Hapishaneyi Farketmek ve Ondan Firar Etmek Üzerine: Baudrillard ve Tolkien

0

Okuyacağınız makale, “Tolkien ve Mythopoeia” yazı dizisinin 11.Mart.2016 tarihinde yayınlanan 36. bölümü olup kendi içinde barındırdığı anlam bütünlüğü açısından “Hapishaneyi Farketmek ve Ondan Firar Etmek Üzerine: Baudrillard ve Tolkien” başlığıyla tekrardan okuyucularımızın beğenisine sunulmuştur.

MYTHOPOEIA

Metnin Aslı
…………
Yet trees and not ‘trees’, until so named and seen –
and never were so named, till those had been
who speech’s involuted breath unfurled,
faint echo and dim picture of the world,
but neither record nor a photograph,
being divination, judgement, and a laugh,
response of those that felt astir within
by deep monition movements that were kin
to life and death of trees, of beasts, of stars:
free captives undermining shadowy bars,
digging the foreknown from experience
and panning the vein of spirit out of sense.

…………
(J.R.R.Tolkien)

Çevirisi
…………
Henüz ağaçlar “ağaç” değildir, vakta ki öyle isimlendirilene ve görülene dek
ve onlar isimlendirilene kadar hiç isimlendirilmemişlerdi
ki onları beyanın içe dönük nefesi göz önüne serdi,
dünyanın müphem/zayıf bir yankısı ve soluk bir resmi,
ancak ne bir kayıt ne de bir fotoğraf,
ağaçların, hayvanların, yıldızların yaşam ve ölümüne benzer
içlerindeki derin ihtarın/hatırlatmanın kıpırdanmalarıyla
kehanet, hüküm ve kahkahalı bir tepkisi olarak:
gölgeli parmaklıkların altını kazan hür tutsaklar,
“önceden bilineni” tecrübelerinden kazıp çıkarıyorlar
ve nüktenin (ruhun) damarını anlamdan eliyorlar.

…………
(J.R.R.Tolkien)

GÖLGELİ PARMAKLIKLARI KIRMAK  ve KAÇIŞÇILIK

Hayvanlar, bilebildiğimiz kadarıyla, hakikati/manayı bulmanın aracı olan akıl haricinde çok açıdan bize benzerler: Üreme, yeme, içme, sindirim özelliklerine haizdirler. İnsanı farklı kılan, akıl/kalb gibi latifeleri ile manayı bulabilme, idrak edebilme özelliğidir. Bu özellik insandan çıkarıldığında insan, hayvanlar aleminin gerçekliğine düşer/hapsolur. Baudrillard’a göre aklın mevcudiyeti tek başına insanı hakikate götürmez. Simülasyondan çıkması, simülakraya dönüşmemiş kavramlarla düşünebilmesi gerekir ki köklere, hakiki manalara doğru seyahatini sürdürebilsin. Akıl, işlevi olan hakikati bulma/manayı keşif vasfını kaybettikten sonra yok hükmündedir. Bu noktada insan hayvan ile eşitlenir;  hayvanlar aleminin gerçekliğine düşer. Bu düşüşü bir hapis ve esaret olarak görürüz çünkü hapis en basit tanımı ile insanın ihtiyaçlarının tatmin edilemediği bir çöldür. Her mahpus/esir, ihtiyaçlarının bu çölün/hapsin dışında olduğunu bilir. İnsanı insan yapan akıl ve aklın ihtiyaçlarının olmadığı; insanın da özgür olmadığı, en temel taleplerinden biri olan özgürlüğün karşılanma imkanı olmayan bir büyük esaretle başbaşa kalmışızdır. Suçlaları cezalandıran hapishaneler ancak milyonların özgürlüğünü kısmen elinden alırken simülasyonun hapishaneleri yedi milyar insana ve daha fazlasına da yeter çünkü herkes kendi aklı ile esir alınmış ve hakikatten, hakikati bulma imkanından, özgür iradesi ile seçim yapma şansından mahrum edilmiştir.

Baudrillard, “simülasyon” ve “simülakra” ile dünyanın nasıl bir akıl/zihin hapishanesine dönüştüğünü anlatırken Tolkien hapishanenin tanımını teorize etmekten çok hapishaneden çıkış yolları aramış, göstermeye çalışmıştır. Aslında ikisi de teşhis noktasında farklı kelimelerle aynı mana üzerinde mutabıktırlar.

Matrix filminde esaretten kurtuluş, tamamen maddi bir simülasyondan maddi gerçekliğe çıkış olarak anlatılır ki bu durum Baudrillard’a göre kurtuluş değildir çünkü O zaten mevcut gerçekliği simülasyon olarak görmektedir. Film ile ilgili eleştirilerini şu sözlerle dile getirecektir:

Metnin Aslı

“The most embarrassing part of the film is that the new problem posed by simulation is confused with its classical, Platonic treatment… The Matrix is surely the kind of film about the matrix that the matrix would have been able to produce.”

(Jean Baudrillard)

Çevirisi

“Filmin (Matrix) en utanç verici kısmı ise simülasyonun teşkil ettiği yeni problemi; simülasyonun klasik, Platonik yorumlaması ile karıştırması… Matrix bariz bir şekilde, Matrix’in kendisinin Matrix hakkında çekebileceği tarzda bir film.”

(Jean Baudrillard)

Jean Baudrillard

Jean Baudrillard

Baudrillard’ın da çok doğru teşhis ettiği üzere “İkincil Dünya”lar, fantazi edebiyatının kurguları, hakikat üstüne örtülen perdeleri sıyırmak ve ilksel manaları insanlara ulaştırmak gibi bir misyona zorunlu olarak sahip değildir. Baudrillard’ın Disney’den bahsi ve Matrix ile ilgili yorumlarında olduğu gibi insana ait bu alt-yaratı kabiliyeti çok defa şer/kötü sonuçlar doğuracak şekilde de kullanılabilir. Bu noktada, Tolkien’in alt-yaratı ve sanat arasında kurduğu; Elf hüneri/büyüsü ve Sauron’un büyüsü arasında bir benzer analoji ile bize tanıttığı esaslar iyi bir şekilde idrak edilmelidir. Sıradan bir hobbitin gözünde, nasıl Sauron’un büyüsü ile Elf hüneri/sanatı/büyüsü arasındaki fark ayırtedilemiyor ve hepsi aynı kelime ile tarif olunuyorsa sıradan ve yüzeysel bir nazar ile, gerçek “kaçış” imkanı sunan Efsane-i Tolkien (Tolkien’s Legendarium) gibi bir “İkincil Dünya” tasarımı ile Disney veya Matrix gibi, zindanı özgürlük olarak pazarlayan “İkincil Dünya” tasarımları arasındaki fark anlaşılamayacaktır.

Metnin Aslı

Galadriel: ”For this is what your folk would call magic, I believe; though I do not understand clearly what they mean; and they seem also to use the same word of the deceits of the Enemy.”

(The Mirror of Galadriel / Fellowship of the Ring / Lord of the Rings)

Çevirisi

Galadriel: “Çünkü bu sizin halkınızın büyü dediği şeydir sanırım; ne demek istediklerini tam anlayamasam da; ve aynı kelimeyi Düşman’ın (Sauron) hileleri/tertipleri için de kullanıyor olsalar da.”

(Galadriel’in Aynası / Yüzük Kardeşliği / Yüzüklerin Efendisi)”

Tolkien’in de dediği gibi “Peri Diyarı” son derece tehlikelidir. Kapılar kapanıp anahtarlar kaybolabilir; hapisten firar başka ve daha derince bir hapse dönüşebilir.

Metnin Orjinali

“Faierie is a perilous land, and in it are pitfalls for the unwary and dungeons for the overbold…

The realm of fairy-stories is wide and deep and high and filled with many things: all manner of beasts and birds are found there; shoreless seas and stars uncounted; beauty that is an enchantment, and an ever-present peril;both joy and sorrow as sharp as swords. In that realm a man may, perhaps, count him-self fortunate to have wandered, but its very richness and strangeness tie the tongue of a traveller who would report them. And while he is there it is dangerous for him to ask too many questions, lest the gates should be shut and the keys be lost.”

(J.R.R.Tolkien, On Fairy Stories)

Çevirisi

“Periler Ülkesi tehlikeli bir diyardır ve orada gafiller için gizlenmiş tuzaklar ve küstah ziyaretçiler için zindanlar vardır…

Peri Masallarının alemi alabildiğine geniş, derin ve yüksektir. Her çeşit canavar ve kuş bulanabilir orada; sahilsiz ummanlar (denizler) ve sayısız yıldız; kendisi de efsunlayıcı (büyüleyici) ve her daim tehlike arz eden güzellik, kendisi de bir büyüye dönüşmüş güzellik; her daim uyanık bir tehlike, kılıç kadar keskin neşe ve hüzün barındırır. Bu alemde gezinmek neşesi ile biri kendisini çok talihli görebilir belki de ancak zenginliği ve tuhaflığı ile kendisini ele verecek bir gezginin/seyyahın dilini bağlar. Ayrıca bu seyyah için o alemde bulunduğu süre boyunca çok soru sormak da tehlikelidir, kapılar kapanır ve bütün anahtarlar kaybolur sonra.”

(J.R.R.Tolkien, Peri Masallarına Üzerine)

TENTENELİ PERDE ve GÖLGELİ PARMAKLIKLAR

Simülakraların çoğalması ve sonunda bütün olarak bir simülasyon doğurması, şu an için yaşadığımız gerçekliği bir hapishaneye çevirmektedir. Kelimelerin ilksel manalarına veya eşyanın aslını yansıtan manalara – Baudrillard’in “kutsal düzen” dediği aşamaya – dönülmesi ile, bu yazı dizisinde “hapishaneden kaçış” metaforu ile anlattığımız durum, insan aklının tekrardan hakikate erişibileceği hal ortaya çıkacaktır. Ancak Baudrillard, bu aşamayı dahi hakikatin tam ifadesi olarak görmemektedir; sadece “derin gerçekliğin bir yansıması” olarak tanımlar. Yansımadan asla geçiş ile ilgili dolaylı da olsa bir imada bulunduğunu düşünebiliriz.

Tolkien’in ise uğraş alanı daha çok bu yansımaya ulaştıktan sonrası ile ilgilidir. Niggle karakteri gibi daha gerçekçi bir evrenin parçası olan karakterlerden  Efsane-i Tolkien’deki Frodo, Galadriel, Gandalf gibi karakterlere kadar, Orta-Dünya’nın/Dünya’nın sınırlarını, döngüselliği içindeki hapsediciliğini, “zaman” içindeki kayıtlılığını aşma imkanı sunar. Mythopoeia Şiiri’ndeki gölgeli parmaklıklar sadece “Birincil Dünya”nın “derin gerçekliğine” ulaşmak için değildir çünkü bu dünyanın kendisi de daha hakiki başka bir hapishanedir ve simülasyona dönüşüp hakikatini kaybetmeye de eğilimlidir.

J.R.R.Tolkien

J.R.R.Tolkien

Tasavvuf’a göre de bu dünya (Evren/Maddi Alem) manevi alemlerin üzerine örtülmüş tenteneli bir perde gibidir. “Tenteneli Perde” dikkatle bakıldığında ardını gösteren bir perdedir; “gölgeli parmaklıkların” ardını göstermesi misali…

Tolkien, farklı kavramlaştırmalarla, içinde bulunduğu medeniyetin kavramlarından ancak asıllarına ulaşabildiği ölçüde faydalanarak ve pek çok yüzü/görünümü/algılanımı itibariyle simülakraya dönüşmüş Hristiyan terminolojisinden de kaçınarak tenteneli perdenin ardına ulaşmaya ve ulaştırmaya çalışır. Bu amacın tasavvufi açıdan pek çok katmanı olduğu açıktır ve ruhani seyahatin bir boyutu olan “seyr-i idraki” (idrak/anlayış/akıl katmanları arasındaki seyir) ile doğrudan bağlantılı gözükmektedir.

Tolkien’in kendisi dindar biri olarak bilindiği halde hiç bir dini argümanı doğrudan kullanmamış olmasının hikmeti de bu noktada aranabilir. Bazen dinin kalıpları, ifadeleri ile ruhu/manaları arasındaki irtibat kopabilir; hakikati yansıtmaktan çok tarihselliği içinde manalarını yitirebilir ve simülasyonun bir parçasına dönüşebilir. Bu açıdan bir örnek vermek gerekirse, Türkiye’de İslamcılık çok hızlı bir şekilde İslam’ın simülakrasına dönüşme süreci yaşamaktadır. Eğer çok geç olmadan bir algı inkilabı yaşanmaz ise içi boşalan ve simülakraya dönüşen kavramlar üzerinden “islami” veya “tasavvufi” çerçevede hakikatin ifadesi mümkün olamayabilecektir. Kendi devrinin müceddidi (algı/zihin/akıl devrimcisi) olan Mevlana “Düne ait ne varsa dün ile geçti cancağazım; şimdi yeni şeyler söylemek lazım” derken bunu kasteder. Tasavvuf edebiyatındaki çok renkli ve farklı sufi duyuşları ve ilhamları da kendi çağının yıpranmış kavramları dışında düşünebilmenin ürünüdür.

Hristiyan geleneğinde ise İslam Geleneği’nde olduğu gibi hızlı ve dönüştürücü tecdit dalgaları olmadığından Tolkien, kendi alt-yaratısı/sanatı ile bu alana girmeye mecburdur ve kadim bilgeliği yepyeni duyuş ve ilhamlarla sunmuştur.


Çeviri Notları

Simülakra kelimesi, Latince hali itibariyle çoğul olduğu halde, çoğul eki almadan kullanıldığında okur tarafından tekil olarak algılanacağından bir tekil kelime gibi kabul edip çoğul olduğu durumlarda çoğul eki ile kullandık.

Simülakra kelimesinin Türkçe çevirilerde “simülakr” olarak kullanımı da yaygındır. Biz Latince orijinalini tercih ettik. Kavramlaştırmayı son hali ile Baudrillard, Fransızca olarak yaptığından diğer tercihe de saygı duyuyoruz.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply