Eğer Bir Gün Kendi Gezegenini Çok Özlersen Sana Yardım Edebilirim

0

Küçük Prens’in dostluk arayışıyla geldiği dünyada ilk olarak çölü seçmesindeki anlam, buranın şehrin kalabalığından uzak oluşu. Ne sokak, cadde var ne korna sesi. Gökyüzü alabildiğine mavi ve tertemiz… İsten, kokudan, gürültüden azade… İz değmemiş kumların parlaklığında her şey anlaşılır ve sıcacık. Ve bu bakir ortamda kendisine ders vermeye devam eden bir bilge varlık: Yılan.

Küçük Prens uzun uzun ona baktı.

‘Sen komik bir hayvansın,’ dedi. ‘Parmağım kadar kalınlığın…’

‘Ama bir kralın parmağından bile daha güçlüyüm,’ dedi yılan.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.76

“Parmağım kadar kalınlığın…” sözü üzerine yılan, kralın parmağını örnek gösteriyor. Çünkü kralın hakimiyetinin simgesi onun işaret eden parmağıdır. O parmakla yönleri çizer, emirler verir, oturtur, kaldırır. Yılan bu konuşmasında çok farklı bir gerçekten söz eder. Kendinde bir kuvvetin olduğunu söyler Küçük Prens’e. İnsanın yaşamına hâkim olan ve bir hamleyle onun yaşamını değiştirebilecek bir kuvvettir bu: Ölüm. 

Küçük Prens, hikmetli sözlerin sahibi küçücük bu basit hayvanın karşısında şaşkındır.  Şaşkınlığı onun zahirî bakışından gelmektedir. Kuvvet ve küçücük bir sürüngen? Anlam veremez. Bu bir yanılgıdır. Sadece surete takılan gözlerin düştüğü tuzak.

Bizler de böyle değil miyiz? Her gün bir yıkım, bir ölüm haberine ya medyadan ya çevremizden şahit oluyoruz. Üzülüyoruz; ancak çok uzaklarda yaşanan fırtına, tipi, deprem gibi tesirini canımızda çok da fazla hissedemiyoruz. Çünkü dürbünün tersinden bakan çocukmuşçasına hepsini küçücük ve kendimizden uzak görüyoruz.

Küçük Prens gülümsedi.

‘Pek güçlü değilsin. Ayakların bile yok. Yürüyemiyorsun.’

‘Seni gemilerin götürebileceğinden daha uzaklara götürebilirim istersen,’ dedi yılan.

Küçük Prens’in ayak bileğine sarıldı, altın bir bilezik gibi.

‘Kime dokunursam, onu geldiği dünyaya geri gönderirim,’ dedi yine. ‘Ama sen masum ve içten bir çocuksun. Bir yıldızdan geliyorsun…’

Küçük Prens bir şey söylemedi.

‘Senin için üzülüyorum. Bu granitten yapılmış Dünya’da ne kadar güçsüzsün,’ dedi yılan.

‘Sana yardım edebilirim. Eğer bir gün kendi gezegenini çok özlersen, ben…’

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.76

Yılan, bilge gözleriyle karşısındaki çocukta gördüğü özellikleri çok samimi bir dille belirtiyor. Bu masumiyetin granit gibi sert ve acıtıcı olan bir yere düşmesi onda merhamet ve koruma duygusunu tetikliyor. Masumiyet ve içtenlik bu dünyada kaybolan değerler. Yıldızlar, gökyüzü, çölde sessizlik ise gerçek âlemin; kâinatın düzenindeki değişmez güzellikler… Böylesi acımasız ve kirli bir yaşamdan bu masum çocuğu kurtaracak şey de ölümdür yılana göre.

Küçük Prens’in yılanla karşılaşmasında bu hayvan, efsane ve masallarda günlük hayatta kötülük sembolü, insanın düşmanı olarak belirmesine rağmen iki canlı hemen kaynaşıp kısa sürede birbirlerine soru sorup cevaplamaya başlarlar. Hatta aralarında bir çeşit yakınlık ve yardımlaşma arzusu doğar. Yılan yeniden doğuşun ve bilgeliğin simgesidir.

Ölümü de çağrıştırır. Böylece hayvan türünden kökten bir değişikliğe uğrayarak insan karakteri kazanma sürecinin bir özetidir yılan. Şimdi de pilota düşen görevi göstermek için buradadır: ‘Mantara’ benzeten tüm niteliklerden kendini kurtararak yeniden insan olmak.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.77

Gerçekten de seni şan, şöhret sahibi yapan bu kalabalık seni önce o kadar yalnız bırakıyor ki! Kendini sana veren senden ayrılır, çünkü senden öbürüne kurulacak olan köprü, ancak Tanrı’nın yolundan geçer. Ve benim gerçek dostlarım sadece dua ederken eğilenlerdir. Aynı ölçüde karışmamış ve ekmek olacak başağın aynı taneleri.

Ama onlar bana hayrandılar ve beni çölleştiriyorlardı, çünkü ben kesinlikle yanılana saygı duymayı bilmiyorum ve kendime hayran olmaya razı olamam. Övgüleri kabul edemiyorum, çünkü kendimi kesinlikle başkalarına göre değerlendiremeyeceğim ve kendimden yorgunum, kendimi taşıyamıyorum ve Tanrı katına yükselmek için kendimi kendimden kurtarmam gerekir. Dolayısıyla beni övenler beni üzüyorlardı ve susayan halkın eğildiği boş bir kuyuya dönüştürüyorlardı. Verebilecek dişe dokunur hiçbir şeyim yok ve önümde eğildiklerine göre artık onlardan alabileceğim bir şey de yok.

Gerçekten de benim öncelikle penceresini denize açan insana ihtiyacım var; bana sıkıntı veren aynaya ihtiyacım yok.

Ve bu kalabalık içinde benim için sadece kibirleri için telaşlanmayan ölüler değerli. Alkışlar artık beni eğitemeyen boş bir ses gibi yorduğundan bunu hayal ettim. Dik ve kaygan bir yol denize bakıyordu. Fırtına patlamıştı ve gece dolu bir tulum gibi akıyordu. İnatla, şeylerin nedenini sormak ve bana dayatıldığı iddia edilen değişimin nereye götüreceğini öğrenmek amacıyla Tanrı’ya doğru yükseliyordum.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.213

Ne vardır masumiyetin sırrında ki her kalbi çözebiliyor. Gülle, dikenle, yılanla, tilkiyle konuşup onları anlayabiliyor. Büyüklerin giremediği dünyalara girerek, iliklerinde yol alabiliyor. Bakışlarında göz, sözlerinde dil olabiliyor.

‘Oo, seni anlıyorum,’ dedi Küçük Prens. ‘Ama niçin hep bilmece gibi konuşuyorsun?’

‘Hepsini çözerim ben,’ dedi yılan.

İkisi de sustular sonra.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.77

Küçük Prens, karşısındaki yılanın şekli ile sözleri arasında şaşkın kalıverir. Çünkü bu parmak kalınlığındaki küçücük hayvan kendinden beklenmeyen şeyler söylemektedir. Ne sorsa karşılığında beklenmedik cevaplar almaktadır. Hepsi hikmetle dolu sözlerdir bunlar. Ancak bir çocuğun bunları algılayabilmesi çok zor. İfade edilen her hakikat deneyim gerektirmektedir. Onun için bilmece gibi gelir Küçük Prens’e.

‘Hepsini çözerim ben,’ dedi yılan.
.

Yılanın ‘Hepsini çözerim ben,’ demesinde muazzam bir özgüven var. Bu hali oluşturan ondaki bilgelik. Olgun, süzgeçten geçirilmiş tortusuz bir karakterdir ortaya konan.

Pilotun indiği çöle ve içinde bulduğu çocuğun nefsin gezegenlerine yaptığı seyahate, ardından dünyaya inişine geniş bakış açısıyla baktığımızda üzerinde gidilen bir yolun haritası belirginleşmeye başlıyor.

Exupéry, kendine engel olan nefsin tutkularını simgeleyen gezegenlerin sırasını en kötüsünden en ılımlısına doğru belirlemiş. Uyguladığı bu sıralamada bir hikmet, bir ders görülüyor. İşte o zaman insanın da aklına şu sorular takılıveriyor.

.Dünyaya geldiğinde Küçük Prens’i karşılayan ilk canlı neden yılan?

.Yılan neleri temsil ediyor veya nelerin metaforu?

Bunları yılanın verdiği cevaplarda buluyoruz. Hepsinde Küçük Prens’e verilen bir nasihat var. Yılan burada iki şeyi temsil ediyor: 1.Bilgelik. 2. Ölüm

Bilge olan, nasihat eder. Derin görüşe sahiptir, sezgileri çok kuvvetlidir. Yaşayarak öğrenilmiş bir birikimin varlığını hissettirir. Muhakeme edilerek özümsenmiş hikmetlerle konuşur.

Ölüm; geçiciliği, sonu olan bir hayatı, faniliği ve başka bir âleme yolculuğu anlatır.

.Nerede açığa çıkıyor bu iki temsil?

.Dünyada.

Eğer bir insan kendi hakikatini bulmaya çıkmışsa, ilk önce kendini teftiş etmeyi ve ne olduğunu öğrenmeyi bilecek. İnsanın hakikati, onun bir kul olduğuna ve kulluğu yapacağı Gerçek Sahibin var oluşuna götürecek. Bütün bu adımlar, ruhun kemale ermesiyle ilgili. Yani halden hale geçerek, geçerken tortulardan kurtulup şeffaflaşarak yaradılış özüne dönmek.

CXXXIII

‘Şiirimi yazdım. Geriye düzeltilmesi kaldı.’

Babam sinirlendi:

‘Şiirini yazıyorsun sonra düzeltiyorsun! Yazmak düzeltmek değilse nedir? Heykel yapmak düzeltmek değilse nedir? Kil yoğuran birini gördün mü? Yüz düzeltmeden düzeltmeye çıkar ortaya ve ilk parmak vuruşu da kil kütlesinin düzeltilmesidir. Ben kentimi kurduğumda kumu düzeltirim. Sonra kentimi düzeltirim. Ve düzeltmeden düzeltmeye Tanrı’ya yürürüm.’

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.337

Pilot böyle bir arınma ameliyesi içindeyse, posalarından ayrışan maden gibi havuzdan havuza geçecek. Altı gezegende kendinde gördüğü kötü yönlerinden temizlenmek için başka bir ameliyeden daha geçmesi gerektiğini bilecek.

.Nedir bu ameliye?

.Bu tutkuların geçerli olduğu dünyadan yüzünü çevirebilmek. Yani dünyanın geçiciliğini idrak ederek, Yaradan’ın belirttiği gerçek yurduna yüzünü, aklını ve kalbini döndürmek. Sonra oraya kendini hazırlamaya başlamak.

Diyorsun ki sürekli peşinde koştuğun şey sürekli kaçar. Bu ağacın yakınması gibi bir şeydir ve ağaç şöyle diyebilir: ‘Çiçeğimi yaptım, şimdi tohum oluyor, tohum ağaç oluyor ve ağaç bir kez daha çiçek oluyor…’ Ve sen fırtınayı yendin ve fırtına rahatlattı seni ama rahatlığın hazırlanan fırtınadan başka bir şey değil.

Söylüyorum sana: Seni hayattan koruyacak ilahî bir ateşkes yoktur. Var olmak istiyorsan ancak Tanrı’da var olabilirsin. Sen yavaş yavaş kendini bulduğunda ve eylemlerinle yoğrulduğunda Tanrı seni ambarına sokacak, çünkü bil ki insanın doğması uzun sürer.

Sahip olduklarını, elde ettiklerini sanmış olanlar ve kendi deyişleriyle rızıklarının keyfini çıkarmak için yolda duranlar böylece yok oldular.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.116

İşte bu noktada ona yardımcı olacak, elinden tutacak bir şeye ihtiyaç var: Nasihat verecek bir bilgeye. Burada yılan ikinci mesajını verir: “İnsan ölümlü bir varlıktır. Bu dünyanın da üzerindeki her varlığın da bir sonu vardır.”

Kime dokunursam, onu geldiği dünyaya geri gönderirim.
.

Demek ki insan buralı değil. Geldiği bir yer var ve oraya tekrar gidecek. Mademki gidecek, o zaman burada bir misafir.

Eğer bir gün kendi gezegenini çok özlersen…
.

İnsanoğlu bu dünyayı ne kadar benimserse benimsesin, içinde gerçek yurduna karşı bir hasret taşıyor. Her günbatımındaki hüznün kaynağı da bu hasret değil mi?

Sana yardım edebilirim.
.

Yardım kelimesi yapılacak şeyin hayırlı, iyiliğe sebep bir şey olacağını ifade ediyor.

.Yardım insanın fani olduğunu kanıtlayacak bir delille olacak: “Ölüm gerçeğini hatırlatmakla.” İşte burada bilgelik ve ölüm gibi iki görev yükleniliyor.

.Yüklenen kim?

.Yılan.

İşte tam o an “Nasihat olarak ölüm sana yeter” hakikati çınlıyor kulağımızda. Ölüm, fanilik ve bakîlik hakkında şüpheler yaşayan insan, ne kadar nefsin tuzaklarından kurtulmaya çalışsa da yolun bir yerinde ayağı takılacak ve düşecektir.

Çoğumuz ölüm hakkında çok yanlış bilgilere sahibiz. Ölümü bir son, bilinmeyende bir yok oluş olarak biliyoruz. Ve yaşadığımız her anı, bu kayboluşa bizi yaklaştıran bir azap haline getiriyoruz. Oysaki ölüm bir yok oluş değil, bir âlem değiştirme olayıdır. Fizyolojik olan bu ölüm, irademizin dışındadır ve Yaradan’ın takdir ettiği, bu dünyadaki görevimiz bittiğinde emanet verilen bedenimizden ayrılmaktır.

Yılanın hakikati ölümdür bu bölümde. Ölüm ötesi âlem de özlenen bir gezegen. İşte bu özlenen gezegene dönüşü sağlayacak, ölümdür. Hakikati gösteren altın bir ışık, içinde arınacağımız sırlı suları olan bir havuzdur.

Saint-Exupéry’nin bilge yılanla bize anlatmak istediği irademizle gerçekleşen ölümdür. Tasavvufta biri zorunlu, diğeri iradî olmak üzere iki ölüm var. Dünyadaki görevimiz bittiğinde emanet verilen bedenimizden ruhun ayrılması zorunlu, biyolojik ölümdür. İhtiras, bencillik, şehvet, para gibi nefsin tuzaklarını, heva ve hevesi, arzu ve tutkuları etkisiz hale getirmek de iradî ölüm.

İşte Exupéry Küçük Prens’te çıktığı yolculuğunda nefsinin kötülüklerine şahit olacak, onları yok etmeye karar verecek, varlığının ve benliğinin iddiasından vazgeçecektir. Ve Kale’de tevazuu tanıyacak, bir “hiç” olduğunu öğrenecek; Gerçek Dost’un sevgisine adım adım yaklaşacaktır.

Ve hiçbir yaratma olayı söz konusu değildir, onlar herhangi bir ışığa doğru giden yol ve yük değiller. Aynı güneş, aynı engebeli yol, aynı ter olsun; ama sana yılda bir kez saf elmas çıkarma olanağı tanınsın ve sen kendi ışığında inançlı biri olursun. Çünkü senin kürek atmanın anlamı şüphesiz ki aynı nitelikte olmayan elmastır. Ve işte ağacın verdiği huzurda ve yaşamın anlamında kendini bulursun… Yaşamın anlamı seni aşama aşama Tanrı’nın yüceliğine doğru götürmektir.

Buğday için tarlayı sürüyorsun, bayram için kıyafet dikiyorsun ve elmas için kabuğu kırıyorsun. Senin mutlu sandığın insanların şeyleri bağlayan kutsal bağı bilmeleri dışında senden fazla neleri var?

Değişikleri kendine göre yapmazsan kesinlikle huzur bulamazsın. Kendini araç, yol ve yük yapmazsan huzur bulamazsın. İmparatorlukta kan dolaşımı ancak böyle yaparsan mümkün olabilir. Ama sen kendin için saygı görmek ve onurlandırılmak istiyorsun. Ve dünyadan kendin için olmasını istediğin bir şeyi koparmak istiyorsun. Hiçbir şey bulamayacaksın; çünkü sen bir hiçsin. Ve eşyalarını dağınık bir halde çöp çukuruna atarsın.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.462

Yılan’ın burada temsil ettiği ölüm, bir iradi ölümdür. Yunus gibi erenlerin tabiriyle “ölmeden ölmek”.

Ko ölmek endîşesin âşık ölmez bâkîdür
Ölmek senün nen ola çün cânın İlâhîdür1

Ölümden ne korkarsun korkma ebedî varsun
Çünkim işe yararsun bu söz fâsid da‘vâdur2

Ölümden ölüme arınır içimizdeki âlem. Nefsin tutkularından, mantar gibi tüm niteliklerden kurtulmak bir ölümdür. Nazarda, akılda, gönülde Tek Olan’dan başka her şeyin kaybolması, hakikate engel her perdenin kalkması bir başka ölüm. Her ölüm bir dirilişe, yeniden insan olmaya uzanan köprüdür. Pilotun iç dünyasındaki Küçük Prens’i bu köprüden geçirtecek olan da yılan.

Ve bu nedenle gene diyorum ki, tanrılardan vazgeçmiş olanlar sadece yararlanılan hayvan gibi iletişim kurabilirler ve bunun dışında iletişim kuramazlar. Ağıla sürülmüş sürü.

Bu nedenle bana gelenleri, görmeden bakanları eğitmek, dönüştürmek önemlidir. Çünkü sadece bu şekilde aydınlanacaklar ve büyüyeceklerdir. Ve ancak böylelikle çıplak olacaklardır. Çünkü sen göbeğin doymasıyla ilgili araştırmalarının dışında ne istiyordun, nereye gidecektin ve zevkinin ateşi nerede doğacaktı?

Dönüştürmek, değiştirmek, insanları görülmeleri için tanrılara doğru çevirmektir.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.313 

Hakikat sofrasına buğday olabilmek için bu dünyada biçilmektir ölüm. Hakikat bağında gül derebilmek içinse bu dünyadan arınmaktır ölüm.

Uzlaşmış düşmandan, uzlaşılmış düşmana -ama yeni düşmandan yeni düşmana- geçe geçe ben de tırmandığım bayırdan Tanrı’da huzura doğru yol alıyorum.

Ama Tanrı’m Sen kendi iradene beni kendimden daha yukarıda bir yere bağlayabileceğinden, barışın koşulu olan amansız bir savaş esnasında sahte aşk karşısında diz çökmeme ve uyum içinde olmamanın önemli olduğu bilindiğinden, yaşamın şartı olan ölüler yolu üzerinde boyun eğerek, şenliğin şartı olan fedakarlıkları, kanatların şartı olan krizalit felçlerini kabul ederek Tanrı’nın sükununa doğru yol alıyorum. Senden dışarıda ne huzuru ne de aşkı bileceğim.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.533-534

Yılan yeryüzündeki çatlaklardan içeri kayaların arasına süzülebilir. Özellikle, pilotun XVII ve XXVI bölümlerde belirttiği gibi hayvanlar içinde en yatay pozisyonda olanıdır; maddeyi ve hareketsizliği temsil eder. Kuyruğu üzerinde dikildiğinde ise artık baş kaldıran insandır. Yeryüzünün sırlarını tanıyıp bilmeceleri çözebilir. 

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.77

Yeryüzü… dağların, kayaların, oyukların, suların şekillendirdiği inişli, çıkışlı bir alan. Üzerinde yaşayan birbirinden farklı sayısız canlı. Yılan, bunların arasında bedeniyle her yere süzülebilen bir varlık. Dünyada karşılaşılan ilk canlı ve bir bilge. Nehrin deryaya zorunlu akması gibi hayatın da ölüme aktığını biliyor ve Küçük Prens’i bu dünyanın kaçınılmaz sonucuna hazırlıyor.

Yeryüzünün sırlarını, çözebildiği bilmecelerini kitabın ileriki bölümlerinde pilota öğretecek ve Küçük Prens ve pilot; yani beden ve fıtrat el ele çölün, insan acizliğinin kumlarında hayatın hakikatini içebilmek için bir su kuyusunun arayışına gireceklerdir.


1. Ölüm endişesini bir yana bırak. Sen âşıksın, âşık ölmez.
Senin canın ilâhîdir, ruh ölmez ki.
2. Ölümden niçin korkuyorsun, korkma, sen sürekli varsın.
Ebedî var olduktan sonra ölümden korkmak saçma bir savdır.


‘Küçük Prens ve Çöl’ İllüstrasyonu © Ann Baratashvili
‘Küçük Prens ve Yılan’ İllüstrasyonu © Ann Baratashvili

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply