Gece Var Geceden İçeru

2

İblis’in başına gelenler ise, bu konu ile alakalı bilebildiğim en kadim hatıradır. Peygamberlik müessesesinin olmadığı, Hakikat ile direkt muhatap olunan bir devirde (!) gerçekleşmiştir hadise. İblis, yukarıdaki ayette geçen mazmuna muhalif tavrından dolayı, ‘rahmet katından’ kovulmuştur. Yani -sadece- Allah’ın Âdem’e secde edilmesi emrine muhalefetinden değil; bu isyanına eşlik eden kibirli tavrından ve asıl olarak bunu aksettiren bir fiilinden:

Sesini küstahça yükseltmesi ve sesindeki edadan… Kendi ahmakça mazeretini ileri sürerken, bunu öyle kibirli bir ton ile dile getirmiştir ki, -Âdem Efendi’den duyduğum şekliyle- oradaki tüm melekler (belki ruhanîler de), muazzam bir haşmetle, bizim ezan olarak bildiğimiz mukaddes çağrıyı, Arapça’nın ötesindeki hakikati ile gürül gürül ifade etmiş; İblis’in ‘büyüklenmesi’ne karşılık;

‘Büyük Allah’tır! Büyük Allah’tır!’ diye Yaradanlarına sadakat ve vefalarını haykırmışlardır.

O mana/hatıra bizim ezanımız içinde -tabiri caizse- mayalıdır. Ezanın hakikatinde o anı vardır, ‘ân’da yaşayanlara ayan… Ona gönlüyle kulak verenler, o görkemli melekler korosunu tüm haşmetiyle duyabilirler. Tekrar ediyorum; Arapça kelime kalıplarına dökülmüş hali ile değil; kelimeler ötesi manasıyla… Orada ‘Tanıklık ederim ki, Muhammed (sav) Allah’ın elçisidir.’ gibi ifadeleri, tüm peygamberlerin aynası olduğu Nur-u Muhammedî olarak (bazı geleneklerin ‘logos’ diye isimlendirdiği) anlamak gerek.

Ne kadar da Ainulindalë (Ainur’un Müziği) ve Melkor’un kibirli kakafonisini andırıyor değil mi?

“İki Ağaç” serisinin üçüncü yazısını yukarıdaki ifadeler ile bitirmiştik.

İşte ezan, müziğin ahengini bozan Melkorvari böyle ters seslere/sözlere karşı sarfedilmiş bir manifestonun, bir deklarasyonun, ahirzamandaki adıdır. Belki Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in zuhurundan önce de, insanları hakikate ulaştıran diğer hak yollarda benzeri çağrılar olmuş olabilir. Ve bu çağrılar aynı kadim hatırayı bir öz olarak içermiş; fakat bu öz başka kalıplar/formlar ile de taşınmış olabilir. Bunun hakkında bir malumata sahip değilim. Ama İblis’in kibirli ses yükseltişine karşı melekler (ve belki ruhaniler de) topluluğunun bu haykırışları, elbette zamanın ilerlemesi ile gerçek demini almış Arapçanın kalıpları ile olmayacaktır.

Maddi Âleme Yansıyan Manevî Hakikatler

Makalemizin asıl mevzusuna girmeden önce ince bir hususu belirtmem lazım.

“Nur” ve “Ziya” her ikisi de, Türkçemizde ışık demektir. Halbuki nur ve ziya arasında nüans vardır. Her biri iki ayrı mana ve hakikatin aynasıdırlar. Bu mana ve hakikatın memleketi, fotonların ve ışık dalgalarının ötesindedir. 

Maddi âlemde de bu manaların yansıması için ay ve güneş gibi iki göksel varlık yaratılmıştır. Güneşten önce ziya ve aydan önce de nur mevcuttu. Güneş ve ay bunlara taht ve ayna oldular. Benzer şekilde gece ve gündüz de, dünyamız ve onun etrafında döndüğü güneş olmadan önce var olan iki ayrı manadır. Bu iki mana, gezegenimiz ve üzerinde yaşayan bizler için, gezegenimizin kendi etrafında dönüşüyle hâsıl olmakta. Başka gezegenlerde yaşayan bilinçli varlıklar varsa, onların bu manalara mazhariyeti, kendi güneş ve gezegen hareketleri ile olacaktır. Bizim güneşimiz ise -ziyaya aynalık yapmak yerine- gökte göz kırpan minik bir yıldızdır (necm) onlar için… Tıpkı onların haşmetli ziya tahtının bizim için sadece ufak bir yıldız olması gibi. Demek asıl mana daha ötelerde.

Tolkien’in mavera esintili satırlarını okuyanlar için, bu anlatmaya çalıştıklarım hiç de yabancı değildir. “Valian Yılları” ve hemen sonrasını İlhan Akıncı’nın satırlarından takip edelim:

Arda’da Işığın Macerası

Helcar sütunu üstünden Orta Dünya’yı aydınlatan Illuin

Helcar sütunu üstünden Orta Dünya’yı aydınlatan Illuin

Hatırlanacağı gibi Valar Arda’ya geldiğinde, Arda yaşamın olmadığı bir hamur gibiydi. Valar Arda’nın simetrik tek bir kıta şeklinde olmasını tercih etti. Öncelikle bu kıtanın kuzeyinde ve güneyinde birer ışık kaynağı oluşturmaya karar verdiler. Aulë en kuzeyde Helcar ve en güneyde de Ringil isminde iki sütun yaptı. Bu sütunların üzerlerine de birer lamba koyuldu. Bu lambalar Varda tarafından ışıkla dolduruldu ve Manwë tarafından kutsandı.

Kuzeyde, Helcar sütununun üzerindeki lambaya Illuin adı verildi ve ışığının rengi gök mavisiydi. Güneyde, Ringil sütununun üzerindeki lambaya da Ormal adı verildi ve ışığının rengi yüksek altın olarak tanımlanan bir renkteydi.

Bu dönemde Valar, oluşturdukları simetrik kıtanın tam ortasında yer alan gölün yine tam ortasındaki Almaren adasında yerleşmişlerdi. Kuzeyden ve güneyden aydınlanan Arda’da hayat başlamış ve dünya bitkilerle dolmuştu. İki lambanın ışıklarının birbirine karıştığı Almaren ve büyük göl çevresinde ise bitki örtüsü daha da zengindi.

Melkor, Valar’ın Tulkas ve Nessa’nın evlilik töreninde oluşundan faydalanarak Arda’nın kuzeyinden dünyaya girerek kendi kalesini inşa etti ve onun etkisi ile birçok bitki ve hayvan öldü. Ardından iki lambaya olan saldırısını gerçekleştirdi ve onları yıktı. Lambaların yıkılışının etkisi ile Valar’ın emekleri ile oluşturdukları düzen ortadan kalktı. Kıtalar bölündü, kuzeyde ve güneyde denizler oluştu. Artık Arda bozulmuştu ve Arda Baharı sona ermişti. Valar kendi yaptıklarını korumakla uğraşırken Melkor’a yeterince güçlü bir saldırıda bulunamadı ve Melkor kendi kalesi Utomno’ya çekildi.

Ağaç Yılları

Valar, lambaların yıkılması ve Arda’nın bozulmasının ardından Valinor’a yerleşti. Orta Dünya karanlıkta kalmıştı ve sadece yıldızlarla aydınlanmaktaydı. Bu dönem Melkor’un kendi gücünü ve kötü niyetlerini Orta Dünya’ya yaymaya başladığı bir dönemdi. Bu karanlık döneme Yavanna’nın Uykusu adı verilmişti.

Yavanna bu dönemde Valinor’da Telperion ve Laurelin adındaki ağaçları oluşturdu. Telperion bu ağaçlardan yaşlı olanıydı ve ışığının rengi gümüşi bir renkti. Ak Ağaç olarak da adlandırılmıştı. Laurelin’in ışığı ise altın rengiydi ve bu nedenle Altın Ağaç olarak da adlandırılırdı. Ezellohar isimli tepede konumlanan bu ağaçlar ile Valinor aydınlığa kavuşmuştu.

Bu dönemde Ilúvatar’ın Çocukları’ndan Elfler’in uyandığını anlayan Valar, Melkor’a karşı bir saldırıda bulunarak onu ele geçirdiler ve beraberlerinde Valinor’a getirdiler. Bu savaşın ardından Elfler’in büyük bir kolu da Valinor’a gelmişti. Melkor, kötülüğü anlayamayan Valar’a karşı uslanmış görünerek edindiği görece serbestlikle Elfler’in arasında nifak oluşturmayı başardı. Ardından yakaladığı bir boş zamanda hem iki ağacı zehirledi hem de Simariller’i çaldı.

Uzun Gece ya da Valinor’un Kararışı olarak adlandırılan bu dönem, geleceğe de taşınacak pek çok sorunun da başlangıcını oluşturdu.

Güneş ve Ay

Ağaçlar, Melkor tarafından zehirlenip ölmeden hemen önce, Valar, ağaçların son parçalarını korumayı başardı. Telperion’un gümüşi ışıklı bir çiçeği ile Laurelin’in altın alevli bir meyvesi Nienna’nın ve Yavanna’nın kudreti ile korundu. Telperion’un çiçeği ile Laurelin’in meyvesi birer gemiye koyularak göğe salındı. Bir Maia olan Tilion artık Ay olacak Telperion çiçeğini taşıyan gemiyi yönetmekteydi. Benzer bir şekilde artık Güneş olacak Laurelin’in meyvesi ise bir başka Maia olan Arien tarafından yönetilen bir gemiye yüklendi.

Önce Ay doğdu; bu İlk Çağ’ın başlangıcı olarak sayıldı. Yedi ay gününün ardından Güneş de doğmaya başladı. Her ikisi de ilk önce Batı’dan, Valinor’un üzerinden doğdu. Böylelikle ilk gün doğumu da Batı’dan gerçekleşti. Fakat Varda başta olmak üzere Valar’ın isteği ile hem Güneş hem Ay doğudan doğup, batıdan batmaya başladı ve bize daha yakın gelen düzen oluştu.

Elfler Güneş’in doğuşunu İnsanlar’ın uyanışının bir işareti olarak gördüler. Başta Orklar olmak üzere, Melkor’un pek çok yaratığı da Güneş’ten nefret etti.

Arda’nın Bozulması – Bölüm 1

Evet, Illuin ve Ormal’dan Telperion ve Laurelin’a;

Telperion ve Laurelin’dan Ay ve Güneş’e ışığın macerası…

Kozmik Geceler

Ezan’ın hakikatiyle alakalı kadim hatıra hakkında bir şeyler daha belirtmek istiyorum. Bu hadise, -belki- yıldızların, güneşlerin, gezegenlerin olmadığı bir planda gerçekleşmiştir. Dolayısı ile bildiğimiz manada bir gecenin ve gündüzün olmadığı bir ortam… Enteresan olan şu ki -Âdem Efendi’den öğrendiğim kadarıyla- bu hadise “gece vakti” cereyan etmiştir. Bilmediğimiz bir gece bu. Belki bildiğimiz ve her gün gezegenimizin güneşe bakmayan yönünde yaşanan gece denilen fenomenin aslına ait ve daha üst bir hakikati olan bir geceden bahsediyoruz. Bizim geceleri hissettiğimiz duygular, işte o daha üst manevi gecelerde yaşanan duygulardan izler taşıyor.

Bu tarz, daha üst hakikatlere ait gecelerden, başka geleneklerin bahsettiğini biliyoruz. Mesela Hint Tradisyonu (Sanatana Dharma) ve kozmolojisinde “Brahma’nın Gecesi”nden bahsedilir.

Bhagavad Gita kitabının 8. bölümünde bu mevzuya şu şekilde değinilmiştir:

17) Yaratıcı Tanrı Brahma’nın bir gününün ve bir gecesinin binlerce çağ sürdüğünü bilenler gündüzün ve gecenin ne demek olduğunu anlarlar.

18) Brahma’nın günü ağardığında, ‘görünmez olan’ çeşitli biçimlerde ortaya çıkar; Brahma’nın karanlık gecesi bastırdığında ise bu biçimler yeniden görünmez olur.

Hind’in “Bilge Kral”ından Bir Yorum

Yukarıdaki alıntı hakkında, Hindistan ve Hindistan Bağımsızlık Hareketi’nin siyasi ve ruhani lideri Mahatma Gandhi’nin yorumlarına bakalım şimdi:

‘O insanlar ki, Brahma’nın gününün bin yuga (çağ) sürdüğünü ve gecesinin de bin yuga uzunluğunda olduğunu bilirler, onlar gerçekten de neyin gündüz neyin gece olduğunu bilirler.’

8/17

Yani her biri birer düzine saatten meydana gelen gündüzümüz ile gecemiz, o engin devirdeki bir anın son derece küçük bir parçasından da kısadırlar. Hesap edilemeyecek kadar küçük olan bu anlar esnasında peşinden koşulan zevkler, bir serap kadar yanılsatıcı vasıftadırlar. O kısacık anları boşa harcamak yerine, onları insanlığa hizmet suretiyle Tanrı’ya hizmet etmeye adamalıyız. Öte yandan, bizim zamanımız, ebediyet ummanında o kadar dar bir minik damladır ki, buradaki gayemizde, yani kendimizi gerçekleştirmede başarısız olursak, umutsuzluğa kapılmamalıyız. Uygun zamanı beklemeliyiz.

‘Günün gelişinde, bütün Tecelliyat, Tecelli Etmemiş Olan’dan meydana çıkar ve gecenin gelişinde de hepsi o aynı Tecelli Etmemiş Olan’da ifnâ olur.’

8/18

Bütün yaradılmışlar dünyaya gelir, sonra da yok olur ve bunu ilelebed tekrarlar. İnsan, bunu bildiğinde, eşyanın üzerinde pek az hükmü olduğunu anlamalıdır. Doğum ve ölüm çemberi durmak bilmez.

Gandhi’ye Göre Bhagavad Gita / s.151-152

Brahma’nın bir gününün bin yuga (çağ) olması meselesi, bana Kur’an’dan şu ayet-i kerimeyi çağrıştırdı:

‘O, gökten yere, (yukarıdan aşağıya) işleri düzenler, sonra da o işler, sizin saydıklarınızdan bin yıl kadar olan bir günde O’na yükselir.’

Secde / 5

Elbette “çağ” ile “bizim saydığımız yıllar” birbirlerinden farklı şeyler. Ama gelecek yeni düşüncelere ve açılımlara kaynaklık edebilme ihtimalinden dolayı, “1000” rakamını bir yerlere not almak gerekir diye düşünüyorum. 

Brahma’nın Gecesi Küçük Pralaya

Blavatsky ve Roerich etkisindeki teozofik bir yorumda ise şöyle denmiş:

Kadim Hint yazılarında Evrenin etkinliklerinde her şeyin -uyanık ve canlı- olduğu döneme ‘Brahma’nın Gündüzü’ ya da ‘Küçük Manvantara’ denir. Organik evrenin uyuduğu ya da her şeyin dinlenmeye çekildiği döneme ise, ‘Brahma’nın Gecesi’ ya da ‘Küçük Pralaya’ denir. Efsaneye göre ‘Brahma’nın Gündüzü’ de aynı uzunluktadır. 360 gün ve 360 gece Brahma’nın bir yılını oluşturur. 100 Brahma yılı ise Brahma’nın bir yüzyılını oluşturur. (2.880.000.000.000.000). İşte efsanelere göre Kozmik takvim ölçüsü budur.

Evrenin pasif ve aktif devrelerinin dönüşümlü olarak ilerlemeleri tüm doğada kendini gösterir. ‘Manvantara’ ve ‘Pralaya’yı her şeyin içinde bulabiliriz. En ince ayrıntılardan dünyaların değişmesine kadar bu ‘büyük yasa’ kendini gösterir. Bu yasa kalbin atışlarında ve soluğun ritmindedir; uyku ve uyanıklıkta, gün ve gece değişiminde, ayın evrelerinde ve mevsimlerde, doğum ve yok oluşta, hayatta ve ölümde, kısacası tüm evrelerinde sonsuza dek yinelenir. Tüm kozmos gibi doğa da bu sonsuz değişimi sergiler. İnsanın ve onun yaşadığı dünya gezegeninin, güneş sisteminin, bütün evrenin, her şeyin kendine ait bir çalışma ve dinlenme, hayat ve ölüm devreleri vardır.

Stepan Stulginsky / Doğunun Kozmik Efsaneleri / s.35-36

Kainatın Gecesi

Kadim Türk Bilgeliği’nden bir misal:

…Tengri buyruğu ile Gündüz Aydın söner. Gece olur, İç Gök, Ay Börk. Sezemez şer. Gök olur, Yer. Ruh Gök’e açılır kapı. Tengi buyruk verir Yalvaç kişiye (Peygamber). Ruh Gök’ün ışığı (Nur) yansır Tin’e (Ruha)…

Dizelerin anlamı: Yaradanın emri ile, Gündüz Aydın güneşi söner. Gece olur İç Gök, Kainat ve Ay Börk. Çünki ışığını Gündüz Aydın’dan alırlar. Anlamaz idrak edemez şerre açık hayat sahipleri İblis, cin vs. Olup bitenin farkında değillerdir. Bunlar olurken Yedi Yer Yedi Gök’e dönüşür. Yani Yedi Yer aslında Yedi Gök’e dönüşür. Sır o ki Yedi Gök, Yedi Yer’de sırlanmıştır. Yaradanın emri ile Yedi Gök vücud bulur. Böylelikle hem Yedi Yer, hem Yedi Gök aynı anda hazır bulunur. Demek ki Yedi Gök, belli ilahi hadiselerle açığa çıkar. Dış Gök, Ruh Gök’e dönüşür (Büyük Ruh) ve Yaradan buyruk (vahiy) gönderir elçisine. Büyük Ruh vasıtası ile (yansıma) yalvaçın tinine, ruhuna, kalbine. Böylelikle Büyük Ruh’a rahmet kapısı açılmış, görevini yapmıştır. Bilgelerden (bazı ilim sahipleri) bu ilahi hadiseyi sezer, bilirler. Peygamberimize elçilik verildiğinde bir çok hadise vuku bulmuş ve bazıları Peygamber hasıl oldu demiştir. Tıpkı geçmişteki peygamberleri müjdeleyenler gibi.

Gündüz’ün; yani Gündüz Aydın’ın sönmesi kainatın geceye bürünmesi ile buyruk gelmesi, Kadir gecesi Kur’an’ın inmesini hatırlatıyor. Arap yarımadasında geceyken, dünyanın diğer kısmı gündüzdü. Öyle ise GECE SIRRI burada anlam kazanıyor. Bildiğimiz dünyanın bir kısmında gece değil, bilinmeyen (umumi) başka bir gece.

Sezen bilgeler Gündüz Aydın dedi: Gözünüz aydın. Ay Börk’ü başına (Nur İman) taç etti.

‘Rabbinden bir NUR üzere olan kimse’

Zümer / 22

‘Ayetlerimizi yalanlayanlar, kibirlenenlere GÖK KAPILARI açılmaz.’

Araf / 40

‘Biz Kur’an’ı KADİR GECESİ indirdik.’

Kadir / 1

‘KADİR GECESİNİN ne olduğunu sen nereden bileceksin.’

Kadir / 2

‘Melekler ve Ruh o GECE Rablerinin izni ile inerler.’

Kadir / 4

‘GECEYE and olsun.’

Müddessir / 33

Kulbak Bilge / s.361

(Devam edecek)


Okuduğunuz makale, “İki Ağaç” yazı dizisinin 5. bölümü olarak okuyucularımızın beğenisine sunulmuştur.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

2 yorum

  1. Emeğinize sağlık çok güzel bir çalışma olmuş. Zamanın anahtarı Sin de dır. Onu çözen zamanı çözer. Asıl mesele zaman felsefesini mekan ile birleştirerek düşünebilmek. Mesela bir bina dikiyorsunuz 6 ay sonra oluşuyor o zaman içinde temeli duvarları odaları oluşuyor. Bir zaman var ve mekan meydana geliyor şaşmıyor hiç birşey 6 ay da tam oluyor gibi. Yani mekandan yola çıkarak zaman hesaplanabilir. Mesela dünya güneşin etrafında 360 günde döner. Bu zamanın mekan olarak görünmesidir. Mekan rakamlar olmuştur. Rakam zaman değildir mesafenin mekanıdır. Onun gibi düşünmek gerekir. Hint tradistyonlarında bahsedilen rakamlar doğru değildir. Mantık olarak sadece düşünceyi geliştirmek için kullanılabilir fakat doğru sonuç o şekilde görülmez. Doğrusu Sin dır. Ya Sin. Secde 5. Ayette Ona yükselir deniyor yani o denilen Allah mı Rab mi ya da bir mukarreb melek mi onu iyi anlamak gerekir. Teşekkürler

  2. Gözümüz Aydın..Allah razı olsun sizden. Hz. Kuran-ı hep yeni baştan anlayabiliyoruz sayenizde. Gök – gece – ulular – gök ehli – yıldızlar güneş – ay – ruh – melek – yerin altı – yerin üstü – ağaç gibi daha bir çok kelimeyi baştan algılıyoruz. Bir çok kelimenin anlamı ve algısı değişince ister istemez hayat algımız ve yaşamımızda en önemlisi umutlarımızda ve dualarımızda iyi manada değişiyor.
    Hiç akletmez misiniz? uyarısının neden yapıldığı sırrı da ortada. Ayrıca “En iyisini Allah bilir” ‘e olan imanımızı kuvvetlendiriyor. Çünkü hakikati görmeye çalıştıkça ve sayenizde Lembaslar yedikçe hayretlere düşüp basit gibi gözüken şeylerin arkasında derin hakikatler olduğunu oldukça gördük. Allah yazarların okuyucuların kısacası Onu(c.c.) tanımayı arzulayan herkese kendisini daha çok tanıtsın. Hayırlı Geceler.

Reply To koroglan Cancel Reply