Baudrillard, Simülasyon ve Tolkien’in “Gölgeli Parmaklıkları” Üzerine

1

Okuyacağınız makale, “Tolkien ve Mythopoeia” yazı dizisinin 4.Mart.2016 tarihinde yayınlanan 34. bölümü olup kendi içinde barındırdığı anlam bütünlüğü açısından “Baudrillard, Simülasyon ve Tolkien’in ‘Gölgeli Parmaklıkları’ Üzerine” başlığıyla tekrardan okuyucularımızın beğenisine sunulmuştur.

MYTHOPOEIA

Metnin Aslı
…………
Yet trees and not ‘trees’, until so named and seen –
and never were so named, till those had been
who speech’s involuted breath unfurled,
faint echo and dim picture of the world,
but neither record nor a photograph,
being divination, judgement, and a laugh,
response of those that felt astir within
by deep monition movements that were kin
to life and death of trees, of beasts, of stars:
free captives undermining shadowy bars,
digging the foreknown from experience
and panning the vein of spirit out of sense.

…………
J.R.R. Tolkien

Çevirisi
…………
Henüz ağaçlar “ağaç” değildir, vakta ki öyle isimlendirilene ve görülene dek
ve onlar isimlendirilene kadar hiç isimlendirilmemişlerdi
ki onları beyanın içe dönük nefesi göz önüne serdi,
dünyanın müphem/zayıf bir yankısı ve soluk bir resmi,
ancak ne bir kayıt ne de bir fotoğraf,
ağaçların, hayvanların, yıldızların yaşam ve ölümüne benzer
içlerindeki derin ihtarın/hatırlatmanın kıpırdanmalarıyla
kehanet, hüküm ve kahkahalı bir tepkisi olarak:
gölgeli parmaklıkların altını kazan hür tutsaklar,
“önceden bilineni” tecrübelerinden kazıp çıkarıyorlar
ve nüktenin (ruhun) damarını anlamdan eliyorlar.

…………
J.R.R. Tolkien

BAUDRILLARD ve SİMÜLASYON veya TOLKIEN ve GÖLGELİ PARMAKLIKLAR

Baudrillard, simülasyon kavramı ile gerçeklikten kopuşu ve imitasyona/mimesise mahkumiyeti ifade eder. Simülasyon, illüzyon veya basit düzeyde imitasyondan farklı olarak aldatıcılık düzeyi daha yüksek ve bizzat kendisini “gerçek/hakiki” olanın yerine koyma durumudur. Simülakra (fr. simulacre), gerçeğin bizzat yerine geçtiği için artık kendisi “yeni gerçek”tir. Dolayısıyla “simulakra”lar tarafından istila edilmiş bir evrende gerçekten, hakikatten bahsetmek dahi mümkün olmamaktadır çünkü bu kavramlar da bizzat simülakraya dönüşmüştür. Basitleştirirsek; en azından bir ilk düğmeye, bütün kavramları ve “sözü” gölgeden çıkartıp tahtına oturtacak ve simülasyondan azade, simülakraya dönüşmemiş bir başlangıç noktasına ihtiyaç vardır. Baudrillard’a göre postmodern dönem itibariyle simülakraya dönüşmemiş; gölgeye düşmemiş bir “kavram”, “söz” bulunmadığı için gerçekliği olmayan tanımlarla, ancak gerçeğin bir “yeniden sunumu” olabilecek bir simülakraya ulaşılabilir. Özetle, semboller, kavramlar, hakikat ile bağlarını yitirmiş ve açıklama makamında oldukları gerçeklerin ve hakikatlerin üzerini örtmüş, onların yerine geçerek kendilerini – tüm köksel kopukluklarına rağmen – hakikatin kendisi olduğunu iddia eden simülakralara dönüşmüştür.

Tolkien, mezkur kavramları kullanmamakla birlikte bu kopukluğun acısını ve ne büyük bir talihsizlik içerdiğini hisseder ve temel davası bu acının giderilmesi üzerinedir. İngiltere’nin bir mitolojisi olmadığı için ne kadar zavallı, acınası bir halde bulunduğunu hissetmesi ve İngiltere’ye bir mitoloji hediye etme isteği aynı durumun tespitinden kaynaklanır. Mitolojisi olmayan bir millet, kökleri ile bağları olmayan ve kavramları, düşünüşü, idraki tarihselliğin mahkumu olan bir millettir. Tarihselliği içerisinde kavramlarını, “sözünü” unutmuştur. Tolkien, İngiltere’ye mitoloji hediye etmek isterken merhametinden dolayı çok latif dile getirilmiş ama özü itibariyle çok şiddetli bir eleştirinin sahibidir. Tolkien’in yazdıkları bütün olarak ele alındığında, mitolojisi olmama durumu hakikat ile irtibatını kaybetme durumudur. Baudrillard’ca söylersek, dönem itibariyle çağdaş felsefenin anavatanı sayabileceğimiz “İngiliz Aklı”nın bir simülakraya dönüştüğünü de ifadedir bu.

Jean Baudrillard

Jean Baudrillard

BAUDRILLARD, TOLKIEN HAKKINDA NE DÜŞÜNÜRDÜ?

Baudrillard; kelimelerin, sembollerin, remizlerin otantik/köksel/orijinal manaları ile büyük bir kopuş yaşadığını düşünüyordu. Dolayısıyla kendisi de dahil olmak üzere hiç kimse “saf ” kalmış, tarihselliğinin yükü altında çarpıtılma yaşamamış kelimelerle düşünebilme şansına sahip değildi. Bu sebeple, yaşadığımız fiziki gerçeklik, algılanma düzeyinde bir simülasyona dönüşmüştü. Tolkien de bu tarihin bildiğimiz anlamda sonuna denk düşen bir dönemin insanı olarak Baudrillard’a göre simülasyonun dışında düşünülemezdi. Ayrıca Tolkien bununla da kalmamış, Baudrillard’a göre zaten simülasyon olan bir dünyanın içinde “İkincil Bir Dünya” – simülasyon içinde simülasyon – yaratmıştı. Kendi içinde tutarlı olan bu düşüncelere kesinlikle katılmadığımı, çünkü bakış noktamın tamamen farklı olduğunu belirtmeliyim. Diğer yandan, Baudrillard’ın gerçekten böyle düşünüp düşünmeyeceğini bilmiyorum, O’nu kendi algılama düzeyime göre konuşturup bazı sonuçlara ulaştım.

BAUDRILLARD’IN TERAZİSİ İLE TOLKIEN’İ TARTMAK MÜMKÜN MÜ?

Tolkien ve Baudrillard, yukarıda kısaca değindiğimiz üzere insanlığın hakikat ile ilişkisi/zliği üzerinden benzer teşhislere sahiptir. Tedavi noktasında ise Baudrillard’ın bir teklifi yok gibidir. Tolkien ise daha çok “kaçışçılık” çerçevesinde teselliyi (ing. consolation), tedaviyi ( ing. recovery) mümkün görür.

Tolkien’e göre mitler büyük ölçüde hakikatten yapılmışlardı (ing. made by truth) ve hakikat ne kadar perde altında kalmışsa ve insan ona ne kadar yabancılaşmışsa dahi zaman ve akıl üstü bir nitelik ile kendi varlığını keşfettirebilirdi. Baudrillard ile en fazla farklı düşebilecekleri nokta buydu: Baudrillard, hastalığı teşhis ediyor hatta bazı noktalarda kendi teşhisinin dahi simülasyonun içinde bir söz olduğu vehmi ile gerçeklik ve hakikat hakkında aslında konuşulamayacağına dahi hükmediyordu. Kendi kendini referans veren bir döngü ile (ing. self-referential loop), simülasyonun simülasyon olduğunun tespitinin de, yine simülasyon içinde bir simülakraya dönüşmüş bir aklın ürünü olmasından ötürü aslında gerçeklik ve simülasyon hakkındaki bu tarz çıktılara güvenilemeyeceğine hükmediyordu.

J.R.R. Tolkien

J.R.R. Tolkien

Baudrillard’ın, bu yönüyle “rasyo”nun imkanlarını azami düzeyde kullandığını ve nihayetinde rasyonun hakikati tartmak adına bir tartı olamayacağını dolaylı yoldan teşhis ettiğini düşünebiliriz. Esas olarak tradisyonalist ekol tarafından kullanılan bir kavram olan supra-rasyonel/akıl üstü kavramını, önceki yazılarda Tolkien ile ilişkisi üzerinden ele almamızdaki hikmetlerden bir tanesi de “hakikat arayacılığı” adına “rasyo”nun yeterli olmadığını ifade içindi. Tolkien de kendisini, kullandığı akıl üstü akıl alanına ait kavramlarla rasyonalitenin üzerinde konumluyordu. Baudrillard’ın düşüncelerinde bu tarz bir konumun imkanlılığı çok açık hissedilmese dahi kendi devrinin müfrit seküler yaklaşımlarından ayrılan ve farklı yorumlanabilecek sözleri vardır. (“Baudrillard ve İslam”, ilginç ve ayrı bir makale konusu olarak ele alınabilir. Baudrillard, Avrupa-merkezci olmayan ve İslam’a, Uzakdoğu İrfanı’na ve sunabileceği imkanlara da açık bir düşünürdür. Diğer yandan eleştirisini çok hayati gördüğü ve Batı Medeniyeti’nin insanı bir özneden nesneye dönüştürme sürecinin tespitine çok odaklandığı için çözüm adına çok meyvedar bir çerçeve sunmaya imkan bulamaz.)

Baudrillardvari eleştirilerden Tolkien’i kurtarmak için iki varsayımın doğruluğunu ispata ihtiyaç duyarız: Birincisi, Efsane-i Tolkien’in (ing. Tolkien’s Legendarium), simülasyona dönüşen “Birincil Dünya”nın bir çıktısı olmadığı, ikincisi, kaynağını akıl ve zamanüstü hakikatin evreninden aldığıdır.

Tolkien’in evreni, pek çok açıdan içinde yetiştiği kültür ortamının ilham etmediği öğelerle ve yöntemlerle doludur:

1. ”Kötülük Problemi”ne yaklaşımı,

2. Düalizmi reddeden hikayecilik anlayışı (*),

3. Hür iradeyi reddetmeksizin bütün eserinde içkin bir biçimde kader inancının varlığı,

4. Güce karşı mücadelede sihirli bir iksir gibi acziyeti sunması,

5. Tarihe; tek, büyük ve parçalanmamış bir hikaye gibi bakması.

Bütün bunlar Tolkien’in, devrinin zihniyetinin, içinde bulunduğu simülasyona/simülakralara dönüşmüş kültür kalıplarının dışına çıkabildiğini gösteren en temel öğelerdir. Bu öğelerin sayısı arttırılmaya müsait ve saydıklarımızla sınırlı da değildir.

Dolayısıyla Tolkien’in “İkincil Dünyası”, “Birincil Dünya”/Fiziki Gerçeklik ile sadece şekil/form üzerinden türevsel bir ilişki içindedir. İçrek (batıni) manalarını ve onto-teolojisini fiziki gerçeklik veya modern, çağdaş kültürün kalıplarından devşirmemektedir. Tolkien’in eserinin kasıtlı ve doğrudan bir alegori içermediğini söylemesi bu yüzdendir. Çağdaş bazı öğelere özgülendiği/mutlak kılındığı takdirde eserinin zaman üstü niteliğinin aşınacağını ve sadece özgülendiği çerçevede algılanmasının yanlış olacağını düşünür. Diğer yandan Tolkien, sadece bulunduğu devre – tek bir döneme/hadiseye/kişiye – özgülenmeksizin eserinin bir alegori değeri taşıdığını düşünür ve mektuplarında, konuşmalarında bu tarz bir alegoriyi kullandığı görülür. Bu ayrım çok önemlidir çünkü hakikat zaman üstüdür ve hakikate yol bulması düşünülen bir eser dahi ancak kendi çağının dışında/üstünde, çağlarüstü kök manalarından koparılmaksızın amacına hizmet edebilir. Aksi durumda, çağının simülatif kültürünün bir parçasına dönüşecek ve hakikat ile bağlantılı misyonunu kaybedecektir.

Tolkien gerçekten yaşadığı devrin dışına çıkabilmişse de “İkincil Dünya”sında hakikate daha uygun bir kaynağa, hakikatten yapıldığını düşündüğü mitler üzerinden ulaşabilmiş midir? Bu alan bizim için biraz buğulu olmakla birlikte site yazarlarından Tarık Kaya’nın Sutu Boğda Peşinde Bir Ömür, Ainur’un Müziğini Kim İcra Etti – Bölüm 1 ve Bölüm 2 yazılarında geçen “keşfi bilgi” ile ilgili kısımlarda bir cevap bulmak mümkün.


(*) Düalite ve düalizm sık sık birbirine karıştırılmaktadır. Tolkien’in eseri, düalite içermektedir ancak düalizm içermez.


Not: Bir sonraki yazıda, Tolkien’in “Gölgeli Parmaklıkların” altını kazarken ne kadar derinlere ulaştığına ve bir “akıl hapishanesi” hükmünde gördüğüm, Baudrillard’ın “simülasyon” olarak teşhis ettiği bu evrenin köleliğinden bizi ne kadar halas ettiğine değinmeye çalışacağım. Tolkien’in ilham kaynakları ve “İkincil Dünyası” ile ilgili hakikat bağlantıları ve vaat edip yazamadığımız konuları önümüzdeki yazıda özetlemeye çalışacağım.

Paylaşın.

Yazar Hakkında

1 Yorum

  1. Bu önceki yazıya ulaştım ve sürekli buradaki yazıları okumamız gerektiğini düşündüm çünkü üzerinde yıllarca düşünülecek yeni alanlar çıkmakta.Mesela alegori hakkındaki bu bölümün başı gözümden kaçmış.

    “Tolkien’in eserinin kasıtlı ve doğrudan bir alegori içermediğini söylemesi bu yüzdendir”.

    Bu yazıyı zaten anlamam için biraz daha büyümem lazım.entellektüellik seviyem yetmiyor ? Ama şukadarını söyleyebilirim ki aklım tam anlamasada gönlüm kesinlikle göz yaşartıcı şekilde anladı.Zaten hakikat kelimesi bile bazen yetiyor. Her an benim için anlamı değişen ama kovalaması çok zevkli bir ışık. Ama bu ışık zerreleri sönmeyen alevin ışığı ve varmaktan çok kovalamanın anlamlı olduğunu bildiğim ışık. Kovaladığımız şey yıllar geçtikçe anlam değiştiriyor. Mesela İlhan akıncının Dil İhtiyacı / Manwë ve Melkor adlı yazısında Manwenin ahmaklıgı gibi yorumlanan ama,aslında iyi olma iyi kalma yı doldurmaya çalışması gibi bizim zamanın çok kısa bölümündeki deneyim-önerilerle bulduğumuz hakikatin zamandan önce bile aynı hakikatin devam etmesi bana önce “doğru yol” un sağlamasını ve doğruluğunu anlatmakta. Bu sayede anlamı kesinlikle katlanarak artmakta.
    Bir nevi zamanda geçmişe ve geçmiş öncesine yolculuk yapılırken bir yandan da şu “an” ımızın kıymeti artıyor. Bu kesinlikle ‘seni daha çok tanımak istiyoruz’ duasının cevabı olsa gerek. Buna karşılık duamı güncelliyorum ‘seni daha da çok tanımak istiyoruz nolur duamızı kabul et’ . Bu sitenin de tüm yazılarını bu tarz bir dua olarak görüyorum.İnşallah kabul olur.

Leave A Reply