Gün Çocuk

1

Çocukluk… Arifliğin, fıtratın, insan hakikatinin saf pınarı.

Sen, bin yaşına gelsen de tatmadığın sürece o minik avuçlarından ab-ı hayatı; hakikati göremeyeceksin.

Çocukluk… “Ben Sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusunun tertemiz vicdanlardaki en güzel, en berrak, yankısı:

 “Evet… Evet… Eveeet… Rabbimizsinnn…”
.

Ne zaman unuttuk insanî duyguların birbirine akseden, aksettikçe çoğalan bu yankısını? Ne zaman Rabbim?

İnsan olmanın bu ahdini nefesine, niyetine, emeğine, gayretine bir mühür gibi basmadıkça, basmayı ihmal edenler çoğaldıkça unutmaya başladık. Çünkü kalbimizi uyandıran yankıların tınısı değişti, ruhu daraldı ve tatminsiz yalnızlığımıza hapsolduk. Yalnızlığın benliğinde, hırçınlığında sağırlaştık, körleştik. Mührü göremediğimiz için basamadık yaşamamıza. Göklerden gelen âlemlere kulak veremediğimiz için dinleyemedik “ahdin sesi”ni. Ve duyamadık gönlümüzle hakikatini.

O’dur ancak sizi yaratan, size dinleyecek kulak, görecek gözler, duyacak gönüller veren! Fakat sizler pek az şükrediyorsunuz!” Mülk Sûresi, 23. Ayet

Bilirim; ahdi olmayan zaman, savrulur yokluğa. Ahdin yazılmadığı mekan, çoraklaşa çoraklaşa toz olup kayar zaman aralarından. Ahdi olmayan yaşamın kupkuru benliğinde çalılara, ısırganlara teslim olur bedenin. Ve ellerinin, her yerinin berelendiğini de bilirim. Ama…

Nasıl bulacağız? Nerede arayacağız Hakkı/Hakikati? Zaman yok olmuş, mekan kayıp gitmiş.

Yaşamsa yaralar, bereler içinde.

Küçük prens, ‘İnsanlar nerede?’ diye nazikçe sordu. Çiçek bir kez bir kervanın geçtiğini görmüştü.

İnsanlar mı?’ dedi. ‘Sanırım onlardan altı ya da yedi tane var. Birkaç yıl önce görmüştüm. Ama nerede olduklarını kimse bilemez. Rüzgâr sürüklüyor onları. Kökleri yok, bu yüzden de yaşam onlar için güç.’” Küçük Prens, s.79

Varoluşun sorusunu soramayanlar, her an nice deliller yağarken üzerlerine, rahmetten nasiplerini alamayanlar… Nice âlemlerin nice sofraları kurulurken önlerine; nerden gelir, nereye gider bu devran umursamayanlar. Niçinsiz, nedensiz, meraksız boşluklarında salınanlar nasıl bulacaklar hakikatlerini?

“Hayatın ‘niçin’ine cevap bulabilirsek, ‘nasıl’ına çok daha kolay cevap verebiliriz.” Nietzsche

Bulmak için, aramak gerek. Aramak içinse merak. Merak, hasreti için yollara düşer. Hasretin bineğiyse açlık. Aramayı bilen, merakının safiyetini niçinlerle dile getiren… Hele açlığını en güzel dile getiren çocuktan başka kim olabilir ki…

Onun için de hakikatin sırrı ne yaşımızda, ne başımızda… Hakikatin sırrı da anahtarı da sadece çocuk masumluğunda. Kiri/pası kabul etmeyen, hayalleriyle gülüşleriyle hıçkırıklarıyla dupduru atan çocuk yüreğinde.

Şimdi tekrar neden bunlar diyeceksin. Ben de hem çocuk olmayı, hem çocuk kalmayı beceremediğimizden diyeceğim. Kökü çürümeye bırakılmış dallardan meyve beklemek gafletine düştüğümüzden. Hayalleri yıldızlara değmemiş başaklardan boşuna göklere gebe düşünceler beklediğimizden diyeceğim. Çünkü temizlemeyi ihmal ettiğimiz membalardan saf pınarlar beklemek aymazlıktır, cehalettir, duyarsızlıktır.

Küçük Prens ve Makasçı

Küçük Prens ve Makasçı

“‘Kimse bulunduğu yerde mutlu değildir.’ dedi makasçı.

Üçüncü bir trenin, gök gürültüsünü andıran bir sesle geldiğini duydular.

‘Daha önce geçenleri mi kovalıyorlar?’ diye sordu küçük prens yine.

‘Hiç kimseyi kovalamıyorlar.’ dedi makasçı. ‘Uykudalar şimdi. Uykuda değillerse bile esniyorlardır. Yalnızca çocuklar burunlarını cama dayamışlardır.’

Yalnızca çocuklar neyin peşinde olduklarını biliyorlar.’ dedi küçük prens.” Küçük Prens, s.94

Peki biz neyin peşindeyiz dostum? Trene bindirmişiz dakikaları, umutların yerine. Hızına kilitlemişiz umutları, hayallerin yerine. Kalbimiz bir makasçının tekdüze ellerindeyken, biz neyin peşinden koşacağız?

“Yalnızca çocuklar neyin peşinde olduklarını biliyorlar.” Elbette onlar bilecekler çünkü “Yalnızca çocuklar burunlarını cama dayamışlar.”

Hayatın ortasından akan ab-ı hayat nehrinin bir tek onlar farkındalar. O nehrin bereketlendirdiği zamanın tadını, kokusunu bir tek onlar alıyorlar. Bir tek onlar merakla izliyorlar günün, hayatın vaad ettiklerini. Onlar hayatın camına dayayıp burunlarını Yaradan’ın sunduklarını heyecanla izleyip nimetlerinin kokusunu ta yürekten çekiyorlar içlerine. İşte senin sorularının cevabı da içlerinde. Ne zaman ki çocukluğun derin içsel yollarına düşersin. O zaman bulursun cevabını.

“‘İnsan ancak evcilleştirirse anlar.’ dedi tilki. ‘İnsanların artık anlamaya zamanları yok. 

Dükkanlardan her istediklerini satın alıyorlar. Ama dostluk satılan bir dükkan olmadığı için dostları yok artık.’” Küçük Prens, s.89

Küçük Prens ve dostu Tilki

Küçük Prens ve dostu Tilki

Yunusça “Bir çocuk vardır bende benden içeri” dersin.

Sır, melek kanatlarında hayallerine tutunup âlemlere dalan çocuk gözlerinde. Ne bezirganlar çığırtkanlığını yaptılar onun; ne krallar kandırmaya çalıştı. Oysa gerçek çıplaklığı gören gözler, dille değil; sadakatiyle haykırır. O da haykırdı. Ve yaradılışına sadık dillerini, kimseler susturamadı. Nice uyuyanları uyandırdı.

“‘İşte tıpkı bunun gibi, yıldızların sahibi de benim; çünkü onlara sahip çıkmayı ilk ben akıl ettim.’

Küçük prens hâlâ tam tatmin olmamıştı bu sözlerden. ‘Bir ipek atkım olsa’ dedi, ‘boynuma sarıp götürebilirim. Bir çiçeğim olsa, koparıp onu da götürebilirim. Ama yıldızları gökyüzünden koparıp alamazsınız ki…’” Küçük Prens, s.61

Ta ki ellerinden masumiyeti alınana kadar. Zamanın sükunetinden kopardılar onu; ne kendi yaşamlarına ne de büyüklerin hayatlarına benzeyen hırçın, hızlı, acımasız sürat kuyularına attılar.

Yusuf’u gönülden arayan, ancak Yakup’tur. Yazık, Yakup ağızlılar, Yakup gözler de kalmadı.

Zaman Yakup gözlüleri, gözünün ferini hasrete dökenleri bekleme zamanı. Dua dua, sabır sabır Yusuf’un gömleğini bekleme zamanı.

Bekleyen ve beklenen. Ömrün iki terazisi. Birinin olmadığı yerde sevginin, fedakarlığın, huzurun dengesi bozuluyor.

Çocuk bekleneni en güzel bekleyendir. Ümitle, bıkmadan gözleri yollara takılı hayallerini adımlara dökendir. Bekler o; çünkü bencilliğin, süratin ve sabırsızlığın acımasızlığına takılmaz. Onun için onun saniyeleri de zengindir yüreği gibi. Onun zamana bakışının sırrını anlayamadığımız sürece sevgilerimizi dillendiremeyeceğiz.

“‘Paçavradan bir bebekle saatlerce oynarlar ve o bebek çok önemli olur onlar için ve eğer birisi onu ellerinden almaya kalkarsa ağlarlar…’

‘Şanslılar’ dedi makasçı.” Küçük Prens, s.94

Gökyüzündeki yıldızları unuttuğumuz gibi gözlerdeki yıldızları da unutacağız. Gökler âleminden yağan nice rahmeti, mucizeleri, güzellikleri göremediğimiz gibi karşımızda bize bakan gözlerdeki sevgiyi, emeği, dilsiz feryatları da anlayamayacağız.

O zaman çocuğu durmadan tüketim pazarlarında sergileyeceğimize, onun kalbindeki masumiyeti bulmak için emek verebilirsek onunla sade, duru ama derin anların güzelliğini, huzurunu yaşayabilirsek masumiyetini hırsımızla kirletmeyiz. İşte o zaman onunla paylaşılmış dakikaların sağlam kalesine sığınabiliriz.

“Öyle görünüyor ki hiç kimse zamandan tasarruf ederken hakikatte bambaşka şeylerden tasarruf ettiğinin farkında değildi. Yaşamın giderek fakirleşip monotonlaştığını ve her geçen gün biraz daha duygu yoksunu olduğunu kimse görmek istemedi. Ancak çocuklar bunu olduğu gibi hissettiler. Oysaki zaman yaşamdır. Ve yaşam kalpte var olur. İnsanlar yaşamdan ne kadar tasarruf ederlerse o kadar kalpsizleşirler.” İçimizdeki Küçük Prens, s.95-96

Peki bizler ömrümüzü kalbin otağında dinlendirmeyi nereden öğreneceğiz? Kim fısıldayacak yüreğimize?

Kim mi fısıldayacak? O yüreği kim yarattıysa O fısıldayacak. Çocuk, her sesi çağın, çevrenin kulağıyla değil, sadece kalbinin kulağıyla, kalbinin sahibinin ilhamıyla dinlediği için arifti. Ama onu da aldılar.

Çocukluğumuzun düşsel yolları. Hayallerle şekillenen bez bebekler… Sade, sakin sokaklarda sesleri ıhlamur kokularına karışan telden tekerlekler… Dizler açılsa da, gözler yansa da terden, hiçbir şeye aldırmayan yiğit gülücükler. Parmaklarda dönen rengarenk camdan âlemler… Evet… hepsi birer birer alındılar… Birdir bir oyunları… körebeler, saklambaç… hepsini aldılar ellerinden.

Şimdiyse yitirilmiş çoban yıldızını aramaya durdu gece. Heyhat… Sadece feryadını işitti karanlığın. Bundan böyle domurda mineler, gelincikler, papatyalar neye ve niye açacaklarını bilemeyecekler. Tarlalar umutlarını dökecekler toprağa çocuk gülücüklerini bulabilmek için. Sazlar, otlar, akşama teşne ikindi vakitleri hiç bıkmadan bekleyecekler çocuk dokunuşlarını.

Rızası olmayan ayın şavkı vurur mu deryaya? Vursa da dilini çözemez ki suların, dalgaların. Rızaya konmayan arı bal yapamaz. Rızaya bağlanmayan umut kanatlanamaz.

Oysa her gece şavkı vuruyor değil mi ayın? Arının himmeti hep bal yapmak. Kanatlara düşense şafakları karşılamak. Demek ki hepsinin yolu rızadan geçiyor.

O zaman biz de rızasız yollara düşmeyelim. Çabamız dağlara, tepelere takılı kalmasın ki menzile varabilelim. Unutma çocuk umutları hep rıza boyalıdır. Seslerinin yankılandığı bayırlar hep cennet kokuludur.

Kokuyu sürenin yoluna biz de çocuklar gibi düşsek.
Düş ki seher kokuları karşılasın seni.

Işığı verenin ardına biz de çocuk gülüşleri gibi düşsek.
Düş ki hiç bilmediğin şafaklar kanatların olsun.

Kanatları verenden, biz de dilesek masum yürekler gibi hakikate götüren rüzgarları, bulutları.
Dile ki gönlünün dermanını o hakikatin içinde bul. Gönlüne şifa güllerini o bağın ellerinden topla.

Ey vadi gözlü çocuk! Özler serinliğini yanan yüreğim. Al dertlerimi vadinin el değmemiş derinliğine. Yıka kirlerimi masumiyetinde. Birlikte akalım yeşeren topraklara. Birlikte ağalım göklere, dokunalım yıldızlara…

Çocukluğum bir çember çizse dünyama;
Hiç çıkmasam büyüsünden.
Uçurtmadan ellerim uzansa,
Parmaklarımda yıldız tadı,
Burnumun sızısında sihirli değneğim;
Sonsuzluğa dalsam…

İçinde koşacağım hayaller çizseler
Sorularla boyasam adımlarımı.
Kapamayın ruhumu dar düşüncelerle
Ufuk renkli cevaplar alsam.

Koşsam tarlalarda
Toprağın kokusu sinse heyecanıma;
“Gülüm”ün ayak sesiyle uyansa damarlarım
Bülbülün hasretiyle coşsam.

El değmemiş masumiyetimi getir rüzgar!
Koklayayım bütün yüreğimle;
Almadan gelme
Sandığımdaki hayallerimi!
Saf pınarlaradır sevdam.

Gölün aynasından yansısa ceylan gözleri,
Bakir gülüşler duyulsa yankılarından.
Yeşil uçuşlar çevirir mi cennete yeniden?
Ah çocuk olsam… Ah çocukluğumda insan olsam.

O zaman bir başka uzanır ellerim gerçeğe;
O zaman bir başka titrer dizlerim.
Hazinem ta derinlerde…
Yol vermiyor sığlığım, kör düşüncelerim
Onu bulmaya bir yol alsam…

Bir başka mı ışır seher, güneşin dağlarından?
Yağar mı ışıklarca rahmet?
Ben çocukluğuma
Vadiler yağmura hasret.

Ağlayacaksan sevgin için ağla
Savaşın, çıkarın savurduğu yüreklere
Akmasın gözyaşların.

Her doğan gün, yeni bir şey için.
Niyedir nur yüzlü vakitleri öldürmek?
Nicedir dost arayışın?
Dal gönül deryana; keşfet.

Nasıl unuttuk yıldızların dilini?
Kelimelerin rengini neden karanlığa sattılar?
Nasıl kaybetti Çoban yıldızını zaman?

Ey göklerin Sahibi!
Tohumları serp; güller açtır şafağımda.
Bir başka ağarsın “gün çocuk” bedenimde.
Bir başka doğsun insanlığım
İçimde gittikçe büyüyen “ben”de.


‘Küçük Prens ve Makasçı’ İllüstrasyonu © Ann Baratashvili
‘Küçük Prens ve Tilki’ İllüstrasyonu © Ann Baratashvili

Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

  1. Ilac gibi satırlar.Dön dolaş oku,hisset.Görmeye calış.
    Hem umut hem yalnizlik..”El değmemiş masumiyetimi getir rüzgar!
    Koklayayım bütün yüreğimle;
    Almadan gelme
    Sandığımdaki hayallerimi!
    Saf pınarlaradır sevdam”
    Bir bilseniz nasıl dokunduğunu işlediğini dizelerinizin satırlarınizin..
    Sağolun var olun

Reply To Oya Cancel Reply