Değmez mi Beklemeye Ağaçlar Gibi?

3

Dağ şöyle bir aşağıya bakmış: Uzanan ovalar, vadiler, akan nehir, hayvanlar, ağaçlar, çiçekler ne kadar küçük kalıyorlarmış ayaklarının altında. Aniden bir damla düşmüş göklerden. Bulutlar sarmış başını. Gözleri hiçbir şeyi göremez olmuş; sadece yer yer gölgeler ve karanlık. Her şey silinirken gözlerinden, yağmurun, şimşeğin, rüzgarın geldiği göklere tutunuvermiş.

Kedi şöyle yukarıya bakmış, karanlığın içinden baş veren tomurcuklara benziyormuş yıldızlar. Ne kadar ufaklar diye düşünmüş. Uzattığı patisinin ucunda ışıktan lokmalar gibi. Sanki bir hamlede alıp yutacak gibi. Kendi gölgesi yola ay ışığında dev gibi vururken gökyüzünde her şeyi küçücük görmüş. Peki böyle miymiş hakikat? Hayır değilmiş. Uzayan topraklar, nehir, yıldızlar, tüm canlılar ne dağın gördüğü ne de kedinin gördüğü gibiymişler.

Gafil gözler de böyleler. İster büyük dünyalarında dağ gibi yukardan baksınlar, isterlerse küçük dünyalarında kedi gibi aşağıdan baksınlar; aynıdırlar. Her şeyin hakikatinden uzak sadece gölgelere takılırlar. Oysa insan ne dağ ne de kedi. Aklıyla, bilgisiyle, kalbiyle, sezgisiyle her şeyi değerince idrak edebilecek potansiyele sahip. Öyleyse neden bu yanlışın içinde? 

Çünkü onun gafil bakışı, gölgeyi gerçeğinden ayıramadığı perdesidir. Bakışı aldatan ise akılsızlığı ve hakikatten uzak kalışı. Aklın, akla uygun yargılar verme yeteneği olan sağduyunun yapısı fıtratın sağlığıyla ilgili. Yaradılış özü olan fıtratın sağlığı da kalp gözünün sağlığına bağlı. Yani sağlıklı kalp gözü, sonra fıtrat, sonra selamete ermiş akıl ve sağduyu… Bu silsile aynı domino taşları gibi birbirini etkiliyor. Dolayısıyla temiz, arınmış kalp, içimizdeki özü koruyor ve aklın doğru istikameti bulmasını sağlıyor. Gözden perde kalkıyor. Bakış, merkezinden bakıyor.

Bu güzergahı çizen, Yaradan. Öyleyse buna uygun yolu da yolun azıklarını da vermez mi kuluna? İlahî kelamında önce insanı yarattığını, sonra düzene koyduğunu, sonra onun için her şeyi takdir ettiğini ve sonra da onu asla yalnız bırakmayıp hep yol göstereceğini buyuruyor.

Bizler kalbî değerlerden uzaklaştıkça akıl tutulmaları yaşamaya başlıyoruz. Nasıl ay güneşten ışığını alamadığında nurunu karanlıklar kaplıyorsa, aklımız da kalbimizden; imandan ışığını alamadığında düşüncelerimizi -batıl olan ne varsa- yanlışlar, safsatalar sarıyor. Kalbimizdeki imanî zafiyet psikolojik sıkıntılara neden oluyor. Duyguları saran bu hastalık doğru düşünmemizi engelliyor. Sapmalar yaşıyoruz, istikameti kaybediyor, merkezden uzaklaşıyoruz. Mantık yalpalıyor. Görüş ibresi bozuluyor. Gaflet bakışıyla hakikatten uzaklaşıyoruz. Ve ne acıdır ki bunca yaradılış özelliğine rağmen hayatın verdiklerini yanlış algılıyor, olayların hikmetini çözemiyoruz. Çünkü emanete hıyanet edip “Emanet Sahibi”ne arkamızı dönüyoruz.

Kalbiyle gören, varlığa yakınlaşır. Maneviyat bir anlamda varlığa sinmiş olan güzellikle kurulan bir ilişki, bir tür yakınlık ayarıdır. Madem maneviyat gerçek bir mevcudiyetin içimizde uyanmasıdır, o halde kendimize, güzelliğe ve Allah’a yakınlaşmaktır.
….
Pek çok insanın kalbin derinlik ve güzelliğini fark etmeksizin bir ömür geçirdiğini bilmek çok acı. Pek çoğumuz hayatı bir dayanıklılık sınavı veya sonsuza dek ağlayacağımız bazı yaralarımızı içinde sakladığımız bir yer olarak düşünüyoruz. Oysa kimi insanlar, ıstırap seli içinde kalmalarına rağmen, varlıklarının özünü bozulmamış olarak muhafaza ederler. 

Onlarda derin bir sükûnet ve nezaket hissederiz. Sanki yaşanan bela ve musibetler ebedî hazinelerin içsel kapısını aralamıştır.
….
Güzellik bize kendimizi dünyada evimizde hissettirir. Buradayız ve burada olmamızın bir amacı var. Öte yanda güzellikle hemhal olmak ebediyet arzumuza cevap vererek, bu dünyanın ötesine de işaret eder. Güzeli fark etmek, kusurlarımızla yaşamaya razı olurken aşkın olanla yüce bir beraberliği de arzulamaktır. Güzelliği tecrübe etmek, güzellik nesnesinin hayatın bir parçası olduğunda, her şeyi daha güzel kılacağına dair bir umut telkin eder. Bir şeyi güzel bulmaya devam ediyorsak hayatın bize sundukları henüz bitmemiş demektir.

Kemal Sayar / Başı Sınuklar İçin Kılavuz / Güle dair bir neden yok / s.63

Ancak bizler olayları sadece gözle değerlendirdikçe, gelişmeleri sadece akılla inceledikçe bu yaşamda kendimize kaostan başka bir dünya inşa edemeyeceğiz. Oysa bu âlemde her yaradılış, kendi hakikat diliyle kendini yaratanı anlatmakta. Yürümeyi bilene Allah’a götüren sayısız yollar uzanmakta. Ve sayısız parmak, görebilene Allah’a götüren işaretleri göstermekte. 

Yer ve gökler… Gördüğümüz göremediğimiz, idrak etmede aciz olduğumuz sayısız âlem. Güneş, ay, yıldızlar, gezegenler, dağlar, denizler, nehirler, ovalar, madenler, rüzgarlar, yağmurlar daha nice Allah’ın kudretini gösteren deliller. Hepsi insanın emrine verilmiş. Hepsini bir emriyle hizmete veren kudret, her şeyin Tek Sahibidir. İnsan, bu ilahî lütufları, tüm varlığın karşısındaki değerini ancak tefekkür ettiğinde anlayabiliyor. Peki, bunca değerin karşılığında kendisinden beklenen nedir? 

Bu değeri lütfeden Yaradan ondan güzel ahlak bekler. İnsan olmanın temelinde doğuştan verilen görev ve sorumluluk vardır. Kendine, çevresine ve onun en önemli görevi Rabbine olan sorumluluğu. Kendini tanıyarak kendine sorumluluğunu, insanlığa, varlığa hizmet ederek çevresine sorumluluğunu, kulluğunu yerine getirerek Rabbine sorumluluğunu gerçekleştirir.

Gelen geçer, konan göçer, nasib oldukça yer içer.
Ecel ömre kefen biçer, anadur ölümün zinhar.

Madem Yunus Emre’nin dediği gibi “Bu dünyaya gelen geçer, konan göçer, herkes nasibi oldukça yer içer. Eceli ömrüne kefenini biçer, ölüm kaçınılmazdır!” O zaman insanoğlu dünyaya geliş sebebini bilip kendine düşeni yerine getirmelidir.

Madem hepimiz aynı trende hep birlikte bir yere gidiyoruz. O zaman görev taksimi gerekecek ve herkese durumuna göre bir görev verilecektir. Sorumluluklara göre zorlukların, yorgunlukların, üslupların dereceleri farklı olacaktır. Yolcu muyum? Hizmet mi veriyorum? Nerede hizmet veriyorum? Bu dünyada sadece seyreden, seyirci kalanlardan mı yoksa irademle, bakma gücümle neyi gördüğünü fark eden, değerlendirenlerden miyim? Neden önemlidir bunlar? Çünkü Yunus Emre şöyle devam eder:

Kalır ayruklara malın, seninle gider âmâlin
İrişmez bir pula elin, anadur ölümün zinhar.

Ne çabalarla topladığın kıymetli malların başkalarına kalır. Ve seninle ancak amellerin gider. Geride kalanın bir puluna elin erişmez-ulaşamaz ve sakın unutma ki ölümün kaçınılmazdır!

Sadece seyreden gelip geçer. Ne iz bırakır ardında ne fayda. Ama neyi gördüğünü bilerek seyredende hem gördüğünün izi kalır hem de bu seyirden nice güzellikler üretir. Dünyaya, insanlığa karşı alacağımız durum da böyle. Kimimiz seyredip göçüyor kimimiz güzelliği, neşeyi, sıkıntıları, acıyı ruhuyla yaşayarak insanlığa katkıda bulunmaya çalışıyor.

İnsana verilen her an, yeni bir doğum için. Dinlemesini bilen, o doğumun titreyişlerini işitiyor. Görmesini bilen, yeni bir güne merhaba demenin heyecanını görebiliyor. Bu âlemde yaşanılacak şeye damardan merhaba demenin adı “şevk”. Şevk duyguların, düşüncelerin doğumu. Doğum aynı gece karanlığında bulutların arasından yayılan ay ışığı gibi. Doğum, gündüz telaşında göklerden önümüze atılan ışık taneleri gibi. Doğum, dünyaya sığamayan ruhun göklere yükselişi gibi. Kuşlar da duyuyor bu doğumu kanatları açılırken. Zaten her açılış, kanatların gittikçe genişleyen boşluklara doğumu değil mi?

Gecenin parmakları tıklatıyor sırların kapısını. Sabır işi, gönle özgüdür. Bekleyecek açılana dek. Bekliyor deryaya gemi hazırlayanlar. Bekliyor ruhları kuşlarca açılanlar. Antoine de Saint-Exupéry de hep beklemiş. Her düşüncesi, her eseri onun iç âleminde biriktirdiklerinin adeta birer doğumu gibi olmuş. Buna en büyük etken, ruhundaki bitmeyen şevki. 

Eserlerindeki karakterler ayrı bir şevkin kahramanı. Bilhassa Kale’deki berberi ağası ve kendisine hikmetli sözler söyleyen babası buna birer örnek. Yazara göre “şevk” eser oluşturmanın olmazsa olmazı. Çünkü Yaradan insanın yaptığı işin içine bir lezzet ve bu lezzeti alabilmesi için de onun fıtratına şevk koymuş. Bu duygu adeta ruhun kanatları. Ulaşılamayan yerlere ruhu götüren rüzgar. 

Ah! Tanrım çok iyi anladım ki aklı yöneten ruhtur. Çünkü akıl araç gereci inceler; ama gemiyi gören sadece ruhtur. Ve gemiyi ben inşa ettim; ama onlar bana yaratacağım yüzü donatmak, biçimlendirmek, güçlendirmek, göstermek için akıllarını ödünç verecekler.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.430

Çünkü siz mağdurlar, mutsuzlar ve mağluplar… Siz ki mirasınızda dünün sadece kötü tarafını okumayı bilirsiniz. Sizler için bu kadar genç olmak iyidir. Ama ben bir tapınak kursaydım ve siz bu tapınağın cemaatini oluştursaydınız ve ben de size tohumlarımı atsaydım ve orada sizi umutsuzluğun olabileceğini gördüğünüz yavaş büyüyen ve gizemli bir hasat olmanız için görkemli bir sessizlik içinde karşılasaydım! Siz sefil yataklarında ölenlerin, pis kokular yayan kanserlilerin, koltuk değnekleriyle dolaşanların, mübaşirlerinin arasında kalmış borçluların ve jandarmaları arasındaki mahkumların, parçalanmış ve acı çeken bu insanların zafer şafaklarını biliyorsunuz… Bu zaferde buluşuyorlardı ve böyle sabahlarda bu karışık kitle, zafer şarkılarının söylendiği bir bazilika oluyordu.

Ve sen aşkın, yerleşen kökler gibi, ruhların birdenbire birbirlerinde yankılanmalarıyla gelen, hatta belki de birdenbire ortaya çıkan ve herkesin aynı payı, katkıda bulunduğu yüzü aldığı kutsal kilit taşı olan mutsuzluğun etkisiyle oluştuğunu gördün… Sonra ise sırada ekmeği paylaşmanın ya da ateşinin yanında birine yer açmanın zevki vardır. Dostlarının bile doldurmadığı küçük evinle sakat biri gibi herkesi tiksindiriyordun ve birdenbire sadece dostun; ama sayısız dostun girdiği tapınak açılıyor.

Umutsuz olmak için nedenler olduğunu nerden çıkarıyorsunuz? Sürekli doğuştan başka bir şey yoktur. Hiç kuşkusuz telafisi mümkün olmayan şeyler vardır; ama burada hüzün veren ya da keyif veren bir şey söz konusu değildir… Olmuş olanın özü budur. Ve doğmuş olmamın telafisi yoktur; çünkü bu dünyadayım. Geçmişin telafisi mümkün değildir; ama şimdi, size inşa edenin ayaklarının dibindeki dağınık gereçler gibi verilmiştir ve geleceği oluşturmak da size düşer.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.178

Her türlü insanın, her renkten karakterin oluşu toplumun zenginliğidir. Önemli olan farklılıklara rağmen sadece insan olduğumuz için değer görebilmemiz. Zevkler farklıdır, kültürler farklıdır; ama kalplerin gıdası, aklın ihtiyacı aynıdır. Her vicdan doğruya, hakikate ayarlıdır. Sadece yaşamın şartlarında kimi bu değerleri ihmal eder, kimi yaşamına baş tacı eder. 

Küheylan ne kadar güçlü de olsa azığı yoksa, zaman gelecek bitkinleşecek, yolda kalacaktır. İnsan olma yolunda, hakikate varma ve doğruyu bulma yolunda azığımız sabır ve şükür. Sabır için her şeye rağmen sebat gerekir; şükür içinse nasibi fark eden basiret. Sabır tevekkülün, itimadın ve teslimiyetin meyvesidir. Şükür farkındalığın, kanaatin, kıymet bilirliğin meyvesi. Meyve vermeyen ağaçların sonu odun olmaktır. Meyve veren ağaç kendini düşünmez, insanlığa hizmet eder. İnsanlığa hizmet ise Hakka hizmettir.

İnsanlar arasındaki kardeşliğin kaynağını görüyorum. İnsanlar Tanrı’da kardeştirler. Çünkü insan ancak bir şeyde kardeş olur. Eğer onları birleştiren bağ yoksa, insanlar bağlı değil, yan yanadırlar. Öyle gelişi güzel kardeş olunmaz. Ben ve arkadaşlarım 2/33 Hava Grubu içinde kardeşiz. Fransızlar Fransa içinde kardeştir.

Tanrı’nın mirasçısı uygarlığım insanları İnsan’da kardeş yaptı.
….
Tanrı sevgisinin neden insanları birbirlerine karşı sorumlu kıldığını, neden umudu bir erdem saydığını da anlıyorum. Bu sevgi her insanı aynı Tanrı’nın Elçisi yaptığı için insanları kurtarmak herkese düşüyordu. Hiç kimsenin umutsuzluğa kapılmaya hakkı yoktu, çünkü her insan kendinden yüce bir varlığın habercisiydi. 

Antoine de Saint-Exupéry / Savaş Pilotu / s.160-161

Saint-Exupéry’e göre, hayatta var olmak, toplumda varlığını hissettirmek için ortak bir işte görev almak ve sorumluluk yüklenmek gerekiyor. İnsanın sadece iki eli var; ama avuçları yüreği kadarsa onunla saramayacağı varlık yoktur. O yürek başka yürekle yan yana geldiğinde kolları çölleri yeşerten ırmaklar kadar uzar. 

Böyle diyordu babam:

Onları birlikte bir kule yapmaya zorlarsan, kardeş olmalarını sağlarsın. Ama birbirlerinden nefret etmelerini istiyorsan önlerine yem at.
….
Ve sadece iş birliği yapan insanlar kardeştir. Ve sadece huzurlarını ürettikleri zenginliklerde bulmayanlar yaşarlar.
….
Ve babam şöyle bitirdi sözlerini:

Daha önce de söyledim sana. Birinin yanılgısı ötekinin başarısıdır, bu ayrışmalar seni hiç endişelendirmesin. Verimlilik ancak büyük iş birliği sonucu sağlanabilir. Ve başarısız eylem başarılı eyleme yarar. Başarılı eylem, eylemi başarısız olanla birlikte yöneldikleri amacı gösterir. Tanrı’yı bulan onu herkes için bulur. Çünkü benim imparatorluğum bir mabede benzer ve ben insanları imparatorluğuma davet ettim. Bu imparatorluğu inşa etmek için insanları çağırdım. Bu mabet onlarındır. Ve mabedin doğuşuna en derin anlamını veren onlardır.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.52-53-54-55

Neyi gördüğünü fark eden, değerlendirenler. Gördüklerinden, yaşadıklarından yola çıkarak yazdıkları, çizdikleri her eserde yapıcı, uyarıcı, diriltici soluklarını hissettirenler.

Ruhları adeta bir çiçek gibi içten dışa açılan, bedeni tutkuların, hırçın, yorgun dünyanın ellerinden sıyrılarak sevgiyle aydınlanan seherlere bürünenler. 

Bu sabah, çözülüp dağılmaz ordudan, perişan bir kalabalıktan başka bir şey yoktu ortada. Ama dağınık insan sürüsü, ortak bir bilince vardığı an, sürü olmaktan çıkmıştır. Arsanın herhangi bir köşesinde kilise yapmayı düşünen biri varsa, bu adam tek bir kişi de olsa, arsadaki taşlar ancak görünüşte dağınıktır artık. İçinde tohum varsa, köşeye fırlatılmış limon kabuğu için kaygılanmam. Tohum ona yeniden can verecektir.
….
Kurtuluş konusunda kuşkum olmaz. Kör adamın ısındığı ateş imgesini çok daha iyi anlıyorum şimdi. Kör, ateşe doğru yürüyorsa, bu ısınma ihtiyacı duymasındandır. Kör, aramaya başladığı an ateşi bulmuş demektir. Heykelci de parmaklarını çamura gömdüğü an yaratacağı eseri elinde tutuyordur. Biz de öyle. Aramızdaki bağların sıcaklığını duyuyoruz. Onun için, daha şimdiden galibiz.

Daha şimdiden hissediliyor aramızdaki birlik. Bu birliğe katılabilmek için onu dile getirmek zorundayız elbet. Bu da bir bilinç ve dil işi.
….
Bozgun her şeyi bölüyor. Bozgun, yapılmış olanı bozuyor. Ölüm korkusu var bozgunda: Ben bozgunun sorumluluğunu benim gibi düşünmeyenlerin sırtına yıkarak bu bölünmeye yardımcı olmayacağım. Hiçbir şey çıkmaz bu yargıçsız yargılamalardan. Hepimiz yenildik. Hochedé, bozgunu başkalarının sırtına yıkmıyor. O kendi kendine: ‘Ben; yani Hochedé, Fransa’nın bir parçasıydım ve zayıftım. Hochedé’nin Fransa’sı zayıftı. Ben onda, o da bende zayıftık.’ diyor. Hochedé yurdunun insanlarından koptuğu an, yalnız kendine onur kazandıracağını çok iyi biliyor. Ondan sonra, bir evin, bir ailenin, bir Hava Grubu’nun, bir yurdun Hochedé’si olmayacak artık. Çölde kalmış bir Hochedé olacak.

Evimin ayıbını yüklenmeyi kabul edersem, evim üzerinde etkili olabilirim. Ben onun bir parçasıyım, o da benim. Bu utancı yüklenmeyi reddedersem, ev yine yıkılıp gidecek, ben de belki anlı, şanlı; ama ölüden beter bir varlık haline geleceğim.

Var olabilmek için, her şeyden önce, sorumluluk yüklenmek gerekir. Oysa birkaç saat önce kördüm. Kezzap gibiydim. Ama şimdi daha açık seçik düşünüyorum her şeyi. 

Antoine de Saint-Exupéry / Savaş Pilotu / s.146-149-150

Ahlaksızlık tufanında batmayacak gemilere ihtiyacımız var. O gemileri inşa etmek için iyi ustalara; erdemli işçilere, sorumluluk şuuruna ihtiyacımız var. Ellerin kavuşmasına, emeklerin ihlasla yoğrulmasına ihtiyacımız var. Gemi ne kadar büyükse o kadar can kurtulur. Kurtulan canlardan kurulacak tertemiz beldelere ihtiyacımız var. Huzurun sessizliğinde gittikçe genişleyen, özgürlüğe açılan ruhlara ihtiyacımız var.

İnsan için bir şeyler yazdığında, bir gemiyi yüklüyorsun. Ama çok az gemi karaya ulaşabiliyor. Çoğu Batıyor. Tarih içinde onların seslerini duyurmayı sürdüren çok az söz var. Çünkü ben belki çok gösterdim; ama çok az anladım.

Ve gene aynı sorun: Göstermekten çok anlamayı öğretmek önemli. Kavrama işlemlerini yapmayı öğretmek önemli.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.133

Ve gemi için yardımcı olmayan biri insanları uyarabilir mi? Çünkü malzemeler ne işe yaradıkları konusunda bana hiçbir şey öğretmezler. Bir varlıkta doğmamışlarsa katiyen doğmamışlardır. Ama taşlar bir araya geldiğinde sessizliğin açık denizi aracılığıyla insanların yüreklerini etkileyebilirler. 

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.430

Ne kadar dalın varsa o kadar gölgene sığınılır. Ne kadar oturacak yerin varsa, o kadar insan dinlenir yanında. Ne kadar aşın varsa, o kadar mide doyar. Ne kadar seversen, o kadar rahmet yağar göklerden. Ne kadar özgürsen, o kadar başın eğilir Tek Sahibin’e. Ve huzurdur bu hakikatin adı.

Hakikat ise Hak Sahibi’nin incileridir. Hakkı arayanların, bahara yürüyenlerin yoluna serpilir. Ve ancak seherde kalpleri uyumayanlar toplayabilir onları. Değmez mi seheri beklemeye?

Çiçek tozlaşır göklerden
Yaprak günden çeker nurunu.
Sütü nerden emiyor kökler?
Varsa dalların, baharı özleyen;
Değmez mi beklemeye
Ağaçlar gibi?

Tırman diye geçit verir dağlar.
Tepeler sema eder sır avucunda
“Gül” demini alarak yavaştan.
Varsa ruhunda tadını almış bir yer;
Değmez mi beklemeye
Ufuklar gibi?

Her şey, meyvesine gebedir
Bu âlemde.
Öyleyse doğumunu yazmış kader.
Giderse rahimden rahmete bir yol;
Değmez mi beklemeye
Analar gibi?

Gecenin gözleri uyumaz
Sarmışsa saniyeleri sevdan.
Hele gelirim demişse Canan.
Hangi kalp durur yerinde
Sökülürken şafak karanlığından?
Değmez mi beklemeye
Aşıklar gibi?

“Küçük Prens” İllüstrasyonu © Ann Baratashvili

Paylaşın.

Yazar Hakkında

3 yorum

  1. Şu aşağıdaki not ettiğim cümlelerinizi kaydettim.Çok hakikatli ve yoğun bilgiler ama o kadar kulağa tanıdık geliniyor ve atlanılıyor günümüzde. Aslında o kadar çok tefekkür edilecek sade ve öz bilgiler ki kitaplar bile yazılıar.Teşekkür ederiz

    “Peki, bunca değerin karşılığında kendisinden beklenen nedir?
    Bu değeri lütfeden Yaradan ondan güzel ahlak bekler. ”

    “İnsan olma yolunda, hakikate varma ve doğruyu bulma yolunda azığımız sabır ve şükür. Sabır için her şeye rağmen sebat gerekir; şükür içinse nasibi fark eden basiret. Sabır tevekkülün, itimadın ve teslimiyetin meyvesidir. ”

    “Bu âlemde yaşanılacak şeye damardan merhaba demenin adı “şevk”. Şevk duyguların, düşüncelerin doğumu”

  2. mehmet aydemir on

    Sanırım Yunus’un dizelerini açmak için kullandığınız “tren” metaforu ile Exupery’nin yüklediği “gemi” paragrafı ince bir seçim.

    Tren yolculukları yoldaki durakları değişmeyecek şekilde hep aynı güzergahı izler ve varış noktasına ekseriyetle ulaşırlar. Kara taşıtıdır; yolculuk toprakta başlar toprakta biter. Başka bir hikayecikte kurgulanan “şimendifer” ve yolculuktaki yan öğelerin manalandırılması da sizin kullanımınıza benziyor. Ölüme giden kaçınılmaz bir seyahat nazara veriliyor.

    Gemi ise farklı rotalar izleyebilir, gerekirse bir limana uğrar veya uğramadan yoluna devam eder. Bazen hava şartlarından bazen de yanaşacağı limanın şartlarından menziline ulaşamayabilir. Belki denizler insanın anayurdu olmaması nedeniyle karalara göre insana daha tekinsiz gelir. İlgili pasajı “gemiyle yolculuk yapmak sonucu kestirilemeyen bir niyettir, yola hazırlıklı çıkılır ancak yine de iradenin hükmü sınırlıdır” şeklinde anlıyorum.

    Ellerinize sağlık, inşallah istifade etmişimdir.

  3. Ruhların birbirine değerek billurdan sesler vermesi ne güzel. İnsanlığın özlediği manzaralar bunlar. Hepinizin yorumları anlamlı ve derin. Aynı ışığa doğru yürüyen yürekler gibisiniz. Hayatı eğitimde geçmiş, zaman zaman gençliğin durumuna içi yanan bu yaşlı yüreğe isabetli tespitler olan yazılarınızla ümit veriyorsunuz. Çok teşekkür ederim. Nasipte varsa açılır yollar… Çünkü biz onu değil, o bizi buluyor.

    VARSA NASİBİNDE
    Aynı trene bindik, gidiyoruz.
    Adres belli; son durakta bekleyen.
    Nasıl bir gemi inşa ediyoruz?
    Hedef belli; her durakta gözleyen.

    Trenin rayları yan yana uzar.
    Kesiştiren ruhudur, yolculuğun.
    Bir hedef neşvesi çırpınan sular.
    İç içe gönüller, mimarı yolun.

    Sabır ruhta dümen, tayfalar dingin;
    Dalga dalga görülür deryadan sahil.
    Şükrün seyrinde ses verir niyetin;
    Her molada şevkle açılır menzil.

    Toprak toprağa, sıla sılaya yâr.
    Halden hale döner arasında kul.
    Hasrettir yolları bağlayan, dostlar!
    Huzurda seyredilir usul usul…

    Sen seyirdeyken seyreden Yaradan.
    Trenin rotası kimin elinde?
    Bul yerini, kalk düdüğü çalmadan.
    Kesilir bilet, varsa nasibinde.

    Elif Kaya

Reply To Elif Kaya Cancel Reply