Bir Kelime & Bir Soru

0

Ona tam olarak şeklini verdiğim ve içine Ruhumdan üflediğim zaman, hemen kendisine secdeye kapanın. (Sâd Sûresi 38/72)

Hazret-i Adem’in yaratılış safhalarından birindeyiz. Toprağın insana doğru biçimlendirilmesinin ardından Allah, ruhundan nefh edegeleceğini bildiriyor. Oradaki hazirûna, “nefahtu fîhi min Ruhî” hadisesini görünce secde etmeleri emrediliyor.

Ruh, secde vaktini işaret ediyor. İnsan, ruh tamam olunca secde edilmeye, hürmete layık bir hal alıyor. Şeytan, itaat etmemesini, isyanını, ruh ile karşı karşıya kalınca gösterdi. Hitapta, Allah’ın ruhundan üflemesi şartı olduğu için muhatapların oluş keyfiyetini görme ya da ondan haberdar olma gibi bir vukufiyetleri söz konusu olmalı. Şeytan bu bilişe, bildirilişe rağmen secde etmedi.

Ruhun Hazret-i Adem’e konması, nefhada bulunma, üfleme fiili ile ifade buyrulmuş. İnsanlar olarak üflemeyi her nefes verişimizde hu sesi ile gerçekleştiririz. Öyle ki nefes verişimizle birlikte Hu’yu anmış, Hu zikrini de vird gibi eda etmiş oluruz. Hu, “O” demek.

Pek muhterem bir büyüğüm; İngilizler’in ben (ene) düşüncesine daha yakın, Almanlar’ın biz’e (nahnü) meyyal olduklarından, tarihin bunu teyid eden vakaları barındırdığından bahsetmişti. Türkler ise O’ndan yana vakalarla dolu bir tarihe sahipti. O adına bir araya gelen, hareket eden, maksadı O’na yönelik olanlar; Türkler Hüve’cidir yorumunda bulunmuştu. Türkler için bugünler çok kötü günler olsa da, biz Türk’ün öz mefkûresini uyandırmanın arzusundayız. Yeniden Hüve’ci bir kaderimiz olsun diye.

Varlık âlemindeki tüm melek-cin-şeytan-ve başka her türden kimseler bir orduyu oluşturuyorsa, insanın o ordudaki rütbesini tayin eden son donanımı olan ruhu ona, Rabbisinin keyfiyeti meçhul “üflemesi” kazandırıyor. Ruhun bedene ilk girdiği ânda ilk nefesini alan insan, ruhunun ufkuna yürürken de son nefesini veriyor. Yani ruhun cismaniyet âlemindeki seyahati de Hu zikrine bağlı. O bağ koptuğunda seyahat boyut değiştiriyor. Seyahatin cisim âlemindeki kısmında ise sebepler planında Hu zikrini sağlayan element-unsur havadır. Hava kelimesi de Hüve kelimesinin seslerinden meydana geliyor. Hava, dünyada boşluğun olmamasını sağlayacak kadar doldurucu niteliktedir. Ve her yerde hava vardır. Dünya bir Hu zikrinin meydanıdır.

Nefs’in, henüz salt kendilik mekanizmasıyla çalıştığı, ben diyemediği ama kendime-kendime diye istemelerde bulunduğu aşamalardan, ene’nin, hepsi ben için dediği noktaya; oradan bütün o karmaşık akıl-kalp-vicdan-şuur gibi cihazlar manzumesi ile donatılıp son kertede ruh ile bütünleşen insan, kendini dünyada her tarafı Huuu çeken rüzgârlarla, Hu-Hu-Hu deyip duran türdaş-kardeşleriyle bulur.

Ruh kelimesinde de Hu-hava-hüve ile etimolojik kardeşlik olmasa da ses komşuluğu bulunur. Hu, Allah’tır ve bize “ben” dedirtecek cihazı vererek O dememizi sağlayan, “o düşüncesini” bize anlaşılır kılan da O’dur. Yazımızın başlığında “Bir Kelime” demiştik; o kelimemiz de “halla”.

Quenya Elfçesi, Elflerin uyanışları, yani kendilerini ilk bildikleri ândan itibaren dile gelmeleri ile oluşan, Yüksek Elfçe de denen dildir. Sonraki Orta Dünya asırlarında birçok Elf lehçesi ortaya çıkıyor. Quenya, safvet dönemi dili gibi olduğu için yükseklikle, asâletle anılmış. Tengwar Harfleri denen harf dizilimi de Feanor isimli bir Elf tarafından icad edilmiştir. Quenya’nın gramerini oluşturan bu harflerden birinin ismidir Halla. Ve anlamı nefestir. Nefesi remzeden H sesi, Halla harfinin sesi ile, He- ile dile gelir. Harfin yazılışı şöyle:

Halla ve Elif

Elif harfine benzeyen formuyla Halla, nefes alır-verir gibi tekrar tekrar okunursa halla-halla-halla-hallah-Allah-Allah-Allah der gibi ses çıkarmaya sebep olur. Halla nefes anlamına gelirken aynı zamanda Allah ismine ses itibariyle yakınlık kesbetmesi dikkate değer bir durum. İnsan olarak hakikatteki başlangıç noktamız ruh üflenmesi olarak tayin edilmişti. O başlangıç ile Hu demeye başladık. Hikayemizin elif’i Hu zikri idi. Elfçe’de Halla harfinin, Hu-Allah isimlerinin sesleriyle bu nev’iden yakınlığı hangi tevafukun eseridir?

Tevafuk, vefk etmek idi. Uygun düşmek. Suduf kökünden, öznesi olmayan karşılaşma demek olan tesadüf müdür bu uygun düşmeye sebep olan, yoksa bu birbirine uyan hakikî şeyler, yazarımızın her zaman var olduğuna inandığı hakikati keşfetmesinin tezahürü müdür?

Esas soru bu.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply