Gidemezsin!

0

Nostalji, tanımlayamadığımız, bilemediğimiz bir istek, arzudur… istek nesnesi vardır, ama onu tanımlayacak kelime(ler) yoktur…

Antoine de Saint-Exupéry

Küçük Prens’in güneşle birlikte doğan gülü. Antoine’ın gezegeninde yetiştirdiği tek ve son; kırmızı bir çiçek. Tüm ruhunu verdiği.. Parlak siyah saçları ve gözleri olan Salvadorlu bir heykeltıraş ve ressamdı. Antoine’ın hayatında Consuelo adında “Küçük Bir Salvador Yanardağı” olmasaydı, Küçük Prens Gülsüz kalabilirdi. Büyümeyi istemeyen Provence’li bu çocuğu etkileyen gülün doğasından gelen tutarsızlığıydı. Hayatları tutku, huzursuzluk, sessizlik ve beklentilerle doluydu. Arada zaman zaman fırtınalar kopsa da Antoine ve Consuelo birbirlerinin ruh eşi olduklarına inanıyorlardı. Sık sık tartışırlar, ayrılırlar, ancak her seferinde daha mutlu bir şekilde tekrar bir araya gelirlerdi. Kaderlerini bağlayan ip, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar asla kopmadı. İkisi arasındaki istikrarsız ilişki karşılıksız bir patikada devam etti.

Depresif bir ruh ve göğe aşık bir pilot eşi olmak kolay değildi. Consuelo bir defasında şunları yazdı: “Pilot eşi olmak başlı başına bir fedakarlıktır. Bir yazar eşi olmak gerçek bir eziyet ve trajedidir.” Karada çok fazla oyalanmayı hiçbir zaman sevmemişti. Kendisi de, sevgisi de göklere aitti. Consuelo, “Beyaz bir masa örtüsü, bir çiçek ve adımlarınızın sesi bana yeter.” dedi.  Antoine ise, yıldızların kalbine kadar tırmanır, Consuelo’nin aşkı için yere inerdi. “Yıldızların arasındayken, uzakta bir ışık gördüğümde ve bunun yıldız ışığı mı yoksa fener mi olduğunu bilmediğim zaman… Kendime, bunun benim küçük Consuelo’m olduğunu, bana hikayeler anlatmak için beni çağırdığını söylüyorum…” diye yazdı. Antoine da eşinin yokluğundan muzdaripti. Bir gün şöyle yazdı: “Yardıma ve teselliye ne kadar susadığımı bilemezsin. Bir kadının tesellisine.” İlginçtir, Consuelo, İspanyolca’da “teselli” veya “teselli eden” anlamına gelen bir kadın adıdır (Hazreti İsa’nın annesi Meryem’e, Nuestra Señora del Consuelo, yani Teselli Meryem Ana’ya atıfta bulunur).

Antoine, her zaman sonsuza özlem duymuştu. İçinde kaçmak, uçmak, kaybolmak, Mutlak ile bir olana kadar yükselmek için acı verici bir arzu taşırdı. Trajik durumu tam da bu dualitenin çatışmasından doğmuştu: Mutlak olana duyduğu özlem, onu hapseden, çamura bağlayan dünyevi tutkularına karşı yücelik için yürek parçalayan bir iştiyak. Consuelo ise yıllarca onun havadan dönmesini bekledi. Savaş zamanları havacılara ihtiyaç duyulan zamanlardı. Antoine’ın savaş pilotu olması ve posta taşıması birbirlerini bir daha göremeyecekleri riskini arttırıyordu. Sonunda kocasını bir daha görememekten korktuğu için, Antoine’ın heykelini yaptı ve bahçeye koydu:

Artık gidemezsin!
.

Fransız edebiyatı Birinci Dünya Savaşı sonucunda kahramanlığa sırtını dönmüştü. O dönemde Avrupa edebiyatında egemen olan pasifizmdi. Gökyüzü ile yer arasında ve dünya savaşlarının gölgesinde yaşayan Antonio savaşı bir kenarda durup izlemeye dayanamadı. İçindeki vicdan ve insan sevgisi buna müsaade etmedi. Uçamadığında, “savaşı bir tiyatrodan izliyormuş gibi hissettim” diye itiraf etti. Sonunda, bu sefer onu dikenli bir gül yerine yıldızların prensesi yapacak bir hikaye yazacağını söyleyerek savaşa gitti. Korsika’dan uçmadan hemen önce Consuelo’ya bir mektup yazdı. “Hayatının geri kalanında benim karım olacaksın. Seni korumak için uçup gideceğim. …Yaralanırsam beni iyileştirecek biri var. Eğer ölürsem, sonsuza kadar bekleyecek birisine sahip olacağım. Geri dönersem, nereye gideceğimi bileceğim.” Mektubu okuyan Consuelo gözyaşlarına boğuldu. 

Seni bu gezegende bir daha asla göremezsem, beni Tanrı’nın yanında, ne olursa olsun seni beklerken bulacağını bilmelisin. Pişmanlık yok!

Consuelo

Savaşa gitmek yerine Amerika’da kalabilirdi ama kalsaydı insan yaşamının gerçeğine ulaşmak için aldatıcı söylemi reddeden literatüre olduğu kadar kendisine de ihanet ederdi. Savaşın tüm korkunç yüzünü omuzlarında hisseden Antoine, eşine şöyle yazdı: “Beni hep üzen tek bir şey vardır, o da büyüdüğümü görmek.” Belli ki bu itirafın nedeni, Antoine’nin kısa ömründe iki dünya savaşı yaşamış olmasıydı. Birinci Dünya Savaşı gençlik çağına, İkinci Dünya Savaşı ise orta yaşına denk geldi. Gerçek şu ki, çocukları ihtiyarlatan harbi umumi Küçük Prensi’de ihtiyarlatmıştı. Savaş bittiğinde, bir kahraman ilan edildi ve kayıtlarda “şanlı bir ölüm” olarak kabul edildi. Consuelo, yıldızların peşinde koştuğu bir hayatın sonunda bir meteor gibi düştüğünü söyledi…

Consuelo yıllarca kocasının öldüğüne inanamadı. “Beni sık sık yalnız bırakırdı,” dedi inatla, “ama hep geri dönerdi.” Bu tavrında haksız sayılmazdı. Antoine daha önce düştü, yakalandı, ve kayboldu. Ve her defasında hayatta kalmayı başarmıştı. Gömülmemiş bir koca için yas tutmak zordu. Yokluğunun acısı daha da acı vericiydi. Antoine’nın kaybolmasından bu yana Consuelo, New York’ta oldukça tenha bir yaşam sürdü. Daha sonra Fransa’ya dönerek Paris’te ve Grasse’de yaşadı. Bir daha asla evlenmedi ve kocasını bir daha görebilme umudunu terk etmedi. Onunla evlendiğinden beri beklemekten başka bir şey yapmadı. Muhtemelen onu beklemenin en zor saatleri, savaşa gittikten sonra Mart 1943’te başladı. Bu bekleyişi ömrünün sonuna kadar sürdü. Tek tesellisi Antoine’ın anılarında yaşamaktı. Kocasının mektuplarını ve Küçük Prens ile süslenmiş sararan yaprakları bir hazine gibi bir sandıkta sakladı. Onlar titremeden açamadığı kayıp mutluluğunun sadık tanıklarıydı.

Yıllar sonra 1998 sonbaharında Akdeniz sularında bir balıkçının ağında Antoine ve Consuelo’nun isimlerinin kazınmış olduğu bir bileklik bulundu.

Sonunda Gül, Küçük Prensi evcilleştirmişti…

BERÂ İLHAN

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply