Fantastik; Kadim Öğretilerin Şiiri – Bölüm 2

0

İKİ. HAYAT YOK HAYATIMIZDA

Bilinmeyenden, görünmeyenden geldiğimiz için bilinmeyene ve görünmeyene olan iştiyakımız hiç bitmez aslında. Lakin biz hem varlıkla, hem kadim bilgeliklerle bağımızı yitirdik. Sıla hasreti peşimizi hiç bırakmaz, ney kesildiği kamışlık için yanıp yakılır ama Yâr’den, Yurt’tan ayrıldık bir kez. Hölderlin, varlığa duyduğu iştiyakla deli divane oluşunun o şaşırtıcı anlatısı “Hyperion”da bunu dillendirir: “Biz o mutlu birliği, kelimenin tek anlamıyla Varlığı kaybetmişiz, onu elde etmemiz için de önce kaybetmemiz gerekiyordu… Tabiatla bozuşmuşuz… Bazen dünyayı her şey ve kendimizi bir hiç görüyoruz, yine bazen kendimiz her şeyiz de dünya bir hiç imiş sanıyoruz.”

Bize kalan yalnızca iz ve işaretler, hayâl içre hayaletler. İzler ve işaretlerle yerimize, yurdumuza, Yâr’imize varan bir yol bulabiliriz belki. Bir iz, bir de hayalet; hayâl içre çıktı uğrumuza bu kez. Hikâye değişmiyor anlayacağınız.

Evrenle, varolanlarla bağımızın zayıflığını sorguladığımız her durumda yolumuzu önce “Papalagi”nin izi kesiyor. “Papalagi: Göğü Delen Adam” Scheuermann’in Samoa reisinin dilinden “beyaz adam”ı anlattığı kitabı.

Beyaz adam sömürü ve köleleştirme için gelir; “medeni olmayan yer”e medeniyet getirecektir. Ufukta yelkenlisinin direkleri görünür önce. O burnunu, yelkenlisini [ötekini yok etme hazzının geçerli aygıtı, Colomb’un keşif yalanının kanıtı] sokmadan önce gök mavisidir tek şey başımızın üstünde. Direkler delerek gelir ufku, derken geminin burnu görünür. Göğü delerek gelmiştir beyaz adam. Varlığın onlara verdikleriyle fazlasıyla mutlu olan, hayatlarını huzurla sürdüren, her türlü iyiliğin ve güzelliğin kol gezdiği, kötünün ve hatanın da bu anlayışla göğüslendiği, tüm varlıkla dostluk içinde yaşayan topluluğun toprağına namahremin ayakları değmiştir.

Gemi - Sfw

Ayaklarıyla tertemiz toprağı kirletmekle kalmayacak, insanların evrenle olan bağını da kesmek isteyecektir göğü delen beyaz adam. Giriş için tek deliği olan, hava almayan, küçücük kutuları olan taş kabuklarda  [kitapta ev olarak anlatılır, filmde siz onu beyaz adamın üsleri ve savaş araçları olarak düşünün]yaşar. Sıkıntıdan patlamadan, göğe uçmayı istemeden buralara tıkılıp kalması şaşırtıcıdır göğü delen adam’ın, ama o pratik faydaları sebebiyle zararlarını unutmuştur. Yan yana bir sürü taş kutu arasında ağaca rastlarsınız arada. Dev taş kabuklarla, bu küçücük kutulu taş kabuklar arasında gün boyu koşturup durur beyaz adam. Kendisini kabuklarda gizlemeye çalışan Papalagi, etini de sıkıca örtmeye çalışır: taşıdığı yükler hayli çoktur Papalagi’nin. Samoalılar ben derken sen de demiş olur aynı zamanda. Papalagi’nin dilinde bunu ifade edebilecek bir tek kelime yoktur. O ben derken sadece ben, sen derken sadece sen der. Kendini de ötekini de yıkımın başladığı yer burasıdır zaten. Oysa Samoa’da her kişi herkestir, her şey herkesindir.

Böyle sürüp gider Papalagi anlatısı. Tüm bunlar oyuncaklarıyla oynayan çocuğun durumunu hatırlatır yalnızca. Göğü delen adam’ın yaptığı hiçbir şey Büyük Ruh’a ulaşamaz, hazdan da yoksundur üstelik. Varlığın bize bağışladıklarının hiçbirini göğü delen adam’ın oyuncakları asla karşılayamaz.

Toparlayalım, toparlanalım, bir araya gelelim, getirelim derken darmadağın dağıtıyoruz efkârı. Bu kez uğrumuza bir hayalet çıkıyor; hayâl içre: Avatar. Na’vi denilen ve yok olmak üzere olan bir halkın yaşadıklarını anlatan “Avatar” filmi hayaletimiz. Pandora adlı gezegende geçiyor bu kez hikâye. Dünya var olduğundan beri yaşanılıp gelen bir öykü bu. Bu sebeple bir yönüyle hem hayatın içinde; bir yönüyle de elden çıkmış, koparılmış, çekilip alınmış, uzaklaşılmışlık vd. anlamında bir ütopya, bir ümit diyebileceğiniz ya da en iyisi “Rüya” diyebileceğiniz bir öykü.

Mesele de burada başlıyor zaten. Hayatın, dahası evrenin taşıdığı değerler hakkında pek bir şey bilmiyoruz, ya da hakikat’ten yüzümüzü çevirmişiz. Peşine düştüğümüz şeyler hayatımızı işgal ettiğinden, sıkışıp kaldığımız küçük dünyaların içinde yaşıyoruz. Hayat yok hayatımızda. Ancak insanın özünde olana karşı aşkı ve şevki engellenemez, engellenemiyor. Bir imkan, bir açıklık yakalayanlar ya da “büyükler”in bitik dünyasına henüz sokulmamış ter ü taze doğalarının içine çektiği dünyalara dalmakta cesur “küçükler”, insanın ve varlığın özüyle buluşma imkanlarını araştırıyor, buluşmak istiyor ve buluşuyorlar. İşte burada fantastik olan bütün geri çevrilemez, reddedilemezliğiyle giriveriyor hayatımıza.

Avatar’a yabancı değiliz. İnternette bizi “temsil eden sembol” olarak kullandığımız avatar bunlardan biri. Bir diğeri kısaca FRP olarak bilinen Fantasy Role Playing [‘Fantastik rol yapma’ ya da ‘hayali rol’ diyebileceğimiz] oyunlardaki karakterlerden biri olarak avatar. Avatar: The Last Airbender [Son Havabükücü] olarak bilinen çizgi film ve Avatar Üçlemesi de bildiklerimiz arasında sayılabilir. James Cameron’un bunlardan ne kadar etkilendiği, ne kadar malzeme aldığı üzerinde de durulabilir. Elde var olanlardan yararlanmamak zaten hem anlamsız, hem de aptalcadır belki de.

Avatar - 01 - Sfw

Filmin adı olan Avatar da, internette “bizi temsil eden resim ya da sembol” olarak sıkça kullandığımız avatar da, Hint geleneğinde tecessüt [bedenleşme ya da yeniden doğuş, beliriş] olarak bilinen Sanskritçe Avatâra kelimesinden alıyor anlamını. Avatâra Tanrı’nın yeryüzüne indiğinde büründüğü şekillerdir. Sekizinci Avatâra ise ‘Tanrı Vişnu’nun insan şeklinde girerek, Kırişna adı altında yeryüzüne inişi’ olarak bilinir. Ancak burada ifadeleri iyi ayırt etmek lazım. Bu bir anlamda yine Hint geleneğinin ifadesine göre İlahi Bilincin yeryüzüne ‘inişi’dir. Hint geleneğine göre Tanrı evrenin içindedir ve temelidir onun. Hiçbir şey O’ndan ayrı değildir. Tanrı zaman zaman yeryüzünde farklı şekillerde doğar: Avatâra. Kendisine has bir sırdır bu. Gaye Dharma’yı [Kozmik Yasa, İlahî Düzen, Âlemin Hakikati] korumak, onun devamlılığını sağlamak; iyiyi, iyiye ait olanları kurtarmak ve fenalığı, fenalığa ait olanları yok etmektir. Bunun için O, yeryüzünde şekillere bürünür. Tanrı’ya evrenin ne içinde ne dışında denilemez; hem içinde hem dışındadır O. O’nun görünmez şekli ile çevrilidir her şey. Bunu sıradan insanlar anlayamaz.

Bütün bu anlatılanlardan çıkan sonuç, Avatâra’yı logos, Peygamber ya da daha genel anlamıyla Tanrı’nın isimlerinin aynası İnsanı Kamil olarak düşünme gerekliliğidir. Ayrıca uyku hali içerisinde insanın bağışlanmış özgüçlerinden [çakra] hareket alan bir bağ kuruş, belirginleşiş, hayat içinde yeniden hayat buluş anlamına gelecek bir varoluş vardır. Görünen izafi gerçekliktir, asıl oluş bu “ikinci oluş” Avatâra’dır.

Avatar filmi, Papalagi ve Avatâra’da ifadesini bulan şeyleri ne kadar taşıyabiliyor tartışılabilir. Ama buradan beslendiğini kabul etmeli sanırım. İnsanın özünde olana ve aslında görünen dünyanın barındırdığı [bağışlanmış] görünmeyene olan şevkini güçlü bir şekilde hissettiriyor diyebiliriz.

Avatar - 02 - Sfw

Filmin hazzı ve zevki yüksek sahnelerinde verilen temel unsurları ve bunların sunumu, Avatâra’yı Tanrı’nın isimlerinin aynası İnsanı Kamil olarak değerlendirme düşüncesini destekliyor. Bütün varlıkların birbirleriyle olan bağı; içiçelikleri, varolanların güzellikleri, çekicilikleri; hayatın hazzı; temel unsurların [hava, ateş, su ve toprak] bütünlüğü ve kökensel birliği, bu birliğin ait olduğu Kutsal İlke; Kutsal İlke’nin bağışlayıcısı ve koruyucusu Eywa ve Onun görünür hali Kutsal Ağaç [şeceretül kevn; varoluş ağacı] bunlardan sadece birkaçı. Özellikle topluca Eywa’ya dua ediliş sahnesi yaratıldığı gibi olmanın ve onun varlıkla birliğindeki ihtişamın çok açık bir ifadesi.

Leona Lewis’in seslendirdiği Avatar’ın tema şarkısı, filmin “mesajını” da taşıyabilecek bir şekilde görme biçimlerine atıf yapan ve aynı zamanda Na’vi’lerin birbirini selamlama ifadesi olan “I See You” adlı şarkıydı. Şu halde gelin biz de zuhurat için depreşen iştiyakımızla ve görme biçimlerinin kimiyle Avatar filminin şahsı manevîsinde varlıkta saklı lütufları “gördüğümüz” zehabına kapılarak sözümüzü onunla bitirelim:

“Seni görüyorum Avatar.”
.

ALİ ÖMER AKBULUT.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply