Bir İçsel Yolculukta Metafor Molaları

0

Edebiyatta bir kelimenin asıl anlamından başka anlamda kullanımı olan metafor; Eski Yunanca’da değiştirme, taşıma, başkalaştırma anlamlarına geliyor.

Metaforun eşanlamlısı mecaz. Arapça’da mecâz; geçit, yol, köprü demek. Olur vermek, müsaade etmek anlamında “cevâz vermek” ile aynı kökten geliyor.

 Bir metaforla karşılaştığımızda, onun büründüğü sözden daha fazlasını kendisinde taşıdığını; içinde birden fazla mananın kast edildiğini görüyoruz.

Küçük Prens adlı eserin küçük boyutunu genişleten ve derinleştiren, anlatımındaki bu metafor zenginliği. Her biri sanki yolculukta verilen molalar gibi. Okuyucu, onlarda soluklanıyor, kendine çeki düzen veriyor. Yolculuğunu gözden geçirebilmek, dağılan dikkatini toplamak ve yolun zevkini almak iyi geliyor yolcuya.

Eğitimde de dikkat toplayabilmek ve duyguları kontrol edebilmek için tavsiye edilen bir formül var. 3D: Dur, düşün, davran.

Çünkü hızlı yaşam düşüncelerimizi uyuşturuyor. Duygularımız, fıtrî ritmini kaybediyor. İşte o zaman gördüğümüzü hissedemiyor, işittiklerimizi iç sesimiz haline getiremiyoruz.

Biz de okuma yolculuğunda her metafor molasında bu formülü uygulamaya çalışacağız. Yani durup kelime kalıplarının ötesine geçebilmeyi; düşünüp bize açılan mana âlemlerini tefekkür edebilmeyi deneyeceğiz. Yazarın iç dünyasındaki hayallerini paylaşacak, umuduyla umutlanacak, özlem duyduğu manevî değerlerle dirilişe; davranışa geçeceğiz.

Mola verip de o sembol üzerinde düşündüğümüzde, zihnimizde çağrışım esintileri başlayacak. Anlamdan anlama geçitler açılacak, köprüler kurulacak. Metaforun görüntüsü bir başka görüntüyü anımsatacak bize. Belki o da bir başkasını. Sonuçta okura verilmek istenen ne ise o mesaj hissettirilecek. Her metafor, zihnimizde oluşan bu çağrışımlarla şekillenecek, düşüncelerle anlamlanacak. Ve yazarın amacı, vermek istediği düşünce sembollerle bizde hedefini bulacak.

Ancak metafor aynı olsa da her okur için ayrı bir anlam taşır. Çünkü onun kaynağı bilinçaltımıza bağlı. Bu nedenle bir okurun metafora yüklediği anlam, başka okurda aynı olmayabilir.

 – Peki bu durum sınırsızlığa ve sonucunda kafaları karıştıracak saçmalığa, yanlış anlamlara götüremez mi bizi?

– Eğer ele alınan metaforla bütün konu arasında bir ilişki kurabilir, eserde küllî bakışı; yani tüm konuyu kapsayıcı bakışı belirleyebilirsek ve mantıklı bağlantılarla bütünlük sağlayabilirsek sınırı koruyabiliriz diyebilirim.

Her metafor analizinde özgürce düşünebileceğiz. Bilinçaltının tesirinde tahminlerde bulunabileceğiz. Düşüncelerimizde, duygularımızda keşifler olacak. Sonra bu keşifler üzerinde tartışmalar oluşturacağız. Bulduğumuz anlamların doğrulukları; geçerli olup olmadıkları süzgeçten geçirilecek.

Birlikte çıkılan bu içsel yolculukta karşımıza çıkan metaforları değerlendirmek, konunun anlaşılmasındaki temel özellik.

Yattığım yerden ayağa fırladım. Beynimden vurulmuş gibiydim. Tekrar tekrar gözlerimi ovuşturdum. Sağa sola bakındım. Karşımda ciddi bakışlarla beni süzen, küçücük ve gördüğüm hiç kimselere benzemeyen biri duruyordu. Şaşkınlıktan gözlerimi fal taşı gibi açmış, karşımda duran bu kişiye bakıyordum.

Dikkatinizi çekerim, en yakın yerleşim yerinden tam bin mil uzaktaydım. Oysa bu küçük adam hiç de çölde yolunu kaybetmiş, yorgunluktan, açlıktan, susuzluktan ya da korkudan ölecekmiş gibi durmuyordu. En yakın yerleşim yerinden bin mil uzakta, çölün ortasında kaybolmuş biri gibi de görünmüyordu.

En sonunda kendimi toparlayıp konuşmayı başardım.

‘Ama sen… sen burada ne yapıyorsun?’

Son derece ciddi bir biçimde ama kısık bir sesle sözlerini yineledi:

‘Lütfen, bana bir koyun çizin!’

Bir şeyin fazlasıyla etkisi altında kaldığınızda söyleneni yapmazlık edemiyorsunuz. En yakın yerleşim yerinden bin mil uzakta ve ölüm tehlikesi altındayken bana da çok saçma görünmesine rağmen, cebimden bir kâğıt ve dolma kalem çıkardım. Tam o an aklıma yıllarımı sadece coğrafya, tarih, aritmetik ve dil bilgisine harcadığım geldi. Biraz da kızgınlıkla ona resim yapmayı bilmediğimi söyledim.

‘Önemli değil,’ dedi. ‘Bana bir koyun çizin.’

Daha önce koyun resmi çizmediğim için ona çizmeyi becerebildiğim yalnızca iki resimden birisini, boa yılanının dıştan görünüşünü yeniden çizdim. Küçük adamın bana verdiği yanıtı duyunca şaşkınlıktan sersemlemiştim:

‘Hayır! Hayır! Fil yutmuş bir boa yılanı resmi istemiyorum. Boa yılanı çok tehlikeli, fil ise çok büyük. Yaşadığım yerde her şey çok küçüktür. Benim bir koyuna ihtiyacım var. Bana bir koyun çizin.’

Sonunda istediği resmi çizdim. Resme dikkatli bir biçimde baktı.

Küçük Prens ve Koyun

Sonra konuştu:

‘Hayır! Bu koyun çok çelimsiz. Başka bir tane çizin.’

Çizdim.

Küçük dostum hoşgörülü ve nazik bir gülümsemeyle,

‘Siz de pekâlâ görüyorsunuz ki…’ dedi, ‘bu, bir koyun değil, bir koç. Bakın, boynuzları da var.’

Bunun üzerine yeni bir resim daha çizdim. Ancak tıpkı öncekiler gibi bunu da beğenmedi:

‘Bu da çok yaşlı. Ben uzun süre yaşayacak bir koyun istiyorum.’

Bir an önce uçağın motorunu sökmeye koyulmak istediğimden sabrım taşmaya başlamıştı. Hemen aşağıdaki resmi çiziverdim. Ardından da bir açıklama yaptım:

‘İşte sana bir sandık. İstediğin koyun da onun içinde.’

Küçük Prens - Sandık ve Koyun

Genç yargıcımın yüzünün ışıldadığını görmek beni inanılmaz şaşırtmıştı:

‘Bu, tam da istediğim gibi oldu! Sizce bu koyun çok fazla ot ister mi?’

‘Neden soruyorsun?’

‘Çünkü yaşadığım yer çok küçük…’

‘Onun için yeterli olacaktır. Zaten sana çok küçük bir koyun çizdim.’

Başını resme doğru eğdi: ‘O kadar da küçük değil… Bakın! Uyudu bile…’

Küçük Prens ile işte böyle tanışmıştım.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.12-13-14

Küçük Prens’teki bu bölümde hangi kelimeleri, hangi kelime gruplarını metafor olarak değerlendirebiliriz?

– Bu eserin insanın içinde yaptığı bir yolculuğu anlattığını biliyoruz. Kendimizden kendimize yine kendimizle yol aldığımız batınî bir yürüyüş bu. Başlangıcı kendisi, menzili kendisi, yol arkadaşı kendisi olan, varoluşumuzun hakikatini keşfe yaptığımız adeta derinlere dalış gibi bir şey.

“Bu küçük kişi”

Kendi içimizde saklı duran çocuk, yaradılış özümüz, fıtratımız ve onlardaki ihtiyacımız olan özellikler.

Pilotun içindeki sıkıntı, ruhsuz kalabalıklarda kaybolup soluklanamama kaygısından ileri geliyor. Bir elin verdiği diğer elde kabul gördüğünde karşılığı, teşekkürü dile getiren bir yakınlık olduğunda kalpten kalbe köprüler kurulur; duygular birbirine gelir gider. Şayet köprü kurulamazsa iki kıyının insanı da yalnız kalacaktır.

Yalnızlık, eğer insan karşısına çıkan şeylerin farkına varmayı bilmez ve varlığını paylaşmazsa, başkalarına önem vermez ve ona kucak açmazsa; varoluşun anlamının bir kültür, medeniyet ve bir meslek aracılığıyla değiş-tokuş sırasında ortaya çıkabileceğini anlamazsa kalabalıkta kaybolan kişiyi bunaltır.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.45

Köprüler kurulduğunda, gidiş-gelişler başladığında zor yaşamlar, güzel, anlam taşıyan hayatlara dönüşür. Çünkü yaşam denen, soluklanmaya çalıştığın zaman; hayat ise “Hay Olan’dan gelen diriliğindir. Yorgun yaşamları diri hayatlara dönüştüren iksir, çocuk yüreğindeyse, bulmak için önce ona olan ihtiyacı hissedip sonra arayışa geçmek gerekiyor.

 “Benim yaşadığım yerde öyle küçüktür ki her şey.”

Exupéry, yaşadığı çağın kalıplarından kurtulabilmek için sık sık sığındığı göklerden düşer çöle. Küçük Prens’in masum, saf, kendisi gibi küçük olan gezegeninden; yani el sürülmemiş özünden çöle gelişi ise pilotun duasının, içsel davetinin bir cevabıdır.

“Boa yılanı çok tehlikeli, fil ise çok büyük.”

Çünkü büyüklerin nicedir yürek dilleri susmuş, nicedir kalp gözleri görmez olmuş, nicedir gönül âlemleri ışığını kaybetmiştir. Küçük Prens de onların unuttuğu bu değerleri; sevgiyi, paylaşımı, içtenliği, benliksiz sadelikleri yeniden öğretmek amacıyla göklerden iner çöle.

Ve aynı varlığın iki ayrı fıtratı, çölün sükunetinde birbirlerini işitirler; çölün yalnızlığında birbirlerini fark edip tanışırlar.

Büyüklerin dünyasındaki olaylar, karakterler yılan gibi sinsidir. Güvenemezsin. Fil gibi kocaman istekler küçük, duru yüreklere fazla gelir.

Onun için Küçük Prens’in pilottan ilk isteği, şekli kendi hayallerine göre olan bir koyundur. Yalnız istenilen, canlı bir koyun değil; onu çizimidir. Yani pilotun elinden çıkan bir koyun.

“Bir koyun çizin bana.”

Koyun metafor olarak şu anlamları taşıyabilir: İletişim, hayal gücü, insanın kendisi, insanın duyguları, gücü.

Neden iletişim? Çünkü pilotun içinde çocuk yanı ortaya çıktığında bu çocuk, diğer yanı olan yetişkin pilotla iletişim kurabilmek için bu sözü kullanacaktır: “Bir koyun çizin bana.”

En değerli görünen şeyi mutlulukla değiş tokuş etmeyi bilemezsek, bizi yabancılaştıran materyalist medeniyetin sahte zenginliklerinin ortasında çakılıp kalırız. Kendi kendine değiş tokuş yapamayan insandan hiçbir şey çıkmaz.

Pilot ve Küçük Prens gerçekten konuşmaya başlayabilirler; çünkü Küçük Prens değiş tokuş için pilottan bir talepte bulundu. Bana bir koyun çiz.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.44

“Bu koyun çok zayıf, hasta gibi. Koyun değil bu, koç. Boynuzları var. Bu da çok yaşlı. Uzun bir süre yaşayacak bir koyun istiyorum.”

Pilotun kalıplaşmış koyun çizimlerini Küçük Prens beğenmez. Bunlar ona hayal etme imkânı tanımayan çizimlerdir. Çizilen koyunlar onu yarı yolda bırakacak cinstendir.

Pilot bir sınavdan geçmektedir. İnsana en zor gelen herhalde kendi hakikatiyle yüzleşmesi.

Yüzleşe yüzleşe derinlere inecek… inecek ve en güzel kıvamda olup, yılların bozmaya başladığı yaradılışının İlahî mayasını bulacaktır.

Aslında pilotumuz Küçük Prens’in dehasında bizzat kendisiyle karşılaşır.

Onunla birlikte biz de kendi içinde saklı duran bu çocukta keşfettiği zenginliğe hayret ederiz. “Lütfen… Bir koyun çizin bana…”

Çocuk biz yetişkinlerin yitirmiş olduğu yaratıcı gücü açığa çıkarır. Çünkü pilot başarısızlıkla sonuçlanan birkaç resmin ardından sadece Küçük Prens’in koyununun içinde olduğu izlenimini veren, üzerinde hava delikleri bulunan ahşap bir sandık çizer.

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.29

En son çizilen delikli kutu farklıdır. Koyunun bütün hakimiyeti Küçük Prens’in küçük ellerine verilmiş demektir bu. Kendisi koyacaktır koyunu içine. Bundan böyle kendi isteğine göre olacaktır koyunu. Kutunun içindekinin rengi, bedeni, özellikleri masum duygularını ve özgür düşüncelerini coşturur. Onu heyecanlandırır.

“Yüzü aydınlanıverdi birden. ‘Evet!’ dedi. ‘Tam istediğim gibi oldu.’”

“Bak sen şuna, uyudu.”

Esasında “uyuyan koyun” metaforuyla Küçük Prens; kendine gösterilen bu hassasiyeti, kurulan empatiyi, içindeki doygunluğu ve yaşadığı huzuru dile getirir.

Eğer bir arkadaşımız kısa bir süre için veya sonsuza kadar bizden ayrılacaksa onu olabildiği kadar yanımızda tutmak, kalıcı kılmak isteriz. İşte bu yüzden pilot olabildiği kadar asıllarına benzeyen resimlerini yapmak için bir kutu boya ve kurşun kalemler almıştır. Arkadaşını unutmamak gerekir çünkü herkesin arkadaşı yoktur ve çünkü arkadaşsız sandığın içindeki koyunu göremeden yaşlanırız?

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.49

Sandığın içindeki koyunu çizmek, kendimize rağmen kendimizi aşarak arkadaşımızın görüşünü dikkate almak demek. Sandığın içindeki koyunu görmek ise onunla birlikte aynı yöne bakarak hareket etmek.

“Koyun” hayal gücü olarak ele alındığında; Küçük Prens onunla istediği gibi, duygularında koşacaktır. Çünkü yetişkinlerin hayal gücü yoktur. Onlar, kalıpların içinde dondurulmuş kişilikleriyle ev dedikleri mekanlarda “mış”lı hayatlarını geçirirler. Küçük Prens istediği koyun çizimindeki bu ısrarla, yetişkinlerin kaybettiği yaratıcı gücünü onlarda tekrardan açığa çıkarma çabasındadır.

Hayal, iman hazinesini gönül ülkemize taşıyacağımız yolculukta atacağımız ilk adım. O olmazsa şekiller oluşturamayız. Şekil olmazsa neyi evirip, çevirip neyi düşüneceğiz? Akla giden yolda takıldığımız yerleri ne ile dolduracağız? Hayal olmazsa nasıl ufukların ötesini görüyormuş gibi canlandırıp engelleri aşacağız?

Bu yolda doğrudan ayrılmazsan, engellere takılmazsa ayakların, aklın parmakları öyle bir dokunur ki gönlün tellerine, dökülen nağmelerin tadına doyum olmaz. İşte o zaman hayal zerreleri cennet kuşlarına döner; bizi Gökler Âlemine götürür.

Daha ilerideki kısımlarda koyunun başka sebeplerle de kullanıldığını göreceğiz. Orada yüklendiği anlamları da dikkate alarak öncekilerle bütünlük kuracağız.

Beşinci gün yine o koyun sayesinde Küçük Prens’in gizini öğreniverdim. Durup dururken sormuştu; sanki uzun uzun düşünerek çözüm aradığı bir sorununu dile getiriyordu.

‘Koyun…  Koyun çalıları yiyorsa çiçekleri de yer, değil mi?’

‘Koyunlar bulabildikleri her şeyi yerler.’

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.32

Kollarıma aldım onu ve başını okşadım. ‘Sevgili çiçeğin tehlikede değil, üzülme,’ dedim ona. Koyununun ağzına kapamak için bir ağızlık çizerim sana, ya da istersen çiçeğin çevresine bir parmaklık çizerim…

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.35

 ‘Sözünü tutmalısın,’ dedi Küçük Prens hafifçe, yanıma otururken.

‘Ne sözü?’

‘Canım, şu koyunum için ağızlık… Çiçeğimden sorumluyum, biliyorsun…’

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.103

Küçük-Prens-ve-Gül-2

Yalnız hâlâ aklıma takılan bir şey var. Koyunu için ağızlık çizdiğimde ağızlığı bağlayacak kayışları çizmeyi unutmuşum. Ağızlığı koyunun ağzına asla bağlayamayacak. Bu yüzden orada neler olduğunu çok merak ediyorum. Belki de koyun çiçeği yedi… Bazen kendi kendime, ‘Tabii ki, hayır,’ diyorum. ‘Küçük prens her gece çiçeğinin üzerine cam fanusu kapatıyor, gündüzleri de koyununa göz kulak oluyordur.’

Ama bazen de diyorum ki:

‘Herhangi bir gün dalgınlığına gelse, yeter! Bir akşam fanusu kapatmayı unutsa, ya da koyun bir gece sessizce kalksa ve…’

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.115

Anlatıcı koyun için tasmayı çizdiğini; ama onun kontrolünü sağlayacak meşin kayışı çizmediğini unuttuğunun farkına vardı. İnsanlık için en büyük tehlike de buydu işte. Demokrasilerde her zaman yolunu şaşırarak hırsa kapılabilecek liderler olabilecekti. Bunlar halklarına tahakküm etmeye başladığında onları dizginleyecek kurumların olması gerekirdi. Ama ne yazık ki unutulmuştu. Tasmasından kurtulan koyunlar insanlığın güllerini yiyebiliyorlardı. Ne yazık ki “yetişkinler bunun ne denli önemli olduğunu hiçbir zaman anlayamayacak”lardı.

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.279

Koyun metaforu burada insanın kendisi veya insanın duyguları, gücü yerine kullanılmış olabilir; çünkü ağızlık takılmadığında saldırgan hale gelebiliyor.

Bir yerde Küçük Prens, koyunu gezegenindeki dikenleri yesin diye kullanmak isterken, başka bir yerde çiçeğini koruyan fanusu kapatmayı unuttuğunda ağızlığı olmayan koyunun çiçeğini yiyebileceği korkusunu taşıyor.

Çiçek, gül metaforları: Kalp, sevgi, şefkat, özgürlük gibi insanlığın değerleri olarak düşünülebilir.

Ağızlık: Hırs, öfke gibi duyguları dizginleyecek koruyucu değerler-kanunlar-eğitim…

Ayrıca ağızlık irade olabilir mi? Çünkü nefsin hevasına daldığında yönünü sapıtan ve doğru yönde kullanılmayan irade, duygulara zarar verebiliyor. Veya önü alınamayan duygular, ailede veya toplumda tehlike oluşturabiliyor.


‘Küçük Prens ve Gülü’ İllüstrasyonu © So-Eun Kim
Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply