaktır. Ne diyor sazlar? Neden hasrettir sular? Ruhu kendinden geçmiş, sadece üfleneni dinleyebiliyor:

Hasret sardı bedenimi;
Her yaremden üfle neyi.
Neyim inler; duy sesimi…
Seni yalnız… Yalnız Seni.
Sen Baki’sin. Entel Baki.

Duyan geliyor bu sese. Kuşu, çiçeği, börtü böceği, köstebeği ne varsa toprağın üstünden ve altından toplanıyorlar gölün etrafına. Kimindir bu ses? Doğduklarından beri biliyorlar ki Baki olan kendilerini Yaratan’dır; ama bu nameleri dillendiren kim? Yaralanan ne? Üflenen ney nedir? Neyi üfleyen kimdir? Bunları soruyorlar birbirlerine. Bir an bir ses yükseliyor gölden. Neyin sesiyle yankılanıyor:

.Göl her zaman sessiz çığlıkların sinesidir. Derinliklerinden bu nedenle hep sazlar biter. Her saz derdini ayrı ayrı dökerken göl hep susar. Göl sükûnetin kucağıdır. Belki de her gün buraya gelmemin sebebi bu.

Başlar çevriliyor sesin geldiği yere. Dilden dökülen birden anlaşılamıyor. Bakıyorlar; sesi gözlerince ürkek bir ceylandır konuşan. Söz, söyleyenden büyük; anlam sesten ağır. Oysa orda burda gördükleri ceylanlardan biri. Ama çok başkadır işittikleri.

.Sanmayın ki sularının aynasında sadece kendinizi seyredersiniz. O sular neyi seyreder, neyi düşünür göl; bilir misiniz? 

.Nerden bileyim diyor biri. Susuzluğu gideren suları var. Onu bilirim.

.Bildiğim, balığı enfestir diyor diğeri.

-.Çok sıcaklarda yanına uzanmak hoşuma gider diyor bir diğeri.

Herkes kendi yaşamındaki ihtiyaca göre gölü tanımlamaya çalışıyor. 

.Hiçbir şey bilmiyorsunuz diye devam ediyor ceylan. Hepsinin çilesini, sevincini hep sinesinde saklar. Nerden mi biliyorum bunları? Çünkü göl benim arkadaşım, gönlümün sırdaşıdır. O beni hep anladı. Kendimi seyrettiğim bir aynadan öte korkularımı dindirdiğim huzuruyla, içimi döktüğüm sularıyla hep yanımda oldu. 

.Bilirim… Bilirim…

Her şeye hâkim, tok bir ses yayılıyor çevreye… 

.Her şeyine, her anına şahidim; bilirim.

Dalları göle sarkan kocaman bir ağaç. Orman âleminin bilgelerinden bir heybet. 

.Gölün dilinden anlayan, gölde saz olur. Gönül dilinden anlayansa o gönülde niyaz olur. Hiçbiriniz benim kadar gölün niyazını işitmediniz. Onun derinliklerine inen sazların namelerinden hiçbiriniz benim kadar etkilenmediniz. Ufukları titreten feryatların hüznüne hanginiz şahit oldu benim gibi?

Evet ceylan, seni çok izledim. Gölün sularından sabrı nasıl öğrendiğini bilirim.

Ceylanın ürkek gözleri yine dalıyor sulara… Sulardan saf yüzü hayran bırakıyor yeni çıkan mehtabı. O an kulağın şahit olacağı sözler gözleri hayrete düşürecektir:

Ceylan indi su yanına
İçti içti, hâlâ yana
Bir nazı var susatana
Gönül sevdayı istiyor

Yol aldıkça derinlikte
Renk aranmaz güzellikte
Gece gündüz her dilekte
Asıl membaı istiyor.

Ceylanın dilinden dökülenlerle herkes anlıyor ki bu bambaşka bir ceylandır. Ve suları akşama boyanan gölün yanıbaşında bir muhabbet başlıyor ağaçla ceylan arasında:

.Neden gönlün derinliklerinde yol aldıkça güzellikte renk aranmaz? 

Ceylan suya bırakarak gözlerini, hasretle cevap veriyor:

.Çünkü ruhun penceresinden seyredilen her şey, tek renktedir de ondan. 

Nasıl sözlerdir bunlar? Şimdiye dek duyulmamış. Bir yaratılmışlık kardeşliği sarıyor etrafı. Göl, ağaç, ceylan ve oradaki herkes derken gökler, ayın ve yıldızların eliyle nur serpmeye başlıyor. Gölün sularında binlerce yakamoz… Işıldıyor da ışıldıyor. Güzelliğine dayanamayanlar, bu yeni çehresiyle gölün etrafında adeta bir halka oluyorlar. Göl kendine bakan ne varsa alıyor, kucaklıyor. Toprağın bereketini, dalın yeşilini, gecenin sükûnetini, vadilerin gizemini, dağların heybetini sarıp sarmalıyor. 

Birbirinden çok farklıdır her şey… Yine de her canlı ruhundan bir damla bırakıyor göle. Onun için mi suları bu kadar huzurlu, bu kadar tatminkârdır diye düşünüyor ceylan. Devam ediyor konuşmasına:

.Bu âlemde gönül kudüm, dil neydir, gözlerse sema… Ve varlık, özünde dönen hakikatini durmadan arar. 

.Peki diyor ağaç. Kimler arar? Kim hakikat yolcusudur?

.Susayan arar. Arayanın hasreti derindeyse o yolcu, hakikat yolcusudur.  

.Çok güzel söyledin. Sathî arayışlar, sevgiler, duygular aynı gölgeler gibi, akşam olunca silinip giderler. Yolcuyu yolcu yapan, hasreti ve “batanı sevmemesidir.”

O anda dağların doruklarından düşen bir kudret damlası, vadilerin imbiğinden geçiyor. “Tek olan”dan gelen damlalar birike birike ve her damla ruh ikizini bula bula doluyor çukurlar…

Neler oluyor? Herkes şaşkın ve biraz korkarak sadece olanları izliyor ve konuşulanları dinliyor.

Gecenin ilerleyen dakikaları. Muhabbetin bitme zamanı. Herkes dağılıyor. Ama yarın güneş yine doğacak, yine akşam olacak, yine birileri muhabbet edecek ve dinleyenler hep olacaktır.  Çünkü oradakiler ortamın lezzetini ruhlarında duyarak her akşam toplanmaya karar veriyorlar.

O günden sonra herkes idrak ediyor ki göle kim baksa sularından kendisi çıkacak. Kim yaklaşırsa yanına, cazibesi kendini içine çekecek. Bu nedenle hiç kimse uzak kalamıyor gölden. Gün ışığında suların aynasından, ay ışığında muhabbetin tadından hiç kimse kendini alamıyor. Yalnızca herkesin kafasında şu soru dolanıyor: Suların aynasına vuran, kendime mi; yoksa göle mi hayranlığımdır? Sazların ve neyin sırrı nasıl çözülecek? Çok az kişi cevabını buluyor sorularının ve hakikatine varıyor.

O günden sonra gölün gerçek değerinin yüzünde değil, derinlerde olduğunu anlayanlar göle baktıkça kendilerinden bir şeyler vermeye başlıyorlar. Adı sevgidir vermenin. Zaman geçtikçe, göl gittikçe büyümektedir. Büyüklüğü görüntüde değil, yüreğine aldıklarındadır. Yaratılanı bu denli kucaklayana yücelerden lütuflar yağmaya başlıyor. Gölün sularında, yaprağın çiğdeminde, daldaki billurda ve varlığın gözlerinde Gerçek Güzel’in güzelliği yansıyor. Her damla, her zerre birer ayna. Aynalar çoğalıyor aynalara değdikçe. Gölden yücelere, zerreden gezegenlere her şey el ele vererek dile geliyor:

Bir nutfeden yaratansın.
Aç toprağa gül atansın.
Sevdam sevdana bulansın.
Seni yalnız… Yalnız Seni
Sen Baki’sin. Entel Baki.

Sevgiyi taşıyan hiçbir varlık bu âlemde yalnız kalamaz. Yâr, zamandır. Hayat devam ettikçe saniyeler, nefesler aynı ritimde “En Sevgili”yi pencerelerinden selâmlıyorlar. Çünkü hayatın sebebinin sevgi olduğunu biliyorlar. Bu eşsiz inciyi barındıracak, ona en layık varlık kimdir? Zamanla öğreniyorlar. Bu varlık insandır ve insan da zamanla idrak edecektir ki cevher taşıyan kalbi, kainatı alacak genişliktedir.

Ancak çağlar ve insanlar bu gerçeği farklı algılıyorlar: Onun için bazen sevginin şiiri yazılıyor, bazen nefretin. Bazen paylaşılmanın lezzetinden nasibini alıyor ilham. Bazen hırçınlaşıyor, inliyor kalem. 

Hırçınlaşan kalem bilmiyor ki; sevileni güzelleştiren, güzelliğine anlam veren sevgidir. Paylaşmanın lezzetinden nasipsiz olan anlamıyor ki; varlığın sırrı gönlün gönül gözlerindedir. Gönlün gözüyle seyreden ise her şeyi güzel bulur. 

Peki, bizler… Sevgi bu kadar değerliyse neden onu yaşam kavgasına kurban ediyoruz? Onunla soluklanacak bugünümüzü neden yarınlara bırakıyoruz? Oysa her gün yeni bir doğum; seven için bir güç. Her soluk bir adım sonsuzluğa. Sonsuzluğa götürecek sır ise sevgimizde. 

Her gün ya bir ceylan ya bir ağaç olsak. Toplansak gölün etrafında. Sorular sorulsa ve hikmetler yansısa göle. Kalp bir kainat gezgini olarak kucaklasa her şeyi. Her atışı o Güzel’den bir çağrı olup huzur verse bedene. 

Ama dinlemedik ve anlayamadık. Yol uzun geldi, Ayrılık hüzün getirdi. Dünyanın süsüne daldı nefis. Kabardıkça kabardık. Kalbin sınırı daraldıkça ne gerçek aşk kaldı meydanda ne gerçek aşık.

Gözlerimi kapıyorum. Gölün yanındaki muhabbetteyim. Dikkatle dinliyorum dillenenleri:

.Aşkın cefası mı, devası mı diye soruyor ağaç?  

Ceylan cevap veremiyor ağaca. Kendini ışıktan alamayıp tutuşan pervanenin kaderi aşığın kaderidir diyemiyor. 

Ceylanı böylesine suskun gören ağaç, kendi sorusuna kendi cevap veriyor:

.Ateşi söndüren nasıl su ise, kalp derdinin yoldaşı da gözyaşıdır. O coştukça, ırmaklar çağladıkça can ülkesinin yolları açılır. Aşık, bağrının başından çıkar yolculuğuna. Damla damla, ırmak ırmak yollar bağlanır. Aşıklar artık derya yolcusudur. Her çağın, her iklimin Yunusları, Mevlânaları birer derya yolcusu olurlar. Deryaya yaklaşıldıkça sular, vuslat heyecanıyla hiç yorgunluk bilmezmiş. Onlar da tükenmek nedir bilmezler.

Ağaç konuştukça heyecanlanıyor:

.Yorgunluk da nedir? Köpüklerin sesiyle deryada mesafelerin nutku tutulmaz mı? Herkes bilsin ki bu, gönülden Güzel’e bir “miraç koşusu”dur.

Ağaçtaki heyecan ceylana geçiyor:

.Çağlar boyunca kaynağı deryaya kavuşturan su, bundan dolayı mı beklenenden bekleyene akıp durmakta? Ve bundan dolayı mı su buhar olup gökleşerek yağmur olmakta, kar olmakta? 

.Evet diyor ağaç. Bu nedenle toprak da hiç bıkmadan, yılmadan anlayabilenlere kendi canında hayatın sebebini anlatmaktadır. Ah… sizler… Tek dilden; gönül dilinden konuşabilseniz, Yaradan’ın sevgisini her zerrede görebilseniz… 

.Niçin tek dilden konuşamıyoruz? diye soruyor ceylan.

.Çünkü ruh ruha değince lavları püskürür bedenin. Aşkın kıvılcımları yakıcıdır. Onun için aşık olan hem sever hem korkup kaçar.

.Neden?  

.Çünkü aşk yoldaki sırrın ta kendisidir. Çözebilenler, güneşin ışıklarına bürünerek nur oluyorlar. Çözemeyenlerin ise küllerini asırlardır toplamaya çalışıyor bütün yazılanlar.    

Hayaller, düşünceler hep zoru seçer. Kaf Dağı’na geçit veren anı bekler. Kaf Dağı ötelerin rengiyle güçlenerek ümit olur, gaye olur hepsine. Ve ancak aşkı anlayan gençler, gayeleri uğruna dönmemecesine yollara düşerler. 

Baki Olan’a söylenilen, dilden değil; yürekten, yüreğin emeğinden gelmeli. O’nun kendisinden ne beklediğini bilmeyen kalp ne anlar, dil ne konuşur? Kalbin anlamadığını, dilin konuşmadığını ayaklar nasıl bilsin? Nasıl düşsün yola?

Ağacın söylediklerinden etkilenen ceylan bir an duruyor ve gölün yanına giderek eğiliyor. İçtikçe içiyor sularından. İçtikçe dilinden değil, aynı göl gibi yüreğinden şunlar dökülüyor: 

Ceylan her dem Seni ansın,
Goncalarda rengim yansın;
Beni gören garip sansın.
Seni yalnız. Yalnız Seni.
Sen Baki’sin. Entel Baki.

Elim çeksem ne yerdinse.
Aşk toplasam ne serdinse.
Cana sunsam ne verdinse.
Seni yalnız… Yalnız Seni.
Sen Baki’sin. Entel Baki.

Yürekten dökülenler orada olanları öylesine sarıyor ki bu ruhla her biri, yüzünü yücelere çevirerek bu muhabbete katılıyor:

Akıl, idrak, vicdan, ruhum.
Nasibimle karıyorum.
Şükrü sabra sarıyorum.
Seni yalnız… Yalnız Seni.
Sen Baki’sin. Entel Baki.

Teknem küçük, sonsuz derya
Haddim aştım, bağışlaya.
Vekilimsin soluğumda.
Seni yalnız… Yalnız Seni.
Sen Baki’sin. Entel Baki.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

Leave A Reply