Bir Akşam Fanusu Kapatmayı Unutsan

2

Ve altı yıl geçip gitti bile. Bu öyküyü kimseye anlatmadım. Döndüğümde beni karşılayan dostlarım beni hayatta gördüklerinden dolayı mutluydular. Ben üzgündüm, ama onlara, ‘Yorgunum,’ dedim.

Üzüntüm biraz hafifledi artık. Yani tümüyle geçmedi. Ama onun gezegenine döndüğünü biliyorum, çünkü gün doğduğunda gövdesini bulamadım. Öyle, çok ağır değildi ki… Ve geceleri yıldızları dinlemeyi çok seviyorum. Sanki beş yüz milyon çan gibiler.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.114

Artık hiçbir şey pilot için aynı olmayacaktır. Her şeye çok farklı bakmaya başlar. Değişen, karşısındaki insanlar ve çevre değildir. Değişen, onlara açılan kalp penceresi, idrak penceresidir. Başından geçen bu kısacık maceranın etkisi, geçirdiği eski yaşamının birikimini alıp götürmüş ve pilot, yıllar sonra kendini bulmuştur. Demek ki insanın iç dünyasına ve oradaki cevhere; öze varabilmesi için çaba gerekiyor.

Pilotun, Küçük Prens’i bir ağaç gibi yavaşça devrildiği yerde bulamaması, onun ölmediğinin işareti. Küçük bilge arkadaşının yıldızına baktığı anlar, iç âlemine dönerek kendini hissettiği haller bundan böyle pilotun huzuru, mutluluğu olacaktır. 

Yalnız hâlâ aklıma takılan bir şey var. Koyunu için ağızlık çizdiğimde ağızlığı bağlayacak kayışları çizmeyi unutmuşum. Ağızlığı koyunun ağzına asla bağlayamayacak. Bu yüzden orada neler olduğunu çok merak ediyorum. Belki de koyun çiçeği yedi…

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.114

Pilotun buradaki endişesi “Bir mıh, bir nal kurtarır; bir nal koca bir atı, bir at bir yiğidi, bir yiğit bir orduyu, bir ordu bir milleti kurtarır.” zincirine benziyor. Çünkü mıh kaybolursa milletin hali tehlikeye girecek. Kemal Ural’ın belirttiği gibi “Her şeyin her şeyle ilgisi bilinirse, küçük şeylerin önemi daha çok anlaşılır.” ve küçük diye göz ardı edilmez, özen gösterilir, bakımı yapılır, tehlikeye karşı korunur.

Burada küçük şey ne? Gül. Fanus, onu koruyan mahfaza. Neden? Çünkü gül, kalpteki sevginin metaforu. O kalp kimin? Küçük Prens’in; yani masum, tertemiz bir çocuğun. Küçük Prens de pilotun iç âleminde bulduğu yaradılış özü; Yaradan’ın doğuştan verdiği ilk fıtrat. Çünkü sonradan aile, çevre, alınan eğitimin kalitesi bu fıtratı değiştiriyor ve kendi irademizin oluşturduğu ikinci bir fıtrat ortaya çıkıyor. Yani pilotun fıtratı. Bu fıtratta nefis hâkim. Koyun serbest ve aç. Dünya zevkleri cirit atıyor. Bu hal vicdana ters, ruh ise çok rahatsız, aklın ayarı bozuk. Kalbin kimyası zarar görüyor ve maddesi pas tutmaya başlıyor. Bütün sorunlar da buradan çıkıyor.

 

Bazen kendi kendime, ‘Tabii ki, hayır,’ diyorum. ‘Küçük Prens her gece çiçeğinin üzerine cam fanusu kapatıyor, gündüzleri de koyununa göz kulak oluyordur…’ O zaman mutlu oluyorum. Yıldızların gülüşleri çok hoş geliyor.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.115

Eğer Küçük Prens gülü cam fanusla korumaya alırsa, koyun gülü yiyemeyecek. Çocuk masumiyeti korunursa, nefsin kötü arzuları kalbe ve kalbin değerlerine zarar veremeyecek. Kalp sağlıklı olursa, vicdan aydınlık, ruh ferahlanacak. Bu da bedenin düzgün çalışmasını sağlayacak. Kısacası pilotun gecesi de gündüzü de huzurlu geçecek. Neye baksa iç güzelliğiyle güzel görecek. Neyi tatsa, neyi dinlese tat alacak. Yani Yıldızların gülüşleri pilota çok hoş gelecek.”

 

Ama bazen de diyorum ki:

Herhangi bir gün dalgınlığına gelse, yeter! Bir akşam fanusu kapatmayı unutsa, ya da koyun bir gece sessizce kalksa ve…’ İşte o zaman küçük çanlar gözyaşlarına dönüşüyorlar…

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.115

Gülüşlerden gözyaşlarına uzanan yolun sorumlusu mu olmak? Yoksa gözyaşlarından gülüşlere kapılar mı açmak? Veya ikisine sebep vermeden mi yaşamak? Hangisi insanın tercihi olmalı?

Koca gemi durmak için küçük çapaya, ilerlemek için de küçük pervaneye muhtaç. 

Küçümsendiği için, bina inşa edilirken, kumlar ‘Biz yokuz!’ dese, inşaat hemen durur. 

Kemal Ural / Küçük Şey Yoktur / s.18 

Ya küçük pervane sendeyse, ya binayı inşa etmek için gerekli kum sensen ne olacak? Onun için geminin ilerlemesi ve binanın inşa edilmesi için “Ben varım” diyebilmene bu toplumun çok ihtiyacı var.

Sorumluluk ve güven. Sağlıklı toplumlarda ve ilişkilerde iki önemli kavram. Sorumluluk gerçekleştiğinde karşılık olarak güven geliyor. Her ikisinin beraberliği, emniyeti sağlıyor. Emniyetin yeşerdiği topraklarda verim çok… Bir sevgi ekiyor, yüz sevgi alıyorsun.  

Emniyet vermeyen toplumlarda sevgisiz ilişkiler yaşamı dar ediyor. Çoğumuzun evinde fanus yok. Onun için güller tehlikede. Oysa Küçük Prens’in gezegeni böyle değil. Küçük dostunun kalbini iyi tanımış olan pilot, görmese de onun çiçeğine nasıl özen göstereceğini biliyor. Görev ve sorumluluk erdemini iyi taşıyan bu çocuğun yaşadığı her yerde bir huzur kaynağı olacağına inanıyor.

Gönül nasıl âlem ki, içine girdiğinde onun ne kadar geniş ve derin olduğunu anlıyorsun. Doldukça büyüyen sihirli kaplar gibi. Yaradan kendisi için böyle yaratmış. Onu ve yarattıklarını içine alalım diye. İnsan, insanın içinde dinlenebileceği en huzurlu köşe. Bir deniz kıyısı. Sıcakta bir ağaç gölgesindeki serinlik. Sevgi denilen bir bahçe. Öyle olmalı; ama olamıyoruz.

Bahçelerime bak… Bahçıvanlar şafak vaktinde ilkbaharı yaratmak amacıyla oraya gidiyorlar, taçlardan ya da dişi eşeyli gözeneklerden söz etmiyorlar: Tohum ekiyorlar. Sizler cesaretlerini yitirmiş olanlar, mutsuzlar ve mağluplar, söylüyorum size: Siz bir zaferin ordususunuz! Çünkü işe şu anda başlıyorsunuz ve bu kadar genç olmak güzel!

Ama şimdiyi düşünmenin kolay olduğunu sanma. Kullanmak zorunda olduğun araç gereç bile sana direnir. Oysa gelecek üstüne icatların hiçbir zaman direnmeyeceklerdir. Ve çölde kör bir kuyunun çevresinde yatan ve güneşin altında buhar olan bir düşünde nasıl güzel yürür. Ve kurtuluşuna doğru büyük adımlarını nasıl da kolay atar. Düşte bir şey içmek ne kadar kolaydır; çünkü adımların sana suyu çok gayretli ve düzenli köleler gibi taşırlar. Çevrende suyu ve seni engelleyecek dikenli bitki yoktur.

Ama kesinlikle düşmanı olmayan bir gelecek de yoktur. Ve sen can çekişirsin, kum dişlerinin arasında gıcırdar ve palmiye ağaçları, ağır akan ırmak, çamaşır yıkayan kadınların şarkıları yavaş yavaş ölüme doğru devrilirler. 

Sana, özlemlerinden birinden vazgeçmeni öğütleyerek hizmet etmeni isteyenlere asla kulak asma. Sen görevini, üstündeki yükünün ne olduğunu biliyorsun. Ve eğer buna ihanet edersen, onu bozan, çirkinleştiren sen olursun; ama bil ki senin gerçeğin yavaş yavaş oluşacaktır. Çünkü o bir ağacın doğuşudur, bir formülün bulunması değildir. Çünkü önce ağaç bir rol oynar. Çünkü senin için söz konusu olan bir başkası olmak ve tırmanılması zor bir dağa tırmanmaktır. Çünkü şeylerin karmaşıklığı içinde ortaya çıkan, birlik olan yeni varlık sana kendisini bir bulmaca gibi kabul ettirmez, kavgaların bitmesi ve yaraların iyileşmesi gibi ortaya çıkar. Ve sen onun gücünü ancak gelişmesini tamamladıktan sonra anlayabileceksin. 

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.176-177

Gül bahçesinde dolaşanın üzerine sinen, gül kokusudur ve o bu kokuyu beraberinde her yere götürür ve onunla olmak yanındakilere hoş gelir. Küçük Prens’in yaşadığı gezegen de böyle bir yer; içinde gül olan bir bahçe. Pilota getirdiği şey, bu bahçenin kokusu, rengi, güzelliği. Bahçeden getirilenler okur olarak bizim de hoşumuza gidiyor. Küçük Prens’in kutsal kitaplardan ve Karl Marx’ın Das Kapital’inden sonra en çok satılan kitap oluşu da bundan. Benliğin kavurduğu çölleşen ruhumuza bir yeşil tazeliğini; umudu, sevgiyi sunduğu için seviliyor ve sevilecek. 

Kitaplar içimize karşılıklı konulan aynalar gibi. Verdiği her duygu birbirine yansıdıkça dar dünyamız gittikçe genişliyor. Vicdanlar ısınıyor, kalpten kalbe kapılar açılıyor. Yoksa kalplerin kapısını açabilmek diğer kapılardan çok zor.

Zaman: On sekizinci yüzyıl. Yer: İngiltere. Ünlü ressamlardan William Holman Hunt’ın bir tablosu Londra Kraliyet Akademisi’nde sergilenmektedir. 

Bir bahçeyi tasvir eden bir tablodur ve ressam ona ‘Kâinatın Işığı adını verir. Resmedilen: Geceleyin elindeki fenerle bir bahçede duran bilge görünümlü bir adam. Serbest kalan eliyle bir kapıya vuruyor ve içeriden bir cevap bekler halde duruyor.

Tabloyu inceleyen sanat eleştirmenlerinden biri:

.Güzel tablo doğrusu. der Hunt’a. Ama anlamını bir türlü kavrayamadım. Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Kapıya tokmak takmayı unutmuşsunuz da…

Ressam gülümser. Tam da bu soruyu bekler gibidir:

.Adam alelade bir kapıya vurmuyor. Bahçedeki bu kapı, insanın kalbini temsil ediyor. Ancak içeriden açılabildiği için de kalbin dışarıdan tokmağa ihtiyacı yoktur.’

Ressam William Holman Hunt'ın Fırçasından 'Kâinat'ın ışığı' Tablosu

Ressam William Holman Hunt’ın Fırçasından ‘Kâinat’ın ışığı’ Tablosu

Tokmağı, kilidi olmayan bir kapı, içerdekini razı etmeden nasıl açılabilir ki? Gözden içten dokunuşlarla girmeden, kulaktan ahenkle süzülmeden, kelimelerden dile, dilden dile yol almadan açılmıyor. Çünkü kalp sevginin tadını biliyor; içtenliğin sesini çok uzaktan da olsa tanıyor. 

Kitaplarla ve kitaplarda yaşamak harika bir duygu. Hele bazıları… Sevgiyi, dostluğu, arkadaşlığı, insanlığı anlatanlar… Geçen hafta oğlumun önerisiyle bir film seyrettim. Orijinal adı: The Guernsey Literary and Potato Peel Pie Society. Türkçe cevirisi: Edebiyat ve Patates Turtası Derneği.

Bir romandan uyarlanmış. 1941 yılında 2. Dünya Savaşı’nda İngiliz adası olan Guernsey’de işgalci Naziler sokağa çıkma yasağı uygular. Gece vakti bir arkadaş grubu yemekten dönerlerken yakalanır. Kim olduklarına, nerden geldiklerine dair sorulan sorular karşısında hemen oracıkta gözden göze iletişim kurarak bir dernek adı uydururlar. Edebiyat ve Patates Kabuklu Turta Derneği. Hayvanlarına el koyulan bu insanlar zulme karşı yokluğun, açlığın savaşını vermektedir. Ama umutsuzluk yerine kitaplara sığınmaları ve ellerine geçen her kitabı birlikte değerlendirmeleri izleyeni derinden etkileyen bir atmosferin içine sokuyor. 

Derneğin üyesi olan Dawsey bir gün bu kitaplardan birinin içinde bir isim ve adres görür ve adrese mektup yazar. Yazdığı kişi, Juliet Ashton adında çiçeği burnunda bir yazardır. Ve iletişimin ilk ilmeği atılır. Juliet’in başından geçenler, bu insanlara benzemektedir ve o nedenle gelen mektupta yazılanlardan hayli etkilenir. Yaşanılanların yeni kitabına harika bir malzeme olabileceği düşüncesiyle adaya gitmeye karar verir. Zamanla yazar ile derneğin üyeleri arasında çok içten, güçlü bağlar kurulmaya başlar. Buradakilerden çok farklı olan kendi lüks yaşamından, sade, kuvvetli bir ilişkinin ve gönül zenginliğinin içine yavaş yavaş kaydığını hisseden Juliet için yepyeni hayat başlayacaktır.

Mektuplaşmalardan ve dernek üyelerinin aralarındaki diyalogdan aldığım bu cümleler filmde nasıl bir duygunun işlendiğini gösteriyor:

Cuma akşamları toplandığımız kitap kulübü sığınağımız olmuştu. Gitgide karanlıklaşan dünyayı hissetmeni sağlayan gizli bir özgürlük. Yeni dünyaları görmek için sadece bir mum yeterliydi. Topluluğumuzda bunu bulduk. Bunu size söylememe gerek yok. Kitapların yapabileceklerini zaten biliyorsunuz. Hayatlarımız farklı olsa da bunu paylaşabiliyoruz.

Hepimiz açtık, ama asıl aç olduğumuz konuyu Elizabeth fark etti. Arkadaşlık, başka insanlarla birlikte olmaya, paylaşıma olan açlığımız.

Sevgili Bay Adems, kitaplar benim için de bir sığınak oldu. Ailemi kaybettiğimde yuvamı, kitapların dünyasında bulmuştum. Kesinlikle beni onlar kurtardı. Emrivaki yaptığım için çok özür dilerim; ama mutlaka gelip cemiyetinizle tanışmak isterim.

Toplumu bir arada tutan, terbiyedir.

Aslında insanlar görgü kurallarına başkaları için uyarlar. O, pencereden çıktığında cehennemin kapıları açılır ve cehalet kral olur.

Juliet Ashton önceki yaşamıyla ve bu adada başka bir hâle dönüşmesiyle sanki pilotu andırıyor gibiydi. O nedenle filmi bir kere daha alt yazılı olarak izledim. Daha önce fark etmediğim bir sahne, Exupéry’nin kendini çizdiği karakterlerindeki ortak hale çok benziyordu:

'Edebiyat ve Patates Turtası Derneği' Filminin Afişi

‘Edebiyat ve Patates Turtası Derneği’ Filminin Afişi

Bir eğlencede süs balonlarından birinin ipi kopar ve Juliet’in gözlerinde havalanır, havalanır ve salonun görkemli tavanına çarpar. Birkaç kez çırpınır gibi gezer ve durur. Aynı içimizde hissettiğimiz bir kuşun, sıkıştığı ortamdan kurtulma çırpınışları gibi.

Oysa zaman boyuyordu rengini
Siyaha kanatlarından hızlı
Sessiz bir çığlığa tutsak
Kilitlendi şafak;
Delip geçemedi.

O yana bu yana
                   haydi daha
                         haydi bir daha!

Küçüldü gözlerinde Çoban yıldızı
Rüzgar sıyrıldı kanatlarından.
Sanki gövde bir yığın
Zaman toplar mesafeleri…
Ufkun çizgisinden doğamadı
Yarınlara.

Bu manzara, bunalan ruhun çırpınışlarının ve onu hakikat yolculuğuna hazırlayan “kriz”in bir metaforu gibi. Grekçe “karar vermek” anlamına gelen “kriz” hali; doğruya, güzele özlem duyan birinin “eskinin sonuna ve yeninin başlangıcına karar verdiği” nokta oluyor. Bu noktadan atılacak adımlara can verecek iksir, yolcunun umudu. Ve yolcu yol boyunca nice hallerden geçecektir aynı Exupéry gibi. Yazarın Küçük Prens’te pilota yaşattırdığı esasında kendi krizidir. Görevli bulunduğu çöllerde başına gelenler, onu noktadan alıp yavaş yavaş ab-hayata götürür. Kale’deki şiirsel, hikmetli cümleler hep bu hayat suyuyla yetişirler.

Uyuyan nöbetçi. 

Düşmanların öncüsü. Ele geçirilmiş; çünkü senin uykun, artık kentte olmamakla eşdeğerdir. Kıskıvrak ve sürekli biçimde bağlanmış halde, ama değişmeyi ve tohuma açılmayı bekleyen.

Dolayısıyla sadece sen uyudun diye bozguna uğrayan kent aklıma geldi; çünkü her şey sende düğümleniyor ve çözülüyor. Kenti gözetlerken kentin kulağı ve bakışı olduğunda ne kadar güzelsin. Ve basit sevginle mantıkçıların aklına egemen olarak anlarken ne kadar soylusun; çünkü onlar kenti kesinlikle anlamıyorlar; ama bölüyorlar. Onlar için burası bir hapishane, orası bir hastane, şurası dostlarının evi ve bu evi içlerinde parçalara ayırıyorlar. Evin içinde bir oda, sonra başka bir oda görüyorlar. Ve sadece odalar değil ve bir eşya, başka bir eşya, gene bir eşya daha… Sonra eşyayı da siliyorlar. Ve hiçbir şey inşa etmek istemedikleri bu malzemeleri ne yapacaklar?

Ama sen, nöbetçi nöbet tutarsan yıldızlara teslim edilmiş kentle ilişkiye girebilirsin. Ne bu ev ne öbür ev ne bu hastane ne şu saray… Ama kent…

Nöbetçi, nöbet tutuyorsan benimle eşitsin. Çünkü kent sana güvenir. Hiç kuşkusuz ben önünden geçerken çömelmeni kabul ediyorum; çünkü bu işler böyle yürür ve kökün suyu da yapraklara yürür. Ve senin saygının bana gelmesi iyidir; çünkü imparatorluktaki kan dolaşımıdır.

İşte uyuyorsun. Uyuyan nöbetçi. Ölü nöbetçi. Ve sana dehşetle bakıyorum; çünkü imparatorluk sende uyuyor ve ölüyor. 

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.280-281

İyice anlıyorum ki aileyi, değerleri, toplumu gözetmek ve her şeye rağmen korumak zengin imkanların değil, yiğit yüreklerin, görevini, üstündeki yükün ne olduğunu bilenlerin işidir. Görev ve sorumluluk bilinci taşımayan, kalbindeki değerleri ya çıkara ya umutsuzluğa kaptıran yüreksiz insan ise, neye sahip olursa olsun, toplumun kanayan yarası. O yara temizlenmedikçe koyunlar hiçbir yerde çiçek, yeşillik bırakmayacak.

Nöbetçi nöbetçi, Tanrı seni nöbetçilerin aydınlık ruhuyla donattığında, hakkın olan o sonsuz alana bakışının, senin imparatorluğunun nerede bittiğini bilmiyorum. Ve başka zamanlarda yüklenen angarya yüzünden homurdanırken çorba rüyaları içinde biri olman benim için önemli değil. Uyuman iyidir ve unutman iyidir. Ama unuturken evinin yıkılmasına engel olmaman kötüdür.

Çünkü sadakat insanın kendisine sadık olmasıdır.

Ve ben sadece seni değil, yoldaşlarını da kurtarmak istiyorum. Ve senden sağlam bir ruhtan gelen iç sürekliliğini almak istiyorum. Çünkü evimden uzaklaştığım zaman evimi yıkmıyorum. Ve artık bakmadığımda güllerimi de yakmıyorum. Onlar kısa zamanda onları açtıracak olan yeni bir bakışa hazırlar.

Dolayısıyla askerlerimi seni yakalamaları için göndereceğim. Sana uyuyan nöbetçilerin ölümü olan ölüm cezası verilecek. Kendi işkencenden ders alarak yeniden başlamak ve umut etmek, uyanık nöbetçilere dönüşmek senin elinde.

Antoine de Saint-Exupéry / Kale / s.289

Dünya sevgisiyle rehavete girenler, bu güzelliklerden habersiz sadece gaflet halindedir.

Kalplerine sahip çıkamaz, değerleri önlerinden akıp giderken öylece bakakalırlar.

İşte bu büyük bir sır. Küçük Prens’i benim kadar seven sizler için de benim için de hiç bilmediğimiz bir yerlerde, hiç göremediğimiz, bir koyunun bir gülü yediği ya da yemediği (acaba hangisi?) öyle çok şeyi değiştirir ki…

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.115

Hayatın her dönemi, ona sahip olan insan için sırlı bir imtihandır. Çok basit gibi görünen küçücük bir dalgınlığın, adam sendeliğin nelere mal olduğunu ancak o imtihanı kaybeden bilir. Koyun gülü yese ne mi olur? Neler mi değişir? Nefis beslenir, zararlı otlar kalbi istila eder. Ruh nefsin havasında soluklanamaz. Can solmaya ve kurumaya başlar. Ve kuşlar terk eder bahçeyi; umutlar, hayaller, hak ve adalet eriyip gider. İşte o zaman küçük çanlar gözyaşlarına dönüşür.” Neşeyle çınlayan masum gülücükler, sorumsuzluğun sessiz feryadı olur. 

Ayak basmamış yerlerin çiçeğiyim;
Sadece dağlar tanır beni,
Rüzgar alır götürür.
İstemem süslü cam
Dünyalarını.

Ben içimden doğarım;
İçimde korlaşır akşam.
Toprak, kaderimde yol
Solar tozlarında yapraklarım
Dökülürüm kendime.
Başka bir ruha yol olmak için
Ölürüm.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

2 yorum

  1. Vesilenizle ‘Edebiyat ve Patates Turtası Derneği’ filmini keşfetmiş oldum. Film üzerine analiziniz ve Küçük Prens perspektifinden okumanız da filmi benim için daha değerli kıldı. Birden fazla kere izleyeceğime eminim. ‘Küçük Prens’ üzerine yaptığınız bu eşsiz ve kapsamlı çalışma için kendi adıma çok teşekkür ediyorum. Ellerinize ve yüreğinize sağlık.

Reply To Mehmet Cancel Reply