Bir Çocuk Yüreğini Merkezine Koyun; Başka Türlü Dönecektir Bu Dünya

0

Bireyleştirme ve tecrit etme, modern çağın karakteristik özellikleridir. Tarihte hiç görülmemiş bir ölçüde kendimden, yaşamımdan ve varoluşumdan sorumluyumdur. Yaşam daimi bir inşa yerimin gerekli tamiratları ve “ek inşaatları” olarak ortaya çıkar.

Bizler modern çağın çocukları varoluşumuzu ellerimizle inşa ederek sürdürürüz. Bizzat kendimim mimarızdır. Plan inşa esnasında ortaya çıkar. Planı neredeyse sürekli olarak değiştirmek zorunda kalırız. Birer pilot olarak özgürlüğün havasında uçarız. Arada bir oksijenimiz azalır, güç bela yeter, düşeriz. Kendimizi varoluşumuzun kumlu zemininde yeniden buluruz. Yetişkinlerin etraflarına ördükleri duvarlar paramparça olur. İçimdeki çocuk meydana çıkar. 

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s. 24

Pilot yavaş yavaş anlamaya başlayacaktır dünyaya niçin yollandığını. Uyum sağlamakta zorluk çektiği bu çağda ve diyalog kuramadığı insanlar arasında varlığının ilk, saf halini kaybetmemek için giriştiği her çaba, aslında kendinden yola çıkarak insanlığın hakikatini bulmaya attığı bir adımdır.

Varlığının masumiyet kaynağını hisseden Exupéry, iç âleminden yollar açarak deryasına akmak isteyecektir.

Kendindeki sırları, güzellikleri keşfettikçe o ilk saf haline; fıtratına kavuşmak onun amacı olacaktır.

Pilotun kendi hakikatini bulma yolundaki bu arzusu, onu içindeki çocukla; varlığının ilk ve saf haliyle karşılaştıracak. Varlığının arka yüzüyle, fıtratıyla tanıştıracaktır.

Otuzlu yaşların sonuna doğru bir arkadaşıyla yaptığı sohbette ona şöyle yakınır:

‘Hayatımda beni her zaman üzüntüye sevk eden tek şey, yetişkin olmaktır.’

Saint-Exupéry için büyümek zorunda kalmak, hayatının en bağışlanmaz günahı oldu. 

Küçük Prens, Yaradan’ın bağrından ayrılıp tekâmülünü gerçekleştirmek için yollandığı dünyada, insanoğlunun ilk masumiyetinden kopmamak için giriştiği soylu direnişin destanıdır.            

Mehmet Coral / Çöle Düşen Yıldız / s.15

Anılarımızın büyülediği ve arzularımızın uzaklaştırdığı ruhumuzun didinmelerini anlaşılmaz bir şekilde kafamızda evirip çevirmek yerine bizi dünyadan ve diğer insanlardan ayıran kabuğu kırmaya çalışmalıyız. 

Bir zamanlar yerinde olduğumuz ve çölde kaybolunca karşımıza çıkarak bize dostluğunu sunan çocuğun sesini duyabilmek için çocukluğun saflığını ve basitliğini aramaya istekli olmalıyız.                                   

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s. 25

– Başkalarınca anlaşılamamamın sesi gırtlağımdan geçemiyor; feryadı bir kasırga okuyor sinemde. Çarpıyor can duvarlarıma, yıkıp geçiyor.

– Sesin seher yeli gibi olmalı. Eğer öyleyse essin, bırak “Dost”a. Neden nice hakikat yolcusunun kaderi kum tanelerinin hikayesiyle kesişir? Hiç düşündün mü?

– Bilmem. Uçsuz bucaksız değil mi çöl? Aklıma gelebilecek bütün zenginliklerden, güzelliklerden uzak…

– Görünüşte dediğin gibi. Acaba öyle mi?

Öyle olsaydı vuslata götüren ilahî iksir, böyle ürpertici bir boşlukta aranıyor olur muydu?

Öyle olsaydı Kays’ı Mecnun yapan bu âlem, insanın mahiyetindeki “İlahî öz”ün kapılarını açar mıydı?

Öyle olsaydı her bir kum tanesi ilahi bir dirilişle yücelere nurdan zerrelerce yükselebilir miydi?

Hakikati gören, gözün değil, aczindir. Çöl; çaresizliğin, sonsuz ihtiyaçların izdüşümü. Bu idrakle bakabilirsen ancak, aradığını bulabilirsin çölde.

– Peki neyi arayacağım? Kimi dileyeceğim?

– Kalbin arzusudur, yaradılış membaına yol almak. Bu sebeple kumlardan göklere bir merdiven uzanacak. Ruhun nefeslenmek isteyecek. Ruh bu âlemin sultanıdır. Yüceler onun gözünün içine bakar; her şey amadedir isteğine. Onun için şimdiye kadar fark edemediğin nice sihirli yıldızlar dökülecek avuçlarına. Kapılar açılacak, mesafe kısalacak.

Çölün yalnızlığında pilotun da ellerine yıldızların en ışıltılısı dökülecektir. İçindeki darlığını, karanlığını aydınlatacak bir çocuk.

'Lütfen, bana bir koyun çizin!' - Küçük Prens

‘Lütfen, bana bir koyun çizin!’ – Küçük Prens

İlk gece en yakın yerleşim merkezinden bin kilometre uzakta kumda uyudum. Okyanusun ortasında kalmış salın üzerindeki bir gemi kazazedesinden çok daha yalnız ve terk edilmiştim. Bu yüzden gün doğarken incecik bir sesle uyandırıldığımda nasıl şaşırdığımı tahmin edersiniz sanırım. 

İnce ses, “Lütfen,” diyordu. “Bana bir koyun çizin!”

“Ne?”

“Bir koyun çizin!”

Yattığım yerden ayağa fırladım. Beynimden vurulmuş gibiydim. Gözlerimi açıp açıp kapadım. Çevreme baktım. Küçücük, olağan dışı biri ciddi bakışlarla beni süzüyordu.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.10-11

Bulunduğu Çöl, gerçek dünyayı unutarak yarattığı çöl gibi onu kendisine geri döndürür. Pilot, bildiği her şeyden ve yetişkinlerin çocukluğundaki kendisi ile gerçek dünya arasında yeniden konumlandırdığı şeylerden kurtulduğunda çocukluk ruhunu bulacak ve dünyayı ve diğerlerini gerçek anlamda görebilecektir.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.36

Yalnızlığım
Filizleniyor derinliğinde kumların…
Vuslata dal olsun diye göğe doğru.
Kalbim yeşeriyor.

Doruklar aman vermese de
Yankılar uzanıyor yücelere,
Garipliğin sesinden.

Eller mi uzanıyor birbirine
Bu âlemde benim için?
Paylaşılan huzurdur sadeliklerde. 

Can suskun, sesi çıkmıyor soluğun.
Zaman dilleniyor duygudan duyguya.
Her şey “Bir Şey”de bütünleşirken
Rüzgar karıyor tohumu, tohuma.

 Umudum elimde fener,
Sevdan bilinmezlikte hasretim.
Sana Sen’le çıktığım yollarda Allah’ım
Hakikati mi doğuyor memleketimin?

Benim bir şans ve vaat olarak “içimdeki çocuğu” yeniden keşfetmemi sağlayan krizdir1. Ansızın dünyaya, bize reva görülen haksızlığa, sefaletimde kendi payıma ve her şeyden önce kabiliyetlerimin şaşırtacak derecede büyük potansiyeline yine çocuk gözüyle bakarım. Hayatımın anlamını yeniden bulmaya çalışırım. Kendi kendime, niçin sevilmek istediğimi ve neyin gerçekten yaşanmaya değer olduğunu sorarım. İçimdeki çocuğun basit duygu mantığıyla yaşamımdaki iyi ve kötüyü, güzel ve çirkini sorgularım. Bir çocuğun gözyaşlarıyla ağlarım. Bir panzer gibi dünyanın katılığına karşı giyindiğim sert kirpi derisini üzerimden çıkarıp atarım. Baştan ayağa çırılçıplak kalırım. Acıdan bağırırım. Eski olandan, artık yaşanası olmayan yaşamdan ayrılırken yeniden doğarım.  

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.28

Kriz, pilotun duygularında boğulan sesidir. Kriz aklında vicdanında açmaya çalıştığı yargılar yumağıdır.

Kendisi de hikayesindeki pilot gibi düşen uçağıyla çölde mahsur kalma 'kriz'ini yaşayan Exupéry

Kendisi de hikayesindeki pilot gibi düşen uçağıyla çölde mahsur kalma ‘kriz’ini yaşayan Exupéry

Yumağı çözülürken bedenin, yaşlarla yıkanmaya başlar nazar. Can kirinden arındıkça çocuk gülüşleri sarar etrafı. Merhaba deme vakti yaklaşmaktadır seher yeline. Selamlamaya heyecan doruktadır tüm varlığı. Hayatın anlamını yeniden bulma saati çalıyor zamanın. Bu, pilota sunulan bir fırsat, bir rahmet tecellisidir.

Hiç kimse insanın çaba, eğitim, çevre ile kurtarılamayacak halde olduğunu ve neredeyse şeytana dönüştüğünü söyleyemez. Bu hem mantıkî hem de duygusal açıdan yanlıştır. 

Immanuel Kant şöyle der: Kendi kendine düşünmek, gerçeğin en üstteki denektaşını2 kendi içinde; yani kendi aklında aramak demektir. Her zaman kendi kendine düşünme ilkesi, aydınlanmadır. Ve Mahkeme insanın içinde kurulmuştur.  

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.85

Bu mahkemenin bütün hükümleri masumiyetin diliyle söylenecek ve bizler pilot yazarın, hakikatin yüzüyle karşılaştığı her merhaleye şahit olacağız.

Dorukları hedefleyenin gözü göklerdedir hep; oraya ulaşabilmek içi attığı her adım, onu yerden, kalıplardan uzaklaştırır. Her varlığın fıtratındaki özelliklere göredir adımları.

Serçenin uçuşu başka, kartalın daha başkadır kanatları olsa da. Yılana düşen, yerde sürünmek zehrini taşıyarak. Arıya düşen ise bal yapmaya bahçelerde uçmak. Her varlığın yapısı, fıtratına uygun.

İnsanın ne kanatları vardır uçabilecek ne de sürüngendir o, yerde sürünecek. İnsanın adımları, hayalleri, hedefi, ufkudur. Ona yakışan hal, ruhuyla adımlamaktır mesafeleri.

“Nasıl bakarsan öyle görürsün” der Hz. Mevlana. Yaradan’ı bilen, sevgiyi tadan bir gönülden bakarsan, her gördüğünde O’nu bulursun. O’nu maksudun bilir ve hayallerin, düşüncelerin ve tüm benliğinle O’na akarsın.

Çocuk ruhunun masumiyetine ve derinliğine geri dönebilirsem, kendimi özgürleştirerek benliğime ulaşır ve bana has gelişim yasalarına, benim bir eşi daha olmayan benliğime inançla bağlanırım.

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.28

Çocukluğumuzu yeniden dünyaya getirmek artık tekrar yaşanması mümkün olmayan hatıralarımızı canlandırmak değil, dünyaya bakarken yetişkinlerin ona yakıştırdığı tüm iddiaları ortadan kaldırmaya ve çocukluğun otantik (saf, içine bir şey karıştırılmamış) saflığını yaşamaya çabalamak demektir.

Jean- Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.25

Onun için ufku en değerliye, en yüceye varabilmek olan kişi, dünya çamurundan koparabilmelidir kendini. Değişmeli, bir şeyleri bırakabilmelidir. Kendisine engel gölgelerden vazgeçebilmek, güneşe hasret hakikat yolcusunun hedefi olmalı.

Pilot Exupéry’nin hedefi de buydu.

Güney Postası, Gece Uçuşu, İnsanların Dünyası, Savaş Pilotu, Küçük Prens, Kale.

Bitmemiş haliyle ancak ölümünden sonra yayımlanan Kale’yi saymazsak diğer bütün çalışmaları otobiyografik özellikler taşıyan yapıtlardı. Sanki yaşadıklarını bir anı defterine kaydediyor, sonra da sanal karakterler üzerinden kurgulayarak roman formuna sokuyordu. İç âlemini yansıttığı bu harika kitaplarda okur kendini yitiriyor, hayatını yazarın yaşadıklarına katıyor, onun iç dünyasının engin ufuklarında kendininkinden başka, hep bir fazla hayat yaşıyordu.

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.14

Neydi yazarın iç âleminden yansıttığı şey? Satırlardan okurun aldığı ve yaşadığı bu başka, hep bir fazla hayat?

Okuduğu satırlarda daha önce hiç bilmediği bir dünyanın engin ufuklarını fark etmek. Düşünemediği, düşünse de cesaret edemediği âlemlere varabilmek.

Kriz içinde kendimizi ve sınırlılığımızı değil, aynı zamanda değişebilme yetimizi de keşfederiz. Yalnızca değişebilen insan kendine sadık kalır. 

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.23

Ancak oralara, oradaki güzelliklere hayalen de olsa çıkabilmek için bir şeylerin değişmesi, bunun için bir şeyleri terk etmek gerekiyordu. Peki nasıl gerçekleşecekti bu?

Her üst basamağa bir alt basamaktan atılan adımın adıdır, terk etmek. Neyi mi? Daha az değerliyi. Daha düşük düzeydeki yükseklikleri.

Fakat ulaşılması gereken en üst hedefi bu dünyanın nimetleri olan bir toplumun önüne neler dikeceksiniz? Sadece dünyadan yararlanmak sarmışsa insanın duygularını; böyle bir nazarın önüne hangi değerleri koyacaksınız ki, başını yücelere çevirebilsin.

Yaradan’ı unutmuş, nerden gelip nereye gideceğini bilmeyen, hesap gününden habersiz bir insanın; hırsın, zalimliğin, bencilliğin, saldırganlığın önüne neleri koyacağız ki bunlar terk edilebilsin.

Çoğalmayı manada değil, maddede görenin gözlerini sadeliğin, samimiyetin rengine nasıl alıştıracaksınız? Böyle biri, maddeye takıldıkça aldatıcı çoklukta boş kalabalıklarda yalnızlaşır. Kabuğuna çekildikçe yalnızlık aynasında sadece kendini görmeye başlar ve bu hal onu yücelere değil, sadece “benliği”ine tırmanmaya götürür.

Bir kişilik, benlikten daha yüksek değerlere yönelmemişse, kaçınılmaz olarak yozlaşma ve çürüme baş gösterir.  

Nikolay Loski3 

Soluğu heva olmuş; bakışları çıkar. Kalbinde “Sahib”inin adı tam okunamıyor. Yolu kaygan, irade sarhoş. Böyle birini hangi dağın kokusu alıp da yücelere götürebilir?

ff742bbc8a8bca199ec7d3d0247ac877

Çocuğun bozulduğu yerde “insan” mı yaşar? “İnsan”ın olmadığı yerde inanç mı kalır? Duyan, hisseden bir kalbi dokumaya çalışmak, çocuğun içinde yepyeni, tertemiz, zengin bir dünya kurmak ilk hedef olmalıdır.

Kemal Ural / İnsana Gitmeliyiz

Çocuk dünyası ruhun iksiri. İçtikçe canlanırsın. Ne yazık ki insanlık çağlar boyunca önemini bir türlü kavrayamadı. Bu dünyaya yönünü çeviremedi.  Bu hazinenin değerlerinden; samimiyetinden yararlanamadı. Onun için bu dünyanın merhamet duygusundan, sadeliğinden, hayallerinden, menfaatten arınmış sevgisinden, duygusal zekasından gitgide uzaklaşıyor. Can gözü körelirse ne olur?

Can gözü kör olunca, gözle görüşün bir yararı yoktur. 

Hz. Ali

Oysa zaman tutuşturulan bir kibrit alevidir. Onunla bir mum, bir lamba yakamamışsak hemen sönüp gidiveriyor. Basiretlerimiz birer fitil, yüreklerimiz birer lamba olsa, hayatımızı elimizde nurdan fener gibi tutabilir miyiz?

Exupéry, basireti fitil, yüreği lamba olan nice aydından biri.

Büyük filozofların, yazarların, şairlerin ve bilim insanlarının buluştuğu bu küçücük kitap, yalnızca Saint-Exupéry’nin Küçük Prens adlı kitabının başarılı bir incelemesi değil, aynı zamanda hepimiz için son derece değerli bir yaşam kılavuzudur.

Bu mavi gezegendeki kısacık keşif gezimizi, doğumumuzdan ölümümüze dek tüm ana ve tali yollarıyla aydınlatırken içimizdeki küçük prensi ya da küçük prensesi keşfetmemiz için bize rehberlik eder. Bu keşifte yüzümüz güneşe çevrilir ve böylece gölgeler daima arkamızda kalır.

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.1

Şaşkın şaşkın, karşımda duran bu kişiye bakıyordum. En yakın yerleşim merkezinden tam bin kilometre uzakta olduğumu söylemiştim. Ama bu küçük kişinin hiç de çölde kaybolmuş, yorgunluktan, açlık ya da susuzluktan perişan olmuş veya korkmuş bir görünüşü yoktu. Kendimi toplayıp konuşmaya çalıştım:

‘Ama sen… Sen burada ne arıyorsun?’

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.10-11

Çocuk saflığı
Bakir ormanlar gibi;
Sadece rüzgârın eli okşar
Saçlarını.
Ceylan, keklik ayak izlerinde
Günlük macerası biter güneşin.

İki top arasında
İki atlas bakış;
Biri ak, bir kara.
Birbiri ardına sıra sıra
Oynanır hayat dedikleri oyun.

Bir çocuk yüreğini merkezine koyun;
Başka türlü dönecektir
Bu Dünya.

Saint-Exupéry için özlemini duyduğu ve Defterler’de bahsettiği çocukluk herkesin bir gün çıkmak zorunda kaldığı bölge, yaşadığı ülkedir.

Onu çocukluktan çıkmaya zorlayan büyükler, sonunda pilotu yalnız yaşamaya mahkum etmişlerdir. Burada çocukluktan yaş olarak genç olmayı değil, ruhsal çocukluğu, bir varoluş şeklini, olaylara farklı bir bakış ve olaylar arasındaki bağlantıları kavrayış halini anlamak gerekir.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.37

Gündüz ve gece… Dünyanın iki hali. Fark sadece renklerinde. Doğru döndüğünde dünya, gece ve gündüz her an huzur içinde olacak. Huzurun sırrı ise merkezde.

– Merkez nerede?

– Merkez, hayatın saf kalbinde.

– Nasıl bulabilirim?

– Bir çocuğun gözleriyle bak her yere; bulursun.


1. Kriz: Fransızca crise
              Buhran, yargı, hüküm, hastalığın dönüm noktası, hüküm vermek.

2. Denektaşı: Mihenk taşı. Bir kimse veya nesnenin değerini anlamaya yarayan şey.
3. Nikolay Loski: 20. yüzyıl Rus filozofu

Fotoğraf © Jake Olson
Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply