Güneşe Benzer Bakın, Gözlerime…

1

İnsan, sezgiyle bilginin merceğiyle bakmazsa; tohuma, başlangıca, ilk adıma, ilk ize, yani yayın gerilişine, damlalarla bardağın doluşuna dikkati yöneltmezse, sadece sonuçları izlemeye mahkumdur.

Bardak taşmış, olay meydana gelmiş, ok yaydan fırlamış, hedefe saplanmıştır. Halat çürümüş, insan bozulmuş, pas demiri yemiştir. Sonuçlar değiştirilemez. O halde yeni bir başlangıç lazım.

Tek yol, tek çare başlangıca yönelmek, çocuktan başlayarak ‘insan’ı üretmektir. İnsan”a ulaşmak, düşüşe, tükenişe son vermek isteyenler çocuğa yönelmeli.

Kemal Ural

– Sevgisizliğimizle, merhametsiz söylemlerimizle, görgüsüz övgülerimizle, çalımlı yürüyüşlerimizle dökülüyoruz. Yıllardır nerelerde yanlış yaptık da bu duruma geldik? Neden doğru hedefe varamadık? Hayata sunduğumuz gayeler, başarılar, insan modelleri niçin tutmadı? Neden huzursuz ve tedirginiz?

– Çünkü ilimsiz âlim olduk. Çilesiz kâmil, gönülsüz arif kesildik. En iyi baba, en doğru anne modelinde fıtrî anneliğimizi, babalığımızı unuttuk.

Düşün: İlaç, kitap, alet satın aldığımızda yanında onu doğru anlamamızla ve kullanmamızla ilgili prospektüs; tanıtıcı broşür verirler. Ama doğum mucizesinin sonucu elimize sunulan muhteşem bir varlığın, bebeğimizin de bir tanıtımı vardır elbet diye düşünemedik. Bebeğimizi böyle mükemmel surette Yaratan Allah aynı zamanda onun ihtiyaçlarına dair bilgileri de rahmetiyle, sevgisiyle, hikmetiyle bize sunuyor. Neredeyse arayalım, öğrenelim, kullanalım diyemedik. Toplumun bize sunduğu, zamanda geçerli ne ise ona uyduk.

– Bu tutum, bu zihniyet değişemez mi?

– İnsanın mayası nasıl sevgi ise onun karakteri de bu mayaya uygun malzemeyle yoğrulmalıdır. İnsanın kalbinde sevginin ziyası olmadan onun aklında, düşüncelerinde aydınlık olamaz. Gencin kalbi güzel hislerle coşarsa, bu hal onun aklını da etkileyecektir. Ve akıl istikameti yakalamış fikirlerin membaı olacaktır. O kaynaktan sulanan topraktan, bir de helal tohumlar atılırsa, çıkacak ürünlerin güzelliğini, oluşacak bağları, bahçeleri düşünsene…

Oysa bizler eğitim zannettiğimiz yanlış formüllerle önce gencin kalbini ve onun ihtiyaçlarını bir tarafa attık; sonra ona hayalin, sevginin, şefkatin, sanatın, paylaşımın edebin önemini aşılayamadık. Genci sadece kendi hedefimize göre hazırladık. Gerçek hedefin doğru insan olduğunu, ahlak olduğunu biz idrak edemedik ki ona da idrak ettirebilelim… Sadece başarı, sadece “ben” dedirterek yayı yanlış gerdirdik. Hedefini vurmalısın hırsıyla istikametten saptırdık; yani hep birlikte ıskaladık.

– Doğru yolu nerede, nasıl bulacağız?

– Ancak hata yaptığını anlayan, doğruyu arama yoluna girer.

Masumiyet

‘İnsan’ iç dünyadır. İnsanın evrendeki ahenge kalbini açışıyla başlar hayatta her iyilik. ‘İnsan’ olunca, yapılan işler, Allah’a hizmetin yansımaları olarak meyvelerini verir. Ancak “insan”ın elinde erdeme dönüşür güç. Eğer ‘insan’ olmazsa tutku ve çıkarların aracı olur insan. Özetle söylenirse, acıyan kalbi, ürperen vicdaniyle güçlü insana ihtiyaç var.

Buna ‘çocuk’la ulaşabiliriz ancak. Özlenen dayanıklılık için, ‘çocuk’ tek malzemedir ve ona anlam kazandıracak olan ‘din’dir.

Kemal Ural

Küçük Prens sayesinde Saint-Exupéry’nin insana saygı dediği şeyi de yüreğimizde taşıyabiliriz.

Dostluk adlı yazısında yazar bizlere vasiyetini bırakır: İnsana Saygı!

İnsana saygı insanların yüreğinde kök saldığında, insanlar bir gün kendi kendilerine tekrar sosyal, politik veya ekonomik sistem kurabilecek kadar ileri gidecekler ki bu sistem, insana saygıyı sonsuza dek teminat altına alacaktır.

Bir medeniyet öncelikle özde kurulur. Her şeyden evvel güvenilir bir sıcaklığı körü körüne arzulamak insana mahsustur. İnsan ateşe giden yolu yanıla yanıla bulur.

Bir medeniyet öncelikle bireyin özünde kurulur. Bu öz ‘İçimizdeki Küçük Prens’tir; yaşama sevinci, masumiyeti ve bilgeliğiyle ‘İçimizdeki çocuk…’

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.134

İnsanlık çağlar boyunca önemini bir türlü kavrayamadığı bu “çocukluk anlayışı”na dönemediği için bu hazinenin tüm değerlerinden; samimiyetten, merhamet duygusundan, sadeliğinden, heyecanlarından, hayallerinden, menfaatsiz sevgisinden gitgide uzaklaşıyor ve duygusal zekasını; can gözünü köreltiyor.

– Çocuk hakikati neden bu kadar önemli?

– Şu soruları kendimize sorup cevabını ararsak, belki önemini anlayabiliriz.

– Çocukluğunu neden arıyorsun?

– Çünkü özlüyorum; içime bir sıcaklık yayılıyor. Demek ki aradığım bir şey diyorum.

– Peki, insan neden arar, neyi arar?

– İnsan ihtiyacı olduğu şeyi arar; çünkü o şey, onun hayatını tamamlayacak, onu besleyecek, mutlu edecek veya eksik bir şeyini giderecektir.

– En çok hangi halde arıyorsun?

– Onu arayacak bir hali yaşadığım zaman. Soğukta sıcağı aramam gibi, gürültüde sessizliği, boğazım kurumuşsa suyu, yalnızlığımda beraberliği aradığım gibi. Bulunduğum halin zıddı olan bir şey.

– O zaman yetişkinlikten, sorumluluktan kaçmak için çocukluğu arıyorsun. Büyüklerden uzaklaşmak için çocuk olmak istiyorsun.

– Hayır aradığım böyle bir şey değil.

– İhtiyacın olan çocuk olmak mı, çocukluk haline, özelliklerine bürünmek mi?

– Çocuk yaşımı aramıyorum; çünkü her yaş döneminin getirdikleri güzel benim için. Yaşımı, imkanlarımı seviyorum. Çocuk aramıyorum. Çocuğu seviyorum.

– O zaman senin aradığın, çocukluğun insana ferahlık veren sırrı veya çocuğun bozulmamış hali, lekesiz duyguları.

cover_2048

– Evet. Çocuğun kirlenmemiş duygularını, bulanmamış saflığını arıyorum. Çocuk bir kelebeğin ardından tüm ruhuyla dağlara kanatlanır; onun uçurtmaya takılı peşinden heyecanla koştuğu hayallerini arıyorum. İçiyle dışının ahengini, riyasız, çıkarsız konuşmalarını arıyorum. Çocuk yüreği bir karınca için merhametinde kocaman ülkeler kurar; o yüreğin menfaatsiz, hiçbir şeye bağımlı kalmayan, zincirsiz özgürlüğünü, merakını, duru gülücüklerini arıyorum, sevgisini özlüyorum.

 – Bütün bu saydıkların ruhunun ihtiyaçları, kalbinin gıdaları. Çocuğu çocuk yapan bozulmamış hasletler, doğuştan Yaradan’ın bize verdiği fıtrat- öz.

– Doğru. Tarumar olan bir bahçeyi genetiğiyle oynanmış çürük, hormonlu ürünlerinden temizleyip, çiçeklerle, sağlıklı ağaçlarla diriltmek için toprağına ekeceğim bozulmamış tohum arıyorum.

Bir elmanın yüreğinde gizlenen tohum görülmez bir elma bahçesidir. Ama bu tohum bir kayaya rast gelirse ondan hiçbir şey çıkmaz.

Halil Cibran

– Herkes arıyor bu tohumu; ama aradıklarının şuurundan değiller. Sadece olumsuz duygular içinde koşuşturuyorlar. Çünkü çoğu yetişkin, ruhun ihtiyacı olan çocuk meziyetlerini değil, o dönemin neşesini, sorumsuzluğunu, oyunlarını arıyor.

– Farkında olmak için ne yapmam gerekiyor?

– Farkında olmak için kendini tanıman gerekiyor. Kendini tanımaya başladıkça bedeninle, işinle ilgilenmekten sıyrılıp iç dünyana yönelmeye başlıyorsun. Bu yönelme seni tadı ruhunda kalmış, el değmemiş çocuk haline götürüyor.

– Anladığım; çocuğun yansıttığı her şey, içinde ilerlediğim tünelin ucundaki ışık gibi. O ışığa varabilmek için tünel ne kadar uzun olursa olsun, sabretmem ve içimdeki bu ışığı bulacağıma inanmam gerekiyor.

O zaman ışık benim ümidim. Ümidi olmayanın tünelde ilerleyebileceğini düşünemiyorum. Nasıl nefes alabileceğini, korkusunu.

– İşte bu hissettiklerin, insanın hakikati ile ilgili.

– Hakikat nedir? Benim hakikatim ne oluyor?

– Hiç yaradılış olarak neyim diye düşündün mü? İnsan kimdir, neden dünyaya gelir, doğum ile ölüm arasında yaşayacaklarımın gayesi nedir? Bütün bu kendine sorduğun soruların cevabı, senin insan olarak varlığının hakikatidir.

Hakikat, her bir varlığın kendisi için gerekli olan özelliğidir. Varlığın içinde hangi tür isen onun özelliğini taşıyorsun. Kuşun ruhunda uçma sevdası, kanatlarıyla yaşar. Kanatları olmasa, o sevda ölür.

Var oluş gayesini kavramaya başladığında, bu gayenin anlamının sihrine kapılıyorsun. Kendi fıtratınla uyumlu olan boyayla boyanmak istiyorsun. Fıtrat, sen neysen seni sen yapan cevherindir. O cevherin âlemine giriyorsun, kokusuna bulanıyorsun.

-Yani o cevher beni insan yapan şey mi? Özüm mü? Bana yakışan davranışlar. Benden beklenen düşünceler, duygular… Doğup annemin kucağına verildiğimde anne bakışlarında hissedilen sevgi, kollarında şefkat, onun içini ısıtan, hayallerini dolduran, umuduna umut katan şey mi?

Doğuştan verilenleri doğru anlayıp yerinde, doğru kullanabilirsem ne olacak?

– Bu dediğini yapabilirsen kendi hakikatinin tadını almaya başlayacaksın. Bu tatla en doğru yolu bulmak arzusu dolacak içine.

Yeniden çocuk olmamız mümkün değildir ve bu nedenle de bulunduğumuz hali olduğu gibi kabullenmemiz gerekmektedir. Ama çocukluğumuzu yeniden dünyaya getirmek artık tekrar yaşanması mümkün olmayan hatıralarımızı canlandırmak değil, dünyaya bakarken yetişkinlerin ona yakıştırdığı tüm iddiaları ortadan kaldırmaya ve çocukluğun otantik1 saflığını yaşamaya çabalamak demektir.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.25

elena_shumilova7

‘Çocuklar gibi olmazsanız, cennet krallığına giremezsiniz.’

Bu söz Yeni Ahit’te geçer. Burada söylenmek istenen şey şudur:
Çocuk ruhunun masumiyetine ve derinliğine geri dönebilirsem kendimi özgürleştirerek benliğime ulaşır ve bana has gelişim yasalarına, benim bir eşi daha olamayan benliğime inançla bağlanırım. Bir çocuğun saf benliğiyle yaşadığımda benim de her zaman karşıma çıkan ideolojinin2; kralın yeni giysilerinin ‘çıplaklık’ olduğunun farkına varır ve gözlerime mil çekilmesine müsaade etmem.  İçimdeki çocuğa yakın olduğumda, sadakati kendi kendime sadakat olarak yaşarım.

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.28

Çocuk gözleri ışığını kalbinden alır. Enerjisini saflığından. Çıkarı, menfaati bilmez. Neyi gördüyse onu söyler. Büyüklerin komik durumlarına düşmez. Varlık emaneti ellerinde henüz kirlenmemiştir. Herkes ne derse desin, fıtratına olan sadakatini tek başına da olsa hiç düşünmeden ortaya koyar. Büyüklerin şaşkın bakışları arasında “Aa… Kral çıplak…” deyiverir. Çünkü onun gerçeğinde kral çıplaksa, çıplaktır.

Çünkü onun iç âlemi bir elma şekeri kadar sade; Kaf dağı kadar ulaşılmazdır. Ancak isteyene açılır.

Bakkal Amca!
Bana bir elma şekeri ver.
Kıpkırmızı, pırıl pırıl, top top
Sevgileri…
Her ısırışta saflığımı yaşayacağım;
Koşacağım Kaf dağına.Oysa burda kavga var:
Elde silah, sopa, ölüm.
Hayat değil ki bunlar;
Kördüğüm.

Çocukluk yaşanılmadı mı dünyalarında?
Uçurtmaya takılmadı mı hayalleri?
Bakkal Amca!
Bu büyükler hiç elma şekeri
Yemediler mi?

– Peki doğuştan verilenleri yerinde, doğru kullanamazsam neler olacak? Benden beklenenlerin dışına çıkıp hayal kırıklığı mı olacağım?

– Bir bardağın hakikati onun içilecek şeyler için kullanılması, kullanılmaya uygun olmasıdır. Maddesi sağlam; içi, dışı temiz. İştah açacak; parlak renkler… Kirliyse kullanılmaz. Kırıksa atılır. Yani kullanılması iptal edilir, görevi geçersizdir. Bunun kelime olarak ifadesi: Bardak batıl olmuştur.

– O zaman yaradılış gayesinin dışına çıkmam, batıla kaymam; bozulup hakikat nazarında geçersizlik demek. Gayeye uygunluk ise hakikati yaşamam. Öyle mi?

– Evet. Neyin doğru, neyin yanlış olduğu hükmünü sana veren, seni Yaratan’dır. Hangi durumda doğrusun, ne zaman batıla kayıyorsun? Hepsini bilen ve buna göre yaratan, bedenini şekillendiren, aklının, kalbinin, ruhunun Sahibi. İşte O Sahip, senin hakikatini içine yerleştirmiş. Merak eden içine bakar, bulur.

Sen neye hazırsan, o da senin için hazırdır.

Marc Victor Hansen

 – Merak etmesem yollara düşmezdim, Beni Yaratan’dan ümidimi kessem tünelde boğulurdum. İçime yerleştirilen bu öz tünelin ucundaki ışık gibi bir şey mi?

– İçinde seni “özlenilen insan” yapacak özellikler mevcut.  Gerçek hakikatini taşıdığın o tohum ise neden bu kadar önemli olduğunu sorduğun “çocuk”tur.

Pilot olayların anlamı üzerine düşünmek için ideal bir ortam olan çölde terk edilmiş bir dünyanın yalnızlığında başlangıçtaki saflığı bularak çocukluğundaki kendisini karşılayarak aradığı kişiyi bulur.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.36

İnmek zorunda kaldığı, hayat olmayan yeryüzü parçasında pilot, içinde yarattıkları yumuşaklığın farkına varmadan, düşüncelerinin akışına bırakır kendini. Birilerinin, yakın bir arkadaşın varlığını hisseder gibi bir duyguya kapıldığında bir anda anılarının onu Saint-Maurice-de-Rémens şatosunun bahçesine, ailesiyle paylaştığı mutluluklara götürdüğünü anlar ve çocukluğu ile yüzleşir.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.34

Çocukluk anıları bir puzzle’ın parçaları gibidir. Kişiliğimizi tamamlar. Çocukken neler yaşamışsak onun renklerini, desenlerini taşırız farkında olmadan. Bu, dönem nostaljisiyle ilgilidir. Farkı, güzel çocukluk anılarını sık sık hatırlamamız; iyi geçmemiş çocukluğumuzu da unutmak istememizdir.

Yaklaşık 100 yaşında olan şatomuz, 18. Louis mimarlık ekolünün izlerini taşırdı. 1850’lerde, anne akrabalarım olan Kont ve Kontes de Tricaud tarafından satın alınmış ve hiçbir masraftan kaçınılmayarak, ikinci imparatorluğun şaşaalı zevkine uygun olarak dekore edilmişti.

Cennet’in Krallığı benim yönetimim altındaydı. Bu yüzden de bana, uzun bukleli altın sarısı saçlarımdan dolayı Fransa Kralı 18. Louis’ye atfedildiği gibi Roi Soleil (Güneş Kral) demeye başlamışlardı.

O dönemde çekilmiş aile fotoğraflarımızdan birini hayatım boyunca hep yanımda taşıdım. Annem ve beş kardeşimle şatonun bahçesinde poz vermiştik. Oradaki altın saçlı Antoine, ileride Küçük Prens için çizeceğim naif resimlerin modeli olacaktı. Belki de Küçük Prens o gün doğmuştu!

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.32

Saint-Exupéry’nin eserlerinde hayatıyla örtüşen pek çok kısım var; ama en fazla benzerlik “Küçük Prens”te görülüyor.

Antoine de Saint-Exupéry ve pilot arkadaşı André Prévost, 150 bin franklık ödül verilen Paris-Saygon hava yarışına katılırlar. Ancak 19 saat 44 dakikalık bir uçuştan sonra uçakları Sahra çölüne çakılır. Kazadan mucizevi bir biçimde kurtulurlar; ama kızgın çöl sıcağında kum tepeleri arasında kaybolurlar. Dördüncü gün deve sırtında çıkagelen bir Bedevi hayatlarını kurtarır.

Exupery “varlığının arka yüzü”yle burada tanışacaktır. Ve Küçük Prens burada; Libya Çölü’nde doğar.

Yattığım yerden ayağa fırladım. Beynimden vurulmuş gibiydim. Gözlerimi açıp açıp kapadım. Çevreme baktım. Küçücük, olağandışı biri ciddi bakışlarla beni süzüyordu. Sonradan resmini yapmaya çalıştım, ama kendisi resminden çok daha sevimli tabii.
Ama bu benim suçum değil. Daha altı yaşındayken büyükler resim yapma konusunda hevesimi kırdıklarından, boa yılanının dıştan ve içten görünümleri dışında başka bir şey çizmeyi öğrenemedim.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.11,12

Yıllar boyu restoran mönülerinin üzerine, peçetelere, uçuş çizelgelerinin arkasına, yırtık gazete parçalarına, bazen de evinin duvarlarına çizdiği gibi Petit Bonhomme Solitaire’in (Küçük Yalnız Adam) desenlerini aktarmaya başlar kağıtlara.

Her biri anılarının dönüm noktalarından teker teker toplanıp, yavaş yavaş küçük kağıt parçalarının üzerine dökülür.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s. 236

Yüreğimden kestim fotoğraflarınızı,
Hayallerime yapıştırdım.
Rüyalar biterse, ben biterim.
Rüyalar döşeyin gülümsemelerinize
Meltemler estirin içtenliğinizden
Gölgeler düşürmeyin ağır… ağır… 

Dikine bakan,
Diken gibi batan
Karanlığın çökerse sızısı içime,
Güneşe benzer bakın
Gözlerime…

Yüzler eskise de, anılar tazelenir;
Parmaklarımla bulurum çizgilerinizi.
Çocuksu gözleriniz kalsın aklımda.
Onun için daha sıcak,
Daha silinmeyecek bakışlarla
Bakın bana. 

20-3

Ona göre insan arasındaki eşitsizliğin kaynağı ilk masumiyetlerini yitirmelerinden kaynaklanmaktadır.

‘Yalnızca çocuklar görebilir, hile ve dürüstlük arasındaki o insan çizgiyi. Ve yalan olanı anlamak, ancak insanın ilk masumiyetinde mümkündür.’

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.237

Çocukluk döneminde zihinde biriken derin izler, insanın bozuluşunda en büyük payı alır. İnsanın düşünceden söze, eyleme atacağı her adım, peşin yargıları, çözülemeyen düğüm, aşılamayan engel, görülemeyen neden, çoğu kez orada gizlenmiştir. Ortam, çevre, örnekler, kavram anarşisi, amaçsız sığ bir yaşam, hızlı yaşam temposu, medyanın içeriği, paranın çekim gücü, insanı gerçekten ayıran, amaçsızlığa, bölünmeye ve parçalanmaya iten önemli etkenlerdir. Işıklar sönmüş, kontrol kaybolmuştur. Böyle bir ortamda insanın kendi kalabilmesi, özgürce düşünmesi, seçmesi imkânsızdır.

İnançsızlık, duygusuzluk, zevki tanrı edinme, böyle bir ortamın meyveleridir hep.

Kemal Ural / Tohumlar ve Meyveler

– Kontrol ne zaman kaybolur?

– Hızın çok olduğu şartlarda, dengeler yitirildiğinde. Her alanda her şey süratte bu denli yarışırsa. Sadece araçlarımız değil, birlikteliklerimiz, konuşmalarımız, ayrılıklarımız, başarılarımız, zevklerimiz, gayelerimiz, günlerimiz de sürate kapılıp iz bırakmadan akıp akıp giderse… Kontrol kaybolur, biz kayboluruz.

Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün kabak, kavağa dayanamayıp sormuş:

– Ey kavak! Sen kaç ayda bu hale geldin?
Kavak, on yılda demiş.

Kabak gülmüş:

– On yılda mı? Çiçeklerini sallamış. Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!

Kavak, ‘Doğru’ diye karşılık vermiş.
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgarları başladığında kabak üşümeye, sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Kavağa endişe içinde sormuş:

– Neler oluyor bana ağaç?

– Ölüyorsun, demiş kavak.

Niçin diye sorunca kabak, cevabı şu olmuş kavağın:

– Benim on yılda geldiğim yere, birkaç ayda gelmeye çalıştığın için.

 Büyüme, gelişme ne kadar hızlı ise, yok oluş bitiş de o kadar çabuk olur. Bir şey ne kadar yavaş ortaya çıkarsa, tüketip bitmesi de o kadar yavaş olur.

İbn Hazm

Çağın süratine yetişemiyor insan ruhu. Yoruldukça dikkati dağılıyor. Yaşadığı zamana özen gösteremiyor. Karşısındakine yeterli önemi veremiyor. Saygı; hürmet, değer mefhumları silikleşmeye başlıyor nazarında. Oysa bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan duygular sakin, yavaş ortamları sever.

Discovery Channel’da bir belgeselde, akrep anne otuz yavrusunu sırtına alıp avlanmaya çıkmış. Yavrularından biri yere düşüyor. Anne akrep hemen farkına varıp tekrar sırtına alıp yoluna devam ediyor. Bugün uygarlık akrep kadar korumuyor çocuğu.

Kemal Ural / Bir’in Sırrı / s.135

Çocuk sadece bir ailenin ümidi değil ki… O, içinde taşıdığı hazine ile dünyanın yeniden diriliş sebebi.

Varlığa saygı, ona gösterilen özendir. İnsanlık, ne zaman dostunun yavaşlık ve sükûnet olduğunu; düşmanının ise sürat ve gürültü olduğunu anlayacak?


1. Otantik: Saf, içine bir şey karıştırılmamış.
2. İdeoloji: Belli bir amaca yönelik, kendi içinden tutarlı bir sistem oluşturan düşüncüler topluluğu.
                     Fransızca idéologie
                     idée + oloji (ologie) / fikir + bir alandaki çalışmalar

Fotoğraflar © Elena Shumilova
Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

  1. Kamil Türk on

    Bitmesin diye satırları yavaş yavaş okuduğum bir yazı.Gönlünüzden dökülen kelimelerin birleşimi ortaya çok güzel bir maden çıkarıyor.Okuyan her kişi kendi gönlündekiyle harmanlayıp yeni bir tefekkür oluşturuyor.
    Çocukluğumuza dair aradıklarımız ruhumuza ait hasletler.Buradaki ayrım da çok önemli.Bize verilen aşk bineği o hasletlere bürünmek onlarlarla yol almak onlar olmadan olduğumuz yerde sayıyoruz,saplanıyoruz,ilerleyemiyoruz.Gönlünüze sağlık.Çok güzel bir reçete olarak okuyabileceğimiz ve uygulayacağımız bir yazı olmuş.

Reply To Kamil Türk Cancel Reply