Klaus Schmidt’e…1
İnsan adının anıldığı zamanlar değildi henüz, tek bir insan sesi duyulmamıştı yeryüzünde. Dünyayı imar etsinler diye cinler gönderilmişti. Evrenin gözbebebeği insan için her şeyi hazırlamak ve dünyayı “cennet”e çevirmek için hemen kolları sıvadı cinler. Bu arada madenleri ve madenlerdeki güçleri keşfettiler. Güç vehmi onlarda hakimiyet duygusunu tetikledi hemen. Madenlerdeki güçleri ve onları nasıl kullanabileceklerini az çok fark eden cinler arasında dünyaya hakim olma, onu yönetme sevdası savaşlara yol açtı. İmar için gönderildikleri dünyayı tarumar ettiler. Bu durumu düzeltmek üzere meleklerden öncü bir topluluk oluşturuldu. Şeytan da cinlerdendi. Hak aşkı onu Cebrail’e dost olacak kadar yükseklere çıkarmıştı. Cinleri iyi tanıdığı için dünyaya gönderilecek meleklerin başına o getirildi. Dünyaya gelen melekler cinleri kontrol altına alıp onları dünyadan çıkardılar. Melekler bundan sonra dünyayı imar işini ele alıp yeryüzünü insanlar için hazırladılar.2
Meleklerin yeryüzündeki bu konukluklarının hemen bitmemiş olması, insanların yeryüzünde var olma gayretleri içinde onların yanlarında olmuş olmaları ihtimal dahilindedir. Göbekli Tepe3 bize bunu fısıldamaktadır. Göbekli Tepe’de bulunan T biçimli yüksek sütunlarda elleri önde bağlanmış, saygıyla duran insan figürleri resmedilmiş. Bu sebeple bu sütunların insanlardan farklı ve yüksek statüde bulunan varlıklar için dikilmiş olabileceği söyleniyor. Yukarıdaki anlatıdan hareketle bunların melekler olduğu, mabedî yapıdan hareketle de her T sütunu çevresinin bir meleğin ders ve muhabbet halkası olduğu düşünülebilir. İrfan ehli, başlangıçta şehâdet âlemi dışından varlıklarla insanların bağlarının daha sıkı ve açıktan olduğunu bildirmektedir. Peygamberlik ve vahiy bu ilişkinin başka bir yönüyle hep sürdüğünü gösterir. İnsanlar hâlin hakikatine tabi olmaktan uzaklaştıkları için sonraları bu bağın açıktanlığı belki değişmiştir. Belki de melekler insanlarla her zaman beraberdirler. Kur’anda açıkça belirtilen Kirâmen Kâtibîn meleklerinin varlığı da bunun açık kanıtı değil midir?4
Âdem ile Havva’nın kaldığı “Cennet” konusunda iki farklı görüş vardır. Bunlardan biri buranın “öldükten sonra gidilecek, müminlere vaat edilen” cennet olduğu, diğeri ise cennet kelimesinin bahçe anlamına gelmesinden hareketle “dünyada güzel ve korunmuş bir bahçe” de olabileceği yönündedir. İşte bu “Cennet”in dünyada neresi olduğu tartışıla gelmiştir. Buraya “Tevrat’taki ifadeye göre “Eden” dendiği (Tekvin, 2/9-17) ve muhtemelen Mezopotamya’da (Fırat ile Dicle arası bir yerde) bulunduğu nakledilmiştir. Eden’in neresi olduğu konusu, Kitab-ı Mukaddes araştırmacılarına göre de meçhuldür. (…) Günümüzde bu yerin Suriye’nin Menbic ilçesi hizasında Fırat’ın batısında kalan Tel Ahmer olduğu kabul edilmektedir. (…) İslamî kaynaklarda ise, Mezopotamya veyahut Filistin şehirleri veya İran şehirleri olduğu ileri sürülür.”5 “Bu günlerde ise, Göbekli Tepe’nin “Eden“ olabileceği üzerinde durulmaktadır.”6 İslamî kaynaklarda Cennet’in Mezopotamya’da (Fırat ile Dicle arasında) olabileceği, İncil’in “yaradılış” bölümünde Cennet Bahçesi’nin [Garden of Eden] Asur’un batısında olduğu, Tevrat’ta Suriye’nin kuzeyinde (yine Fırat ile Dicle arasında) olduğu söyleniyor ki Göbekli Tepe her üç yaklaşıma da uyuyor. Asur tabletlerinde Göbekli Tepe’nin bulunduğu yer tarif edilerek Beth Eden adlı bir medeniyetten bahsediliyor. Ayrıca “Eden” kelimesi Sümerce “ova” anlamına geliyor ki, Göbekli de Harran Ovası’nın hemen içinde yer alıyor. Göbekli tepe kazılarını (şimdiye dek) sürdüren arkeolog Klaus Schmidt de aynı görüşü paylaşıyor.7
Anlaşılan o ki, Âdem ile Havva’nın kaldığı “Cennet”in eğer “dünyada güzel ve korunmuş bir bahçe” olabileceği kabul edilirse yukarıda serdedilen yaklaşımlar bu “Cennet”in Göbekli Tepe olabileceğini işaret ediyor.
Göbekli Tepe’nin (Cennet olduğu kabul edilmese bile) ilk insan nesillerinin yaşadıkları yer olması kuvvetle muhtemeldir. Zira Göbekli Tepe’nin en eski mabet olduğu, MÖ 11000-13000 yıllarına ait olduğu bildiriliyor. Hz. Âdem’in de bu yıllar arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. Şu halde “İnsanlık8 Tarihinin Çocukluk Çağı” Göbekli Tepe’de başlamıştır diyebiliriz. Nitekim Hz. Şit’in Tarsus’ta makamı vardır.9 Dahası “Mir’at–ül İber”e10 göre Hz. Nuh’un torunu Tarasis, Tarsus şehrini imar etmiştir. Hz. Nuh’un şehri olarak bilinen ve güneyine Nuh’un gemisinin indiği Cudî Dağı’nı alan Şırnak11, Göbekli Tepe’nin yakınlarındadır. Yine içinde bulunduğu Harran ovası adını Hz. İbrahim’in kardeşinden alır12. Harran’ın tufandan sonra kurulan ilk şehirlerden olduğu ve Hz. İbrahim’in doğduğu bölge olduğu söylenir. Ayrıca Hz. İbrahim’in Harran ve Urfa’da bıraktığı izler ilk insan nesillerinin buralarda yaşamış olabileceklerini göstermektedir. Böylelikle diyebiliriz ki; “İnsanlık Tarihi’nin Çocukluk Çağı” Cizre ve Harran ovası arasında (Göbekli Tepe’de) geçmiş olup burası “İnsanlık Soyunun Çocukluk Evi”dir.
Göbekli Tepe bilinen en eski kült yapılar barındırması itibariyle şimdiye dek ortaya atılan tarihsel, bilimsel varsayımları da alt üst etmiş; taş-tunç devri, avcılık-toplayıcılık gibi tarihsel şablonları da kökten kurutmuştur. Çünkü burada akıl almaz üstünlük ve güzellikte, harikulâde bir insanlık hayat alanı mevcuttur.13 Tek başına T biçimli stillerin yapılış ve estetiği bile bunu göstermektedir.
Tek parça olarak kesilip işlenmiş, bazılarının boyları 7 metreyi bulan T biçimli sütunlar elleri önlerinde bağlı (neredeyse namaz duruşu gibi) insan figürleriyle bezenmiştir. Sütunların benzerlerinin (ama daha küçüklerinin) sonraki dönemlere ait Nevali Çori’de14 de bulunması Göbekli Tepe’de yaşanılanın uzun bir süre yakın çevrede de devam ettirildiğini gösteriyor. Yine benzeri mimarinin MÖ 5000-8000 yılları arasında tarihlenen Çayönü, Hallan Çemi, Aşıklı Höyük ve Çatal Höyük’te de görülmesi bunu kuvvetlendiriyor.
T sütunları üzerinde 3 boyutlu olarak resmedilen kabartma hayvan figürleri insanlara ait belli kabiliyetleri ve iletişimde olunan berzahî varlıkların özelliklerini sembolize etmektedir. Sütunlardan birinin üzerinde yukarı bakan hilal, onun üzerinde ortasında nokta bulunan bir daire ve en üstte H sembolü vardır. H sembolü T sütunlarının birleşmiş halidir (yana yatmış haliyle iki T, sanki el ele tutuşmuş iki insan) ve merdiven basamağıdır, yolculuğu temsil eder. Ortasında nokta bulunan bir daire ve yukarı bakan hilal de yolculuğun güzergahıdır. T sütunlar aynı zamanda berzaha açılan kapılar olabilir mi? Sütunların dışında Klaus Schmidt’in Ruh Deliği olarak isimlendirdiği 120 cm çapında bir halka bulunmuştur. Bunu berzah kapısıyla birlikte düşünebilir miyiz? Daha harikulâde olanı, insan kalbini durduracak derecede heyecanlandıran ise sütunları çevreleyen iç içe 1.5-2 m yüksekliklerdeki dairevi alanlardır. Bu alanların tabanı bazalt taşlarından oluşmuştur ki asla su geçirmez. Bu tabana su tahliye delikleri konmuştur. Tahliye deliklerinin varlığı dairevi alanlara su doldurulduğunun açık kanıtıdır. Yapılan araştırmalar gece buralara su doldurulup yıldızların (feleklerin) izlendiğini göstermektedir. (İslamî kaynaklarda felek; (gök katmanları, takımyıldızlar ve) yıldız döngülerini tesmiye eder. Malumdur, feleklerin çoğu hayvan figürleriyle sembolize edilir. Sütunlardaki hayvan figürleri bunlara da bir işaret olabilir mi?) Felekler yansır suyun yüzüne. Bunlar gök kapıları mıdır? Ve berzaha uzanan, belki ayan-ı sabiteye yol bulan fıtrat güzergâhı mı? Ayrıca bu su doldurulan dairevi alanda konum itibariyle özellikle Şira (Sirius) yıldızının izlenebilir olması tesadüf olabilir mi?15 Şira’nın berzahî bir kapı olduğu irfan ehlinin dile getirdiği bir husustur. Bu durumda sütunlar üzerinde resmedilen üç sepet ise berzahî armağanları sembolize ediyor olabilir.
Göbekli Tepe’deki T sütunları gibi görkemli sütunların ve bu sütunları çevreleyen mabedin inşasında kullanılan, üstelik toprak altında neredeyse hiç bozulmadan bugüne kadar gelmiş olan taşın da çok kaliteli olması gerekiyor. İşte Göbekli Tepe’de kullanılan kireç taşının her yerde bulunmayan, oldukça sert ve bugün bile bölgedeki en kaliteli kireç taşı olduğu söyleniyor. Ayrıca Göbekli Tepe’nin çevreye de çok hakim bir konumda olması buranın seçilme sebebini ve önemini artırıyor. Tepe’den kuzey ve doğuda Toros Dağları ve Karaca Dağ etekleri, batıda Şanlıurfa platosu ile Fırat ovasını ayıran dağ silsilesi, güneyde ise Suriye sınırına kadar Harran Ovası görülmektedir. İlginçtir Göbekli Tepe’de mabetlerin bulunduğu tepe(ler) dolgu tepe(ler)den oluşmaktadır: Araştırmalar bunun doğal bir dolgu olmadığını, insanlar tarafından bilerek doldurulduğunu göstermiştir. Bu durum mabetlerin hangi sebeple gizlenmek istendiği sorusunu akla getirmektedir. Şimdiye dek iki alanda dokuz tapınak bulunmuştur. Bu şekilde diğer (dolgu) tepelerde de mabetlerin bulunduğu, bu sayının yirmiye kadar (belki de daha fazla) çıkabileceği belirtilmektedir.
Göbekli Tepe ile ilgili burada aktarılanlar çölde seraptır sadece. Göbekli Tepe her defasında sizi şaşırtacak, heyecanlandıracak, Varlık’la söyleşiye girme imkanı sağlayacak, insan olarak yaratılmış olmanın zevkiyle dolduracak eşsiz bir mekandır. Duyabilirseniz yaydığı gizemli tınılar başka âlemlere uçuracaktır sizi. İnsanlık tarihinin daha başında nasıl bir mühendislik vardır ki, Göbekli Tepe sütunlarında seçilen özel taşlara (uygun ortam ve şartlarda) vurulduğunda hafif titreşimli bir ses çıkarmaktadır. Bu sesin dünyanın dönerken çıkardığı sese benziyor olduğundan söz edilmektedir.
Evet, insanlık tarihi Göbekli Tepe de başlamış; dünya Göbekli Tepe’de dönmektedir. Dünya Göbekli Tepe’de dönüyor da, sesini kim duyar?
ALİ ÖMER AKBULUT