Fëanor, Galadriel ve Düşüş

3

Orta Dünya’nın ve Elflerin Tarihi’nin en önemli tanıklarından biri Galadriel’dir. Hayatının zaman çizelgesi içindeki genişliği itibariyle hemen hemen tüm Elf tarihine uzanır şahitliği. Elflerin, Cuiviénen Gölü’nün kıyısında uyanıp Ölümsüz Topraklar’a yolculuğundan (Great Journey) Noldor’un İsyanı ile bir düşüş hikayesine dönüşen tarihini birinci elden yaşayarak bilmektedir.

Düşüşün Taşlarını Döşemek veya Silmariller’in Yapılışı

Galadriel istemese dahi düşüş hikayesinin bir parçasıdır. Kaderi olarak Elflerin düşüşüne sebep olan Silmariller’in yapılmasına kendisi ilham olmuştur. Saçları, Valinor’un Işığı’nın kaynağı olan Telperion ve Laurelin Ağaçları gibi gümüş ve altın renklerinde parlar. Bu eşsiz ışığın bir yansımanın ötesinde de görülebilmesi Fëanor’a İki Ağacın ışığının bir cisimde var edilebileceği düşüncesini verir. Sırrı sadece kendisinde kalmak üzere Silmariller’i yapar. Silmariller’, Valar’ı dahi kendine hayran bırakır ve Fëanor’u da eşsiz kılar. Fëanor’un sanatındaki eşsizliği onun sevgisinin ve takdirinin kendi şahsına dönmesine sebep olur. Tolkien’in kavramlaştırması ile bu duruma alt-yaratının sevgisinin mutlak yaratının sevgisini gölgelemesi olarak bakabiliriz. Silmariller’, Fëanor’u, varlığın/yaratılmışın külli güzelliğini görmekten alıkoyup kendi güzelliğine/sanatının güzelliğini görmeye teşvik eder. Bu durum vaktiyle alt-yaratısını mutlak yaratının yerine koymaya çalışan Melkor’un durumu ve düşüşü ile de benzerlik taşır.

Benzer bir düşüşün daha yüksek bir bilinç düzeyinde ve daha fazla kutuplaşmış bir temsilcisi olan Melkor’un “düşen” Fëanor’un elinden Silmariller’i almayı başaracağı kesindir çünkü Fëanor, Melkor’un zafer kazanmak konusunda tamamen aciz olduğu külli/tüm hakikati temsil eden zeminden Melkor’un efendisi olduğu cüzi/gölge varlık seviyesine/zeminine geçmiştir. Melkor ise ilk örneği olduğu düşüş oyununun alt-yaratı düzeyinde kural koyucusu olduğu için bu düzlemde/zeminde mağlup edilemez. Fëanor’un sonraki hayatı bu gerçeğin ispatı nevinden olacaktır.

Fëanor, cüzi gerçekliğini -Silmariller’ ve onlarla ayrıştırılamaz hale gelmiş benlik davasını- Ölümsüz Topraklar ve Valar’ın temsil ettiği külli hakikatin yerine koyduğu için içinde yaşadığı “hakikat ülkesi” onun nazarında dayanılmaz hale gelir. Külli olanı cüzi olan için terk etmeye, külliyet aynalarından bir ayna olan Ölümsüz Toprakları bırakıp cüzi olan benlik davasının peşinden gitmeye, isyana mecbur hisseder kendini. Noldor’un İsyanı böylece başlar.

Elflerin Tarihi’nin Başlangıcı

Elflerin Tarihi için Cuiviénen Gölü kıyısında uyandıkları gün bir milat olarak alınabilir. Bu durum bir çocuğun hayatının başlangıcı için doğum tarihinin esas alınması kadar normaldir. Diğer yandan kadim geleneklerde olduğu gibi bir kişinin tarihi, ismiyle de başlatılabilir. Hayatta ilk kez varlığını hissettirdiği bir olay ve ona bağlı olarak aldığı isim/ünvan ile bir milat, başlangıç belirlemek mümkündür. Bu açıdan Elflerin tarihe girişi Noldor’un isyanı ile -düşüş ile- gerçekleşir. Noldor’un İsyanı ile Ölümsüz Toprakları terk edip o toprakların ihtişamına hiçbir zaman ulaşamayacakları bir tarihin içine girerler; kendilerini ve kendilerinin ötesinde olanı da keşfedecekleri, kayıp cennetin anlamını öğrenecekleri bir sürece girerler. İçine girdikleri tarihte -onlara hak edip etmemelerine bakılmaksızın verilmiş olan Ölümsüz Topraklar’da geçen yıllardan farklı olarak- emekleri ve bilgelikleri ile doğru orantılı olarak var olabileceklerdir. Düşüşlerinin sebebini ve sonuçlarını tahlil edebilecekleri ve buna bağlı olarak düşüşten tekrar yükselişe geçebilecekleri bir sınanma ülkesindedirler. Orta Dünya, Ölümsüz Topraklar gibi bir cennet temsili/sembolü değil bir sınanma ülkesidir. Fëanor, farkında olmadan Elfler için faziletçe sınanacakları bir dönemi, iniş ve çıkışlarıyla tarihi başlatmış olur.

Galadriel ve Fëanor: Taşıyıcı/Yansıtıcı Olmak veya Sahip/Hükmedici Olmak

Birincil Dünya’nın gerçekliğinden kaçmaya çalışmış sürrealizmin ayak seslerini adımlarında duyabileceğiniz biridir Arthur Rimbaud. Kendi çağının kaba ve materyalizmden, rasyonalizmden etkilenmiş gerçeklik kalıbının dışına çıkmaya çalışmıştır. Ne kadar başarılı olduğunu ayrı bir yazının konusu olarak bir kenara bırakarak şair sezgisi ile kolaylıkla ifade ettiği bir sözü konumuza giriş kapısı yapalım: “Ben bir başkasıdır” (Fr. Je est un autre / Eng. I is another). Dilbilgisi açısından kasıtlı olarak yapılan hata hakikat açısından sezilenin ifade edilmesi içindir. “Ben” kavramını olmanın (etre/to be) tamamen dışına atan ve olmanın ancak “ben”den vazgeçerek mümkün olduğunu işaretleyen bir anlayış vardır bu cümlede.

Kaçış edebiyatının en önemli amacı birincil dünyadan kaçış gibi durmakla birlikte birincil dünyanın kültürünü ve gerçeklik algısını oluşturan “ben” merkezinden hakiki bir merkeze kaçış en derindeki gerçek kaçış başarısıdır. Dış dünyadan yani anlamlandırılandan ne kadar kaçılırsa kaçılsın kişinin iç dünyasındaki yanıltıcı/yalancı olan anlamlandırıcıdan (“ben”) kaçılamadığı takdirde sadece bir hapishaneden kaçılıp diğerine düşülecektir ve kaçış, kişiyi tutsaklıktan kurtaramayacaktır. Orta Dünya ve karakterleri üzerine yapılan oyunlar bize bu “kaçamayışın” bir örneğini verir. Konusu ve içeriği ile kaçış imkânı sunan eserlerden ilham alarak yapılan sayısız oyunun ortak özelliği birincil dünyadan kaçan insanlar için Orta Dünya soslu ikincil bir hapishane inşa etmeleridir. Oyunun gerçeklik zemini kaçışçılığı da barındıran bir hapishane olduğu için bu tür ikincil dünyalar daha derin bir tutsaklığı ifade eder. Çünkü oyunlar temelde “olmak” (to be/etre) üzerine değil sahip olmak (to have) üzerine kuruludur. Olmak için anlamak, sahip olmak için bir eylemde, iddiada bulunmak ve bunu başarmak gerekir. Oyunlar, idrake kapı açmayıp; anlamlandırmayı ortadan kaldırarak, sürekli artan oranda oyuncu/ben merkezli eylemi ve sahiplik iddiasını tahrik eder.İnsan kendi zihninde tutsak duruma düşmüş ise hayalindeki gardiyanın elf veya insan olması da önemli değildir.

Fëanor

Fëanor

Bu açıdan bakıldığında idrakindeki düşüşten sonra Fëanor’un Ölümsüz Topraklar’dan daha alt bir alem olan Orta Dünya’ya düşmesi kaçınılmazdı. Noldor’u isyana sürüklemesi sadece bir sonuçtu. Fëanor esas düşüşünü, herkes için olan ve külli bir güzelliğin sembolü/yansıtıcısı/işaretçisi olan İki Ağacın ışığını kendi sanatı ile Silmariller’’e nakşederek sadece kendine, “ben”e ait kıldığında yaşamıştı. Aslı herkese ait bir şeye sadece kendi adına sahip olduğunda, Ainur’un bestesini/”biz” bestesini, bir zamanlar Melkor’un yaptığı gibi “ben” gürültüsü için terk ediyordu.

Fëanor’un Silmariller’i ve ışığını sadece kendisine ait kılmak istemesi, Melkor’un alt-yaratısını Mutlak Yaratı’nın yerine koymak istemesinin bir benzeridir. Melkor’da da bütünün bir parçası, armoninin bir unsuru olmak yerine sahip olmak duygusu geçer ve sadece kendine ait bir yaratı ister. Fëanor da özü kendine ait olmayan İki Ağacın ışığına sahip olmayı her şeyin üzerine koyar. “Sahip Olmak” ve “Olmak” kavramları üzerinden bu iki düşüş hikayesi birleşir.

Fëanor, Silmariller’in sahipliği ile o kadar özdeşleşir ki artık onları geri alabilme umudu kalmadığında -“sahiplik” umudunun ortadan kalkışı ile birlikte- hiç iz bırakmayacak şekilde kendi de yanar, kül olur ve iz bırakmayacak şekilde yok olur. Kendi türü içinde de bu ölüm şeklinin bir benzeri yoktur; belli ki ölüm biçimi -yanarak kül olması- yaşadığı düşüş tecrübesinin bir sonucudur.

Diğer yandan tüm yaşananlar Galadriel’in bilgeliğinin de kaynağıdır. Fëanor ile alınan ders çok yönlüdür ve çağlar sonra Galadriel, kendi ırkları için düşman kabul edilen Gimli’ye bir zamanlar Fëanor’un Valar’dan esirgediği Telperion ve Laurelin’in ışığını verir. Üç tel saç ile üç Silmaril arasında belki de kasıtlı bir benzerlik aranmalıdır. Fëanor’un, en yüksek varlıklar olan Valar’dan dahi esirgediği ışığı Galadriel severek kendi ırkına dost olmayan birine verebilecek kadar cömerttir.

Galadriel, Tek Yüzük ve vaatlerini kabul etmez. Nenya’nın ise sahibi değil taşıyıcısı/emanetçisi olarak görür kendisini. Yaşadıkları, Galadriel’e sahip olmanın (to have) değil olmanın (to be) önemli olduğunu öğretmiştir. Galadriel, nihayetinde kayıp cenneti Valinor’a döner.


‘Fëanor’ İllüstrasyonu © Karolina Węgrzyn
Paylaşın.

Yazar Hakkında

3 yorum

  1. Çok güzel bir yazıydı heyecan ve merakla okudum. Bu yazınız ile birşeyi ilk kez anladım. “Aslı herkese ait bir şeye sadece kendi adına sahip olma” düşüncesini günümüzde çok önemli ve üzerine ömürler verilecek hakikatleri “YouTube kanalı açıp anlatalım” ya da “bu yazılanları film yaparak insanlığa anlatmak istiyorum”
    düşüncelerine benzer buldum. Aslında çok masumane ve güzel düşünceler gibi ama çok gizli bir cüzi iradenin tesiri etkisi ile akla gelen fikir gibi. Galadriele kurban olurum bize de verse keşke bir kaç tel. Gök sakinlerine sutubogda ile selamlar..

  2. Fëanor’a yönelik kasıtlı bir tutum var sanki. O zaman şöyle söyleyelim, Fëanor Melkor’un peşine düşmek için iki nedene sahipti: Silmarilleri almak ve Finwe’nin intikamını almak. Elflerin Melkor’u yenilgiye uğratması mümkün olabilir mi? Silmariller ancak kurnazlıkla ele geçirilebilirdi ancak Fëanor doğrudan Melkor’un üzerine gitti.

    Bence Fëanor’un düşüşü daha çok Hz. Adem’in düşüşüne benzetilebilir.

    • Elbette Fëanor’un düşüşü Hz. Adem’in düşüşü ile kıyaslanamaz ama Fëanor’un yazıda Melkor’a benzetilmesi nedeniyle Hz. Adem’e daha çok benzetilebileceğini söylemeye çalışmıştım aslında.

      Melkor’un Fëanor’u zehirlemeye çalıştığını unutmayalım, bu kısım Hz. Adem’e benzetilebilir.

Reply To koroglan Cancel Reply