Diken Batmalı ki Bedene, Gonca Gülebilsin

0

7. BÖLÜM

Beşinci gün yine o koyun sayesinde Küçük Prens’in gizini öğreniverdim.

Durup dururken sormuştu; sanki uzun uzun düşünerek çözüm aradığı bir sorununu dile getiriyordu.

‘Koyun… Koyun çalıları yiyorsa çiçekleri de yer, değil mi?’

‘Koyunlar bulabildikleri her şeyi yerler.’

‘Dikenli çiçekleri de mi?’

‘Evet dikenli çiçekleri de.’

‘Öyleyse dikenler… Ne işe yararlar ki?’

Bilmiyordum. O anda motorun sıkışmış bir cıvatasını gevşetmeye çalışıyordum. Endişem artıyordu, çünkü giderek uçağımdaki arızanın son derece ciddi olduğunu fark ediyordum. İçme suyum da çok azaldığından endişemde haklıydım.

‘Dikenler ne işe yarar?’

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.32

Yaradan yarattığı insana şekil verdiği, balçığı düzgün kıvama koyup içine ruhundan üflediği zaman, insanın mahiyetine de İlahî isimlerinin manalarını yerleştirmiş. İç dünyamızda manevi goncalara benzeyen bu İlahî isimlerin açılması için tertemiz, bereketli bir ortama ihtiyaç var; yani bakımlı bir bahçeye.

O bahçenin sihri renklerde, kokularda, incecik, latif yapraklardadır. Gözler bu manzaradan hayran, gönül bir hoş olur… Okşamak istersiniz; hislerinizle dokunmak, ellerinizle toplamak. Ancak bazılarında geçit vermez dikenler. Yaralar sizi.

– Peki kaybolur mu bahçenin sihri?

.Hayır kaybolmaz; çünkü bu bahçenin güzelliği ahenginden gelir. Diken de çiçekler gibi bu bahçenin başka bir rengidir.

– Ama dokunamıyorsun; ellerin yaralanır. Koklayamıyorsun; çünkü kokusu yok.

– Öyle; ama her yaradılışın bir sebebi olmalı. Kâinatta hiçbir şey sebepsiz, boş yaratılmamışsa, vardır muhakkak dikenin yaratılışında da Yaradan’ın bir hikmeti.

Bir şeyi ancak erbabı bilir derler; biz de dikeni bahçıvana sorduk:

‘Bahçe benim yuvam,’ diye başladı bahçıvan. ‘Her gün kapısından girer girmez güzelliği, sıcaklığı, huzuru bulurum orada. Huzurun tadı bahçenin sükunetinden; güzelliği ahenginden gelir. Kavga yoktur, kargaşa, kin yok. Her şey niçin varolduğunu bilir. Onları okşarım. Özenle tek tek sularım. Ben bir bahçıvanım. Yetiştirmek için sadece çiçekleri değil; eğer dikenleri varsa, dikenlerini de sevgiyle sularım.’

Küçük Prens ve Gül Bahçesi

Küçük prensin aklı bir şeye takıldı mı asla peşini bırakmıyordu. Benimse aklım cıvatadaydı. Aklıma ilk geleni söyleyiverdim:

‘Dikenler hiçbir işe yaramaz. Çiçekler kindarlıklarından dolayı dikenlidirler…’

‘Ya!’

Bir anlık bir sessizlik oldu. Sonra küçük prens birden parlayıverdi. Gücenik bir sesle:

‘Hayır! Sana inanmıyorum. Çiçekler narin yaratıklardır. Çok masumdurlar. Kendilerini güvencede hissetmek isterler. Dikenlerinin korkunç silahlar olduğuna inanırlar…’

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.33

Önce dikenler çıkar karşımıza. Başkalarının üzerindeki bu dikenler onlara yaklaşmamıza engel olurlar. Sıcak kalmak için birbirlerine yaklaştıklarında dikenlerini çıkaran kirpilerde olduğu gibi, eğer tehlikeden korumuyorlarsa bu dikenlerin neden var olduğunu anlayamayız. Dikenlerin çiçeklerin kötülüğünü göstermekten başka işe yaramadığını söylemek gibi sahte ve kolay yanıtlar vererek problemi görmezden gelmek, kendi başarısızlığını başkalarının sırtına yüklemek demektir.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.56

Bahçıvan olmak için sadece güç ve bilmek değil; belki daha fazla sevgi ve şefkat gerekiyor. Her ilişkiyi başlatan başta hayranlık, ilgi, aşk da olsa onu ayakta tutan önce sevgi sonra şefkat ve anlayıştır. Bilhassa şefkat, duyguları birbirine bağlayan en sağlam köprü. Çünkü mayasında tüm varlığa “her şeye rağmen yaklaşımı” var. Kaynağı vicdandan, Yaradan’ın insana üflediği ruhundan geliyor. Onun için yaşam unuttursa da nefsimize, aklımıza; paslanmamış kalp, vicdan ve ruh unutmuyor.

Ne kadar okursan oku, bilgine yakışır şekilde davranmıyorsan cahilsin demektir.

Sadi Şirazi

Bahçıvan geçinen cahil, bahçeyi kurutur; insan geçinen cahil ise önce kendini, sonra çevresini. Demek Sadi Şirazi’nin dediği gibi gerçek bahçıvanlık bahçe ehli olmakta, bildiğini kalbine tasdik ettirmektedir.

Sahte açıklamalar, ancak bizim sorunu önemsememe isteğimizi gösterirler. Oysaki dikenlerin varlığının bir nedeni vardır: Zayıf ve savunmasız çiçeği korumak. Bir şeyin çıkıp öteki varlığa bizi işgal etmesini yasaklaması, başkalarının varlığına saygı duymayı öğretmesi ve karşılaştığı zorlukların ve engellerin üstesinden gelmesini istemesi gerekir.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.56

Bir bahçeyi, bahçedeki bitkileri en güzel kim anlatabilirdi bahçıvandan başka?

Şüpheyle baktığınız dikenlerin bir sürü görevi var. Onlar çiçeklerin koruyucusu. Bitki ile beslenen bazı canlıların yanlarına gelmesine izin vermiyorlar; koruyorlar onları.

Koskoca bir alan. Güneşle ayrı, suyla ayrı beslenecek. Kuytu yerlerde, ışığın ulaşamadığı yerlerdeki bitkilerin hali ne olacak? İşte o zaman dikenler yetişecek imdada. O dikenlerle tırmanacaklar yükseklere doğru ve güneşi tanıyacaklar. Bazı çiçekler dikenleriyle etraflarındaki cisimlere yapışıp onlara tutunarak, kendilerine dayanak bulacaklar.

Yani o dikenler onları hayatta, ayakta tutan en değerli dostları. Dost edinilmeye hak kazanmış bir can hiç hakir görülebilir mi? Onların dostları benim de dostlarımdır.

…dedi.

Güller güzeldir ama dikeni acıtır derler.
Neden acıtsın ki, tutmasını bilince eller.

Hz. Mevlâna

Hoş tuttukça yol verir ellerime dikenler. Tek tek sularım onları; yıpratmadan, okşar gibi. Bil ki gönül okşandıkça; söylenir söylenemeyen, dökülür içte kalan.

Sevginin olduğu âlem başka âlemdir, zaman başka zaman. Her zerre tomurcuk olur, açar yediverenler. Eğer dikense takıldığınız şey, en güzel örnek güldür bu bahçede.

…diye devam etti.

Küçük Prens'in Gülü

Evet doğruydu. Gül, çiçeklerin sultanıydı… Kokusuyla, rengiyle, ruhlara verdiği esintiyle o bahçenin tahtında hep gül otururdu. Sevgiliydi gül… Aşığın gönlünde onun aklını başından alan muhteşem bir güzellikti.

Divan edebiyatında gül, bülbül, gonca ve gülün yaprakları hep birer metafor. Gül bahçesi kirden, kibirden arınmış bir gönül; İlahî güzelliğin, gönül açıklığının çok anlamlı dile gelişi.

Bahçıvan gülü anlatarak devam etti konuşmasına:

Gül goncasının hali başkadır. Güneş bile doğarken bir başka dokunur yapraklarına. Gonca sırlı bir defterdir. Sabah yelinin parmakları yapraklarını usul usul çevirir. Ve yayılan mis gibi kokusuyla bahçedekiler gülün hikayesini dinlemeye başlar.

Gonca gülün dillenmemiş hali… Suskun, lal1 gibi. Onu konuşturan, açan kimdir peki? Rüzgâr eser, sallanır dallar. An olur goncanın bedenine dokunur diken ve açılır gonca. Mevlâm böyle dilemiş gülün doğumunu. Dikenin fıtratındaki sivrilik doğum olur goncaya.

Gonca açılmazsa nasıl ışığı içecek gül ve nasıl yıkanacak içi rahmetle? Her sır, bu âlemde doğacak bir yavrudur. Varlığın rahmi saklar içinde onu. Bebeği anne doğurur, güneşi seher, filizi toprak; gülü de gonca… Hiç sancısız doğum olur mu? Her doğum sancısının ilacı şefkat. Şefkatle sarılır acılar. Doğumun başı acı; sonu mucize. Yani “gül ve diken” bu hikâyenin birbirinden ayrılmaz iki kahramanıdır.

Gonca,
Konuşmayan dil.
Renginde en temizi duyguların
Yayılmalı yeşilliklere
Ve gül kokusu sarmalı bahçeleri…

Tomurcuğu gül eden ne?
Önce yağmur yağmalı gözyaşları gibi.
Süzüldükçe derinler
Sevgi kokusu sarmalı gönülleri…

Düğümü kesen, bıçak;
Anahtar çözer olmazları.
Ya goncayı kim açacak?
Diken batmalı ki bedenine
Gülümsemeli gül, yaprak yaprak…

Gül ve diken,
Birbirini tamamlar bu hikâyede
Gül’ü baş tacı eden bahçelerde
Diken gerek, yaş gerek.

Gülün rengi eskiden kırmızı değilmiş rivayete göre. Bir bülbül varmış; güle âşık. Ama gül hiç yüz vermiyormuş. Yanıp tutuşmuş bülbül. An gelmiş bu duruma dayanamamış; gidip gülün dalına konuvermiş. Fakat aman vermemiş gülün dikenleri. Bülbülün gövdesine batıvermişler. Bedeninden akan kan, gülün dibine dökülmüş; köklerinden damarlarına yol almış. O günden sonra damarlarına yayılan bülbülün kanıyla gül, kırmızı renkte açmaya başlamış.

Ve bahçıvan bütün bunları anlattıktan sonra yanımızdan ayrıldı.

Divan edebiyatında gülün başka mecazî anlamları da var. O mecazî anlamlara göre dikenler başka anlam taşıyor. Mesela diken, aşığın rakibi. Başka yerde gül ile diken; iyilik ile kötülük, dost ile düşman gibi zıtlıkların metaforu oluyor.

Ârızun yâdıyla nemnâk olsa müjgânum n’ola
Zâyi olmaz gül temennâsıyla virmek hâre su.   

Fuzûlî / Su Kasidesi

“Senin yüzünü anmaktan dolayı gözlerim yaşarsa bunda şaşılacak ne var? Gül alacağını umarak dikene su vermek boşa gitmez.” diyen şair, dikeni vuslata ulaşmada aşılması gereken bir engel olarak alıyor. Çünkü gönül, cefa çekmeden sefayı bulamaz. Dikenler ayrıca hoşa gitmeyen olumsuz yönlerimizi de temsil ediyor.

“İnsan” diye anılıyoruz. Taşıdığımız bu marka fıtratımıza ışık tutuyor. “İnsan” kelimesinin iki ayrı anlamı var. “Üns” kökünden geldiğinde insanın birbirine yakınlaştığı, ünsiyet ettiği; “nisyan” kökünden geldiğinde ise unutkan olduğu ifade ediliyor.

İşte bu özelliklerden dolayı Yaradan’ı ve kendimizi unutabiliyor ve sonucunda hatalar işliyoruz. Kul olduğumuzu unuttuğumuzda, insan olduğumuzu da unutuyoruz. Veya insanî görevimizi unuttuğumuzda kulluktan da uzaklaşabiliyoruz.

Bu sarmalın içinde yolu kaybetmemek için kendimizi tanımak ve düzeltmeye çalışmak gerekiyor. Çünkü ancak kendini tanımaya çalışan, başkalarının da aynı halde olabileceğini düşünür ve hoşgörüyle yaklaşır.

Ortak yaşam birliğinin tersine, olgun sevgi, kişinin kendi bütünlüğünü, bireyselliğini koruyarak gerçekleştirdiği birliktir. Sevgi, insanı diğer insanlardan duvarları yıkan, onu diğerleriyle birleştiren, etkin bir güçtür. Sevgi kişinin soyutlanma ve ayrı olma duygularını yenmesini sağlar, kendisi olmasına, bütünlüğünü yitirmesine yol açar. Sevgide bir olan iki varlığın, iki ayrı varlık olarak da ikilemi yaşanır.

Erich Fromm

Fıtratımızda istidat olarak birlikte olmak arzusu var. Başkasının varlığının sıcaklığını hissetmek istiyoruz. Yalnızlığın soğukluğunda kalmaktan korkuyoruz. Ama aynı zamanda başkasına tahammül noktasında da çok sabırsızız. Çünkü çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmışız. Bize benzemeyenden, istediğimiz gibi olmayandan çabuk sıkılıyor, hatalarına tepki veriyor; yan yana gelmek istemiyoruz. Yani ne onunlayız… ne de onsuz…

Peki bunun çözümü nerede?

Çözüm güzel ahlakta; edebin, anlayışın, nezaketin gösterdiği çizgiden giderek onunla her şeye rağmen buluşabilmekte. O zaman “Varlığın Sahibi”nin bizden beklediği bu insanî davranışla huzuru yakalayacağız.

Soğuk bir kış sabahı çok sayıda oklu kirpi, donmamak için birbirine bir hayli yaklaştı. Az sonra, oklarının farkına vardılar ve ayrıldılar. Üşüyünce, birbirlerine tekrar yaklaştılar. Oklar rahatsız edince yine uzaklaştılar. Soğuktan donmakla, batan okların acısı arasında gidip gelerek yaşadıkları ikilemi, aralarındaki uzaklık, her iki acıya da tahammül edebilecekleri bir noktaya ulaşıncaya kadar sürdü. İnsanları bir araya getiren, iç dünyalarının boşluk ve tekdüzeliğidir. Ters gelen özellikler ve tahammül edemedikleri hatalar onları birbirinden uzaklaştırır. Sonunda, bir arada varolabilecekleri, nezaket ve görgünün belirlediği ortak noktada buluşurlar.

Bu noktada, çevrenin sıcaklığını hissetme arzusu kısmen karşılanır; ama buna karşılık okların acısı hissedilmez.

Arthur Schopenhauer / Kısa Felsefi Denemeler / s.396

Gönül denilen şey; sözlükteki karşılığıyla yüreğimizde olduğu var sayılan bir duygu kaynağı. Bu kaynaktan sevgi, şefkat, paylaşım, düşünce gibi değerler akıyor. Akmıyorsa, kaynak kurumuş demektir. Modern dünya bizim bu kaynağımızı kuruttu. Ruhumuz, takılıp kaldı yaşadıklarımızın hızıyla. Oturup dinlenmesini bilmeyen arzuların ardında iyice yorgun. Gittikçe özünü, nereden geldiğinin hakikatini kaybediyor. Ruhun yaşam enerjisi, özgürlüğüne bağlı.  Özgürlük onun yitik yurdu. Ruhu yurduna ancak orayı bilen kuşlar götürecek.

Küçük Prens’te 7. bölüm bu insanlık dramının açılımı gibi. Bir çocuğun saf, içten tepkileriyle acıların yavaş yavaş döküldüğüne şahit oluyoruz…

Çiçeklerin milyonlarca yıldır dikenleri var. Milyonlarca yıldır koyunlar dikenli çiçekleri de yiyorlar. Peki bu çiçeklerin hâla dikenleri olsun diye çabalamalarının nedenini anlamaya çalışmak önemli işlerden sayılmıyor. Koyunlarla çiçekler arasındaki bu savaş kırmızı yüzlü adamın topladığı rakamlardan daha mı önemsiz?

Hele benim gezegenimde, yalnız benimkinde yaşayabilen bir çiçeğimin olduğunu, bunu koyunun bir ısırışta yok edebileceğini düşün. Bu çok mu önemsiz?

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.34

Küçük Prens ve Gülü

Ruhun özünü bulabilmek için önyargılardan ve inanışlardan kurtulmak, sadece gönüllü şüphenin sonuca ulaştırabileceği zor bir başlangıçtır. Bizi büyüklerin dünyasıyla, düşünce alışkanlıklarıyla, kötü hazırlanmış ve aceleye getirilmiş bilgilerle uyumlu olmaya zorlayan şeylerle tıka basa dolu olan hafızanın hakkından gelebilmek gerekir.

Bu bölüm insanın kendi özüne karşı açtığı savaşta yol gösterir bize.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.55

Yaşadığımız çağ kendimizin üzerine çarpı koyup içimize bakmaktan korktuğumuz, özümüzle karşılaşmaktan kaçındığımız, kaçındıkça uzaklaşarak kendimize yabancılaştığımız bir garabet. Kazan ve gününü yaşa dediler bize. Diye diye ezberlettiler. Geçmiş yok; gelecek yok. Şimdiye hapsedilip kaldık. Sadece bir cam fanustan yaşanılanları seyretmeye çalışıyoruz.

Çinliler beddua olarak bizim “Allah belanı versin!” dememiz gibi şu sözü kullanıyorlar:

İlginç zamanlarda yaşayasın emi!
.

İşte biz bu bedduayı yaşıyoruz. Ailelerin çocukları üzerinde bunca çabalamalarına, konforlu ve elit bir yaşam kazanma peşinde koşmalarına rağmen huzurlu beraberlik yakalanamıyor.

.Nasıl içinde yaşadığımız toplumda iletişim kurmak için ortak bir dil öğreniyorsak, aynı şekilde ortak düşünce ve davranış kalıpları da oluşturuyoruz. Sonuçta aynı toplumda yaşadığımız diğer insanlarla belirli ortak paydalarda buluşmak zorundayız.
….
Ve hem kişinin hem de toplumun var olması için buna ihtiyaç var. Sorun, kültür robotu tarafımızın sadece bir yönümüz olmakla kalmayıp tüm benliğimizi ele geçirdiğinde ortaya çıkıyor.

– Peki, şahsiyet olmayı başarmış biri, el âlem ne der, toplumun beklentileri nedir, konularını hiç hesaba katmaz mı?

.Tabii katar. Diğerlerini ve toplumu kesinlikle hesaba katar. Bir şahsiyet olmayı başarmış kişi, hem kendini hem diğerlerini ciddiye alır ve önemser. Ama, başkaları ne der derken, ben ne derimi önemsememezlik yapmaz. Kendi özüyle tutarlı olduğu için, kişinin kendine tanıklığı, diğerlerinin ne söyleyeceğinden daha önemli ve acildir.

– Kişinin kendine tanıklığı ne demek Yakup Bey?

.Başkalarının tanıklığını önemseyen, babam ne der, öğretmenim ne der, genel olarak, el âlem ne der, diye sorar ve ona göre davranır.

Kendine tanıklığına önem veren ise, ben ne derim, diye sorar ve kendi özüne hesap verecek şekilde davranır.

Kültür robotluğunda kişinin özü yoktur, sadece toplumun belirlediği formüller ve kalıplar vardır. Kültür robotluğunun tümüyle teslim aldığı bir ilişkinin geleceğinde gönüllerin solduğu, soğuduğu yalnız bir dünya vardır. Buna karşılık, bir şahsiyet olduğunda yaşanan ilişki dopdoludur! O doluluk sizin özünüzde oluşur…

Doğan Cüceloğlu / Gerçek Özgürlük / s.47-48

 

Güzel bahçeler için güller yetiştirmeliyiz. Dalları tomur dolu, rengarenk güller… Hangi bahçeye girersen gir, içinde gül varsa seni karşılayan da onun enfes kokusu olacaktır.

– Her çiçeğin dikeni var mı?

– Hayır yok.

– Her çiçek çok güzel kokar mı?

– Hayır, kokmaz; koksa da gül gibi olmaz.

.Rengiyle, kokusuyla bu kadar aranılır bir çiçek olan gülün neden dikenleri var diye hâla soruyorsan. Bu sözü düşün derim:

Gülün dikene katlanması onu güzel kokulu yaptı.

Hz. Mevlâna

Güzel seherleri ufuklarında bekleyen, yeise düşmeyen ümit dolu gönüllere merhaba.

Hasretin, değerimizi yeniden dirilttiği sabahlara merhaba.

Kabul edilmiş duaları, bağrında saklayan sırlı seher bulutlarına merhaba.

Hakîm Olan’ın muhabbetle nazar ettiği ve hikmetle çizdiği saatlere merhaba.

Gönül tellerinde huzuru ısıtan, birbirimiz için tekrar doğacak sıcak ilişkilerin güneşine merhaba.

Unutulmuşluğa yüz tutmuş yüz çizgilerine, dikenlere şefkatle bakan gözlere merhaba.

Bir “gül” vardır “gonca”dan içeri dedirten hassasiyete, anlayışa merhaba.

Ve hakikat bahçesinde sabrıyla gül yetiştirenlere merhaba.


1. Lal: Dili tutulmuş, konuşamaz duruma gelmiş, dilsiz. Farsça kökenli.

Küçük Prens İllüstrasyonları © Ann Baratashvili
Küçük Prens’in Gülü © Even Liu
Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply